TELEVİZYON VE ÇOCUKLARIMIZ
Yunanca
“uzak” anlamındaki “tele” ve Latince
“gör” anlamındaki “Visio” sözcüklerinden, 20. yüzyıl
başlarında türetilmiş ve “uzaktan görmek” anlamına gelen; 1923 yılında,
İskoçyalı mühendis
John Logie Baird tarafından İngiltere'nin Hastings kasabasında icat edildiği yıldan günümüze değin, hemen hemen tüm dünyayı
çepe çevre kuşatan ve derinden etkileyen bir aygıtla karşı karşıyayız. Bu aygıt
20. yüzyılın en önemli icatlarından ve
kitle iletişim araçlarından biri olan televizyondur.
Günümüzde
gerekli gereksiz her yerde ve her biçimde tartışılan televizyonu iki körün
tuttuğu fil örneğine benzetmek mümkün. İcat edildiği günden bu yana televizyon
hakkında çok şey söylendi. Bu etkili araçla ilgili çeşitli nitelendirmeler
yapıldı. “Sihirli kutu” da denildi, “aptal kutusu” da. Televizyona “şeytan
icadı” diyen de oldu, “teknoloji harikası” diyen de. Yazar Şükrü Hüseyinoğlu’na
göre “Bu toplumun hayatında televizyon ne yazık ki kendisinden faydalanılan bir
araç olmaktan çok öte, kendisine tabi ve teslim olunan bir modern put
durumundadır. İnsanların gün boyu en çok yöneldikleri, tüm duyu organlarıyla en
çok karşısında sessiz sedasız teslimiyet gösterisinde bulundukları sahte bir
rab ve ilah konumunda. Gündelik hayatın kendisine göre şekillendirildiği,
evlerin ona göre dizayn edildiği, insanların programlarını ona göre
belirlediği, onunla ağlayıp onunla güldüğü bir modern zaman tanrısı.
Evet,
televizyon insanın kendisine gönüllü olarak esir olduğu bir sihirli kutu.
İnsanlar zihinlerini, gönüllerini televizyona teslim ediyor, fakat ellerine
aldıkları kumandayla kendilerinin televizyona hükmettiğini vehmediyor!
Televizyon insanları seyircileştiriyor. Yüce Allah’ın yeryüzüne halifeler
kıldığı, hakikate şahitlik misyonu biçtiği insanları, olup bitenin seyircisi
olmaya mahkum ediyor.”
Televizyon
konusunda her kesimden insanın kendi
düzeyi ve beklentileri çerçevesinde konuya yaklaşımları farklı olabilmektedir.
Ben bu yazımda daha çok Allah’ın bizlere emaneti olan ve geleceğimiz, umudumuz
ve yarınlarımız olan çocuklarımızın televizyonun
etkisi altında kaldığı tehlike ve tehditlerden bahsetmek ve acizane ebeveynleri
bu konuda uyarmak ve bilgilendirmek istiyorum.
Bugün
ülkemizde televizyon olmayan ev neredeyse yok gibi. Sanki televizyonla
bütünleşmiş bir yapımız var. Bu durumdaki bir insandan veya aileden
televizyonunu kapatmasını istemek, bebekten sütü esirgemek gibi algılanıyor.
Çünkü artık televizyonsuz eğlenemez, televizyonsuz gülemez, yemeğini dahi
yiyemez, kısacası televizyonsuz yaşayamaz hale geldik.
Televizyona
bu derece bağımlılığın altında yatan sebeplerin başında tembellik var. Aslında
tembellik televizyon seyretmenin hem sebebi, hem sonucu. Bir kere televizyonun
başına geçince gerisi geliyor. Gönüllü olarak karşısına geçiyor, gözümüzü ona
dikip, adetâ hipnotize oluyoruz.
Televizyonun
giderek aileleri esir alması, tüm dünyanın dikkatini televizyonun kişiler
üzerindeki etkileriyle ilgili düşünmeye ve bu konuyla ilgili çalışmalar yapmaya
yöneltti. Batıda televizyonun aile içinde bu denli etkili olmasının gelecek
nesilleri nasıl etkileyeceği üzerine çok ciddi araştırmalar yapılıyor. Öyle
görünüyor ki yakında sigara bağımlılığı gibi televizyon bağımlılığı da
psikiyatri kitaplarına girecek. Aşırı derecede televizyon izlemek kişinin
konsantrasyon becerisini bozmakta, beynini tembelleştirmekte ve pasifize
etmektedir. Çünkü televizyon beyni yormadan bilgi verir. Halbuki beyni en çok
geliştiren şey konuşmak ya da dinlemek değil, düşünmektir, yorum yapmaktır.
Televizyon işte bu becerileri azaltmaktadır.
Birincisi, televizyon kişilerde zihinsel tembellik yapar.
Beynin yorumlama ve düşünme ile ilgili kısımlarının gelişmesini engeller.
Kişinin yorum yapma, analitik düşünme, sentez yapma, zihinsel beceri yönüyle
öğrenme gücünü azaltır. Bireysel yaratıcılığı köreltir. Bu durum, çocuklarda
daha da belirgin bir biçimde gözlemlenmektedir. Televizyonun ikinci olumsuz
etkisi ise aile içi iletişime ve etkileşime zarar vermesi yönünde olmaktadır.
Bu durum ailedeki sevgi, saygı ve güven bağını zayıflatmakta ve aile içinde
psikolojik bir duvar örmektedir.
Televizyona karşı belki en savunmasız durumda olanlar
çocuklarımızdır. Hele bir de televizyonu bebeklik çağından itibaren bir tür
çocuk bakıcısı olarak kullanan anne-babalar, en değerli varlıklarını kendi
elleriyle canavara teslim ediyorlar. Çocukların hemen her türlü programı
kontrolsüzce seyretmeleri, ruh dünyalarında tamir edilmez yaralar açıyor.
Günümüzde görüyoruz ki televizyon çocukların zihinsel
gelişimini ve dil gelişimini sekteye uğratıyor. Konuşması gerekirken
konuşamayan, hece kurması gerekirken hece kuramayan, 2,5 yaşında olmasına
rağmen 5 kelime bilen çok sayıda çocukla karşılaşıyoruz. Konuyu biraz
araştırınca ortaya çıkıyor ki bakıcısı yahut annesi çocuğu bütün gün
televizyonun karşısında bırakıyor, onunla konuşmuyor, bunun sonucunda da
çocukta etkileşim ile ilgili beyin alanları gelişemiyor. Çocuğun dokunarak,
oynayarak, kırarak vs. öğreneceği motor beceriler gelişmiyor. Çocuğun sosyal
gelişiminin olması için diğer çocuklarla oynaması, onlara dokunması, onlarla
konuşması, yani etkileşim içinde olması gerekir. Fakat sürekli televizyon
izleyen çocuklarda bu etkileşim olamıyor. Çocuk sadece mesaj alıyor, hiç mesaj
veremiyor. Zamanını sürekli televizyon karşısında geçiren çocuklarda mutsuzluk,
doyumsuzluk ve yalnızlık gözleniyor.
Diğer yandan haberlerden filmlere, dizilerden çizgi
filmlere kadar neredeyse bütün programlarda şiddet unsuru gözlemlenebiliyor.
Uzmanlara göre bu kadar sıklıkla şiddet sahnesini takip eden çocuklar için,
şiddet âdetâ sıradanlaşıyor. Böyle çocuklar hem yetişme dönemlerinde, hem de
ileriki yaşlarda büyük çaplı psikolojik bunalımlar yaşıyorlar. Diğer insanlarla
uyum sağlamada zorlanıyorlar. Daha da kötüsü, toplum için sürekli bir tehdit
unsuru haline gelebiliyorlar.
Televizyonu, eğlence ve tüketim aracı olarak görmenin
yanında, modern çağda egemen sistemlerin ve kapitalist şirketlerin insanları ve
özellikle de çocukları nesneleştirme, tek tipleştirme ve değersizleştirme aracı
olarak ta görmek gerekir. Bilhassa televizyondaki reklamların çocukları pek çok programdan daha çok cezp ettiğini
ve dakikalarca gözlerini ayırmadan sonuna dek izlediklerini görüyoruz. Bu da
henüz taze çocuk beyinlerin tüketim arzusu ve marka istekleri ile doldurulmasına
neden olmaktadır. Dolayısıyla
çocuk, çalışmak, başarılı olmak, erdemli olmak gibi insani boyuttaki pek çok
değer yargısının yerine salt tüketerek mutlu olunacağı yolundaki düşünceye
inandırılmaktadır.
Çocuğun
aşırı bir biçimde televizyon izlemesi, onu okumaktan, hatta çoğu kez oyun
oynamaktan bile yoksun bırakmaktadır. Çocuğun sosyal ilişkileri zayıflamakta ve
içe kapalı bir hale gelebilmektedir. Öyle ki çoğu kez yemek yemek için bile
anne babasının yanına gitmemekte ve yemeği tepsi içinde sunularak televizyonu
izlerken yemesi sağlanmaktadır.
Endüstriyel
dünyada bireyler günde ortalama üç saatlerini plansız olarak televizyon
seyretmeye ayırıyorlar. Bu saatler, bir gün içinde çalışma ve uyuma dışında tek
bir faaliyet için ayrılan en büyük zaman dilimini oluşturuyor. Düşünün, yetmiş
beş yaşına geldiğinizde, her gün yalnızca üç saat televizyon seyrettiyseniz,
yaklaşık dokuz yılınızı televizyon karşısında geçirmiş oluyorsunuz. Rakam
gerçekten çok çarpıcı. Unutmayalım ki, Rabbimiz Allah, bizleri zamanımızı
nerelerde harcadığımızdan da hesaba çekecektir. Dolayısıyla zamanın bilincinde
olan Müslüman’ın televizyon karşısında saatlerini geçirmesi son derece vahim
bir durumdur.
Aile olarak televizyon başında ayırdığımız zamanı ailece
kitap okumaya hasretsek ve bunu günde üç saat
değil, yalnız bir saat yapsak bile inanın müspet anlamda çok hayırlı
değişikler olacaktır hayatımızda.
Yapılan
araştırmalar televizyonun çocukların fiziksel gelişimini de olumsuz etkilediği
yönündedir. Mesela radyasyon yayması nedeniyle baş ağrısı, göz yanması,
halsizlik ve baş dönmesi yaratması, uyku bozukluğu, yorgunluk, stres ve
depresyon, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve daha geç saatte yatma, uykuya
geçişte zorlanma, uyurken daha fazla uyanma gibi sorunlara neden olabilir. Bunun
yanında sağlıksız beslenmeyi teşvik etmesi ve şişmanlatması ve olumsuz beden
imajına neden olması televizyonun fiziksel zararları arasında sayılabilir.
Televizyonun
salt zararlı bir araç olduğunu dile getirmek elbette ki haksızlıktır. Özellikle
vurgulamaya çalıştığım, televizyonun bağımlılık yapar derecede hayatımıza
girmesi, çocukları onun insafına(!) teslim etmemiz ve programlar konusunda pek seçici olmadığımız
gerçeğidir. O halde televizyonu çocukların hayatından baskı
yoluyla çıkartamayacağımıza göre yapılabilecek şeyler nelerdir?
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a göre; bu durumda yapılması gereken çocuğun mümkün
olduğunca iyi yönde etkilenmesini sağlayabilmektir. Bir çocuğun sağlıklı bir
kişilik geliştirebilmesi için yetiştiği ortamda sevgi kadar disipline de
ihtiyacı vardır. Her evin kendi içinde belirlediği bazı kuralları olmalıdır,
kuralsızlık doğru değildir. Bu kurallar televizyon konusunda da alınmalı ve
muhakkak televizyonla ilgili bazı sınırlar konmalıdır.
Televizyon seyretmenin kötü sonuçları uzun vadede ortaya
çıkar. İlk anda görünmeyen bu sonuçlar hakkında baştan bilinçli olup ona göre
davranmak gerekir. Anne baba olmanın yüklediği sorumluluk bu konuda da hassas
olmayı gerektirir. Aile, televizyon izlemede seçici ve yönlendirici olmalıdır.
Büyükler çoğunlukla televizyonu eğlenmek amacıyla,
çocuklarsa dünyayı anlamak ve tanımak amacıyla kullanırlar. Bir eğitim aracı
haline geldiği için televizyon çocuklar açısından daha önemli bir konumdadır.
Çocuğun o yaşlarda öğrendiği her şey kendi dünyasına iyi veya kötü olarak girer
ve ileriki yıllarda yansıma halinde ortaya çıkar. O nedenle "Çocuk
televizyonun karşısında çok iyi vakit geçiriyor, ben de rahat ediyorum"
diye düşünmek yanlıştır. Çocuğun o anda dünyayı tanıma çabası içinde olduğu ve
doğru mesajlar alması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Anne ve baba bunun sorumluluğunu
hissetmeli, çocuğa hangi programı izleyip hangisini izleyemeyeceğini
öğretmelidir. Önemli olan çocuğa bu anahtarı vermek ve neyin iyi, neyin kötü
olduğunu doğru bir şekilde gösterebilmektir.”
Ailelere düşen
öncelikle çocuğu televizyon karşısında yalnız ve savunmasız bir biçimde
bırakmamak, mümkün olduğunca birlikte izlemek. Konuşarak, anlatarak ve
paylaşarak. Sonra da çocukları okumaya sevk etmek ve televizyon izlemelerine
belli ölçülerde sınırlandırmalar getirmek.
Aslında
gönül ister ki televizyonu hayatımızdan tamamen çıkaralım ve yerini daha
hayırlı şeylerle dolduralım. Biz, televizyonu ne kadar aklamaya çalışırsak
çalışalım günümüz gerçekliği televizyonun çocuklar ve hatta yetişkinler
üzerinde hiçte hayırlı olmayan tahribatlara neden olduğudur.
Hülasa
televizyonun insanı esir alan ve
okumaktan-düşünmekten önemli ölçüde alıkoyup enformatik cehalete mahkum eden
sihirli gücü karşısında insanlığı yeniden akletme ve okumanın aydınlığına
çağırmamız gerekiyor. Nesillerimizin seyircileştirilmesi karşısında, okumayı,
düşünmeyi, sorgulamayı güçlü bir şekilde insanlığın gündemine taşımamız icap
ediyor. Çocuklarımızı, televizyonun uyuşturan, tembelleştiren atmosferinden,
Kitab’a, okumaya, akletmeye, üretmeye taşıma konusunda öncülük yapmamız temel
bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
Öncelikle
evlerimizdeki televizyon iktidarına zaman geçirmeden son vermemiz
gerekmektedir. Evlerimizde televizyon dizileri değil, Allah’ın ayetleri
yankılanmalı. Evlerimiz şeytani Batı kültürünün işgaline açık olmamalı.
Televizyonun evlerimizde Truva Atı işlevi görmesine ve bizi yönetmesine, esir
almasına izin vermemeliyiz. Ya onu kontrol etmeyi öğrenmeliyiz, o bize değil
biz ona hükmetmeliyiz ya da evlerimizden çıkarıp atmalıyız.
Tedbir
almazsak gözlerimiz önünde çoluk-çocuğumuzun televizyon tarafından nasıl esir
alınıp mankurtlaştırıldığını, bize yabancılaştırıldığını seyretmek zorunda
kalırız. Bu konuda üzerimize düşeni yapmazsak, kendi paramızla evimize
soktuğumuz bu "sihirli kutu"nun ne tür olumsuzluklara yol açtığını
bizzat yaşayıp görmek durumunda kalırız ki o zaman da geç kalmış oluruız.
Hanelerimiz
şeytan ve dostlarının değil, Yüce Allah’ın sözünün geçtiği, Allah’ın
ayetlerinin hükümran olduğu birer İslam kalesi haline gelmelidir. Ahzab Suresi
34. ayet-i kerimede Yüce Rabbimizin buyurduğu gibi, evlerimizi Kur’an
ayetlerinin okunduğu, onlar üzerinde tefekkür ve sohbet edildiği güzide
mekanlar haline getirmeliyiz. Evlerimizi cennetin dünyadaki şubelerine
dönüştürmeliyiz.
Kendimizi ve ehlimizi yakıtı
insanlar ve taşlar olan cehennem azabından korumamızın tek yolu budur.
KAYNAKLAR:
“Evlerimizdeki
Truva Atı: Televizyon”, Şükrü HÜSEYİNOĞLU, İtidal yay.
“Aile
okulu”, Nevzat TARHAN, Timaş yay.
Televizyonun
Çocuklar Üzerindeki Olumsuz Etkileri”, Yrd. Doç. Dr. Huriye KURUOĞLU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder