I. BÖLÜM
Ömür
boyu minnettar kalacağım D. Ali Taşçı’ya… Değil mi ki, Kur’an’a dair bir sırrı
açık etti. Kur’an’ın her sırrı ömrümüzü ikiye bölmeli aslında. O sırdan öncesi,
o sırdan sonrası diye. O sırrı bilmeseydik, o sırrı bilmeyenlerden biri olarak,
dahası o sırrı bilmediğini bile bilmeyenlerden biri olarak yaşayacak, öyle
ölecek, öyle dirilecektik. Ama birkaç sayfa sonra, ebedi bir sırrı bilenlerden
biri olacaksın ve üstelik “Ya bilmeseydim, ya bilmediğimi bile bilmeseydim!”
diye hayıflanamayanlardan birisi olmaktan kurtulacaksın. O sırrı bilenlerden, o
sırrı bilmediğini bile bilmeyenlere acıyanlardan biri olarak yaşayacaksın, öyle
ölecek, öyle diriltileceksin, inşaallah. Şimdi, sen de aynı okuma yöntemiyle bu
sırrı keşfetmeye hazırlan.
Önce
D. Ali Taşçı’nın Kur’an’la yaşadığı mahrem macerasının birinci bölümü:
Yıllar
önce, Kur’an mealleri okurken, ilk keresinde pek dikkat etmediğim ve fakat
sonradan çok ilgimi çeken bir ayet, beni iyice sarıp sarmalamaya başladı. Ayet
şu idi “Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini
eşeklerin sesidir.” (Lokman suresi, 19)
Allah, çirkin sesi eşek sesine niçin benzetti? En çirkin ses eşek sesi midir?
Acaba bundaki hikmet nedir? Gibi bir sürü soru zihnime dolmaya başladı. Türkçe
tefsirleri karıştırdım, tatmin edici bir sonuç alamadım. Epeyce bir zaman bu
merakla dolaştım ve kitapları karıştırdım. Ve bir gün Ahmet Eflaki’nin
Ariflerin Menkıbeleri adlı, Mevlana’nın hayatını anlatan eserini ( C.1; S. 287.
MEB Yayınları) okurken konunun tam üstüne gelmişim. Görür görmez de paragrafı
hemen kapattım, heyecanım iyice artsın diye.”
D.
Ali Taşçı’dan bizzat dinlediğim bu okuma şeklini zaman zaman ben de uyguladım. Sözün,
bir baraj kapağını açar gibi çağıldayacağı yerde okumamı durdurdum. “Bir sonraki
paragrafı ben yazıyor olsaydım, ne yazardım?” diye düşünmeye başladım. Böylece
beklentimi artırdım. Okuduğum şey, beklediğim şey olunca daha zevkli okudum.
Sanki bir tohumu, kabuğu çatlatmak üzereyken fotoğraflamak gibi gelir bana bu.
Heyecanım artar. Bir sonraki bölüme geçmeye can atar ama dururum. Bir sonraki
sayfada sunulacak ziyafete acıkmamı, iştahlanmamı sağlar bu bekleyiş. Böylece
daha lezzetli bir içecek, daha tatlı bir yemek bulurum önümde. Bugün senden de
aynısını beklesem olur mu?
Hem
bu arada şu soruyu da sorabilirsin kendi kendine… “Allah, kendi yarattığı
eşeğin kendi takdir ettiği sesine niye “çirkin” demiş olsun? Sorun eşeğin
sesinin tonlanmasında, tınlamasında, volümünde ise Allah kendi takdirini-haşa-
kendi beğenmiyor demektir. O halde “çirkin” olan ne?
Beklemeye
değmez mi?
II. BÖLÜM
Bediüzzaman
Said Nursi, İşaretül İcazında bütün tepişmelerin sebebini tek bir cümleye
bağlar: “sen çalış, ben yiyeyim.”
Bu
tepişmenin de bir sebebi vardır şüphesiz. O da bir cümledir. Said Nursi’nin ifadesiyle,
“Bütün ahlakı seyyienin membaıdır bu cümle. Yani “kötü ahlak üreticisi” dir.
Nezaket üstad’da kalsın; biz ahlakı seyyieyi şimdilik “eşekleşme” diye tercüme
edelim. O “eşekleşmenin kaynağı” da işte şu cümle: “Ben tok olayım; başkası
açlıktan ölse bana ne!”
Gerçekte
sessiz sedasız yürüyen, çıtırtısı bile duyulmayan iki modern uygulamayı sese
dökmüştür Said Nursi. İnsan görünen hiçbir insan, bu cümlelerin öznesi saymaya
kalkmaz kendini. Açık açık seslendiremez. Ulu orta söyleyemez. Yakıştıramaz kendine…
Ama gelin görün ki öznesi olduğumuz/olmamız istenen en yaygın iki eylemi
deşifre eder bu sesler.
İlk
cümle faizciliğin haykırışıdır. Faizle beslenmek, “Sen çalış, ben yiyeyim!”
diye seslenmektir diğer insanlara. Faiz ödeyen bilsin bilmesin. “Ben çalışayım,
sen ye!” tezgâhında bulur kendini. Aldığı borçtan memnun değildir. Darda
kaldığı için almak zorundadır. Kendi darlığının bir başkasının keyfini
genişlettiğini çok iyi bilir. Belki de eline sermaye geçirdiği ilk fırsatta, o
da bir başkasını daraltarak hazlarını genişletmeyi planlamaktadır. Bir başka
insan kendisini yiyen kurt oluyorsa, o da bir başka insanı yiyecek kurt niye
olmasın?
Faiz
uygulaması, sermaye ile emeği karşı köşelere koyar, birbiriyle dövüştürür.
Dövüşmenin galibi baştan bellidir. Faiz, emeği sermayeye ezdirir. Faiz,
emekçiyi sermaye sahibine düşman eder. Faiz, sermayeyi hak etmediği halde
değerli kılar, emeği hak ettiği değerden eder. Faiz sermaye sahibine çalışmadan
kazandırır, emekçiyi kazanmadan çalıştırır. İnsanı insanın kurdu yapar. Faiz
yüzünden, emekleriyle kazananlar, sermayesiyle kazananlara kin besler, hased
eder, hasım kesilir. Sınıf kavgaları ateşlenir.
Oysa
daha çok kazananların, daha az kazananlara, zenginlerin fakirlere, sermaye
sahiplerinin emek sahiplerine merhameti ve şefkati olabilirdi. Yukarı tabakadan
aşağıya merhamet ve şefkat inince, aşağıdan da yukarıya hürmet ve itaat
yükselebilirdi. Bu bereketli alışverişi ikinci ses keser: “Ben tok olayım;
başkası açlıktan ölse bana ne!” Bu zekâtsızlığın sesidir. İnfaktan kaçınanlar,
yetimi öksüzü gözetmeyenler, fakiri fukarayı dert etmeyenler, eylemleriyle
söylerler cümleyi. Bencillikleri hece hece seslenir.
“Seslerin
en çirkini” dir bu sesler.
Niye?
III. BÖLÜM
Mevlana,
“Seslerin en çirkini eşek sesidir” mealli ayeti şöyle yorumluyor: “Her hayvanın
kendine mahsus bir iniltisi, bir zikri ve tesbihi vardır ki, bununla, Yaratan
ve rızık veren Rabbini zikreder. Nitekim devenin böğürtüsü, aslanın kükremesi,
av hayvanlarının inlemesi, sineklerin vızıltısı, arıların uğultusu… Göklerde de
meleklerin, ruhanilerin tesbihleri ve zikirleri olduğu gibi, insanların da
tesbihi, tehlili, Batıni ve bedeni türlü ibadetleri vardır. Hâlbuki biçare
eşek, sadece iki belirli zamanda anırır: Biri, şehveti kabardığı zaman, diğeri
aç kaldığı zaman.”
D.
Ali Taşçı’nın bu yoruma getirdiği yoruma kulak kesilelim şimdi:
“Bunu
okuduğum zaman “Aman Allah’ım!” dediğimi hatırlıyorum. Bir anda dünyanın durumu
ve bütün bir insanlık gözümün önüne geldi: Dağlardan, vadilerden, yaylalardan,
ovalardan; köylerden, şehirlerden; evlerden, saraylardan; tellerden, ağızlardan;
daha nelerden ve nelerden kulağıma eşek sesi dolmaya başladı. Rabbimin yardımı
ve bu ayetin hikmeti beni kuşatmasaydı yerle bir olmuştum. ( Sonradan, bir
tefsir profesörü arkadaşım, Arapça bir tefsirde buna benzer bir yorum gösterdi
bana.) “Şöyle iç kulağınızla, dünyadan yükselen sese kulak verin, eşek sesinden
başka bir ses duyabilecek misiniz?”
Demek
ki eşek sesini çirkin eyleyen, sesin tınısı, tonlaması değil, ortaya çıkma
nedeniymiş. Buna göre “anırma”, kendinden başkasını düşünmemenin sese dökülmüş
hali. Sadece kendi çıkarı için sesini yükseltmek, eşeklerin korosuna katılmaya
demek geliyor. Başkalarının faydası söz konusu olduğunda susmak “anırmakla” eş
anlamlı olabiliyor. Aç kalmışa, yolda kalmışa, yetime, öksüze, çaresize,
yoksula, yakınına dair bir kaygı taşımamak, eşek sesine sarılmaya benziyor.
Eşek
sesine “çirkin” diyen Kur’an, hiç şüphesiz, o çirkin sesi susturacak bir yol
gösterir bize:
“Zekâtı farz kılarak “Ben tok
olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!” sesini keser, susturur. Faizi
yasaklayarak “Sen çalış, ben yiyeyim!” diyen ağızlara biber sürer, sözlerini
yutturur.
Eşek
nostaljisi çekenlerin dikkatine: Zekatın serin pınarlar gibi akışmadığı yerde
eşek sesi yükselir. Faize takılanların, faize kapılanların olduğu yerde
“seslerin en çirkini” inler.
*Senai Demirci’nin “Canla Bağışla” adlı eserinden
alıntılanmıştır. ( Timaş Yay. 2009)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder