26 Haziran 2016 Pazar

TELEVİZYON VE ÇOCUKLARIMIZ



TELEVİZYON VE ÇOCUKLARIMIZ

Yunancauzak” anlamındaki “tele” ve Latincegör” anlamındaki “Visio” sözcüklerinden, 20. yüzyıl başlarında türetilmiş ve “uzaktan görmek” anlamına gelen; 1923 yılında, İskoçyalı mühendis John Logie Baird tarafından İngiltere'nin Hastings kasabasında icat edildiği  yıldan günümüze değin, hemen hemen tüm dünyayı çepe çevre kuşatan ve derinden etkileyen bir aygıtla karşı karşıyayız. Bu aygıt 20. yüzyılın en önemli icatlarından ve  kitle iletişim araçlarından biri olan televizyondur.

Günümüzde gerekli gereksiz her yerde ve her biçimde tartışılan televizyonu iki körün tuttuğu fil örneğine benzetmek mümkün. İcat edildiği günden bu yana televizyon hakkında çok şey söylendi. Bu etkili araçla ilgili çeşitli nitelendirmeler yapıldı. “Sihirli kutu” da denildi, “aptal kutusu” da. Televizyona “şeytan icadı” diyen de oldu, “teknoloji harikası” diyen de. Yazar Şükrü Hüseyinoğlu’na göre “Bu toplumun hayatında televizyon ne yazık ki kendisinden faydalanılan bir araç olmaktan çok öte, kendisine tabi ve teslim olunan bir modern put durumundadır. İnsanların gün boyu en çok yöneldikleri, tüm duyu organlarıyla en çok karşısında sessiz sedasız teslimiyet gösterisinde bulundukları sahte bir rab ve ilah konumunda. Gündelik hayatın kendisine göre şekillendirildiği, evlerin ona göre dizayn edildiği, insanların programlarını ona göre belirlediği, onunla ağlayıp onunla güldüğü bir modern zaman tanrısı.

Evet, televizyon insanın kendisine gönüllü olarak esir olduğu bir sihirli kutu. İnsanlar zihinlerini, gönüllerini televizyona teslim ediyor, fakat ellerine aldıkları kumandayla kendilerinin televizyona hükmettiğini vehmediyor! Televizyon insanları seyircileştiriyor. Yüce Allah’ın yeryüzüne halifeler kıldığı, hakikate şahitlik misyonu biçtiği insanları, olup bitenin seyircisi olmaya mahkum ediyor.”

Televizyon konusunda her kesimden insanın kendi düzeyi ve beklentileri çerçevesinde konuya yaklaşımları farklı olabilmektedir. Ben bu yazımda daha çok Allah’ın bizlere emaneti olan ve geleceğimiz, umudumuz ve yarınlarımız olan çocuklarımızın  televizyonun etkisi altında kaldığı tehlike ve tehditlerden bahsetmek ve acizane ebeveynleri bu konuda uyarmak ve bilgilendirmek istiyorum.

Bugün ülkemizde televizyon olmayan ev neredeyse yok gibi. Sanki televizyonla bütünleşmiş bir yapımız var. Bu durumdaki bir insandan veya aileden televizyonunu kapatmasını istemek, bebekten sütü esirgemek gibi algılanıyor. Çünkü artık televizyonsuz eğlenemez, televizyonsuz gülemez, yemeğini dahi yiyemez, kısacası televizyonsuz yaşayamaz hale geldik.

Televizyona bu derece bağımlılığın altında yatan sebeplerin başında tembellik var. Aslında tembellik televizyon seyretmenin hem sebebi, hem sonucu. Bir kere televizyonun başına geçince gerisi geliyor. Gönüllü olarak karşısına geçiyor, gözümüzü ona dikip, adetâ hipnotize oluyoruz.

Televizyonun giderek aileleri esir alması, tüm dünyanın dikkatini televizyonun kişiler üzerindeki etkileriyle ilgili düşünmeye ve bu konuyla ilgili çalışmalar yapmaya yöneltti. Batıda televizyonun aile içinde bu denli etkili olmasının gelecek nesilleri nasıl etkileyeceği üzerine çok ciddi araştırmalar yapılıyor. Öyle görünüyor ki yakında sigara bağımlılığı gibi televizyon bağımlılığı da psikiyatri kitaplarına girecek. Aşırı derecede televizyon izlemek kişinin konsantrasyon becerisini bozmakta, beynini tembelleştirmekte ve pasifize etmektedir. Çünkü televizyon beyni yormadan bilgi verir. Halbuki beyni en çok geliştiren şey konuşmak ya da dinlemek değil, düşünmektir, yorum yapmaktır. Televizyon işte bu becerileri azaltmaktadır.

            Birincisi, televizyon kişilerde zihinsel tembellik yapar. Beynin yorumlama ve düşünme ile ilgili kısımlarının gelişmesini engeller. Kişinin yorum yapma, analitik düşünme, sentez yapma, zihinsel beceri yönüyle öğrenme gücünü azaltır. Bireysel yaratıcılığı köreltir. Bu durum, çocuklarda daha da belirgin bir biçimde gözlemlenmektedir. Televizyonun ikinci olumsuz etkisi ise aile içi iletişime ve etkileşime zarar vermesi yönünde olmaktadır. Bu durum ailedeki sevgi, saygı ve güven bağını zayıflatmakta ve aile içinde psikolojik bir duvar örmektedir.

            Televizyona karşı belki en savunmasız durumda olanlar çocuklarımızdır. Hele bir de televizyonu bebeklik çağından itibaren bir tür çocuk bakıcısı olarak kullanan anne-babalar, en değerli varlıklarını kendi elleriyle canavara teslim ediyorlar. Çocukların hemen her türlü programı kontrolsüzce seyretmeleri, ruh dünyalarında tamir edilmez yaralar açıyor.

            Günümüzde görüyoruz ki televizyon çocukların zihinsel gelişimini ve dil gelişimini sekteye uğratıyor. Konuşması gerekirken konuşamayan, hece kurması gerekirken hece kuramayan, 2,5 yaşında olmasına rağmen 5 kelime bilen çok sayıda çocukla karşılaşıyoruz. Konuyu biraz araştırınca ortaya çıkıyor ki bakıcısı yahut annesi çocuğu bütün gün televizyonun karşısında bırakıyor, onunla konuşmuyor, bunun sonucunda da çocukta etkileşim ile ilgili beyin alanları gelişemiyor. Çocuğun dokunarak, oynayarak, kırarak vs. öğreneceği motor beceriler gelişmiyor. Çocuğun sosyal gelişiminin olması için diğer çocuklarla oynaması, onlara dokunması, onlarla konuşması, yani etkileşim içinde olması gerekir. Fakat sürekli televizyon izleyen çocuklarda bu etkileşim olamıyor. Çocuk sadece mesaj alıyor, hiç mesaj veremiyor. Zamanını sürekli televizyon karşısında geçiren çocuklarda mutsuzluk, doyumsuzluk ve yalnızlık gözleniyor.

            Diğer yandan haberlerden filmlere, dizilerden çizgi filmlere kadar neredeyse bütün programlarda şiddet unsuru gözlemlenebiliyor. Uzmanlara göre bu kadar sıklıkla şiddet sahnesini takip eden çocuklar için, şiddet âdetâ sıradanlaşıyor. Böyle çocuklar hem yetişme dönemlerinde, hem de ileriki yaşlarda büyük çaplı psikolojik bunalımlar yaşıyorlar. Diğer insanlarla uyum sağlamada zorlanıyorlar. Daha da kötüsü, toplum için sürekli bir tehdit unsuru haline gelebiliyorlar.

            Televizyonu, eğlence ve tüketim aracı olarak görmenin yanında, modern çağda egemen sistemlerin ve kapitalist şirketlerin insanları ve özellikle de çocukları nesneleştirme, tek tipleştirme ve değersizleştirme aracı olarak ta görmek gerekir. Bilhassa televizyondaki reklamların çocukları pek çok programdan daha çok cezp ettiğini ve dakikalarca gözlerini ayırmadan sonuna dek izlediklerini görüyoruz. Bu da henüz taze çocuk beyinlerin tüketim arzusu ve marka istekleri ile doldurulmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla çocuk, çalışmak, başarılı olmak, erdemli olmak gibi insani boyuttaki pek çok değer yargısının yerine salt tüketerek mutlu olunacağı yolundaki düşünceye inandırılmaktadır.

             Çocuğun aşırı bir biçimde televizyon izlemesi, onu okumaktan, hatta çoğu kez oyun oynamaktan bile yoksun bırakmaktadır. Çocuğun sosyal ilişkileri zayıflamakta ve içe kapalı bir hale gelebilmektedir. Öyle ki çoğu kez yemek yemek için bile anne babasının yanına gitmemekte ve yemeği tepsi içinde sunularak televizyonu izlerken yemesi sağlanmaktadır.

            Endüstriyel dünyada bireyler günde ortalama üç saatlerini plansız olarak televizyon seyretmeye ayırıyorlar. Bu saatler, bir gün içinde çalışma ve uyuma dışında tek bir faaliyet için ayrılan en büyük zaman dilimini oluşturuyor. Düşünün, yetmiş beş yaşına geldiğinizde, her gün yalnızca üç saat televizyon seyrettiyseniz, yaklaşık dokuz yılınızı televizyon karşısında geçirmiş oluyorsunuz. Rakam gerçekten çok çarpıcı. Unutmayalım ki, Rabbimiz Allah, bizleri zamanımızı nerelerde harcadığımızdan da hesaba çekecektir. Dolayısıyla zamanın bilincinde olan Müslüman’ın televizyon karşısında saatlerini geçirmesi son derece vahim bir durumdur.

            Aile olarak televizyon başında ayırdığımız zamanı ailece kitap okumaya hasretsek ve bunu günde üç saat  değil, yalnız bir saat yapsak bile inanın müspet anlamda çok hayırlı değişikler olacaktır hayatımızda.

Yapılan araştırmalar televizyonun çocukların fiziksel gelişimini de olumsuz etkilediği yönündedir. Mesela radyasyon yayması nedeniyle baş ağrısı, göz yanması, halsizlik ve baş dönmesi yaratması, uyku bozukluğu, yorgunluk, stres ve depresyon, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve daha geç saatte yatma, uykuya geçişte zorlanma, uyurken daha fazla uyanma gibi sorunlara neden olabilir. Bunun yanında sağlıksız beslenmeyi teşvik etmesi ve şişmanlatması ve olumsuz beden imajına neden olması televizyonun fiziksel zararları arasında sayılabilir.

Televizyonun salt zararlı bir araç olduğunu dile getirmek elbette ki haksızlıktır. Özellikle vurgulamaya çalıştığım, televizyonun bağımlılık yapar derecede hayatımıza girmesi, çocukları onun insafına(!) teslim etmemiz  ve programlar konusunda pek seçici olmadığımız gerçeğidir. O halde televizyonu çocukların hayatından baskı yoluyla çıkartamayacağımıza göre yapılabilecek şeyler nelerdir?

            Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a göre;  bu durumda yapılması gereken çocuğun mümkün olduğunca iyi yönde etkilenmesini sağlayabilmektir. Bir çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirebilmesi için yetiştiği ortamda sevgi kadar disipline de ihtiyacı vardır. Her evin kendi içinde belirlediği bazı kuralları olmalıdır, kuralsızlık doğru değildir. Bu kurallar televizyon konusunda da alınmalı ve muhakkak televizyonla ilgili bazı sınırlar konmalıdır.

            Televizyon seyretmenin kötü sonuçları uzun vadede ortaya çıkar. İlk anda görünmeyen bu sonuçlar hakkında baştan bilinçli olup ona göre davranmak gerekir. Anne baba olmanın yüklediği sorumluluk bu konuda da hassas olmayı gerektirir. Aile, televizyon izlemede seçici ve yönlendirici olmalıdır.

            Büyükler çoğunlukla televizyonu eğlenmek amacıyla, çocuklarsa dünyayı anlamak ve tanımak amacıyla kullanırlar. Bir eğitim aracı haline geldiği için televizyon çocuklar açısından daha önemli bir konumdadır. Çocuğun o yaşlarda öğrendiği her şey kendi dünyasına iyi veya kötü olarak girer ve ileriki yıllarda yansıma halinde ortaya çıkar. O nedenle "Çocuk televizyonun karşısında çok iyi vakit geçiriyor, ben de rahat ediyorum" diye düşünmek yanlıştır. Çocuğun o anda dünyayı tanıma çabası içinde olduğu ve doğru mesajlar alması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Anne ve baba bunun sorumluluğunu hissetmeli, çocuğa hangi programı izleyip hangisini izleyemeyeceğini öğretmelidir. Önemli olan çocuğa bu anahtarı vermek ve neyin iyi, neyin kötü olduğunu doğru bir şekilde gösterebilmektir.”

            Ailelere düşen öncelikle çocuğu televizyon karşısında yalnız ve savunmasız bir biçimde bırakmamak, mümkün olduğunca birlikte izlemek. Konuşarak, anlatarak ve paylaşarak. Sonra da çocukları okumaya sevk etmek ve televizyon izlemelerine belli ölçülerde sınırlandırmalar getirmek.

            Aslında gönül ister ki televizyonu hayatımızdan tamamen çıkaralım ve yerini daha hayırlı şeylerle dolduralım. Biz, televizyonu ne kadar aklamaya çalışırsak çalışalım günümüz gerçekliği televizyonun çocuklar ve hatta yetişkinler üzerinde hiçte hayırlı olmayan tahribatlara neden olduğudur.

            Hülasa televizyonun  insanı esir alan ve okumaktan-düşünmekten önemli ölçüde alıkoyup enformatik cehalete mahkum eden sihirli gücü karşısında insanlığı yeniden akletme ve okumanın aydınlığına çağırmamız gerekiyor. Nesillerimizin seyircileştirilmesi karşısında, okumayı, düşünmeyi, sorgulamayı güçlü bir şekilde insanlığın gündemine taşımamız icap ediyor. Çocuklarımızı, televizyonun uyuşturan, tembelleştiren atmosferinden, Kitab’a, okumaya, akletmeye, üretmeye taşıma konusunda öncülük yapmamız temel bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.

Öncelikle evlerimizdeki televizyon iktidarına zaman geçirmeden son vermemiz gerekmektedir. Evlerimizde televizyon dizileri değil, Allah’ın ayetleri yankılanmalı. Evlerimiz şeytani Batı kültürünün işgaline açık olmamalı. Televizyonun evlerimizde Truva Atı işlevi görmesine ve bizi yönetmesine, esir almasına izin vermemeliyiz. Ya onu kontrol etmeyi öğrenmeliyiz, o bize değil biz ona hükmetmeliyiz ya da evlerimizden çıkarıp atmalıyız.

Tedbir almazsak gözlerimiz önünde çoluk-çocuğumuzun televizyon tarafından nasıl esir alınıp mankurtlaştırıldığını, bize yabancılaştırıldığını seyretmek zorunda kalırız. Bu konuda üzerimize düşeni yapmazsak, kendi paramızla evimize soktuğumuz bu "sihirli kutu"nun ne tür olumsuzluklara yol açtığını bizzat yaşayıp görmek durumunda kalırız ki o zaman da geç kalmış oluruız.

Hanelerimiz şeytan ve dostlarının değil, Yüce Allah’ın sözünün geçtiği, Allah’ın ayetlerinin hükümran olduğu birer İslam kalesi haline gelmelidir. Ahzab Suresi 34. ayet-i kerimede Yüce Rabbimizin buyurduğu gibi, evlerimizi Kur’an ayetlerinin okunduğu, onlar üzerinde tefekkür ve sohbet edildiği güzide mekanlar haline getirmeliyiz. Evlerimizi cennetin dünyadaki şubelerine dönüştürmeliyiz.
Kendimizi ve ehlimizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından korumamızın tek yolu budur.



KAYNAKLAR:
“Evlerimizdeki Truva Atı: Televizyon”, Şükrü HÜSEYİNOĞLU, İtidal yay.
“Aile okulu”, Nevzat TARHAN, Timaş yay.
Televizyonun Çocuklar Üzerindeki Olumsuz Etkileri”, Yrd. Doç. Dr. Huriye KURUOĞLU












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder