19 Haziran 2016 Pazar

İNFAKIN ve CİMRİLİĞİN PSİKOLOJİSİ





İNFAKIN ve CİMRİLİĞİN PSİKOLOJİSİ

                           Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adı İle

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı ile…
      Bizleri yoktan yaratan ve sayılamayacak kadar nimetler ihsân eden ve bizleri tevhid ile şereflendirerek ondan yoksun olan insanlara üstün kılan Allah’a sonsuz hamd-ü senâlar ve şükürler olsun.. salât ve selam ise insanların en güzeli, en cömerdi, en cesuru olan ve tevhid uğruna canını dişine takarak mücadele veren kutlu elçi Hz. Muhammed’e, O’nun âline, ashabına ve yoluna uyan tüm mü’minlere olsun.

     الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ

“Onlar gayba inanır, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler” (Bakara 2/3).
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ
شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ {254

      “Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin” (Bakara 2/254).
    الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ
عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ {134
Onlar bollukta ve darlıkta sarfederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.(Ali İmran 134)
         Değerli kardeşlerim Rabbim nasip ederse bugün sizlerle paylaşacağım konunun başlığı “İnfak ve cimriliğin psikolojisi” olacak inşallah. Konumu Allah nasip ederse 2 ana başlık altında anlatmaya gayret edeceğim. Öncelikli olarak infakın kavramsal çerçevesinden, kuran ve hadisler ışığında mahiyeti ve öneminden ve psikolojik olarak yansımalarından bahsedeceğim. Aynı şekilde cimriliği bu doğrultuda anlatmaya gayret edeceğim. Bazen iki mevzunun iç içe geçtiği bölümlerde söz konusu olacak.
         Rabbimden bu sohbetin hayırlara vesile olmasını niyaz ediyorum. Benim ve siz değerli kardeşlerimin Salih amellerine bir nebze olsun katkıda bulunacak ve ahrette kurtuluşumuza vesile olacaksa kendimi bahtiyar addederim.
         Gayret bizden, başarı Allah’tandır.
Değerli kardeşlerim…
İnfak kelimesi; ne-fe-ka kökünden türemiştir. Lügat olarak, tükenmek, azalmak anlamlarına gelir.
"İnfak"; Malın elden çıkarılması, harcanması ve sarfedilmesi demektir. İnfak'ın farz, vacip, mendup kısımları vardır. Farz olan infak zekât, vacip olan infak fitredir.  Zekat ve diğer sadakaları, bağışları, yardımları ve vakıf gibi fakirlere ve diğer çeşitli hayırları, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri içine alır.

يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْمَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ {215

"Sana infak'ı (Allah yolunda ne harcayacaklarını) soruyorlar. De ki: 'Verdiğiniz hayır, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yaptığınız hayrı, muhakkak, Allah bilir." (2/Bakara, 215)

Terim olarak infâk: "İhtiyacı gidermek için harcanan maldır" diyor Abdulkadir Udeh. İbn-i Teymiyye infâk kelimesini: Cömertlik olarak da açıklıyor ve diyorki; infâk: vermek ve bir takım menfaatleri insanlara ulaştır­mak, malı insanlarla paylaştırmaktır. Bundan dolayı infâk, ferdi ve cemiyeti ilgilendirir.

Kur'anda türevleriyle birlikte 73 yerde geçmektedir.


İnfakın iki yüzü vardır bir yüzü dünyaya bakar diğer yüzü ahrete…
       Dünyada Allah rızası için yapılan her harcama aynı zamanda ahrete giden bir yatırımdır.
 *-*-*-*-*-***-*-*

İnfakta yapılan harcamalar, mal, zaman, mesai, maddî ve manevî değeri olan her şeydir. Yapılan harcamaların ibadete dönüşmesi için iki önemli şartı vardır:

1-    Allah rızası için olması. İnfakların samimiyet ve ihlâsla yerine getirilmesi gerekir. Allah adına ve Allah için olacak infak, neticede Müslüman’a kat kat sevap olarak dönecektir.

2-    Allah yoluna uygun olması. İnfak edilen her şeyin, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir tarzda gerçekleşmesi gerekir.

Meselâ fiilen ve hükmen haram olan bir mal infak edilemez, edilse bile ibadet kapsamına giremez. Faizle, kumarla, hırsızlıkla, gaspla ve haksız olarak elde edilenler, İslam fıkhında zaten mülk hükmünde değildir, kısacası o kişinin kendi mülkü değildir. Tabii ki, mülk kabul edilmeyen ve kendisine ait olmayan bir şeyin infakı da olmaz. İnfak olabilmesi için meşru ve helal yollardan kazanılmış olması gerekir. Aynı zamanda bu helal kazancın içine haramın da girmemesi ve katışmaması lazımdır. Haram yollardan girenlerin, ana sermayeden ayrışması gerekir. Ancak ayrışımı gerçekleşmiş ve meşru olan ana sermayeden verilen infaklar makbuldür.

Allah yolunda yapılan infaklar, gönüllü ve zorunlu olmak üzere ikiye ayrılır.

I- Gönüllü İnfak


Müslüman’ın herhangi bir kanun ve emir çerçevesi içinde olmaksızın, gönülden ve içten gelerek verdiği infaktır. Gönüllü infaklar, sınırsız olarak fertlerin vicdanına bırakılmıştır. Kendi hanesine yazılması ve sevabını artırması için dilediği kadar malından ve zamanından fedakârlık yapabilir. Bu şekliyle her halükârda iyilik etmek, Müslüman ferdin vazgeçilmez bir özelliği ve güzel ahlâkıdır. Bir Müslüman’ın iyilik etmekten kaçınması düşünülemez.

Sadakalar, hayırlar, hasenatlar, hediyeler, bağışlar, hibeler, karz-ı hasenler, her türlü iyilikler ve fedakârlıklar bu kapsamda düşünülür. İnfak, bu anlamıyla çok geniş bir yelpazeyi kendi alanı içine alır. “İyilik ve takvada yardımlaşınız…” âyet-i kerimesi bu hususu açıkça ortaya koyar. Aynı zamanda İslam medeniyetinin yol haritasını iyilikten yana çizer.

Başkasına bir hurma vermek de sadakadır, bir Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak da...

Kendi çocuklarına yedirmek ve içirmek de sadakadır, bir dilenciye vermek de…

Zaman ayırıp yoldaki bir taşı veya insanlara eziyet veren bir nesneyi kaldırmak da sadakadır, bir hayır kurumuna bağış yapmak da...

Tanıdığın ve tanımadığın herkese iyilik etmek de bir sadakadır, kendi malından vasiyet etmek de…

Allah’a borç vermek de bir sadakadır, Allah’ın kullarına borç vermek de...

Susamış bir kediye su vermek de bir sadakadır, bir ağacı sulamak da...

Görmeyen bir kimsenin koluna girip onu yolun karşısına geçirmek de bir sadakadır, yolu bilmeyene yol tarif etmek de...

Odunu ve kömürü olmayan birine yakacak almak da bir sadakadır, evlenemeyen bir bekârı evlendirmek de...

Bir yetimin başını okşamak da bir sadakadır, bir yoksulu giydirmek de...

Çocukları ve yaşlıları hediyelerle sevindirmek de bir sadakadır, ilmî eserler hediye etmek de...

Bir Müslüman ağaç diker veya bir ekin eker de ondan insanlar, kuşlar ya da hayvanlar yerse, bu yenilenler onun için sadaka olur.

Bu güzel davranışları çoğaltabiliriz. Önemli olan, kişinin hiçbir sıkıntı duymaksızın iç dünyasında gönül rahatlığıyla bu işleri yürütmesidir. İçinde sıkıntı ve zorluk duyduğu an, artık o davranış ibadet olmaktan çıkar, sevap getirmeyen bir tekellüfe dönüşür.

İnfakın kapsamıyla ilgili olarak bazı hadîs-i şerifleri örnek verebiliriz:

“Bir hurma da olsa, sadaka veriniz.”

“Yoldaki bir eziyeti kaldırmak, imandan bir şubedir.”

“Sıkıntı anında mümin kardeşine yardım eden kimseye, Allah da kıyamet gününde yardım edecektir.”

“Birbirinizle hediyeleşiniz.”

Yüce Allah, sürekli olarak mümin kulları infak vermek için teşvik etmiştir:

“Göklerle yeryüzünün mirası Allah’ın olduğu halde, size ne oluyor ki Allah yolunda infak etmiyorsunuz?” (Hadid, 10).

Karz-ı hasen / Güzel ödünç

Yüce Allah, “Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse, O da ona kat kat verir…” (Bakara, 245). Bu ifade, Kur’an’da beş yerde daha, Mâide, 12. âyette özellikle İsrailoğulları’ndan alınan ahitlerden biri olarak geçmektedir. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, rasullere iman etmek ve onlara yardımcı olmakla birlikte yan yana zikredilmektedir. Bu âyette belirtildiği üzere, zekâttan ayrı bir konumu vardır.

Yüce Allah (c), her şeyin mâliki olduğu halde, bizden borç istiyor. Aslında bizler bu borcu, Allah’ın kullarına veriyoruz, ama Allah kendisine verilmiş kabul ediyor. Niçin mi? Bununla toplumda dayanışma, birlik ve bütünlük ruhunun oluşması ve insanların birbirlerine destek olması amaçlanmıştır. Bu güzel borçlarla, toplumda ihtiyaç sahipleri ve borçlular kalmasın, fakirlikten isyan etmesin, zenginlere düşman olmasın, fuhuş artmasın ve yayılmasın, haksız kazanç revaç bulmasın, toplumu ayakta tutan dinamikler yıkılmasın, huzur, barış ve güven ortamı sağlansın ve sürekli kılınsın isteniyor. Sonuçta dinî hayat, güzel ve rahat bir ortamda yaşansın.


II- Zorunlu İnfak

Zekât, İslam’ın temel emirlerinden birisi olup, malı olandan belli miktarda ve belirlenen yerlere verilmek üzere kanun marifetiyle alınan bir haktır.


Zekât, bilindiği üzere farz bir ibadettir. Toplum nizamının ayakta durması, emir ve yasakların uygulanması, toplumda dengenin sağlanması, fakirlerin ve muhtaçların ihtiyaçlarının giderilmesi, ancak bu farzla gerçekleşir.

Dünyalıklar, mallar ve mülkler insanları çoğu kez yoldan çıkarmakta, istikametini bozmasına sebep olmaktadır. Rasulullah’ın (s) “ümmetimin küfre ve şirke düşmesinden endişe etmiyorum ama dünyalıklara dalmasından endişe ediyorum” buyurması, bu gerçeğin altını çizmektedir. Dünyalıklara aşırı dalış, farzların, sorumlulukların ve yükümlülüklerin uygulanmasını engeller. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi için, her türlü imkânlar kullanılır ve Müslümanlar buna icbar edilir.

**-*-*-*-*-*-*-
İslâm, infâkı sadece zenginlere emretmemiştir. İnfâk, tüm mü'minleri bağlayıcıdır. Herkes durumuna göre Allah yolunda tasadduk etmelidir. İnfâk işini zenginlere havale etmeye kalkmak; özellikle câhiliyye toplumlarında cimriliğin yaygınlaştığı, hevâ ve heveslerin tatmini yolunda israfın arttığı bir ortamda yoksulları kimsesizliğe mahkûm etmek ve "zenginler dururken ben mi yapacağım?" diye yan gelip yatmak demektir! Bu zihin anlayışı külliyyen cahili ve bâtıldır!
Rasûlullah aleyhisselâm ne güzel buyurmuş:
"Zenginlik mal çokluğu ile değildir, asıl zenginlik gönül zenginliğidir." (Buhârî, Rikâk, 15) 

Hem cimriliği hem de israfı asla tasvip etmeyen ve her konuda orta yolu öneren İslâm dini, "sosyal" bir din olarak sosyal adalete, sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya büyük önem vermekte bundan dolayı da "infâk" kavramıyla tanımlanan "Allah yolunda yapılan harcamaları" en makbul ve en faziletli bir İbadet olarak kabul etmektedir.

Hatta, gerek Kur' ân’ı Kerîm' de gerek peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)'in hadislerinde infâk anlamına gelen mevcut her nimeti başkalarıyla paylaşma o kadar çok ve o kadar açık bir biçimde yer almıştır ki, mâli bir ibadet niteliği taşıyan bu ibadetin diğer ibadetlerden daha üstün olduğu adeta kesinlik kazanır gibi olmuştur.

           İnfak; Rahman’ın bize verdiklerinden, kendisinin doğrudan vermediklerine bizim vermemizdir. Bundaki hikmet,(Psikolojik önemli yönlerineden bazıları) bizim mala olan sevgimizin kırılması, dünyaya olan bağlılığımızın azalması, âhirete ilgimizin ve sevgimizin artması ve Rahman’ın bizi denemesidir. Çünkü insan infak ettikçe Şeytan’dan uzaklaşır, Allah’a (c) yaklaşır. Bir de bizim kazancımız içinde başkasına ait olan miktarın hak sahibine verilip verilmediğini Rahman’ın görmesidir. Çünkü kazandığımız malların ve gelirlerin tamamı bize ait değildir:
      “Ve onların (Müslümanların) mallarında belirli bir hak vardır.
        İsteyenler ve isteyemeyip mahrum kalanlar için” (Me’aric 70/24-25).
      “Onların mallarında isteyebilen ve isteyemeyen muhtaçlar için belirli bir hak vardır” (Zâriyât 51/19).
           Bu âyetler bize açıkça gösteriyor ki, Allah (c) yoksulun ve isteyebilen ya da isteyemeyen muhtaçların rızkını, bizim rızkımızın içersine koymuştur. Biz onu oradan çekip alır ve ihtiyaç sahibi kişiye verebilirsek, imtihanın sırrına vakıf oluruz. Ancak kazancımızın tamamının bize ait olduğunu zannederek, emanet olarak bizim rızkımız içersine bırakılmış belli bir miktarı ayırmazsak, kul hakkı yemiş oluruz.

Rabbimiz şöyle buyuruyor bizlere:
''Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan size eziyet verici birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’tan gereği gibi korkarsanız. Şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir .'' (Ali İmran 186) 
Efendimiz (s.a.v.) buyurur: 
“Helâl maldan verilen her bir sadakayı, Rahmân olan Allah (kudret) eliyle alır ve kabul eder.” (Müslim, Zekât, 63) 
Bu imtihanı geçmenin en güzel yolu ellerimiz kurumadan ceplerimize ulaşabilmektir. Bizler ellerimizi ve evlerimizi geniş tutmalıyız ki hanemize gelen emniyet ve huzurda bulsun kendini. İnfakın en güzelini, tadların en lezzetini kardeşimize ikram edebilmeliyiz. Seherleri kapı ve pencerelerimizi açıp rahmet meleklerini ayakta karşılamanın, bir hurma dahi olsa misafire sunmanın huzuruna ermemiz gerekmektedir. Yoksa infak bilincini oluşturamayız. Bizler hayra öncülük edelim ki Efendimiz de arasatta bizlere öncü olsun. 
Malını arındıran ve hiç bir şekilde arınırken geriye bakmayan Ebu Talha'yı hatırladınız mı? Enes Bin Malik’ten rivayet edilen bir hadiste ''Ebu Talha, Medine'de Ensar'dan en zengin hurmalığa sahip olanıydı. Kendisince en değerli malı da, Mescid-i Nebevi'nin karşısındaki «Beyruha» adındaki hurmalığı idi. Rasûlullah (s.a.v.) oraya girip tatlı suyundan içerdi. «Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliği elde edemezsiniz.» ayet-i kerimesince, Ebû Talha, Resûlullah (s.a.v.)'ın huzuruna çıkıp: 
«— Ya Resûlulah! Allah Teâlâ: «Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliği elde edemezsiniz» buyuruyor. Bence mallarımın en değerlisi, Beyruha (denilen hurmalık)'dır. O Allah rızası için sadakadır. Allah katında onun hayır ve azığım olmasını umuyorum. İstediğin yere sarfet ya Resûlullah!» deyince, Resûlullah (s.a.v.): 
«— Bu ne kârlı maldır, bu ne kârlı maldır. Onun hakkında söylediğini işittim. Onu yakınlarına vermeni uygun görüyorum.» buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha: 
«— Yapacağım ya Resûlullah» dedi. Sonra hurmalığı akrabalarına ve amcasının oğullarına taksim etti… 
İnfakta sınırı zorlayan Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman efendilerimizi hatırlayalım.
Bilindiği gibi Hz. Ebubekir (r.a.) iman etmeden önce Mekke'nin en zenginlerindendi. İslâm ile tanışıp, gerçek imanın haz ve lezzetini alınca, imanın bir gereği olarak olabildiğine yardımsever bir kişilik olarak göründü. Nerede yardıma muhtaç biri varsa yanı başında yardımına koşan biri de vardı: Hz. Ebubekir! Hz. Bilal'ler her türlü zulüm ve işkence altında inlemeye, mahkûm edilmeye dursun, onları hürriyetine kavuşturmak için dünyalık adına sahip olduğu tüm varlığını seferber eden biri vardır: Hz. Ebubekir! Hicret etmek zorunda kalmıştır, ancak yarı yolda karşısına çıkan Mekke'li müşrik İbni Duğine; "ne olur gitme, ne kadar hayırsever olduğunu herkes biliyor, bu insanların sana ihtiyacı var. Senin yardımına, fedakârlı-ğına ihtiyacımız var." diyerek himayesinde Mekke'ye geri getirdiği insan da yine Hz. Ebubekir (r.a.)'den başkası değildir.
Aslında Peygamber'e gönül veren tüm ashabda bu ruhu görmek mümkündür. Ancak Hz. Ebubekir'de bu şuur daha bir belirgin idi. Bunun için misalimizi ondan verelim: Tebük seferine çıkılmak üzeredir. İslâm savaşçılarına silah ve mühimmat gereklidir. Bunun için sevgili Peygamber, müslümanlardan infak etmelerini istemiştir. Hz. Ömer uzun zamandan beri Hz. Ebubekir'in infak anlayışına gıbta etmektedir. İşte fırsat doğmuş, ondan daha fazla infak etmenin sırası gelmiştir. Herkes gücü yettiğince infak eder ve geçer. Sıra Hz. Ömer'e geldiğinde: "Ya Rasulallah! İşte malım, tam yarısını Allah için infak ediyorum." diyerek gönüllerde taht kurmuştur. Ancak sıra Hz. Ebubekir'e gelmiştir. Büyük bir özveri ve fedakârlık ile: "Ya Rasulallah! İşte malım, tamamını infak ediyorum." dediğinde, Efendimiz (s.a.s.) itiraz etmişti: "Ya Ebabekir, ehline, çoluk-çocuğuna bir şey bırakmadın mı?" Hz. Ebubekir: "Allah ve Rasulü'nü bıraktım, yetmez mi ya Rasulallah, kâfi gelmez mi ya Rasulallah?" diyordu. Malının tamamını infak etmek her babayiğidin kârı değildi. İşte gerçek infak bu ve benzerler idi. Şimdi kendi yaptıklarımızın ne kadar komik kaldığını, aylık gelirimizin yüzde kaçına tekabül ettiğini görerek, kendimize çekidüzen vermemiz gerekmektedir.
 Savaş hazırlıkları yapılırken fakirlerin gözyaşları ve bir avuç hurmaları getirdiklerini ve Efendimizin ''şu bir avuç hurmayı şu çuvalın içindeki hurmaların üzerine atın ki bereketlensin'' sözünü kendimize şiar edinelim. Helal ve pak olanı azımsamadan infak bilincini oluşturmak zorundayız. Cenâb-ı Hak, niyeti halis olanın, azını çok eyler. Küçücük bir hayrı sebebiyle kulunu büyük mükâfatlara nail kılar. Bunun içindir ki ihlâsla verilen bir dirhem, gönülsüz verilen binlerce dirhemden kıymetlidir. Yani infak edilen meblâğın çokluğu veya azlığı değil, sahip olunan imkâna kıyasla ne nispette olduğu, ne kadar gönülden ve hâlis niyetle verildiği mühimdir. Yaptığımız infakları başa kalkmadan, dünyevi beklentiye kapılmadan karz-ı hasen anlayışıyla Allah’a en güzel borç şeklinde sunmalıyız. İbrahim Ethem’in deyimiyle ’’Hz. Peygamberin ve sahabelerin kıssaları sadece sohbetlerimize konu olmaktan ibaret’’ anlayışından sıyrılmak zorundayız. 
İslam medeniyeti; ‘‘verme kültürü’’ öne çıkan, ‘‘infak toplumu’’ olma bilinci ile hareket edenlerin eseridir…
Zaten yaşadığımız dünya iki toplumlu bir dünyadır: Biri infak toplumu yani İslam toplumu, diğeri ise israf toplumu, yani isyan yolunu seçenler…
    İnfakın diğer bir yönü ise, Allah yolunda (fisebillilâh) harcamaktır. Yani sadece ihtiyaç sahibi kişilere vermek değil, hayır çalışması yapan kurum ve kuruluşlara da malî ve bedenî destek içersinde olmaktır. Yapılması gereken birçok hayırlar vardır ve bunlar imkân sahibi kimselerin destekleriyle olmaktadır. Yapılan her hayır, yapan kişiye ecir (mükâfat) kazandırır. Hayırlar birer âhiret yatırımlarıdır. İnsan dünyadayken yaptığı infakların karşılığını hemen göremediği için bir süre sonra infakta yorulma ve usanma başlar. Halbuki Rahman insanların yaptığı her türlü iyiliği bilir ve kayıt altına alır. İmandaki Allah’a güven de burada başlar. Kaldı ki kişinin yaptığı her infak, mutlaka daha hayırlısı ve fazlası ile iade edilir. Ancak insan çoğu kez bunu fark edemez ve kendiliğinden geleni kendisinden (kişisel başarısından) zanneder.
      Kitabullah bu konuda şöyle söyler:
      “Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsini bencil tutkularından korursa işte onlar felah bulanlardır. Eğer Allah’a güzel bir borç verecek (infak edecek) olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur, Halîm’dir” (Teğâbun 64/16-17).
     “Her neyi infak ederseniz, O (c) yerine bir başkasını verir. O (c), rızık verenlerin en hayırlısıdır” (Sebe’ 34/39).
     Anlıyoruz ki bizim endişelerimiz, haklı değildir, yersizdir. Rahman’a verdiğimiz hiçbir şey zayi olmaz. Aslında imanın iç göstergesi Allah’a güvenmektir. Allah’a güvenemeyenin imanı kemâle ermez.
    İnfakın diğer bir yönü ise, verdiklerimizi, sevdiklerimizden ve değerli gördüklerimizden vermektir. Gözümüzü yumup almayacağımız değersiz şeyleri vermek ahlakî değildir. Maldan vermek insanın nefsine zor gelir. Vermeye kendisini ikna ettiğinde de bu sefer en iyi olmayanı vermek, adeta ince bir iç kâr elde etmek ister. Halbuki gerçekte kişi sadece kendisine verir.
لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ {92

      “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla iyiliğe eremezsiniz.
        Her neyi infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir” (Âl-i İmran 3/92).
Allah Resulü  (s.a.v.) buyurdu: 
"Kulların sabaha kavuştuğu hiçbir gün yoktur ki iki melek inip, biri:
"Allah’ım! Allah için veren kimsenin verdiği malın yerine daha iyisini ver!"
Öbürü: "Allah’ım! Vermeyip, elinde tutanın malına telef ver!" demesinler."
Ebû Hureyre (r.a.) Buhârî. 
“Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak olan iyi ameller ise Rabbinin katında, sevapça da hayırlıdır, ümit yönünden de daha hayırlıdır’’. (Kehf suresi:46)
Rabbimiz bizlerin malına değil, onu nasıl verdiğimize bakar. Kazancın şüpheli olanından, lüksün hayalinden, yiyeceğin israfından arınarak takva toplumunu oluşturacak kuşakları bizler yüreklerimizde barındırmalıyız.. Bizler helal ve pak olana Numan’ca yönelenim ki İmam-ı Azamlar doğuracak nesiller meydana gelsin. 
Maalesef Müslümanlar mali yükümlülüklerini sadece zekâttan ibaret görmeye onu da çeşitli hesaplama teknikleriyle en aza indirgemeye yönelmiş “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” hadisine rağmen infak anlayışından uzaklaşmışlardır.

         Bilinçli bir Müslümanın çok çalışması dünyayı imar etmesi iş imkanları oluşturması hep bir önemli gayeye hizmet için olmalıdır. Allah rızası için harcayabilmek.

         Yalnız burada çok önemli bir özelliğin unutulmaması gerekir. Allah rızasında harcamanın şartı çok mal sahibi olmak değildir. Yani ben çok çalışayım çok kazanayım da ondan sonra Allah rızası için harcarım mantığını İslam kabul etmez. Elinin altında olanı Allah rızası için kullanırsan ve çalışırsan Allah sana kat kat fazlasını bu dünyada ve ahirette de verecektir. Müslümanlar işte bu inanç ve bilince sahip olmak zorundalar.
Kur’an’da genellikle iyiliklerin sevabı bire on olarak gösterildiği halde, Allah yolunda yapılan infakın sevabının bire yedi yüz ve daha üstü olduğu bildirilmiştir. Bu da infakın Allah katındaki değerini gösterir. Şüphesiz infakın birçok faydası bulunmaktadır. Bu faydaların başında, infak eden kişinin başkasına karşılıksız yardımda bulunmanın iç huzurunu yaşaması gelir. Diğer taraftan infak sayesinde kişi kibir, gurur, cimrilik ve bencillik gibi dinimizce yerilen kötü vasıflardan kurtulur. Unutmamak gerekir ki toplumda fakir-zengin ayırımı yerine saygı ve sevginin, kin ve nefret yerine kardeşliğin oluşmasının en büyük vasıtalarından birisi infaktır.
Bir kişi bağlanmış bir deveyi Hz. Peygamber s.a.v.’e getirerek, “Bunu Allah yoluna bağışlıyorum.” dedi. Hz. Peygamber s.a.v ona, “Bunun karşılığında, kıyamet gününde sana yedi yüz deve verilecektir ki, hepsi nişanlanmıştır.” buyurdu.
Ebu Hüreyre r.a.’tan rivayete edildiğine göre, Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu:
– Durumuna göre bir gümüş para yüz bin gümüş parayı geçebilir.
Oradakiler;
– Bu nasıl olur, dediler. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu:
– Bir adamın iki gümüş parası olsa birini tasadduk etse; diğer adamın da pek çok malı olmuş olsa da ondan alıp yüz binini infak etse durum nasıl olur? Bir düşünün!..” (Buharî, Tefsir 146; Müslim, Zekât 21)
Hadislerde de ifade edildiği gibi kişinin aile fertleri için yaptığı harcamalar da infak kavramıyla ifade edilmiş ve sadakaların en faziletlisi olduğu belirtilmiştir.

Mü’min,  veznedardır, bir emanetçidir. Asıl veren, asıl sahip olan Allah’tır. Mü’minler; Karun gibi toplayıcı değil; Harun gibi dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar. Verirken tükeneceğinden korkmazlar. Çünkü veren de, “ver” diyen de Allah’tır. Hüdaî’nin“Veren sensin, alan sensin, nemiz var ki senden başka” sözü konuyu can evinden yakalıyor. Mü’min, İblis gibi fakirlikten korkutup cimriliği emretmez. İdris gibi cömertliği emreder. Şu ayetler ışığında mü’minler verilmesi gereken yerde verir, fırsatı kaçırarak pişman olanlardan olmaz:
 “Siz Allah için bir şey verdiğinizde Allah onun daha iyisini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe’, 39)
“Sizden birine ölüm gelip ‘Ya Rabbi, keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem’ demeden önce size verdiğimiz rızıktan veriniz.” (Münâfıkun, 10)
"Kim, Allah'ın huzuruna iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır." (En‘âm, 160)
      İnfakı en çok olumsuz etkileyen ve yavaşlatan hal ise cimrilik marazıdır. Cimri insan, sakladıklarının ve vermediklerinin kendisine kâr kalacağını zanneder. Gerçekte cimrilik, kişinin geleceğini kendisinden sakınma halidir.        
      CİMRİLİĞİN PSİKOLOJİSİ
Haset, hırs ve boş gurur ile yakın münâsebeti olan cimrilik, aynı zamanda psikolojik bir dengesizliktir. Bazı nasslar, cimriliğin insan tabiatına yerleşen bir huy olduğunu ifâde etmektedir. “De ki: ‘Eğer Rabbimin rahmet hazinesine siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. Zaten insan (tabiatı gereği) çok cimridir.” ‘17/İsrâ, 100). Bu âyetteki ifâdelerde cimriliğin son haddi belirtiliyor. Her şeyi kuşatan Allah’ın rahmetinin tükenmesinden endişe edilmez. Ama insanlar o derece hırslı ve cimridirler ki, eğer Allah’ın rahmet hazinelerini ellerinde bulundursalar bu rahmetten herkesi mahrum bırakırlar. “Harcayınca tükenir” korkusuyla ellerinde tutar, harcamaz, cimrilik ederler. Bu âyet, cimriliğin insan psikolojisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, nefsin cimrilikle damgalandığını belirtmektedir. Bugün de, her insanda bu halin doğal olarak bulunduğu kabul edilmektedir.
Cimriliğin zaaflar arasında en köklü olanlardan biri olduğunu söylemek dahi mümkündür: “Ama o sarp geçidi geçmeye katlanmadı. O sarp geçidin ne olduğunu bilir misin? Bir köle ya da esirin bağını çözüp hürriyetine kavuşturmaktır. Veya açlık gününde (kıtlık zamanlarında) hısım sayılan bir yetime veya yere serilmiş (bitkin kimsesiz) bir yoksula yedirmektir...” (90/Beled, 11-16). Cimriliğin ruhtaki köklü tesirine temas eden bu âyette, bir kölenin âzâd edilmesi, açlık zamanında bir yetimi, fakir birini kurtarmanın âdeta sarp bir yokuşu tırmanmaya benzetilmesi, cimrilğin ruhta olan en köklü bir zaaf olduğunu, izâlesinin başarılması için çok büyük bir çabanın gerekeceğini ortaya koymaktadır. Nitekim bu konuda Sâdî’nin dediği gibi; “Altın madenden kazmak ile çıkar, cimrinin elinden ise canını almakla (çıkar)” sözü de, bu duygunun insanın ruh âlemindeki köklülüğüne ve insanın mala ne kadar hırslı olduğuna delâlet etmektedir.
Cimrinin, psikolojik bazda çektiği sıkıntı ile dışarıdan belirgin şekildeki ayıplarını da dile getirmekte ve bu ruh halini de, vücudu her taraftan sıkan bir cendereye benzetmektedir. Bu psikoloji şu şekilde izah edilebilir: Cimri bir insan, insan olma haysiyetiyle ne kadar taş yürekli olsa da, kendi ve çevresindeki ihtiyaç sahiplerinin kötü durumlarını görünce buna üzülmekten kendini alamaz, para harcamayı ister; ancak gönlündeki şiddetli cimrilik onu bundan alıkoyar. Bundan dolayı devamlı bir sûretle vicdanı ile çarpışır durur. Bu da, cimriliğin ruhta büyük huzursuzluğa kaynaklık eden bir hastalık olduğunu ortaya koymaktadır.
Kur’an’da cimrilik, kâfirliğin/inkârcılığın temel karakteri olarak belirtilmektedir: “Dini yalan sayanı gördün mü? İşte yetime kaba ve sert davranarak iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.” (107/Mâûn, 1-3). Bu âyetler, aynı zamanda cimriliği mü’mine yakıştırmamakta, mü’minin cimri olduğu takdirde kâfirde bulunan bir niteliği taşıdığını îmâ etmektedir. Hatta bir hadiste: “Bir müslümanın kalbinde cimrilik ve iman bir arada bulunmaz.” (Ahmed bin Hanbel, II/256) buyrulur. Diğer bir rivâyet, şu şekildedir: “Cimrilik ve iman bir kulun kalbinde ebedî bir sûrette bulunmaz.” (Nesâî, hadis no: 3110). Bundan dolayı İslâm âlimleri, bu sınıf insanlar hakkında bazı karamsar ifâdeler kullanmışlardır. Nitekim şu kelâm-ı kibardaki, “Cömert olan kâfirin iman etmesi umulur; cimri olan mü’minin âkıbetinden korkulur.” şeklindeki ifâdede, bu anlam vurgulanmaktadır. Bu şekildeki ifâdeler, cimriliğin inanç bazında ciddî endişeler doğurduğunu göstermektedir. Bu münâsebetle cimri olan birisi samimiyetle Allah’a inandığını söylese de, bu sözde samimi olduğu iddiası şüphe doğurur. Çünkü Allah’a imanı olan bir kimsenin, Allah’ın kullarına yardım etmesi, onlara imfak etmesi, yemek yedirmesi ve acıması lâzımdır; cimrilerde ise bu özellikler çoğunlukla bulunmaz.
Ayrıca, cimriliğin geçmiş ümmetlerin helâk sebebi olmakla birlikte, dini tahrif etmeye de sebep olduğu ifâde edilmektedir: “Aman cimrilikten sakının; zira sizden öncekileri cimrilik helâk etmiştir. Cimrilik, onları kan dökmeye ve haramı helâl tanımaya sürüklemiştir.” (Ahmed bin Hanbel, II/191, 195; Müslim, Birr 56)
      “İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye çağrılıyorsunuz, buna rağmen bazılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, kendi nefsine cimrilik eder. Allah ise ğanî’dir (zengindir). Fakir olan sizlersiniz. Eğer yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip/değiştirir.  Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar”
(Muhammed 47/38-39).
      Bu âyet, cimrilik kavramının Kur’an’da yapılan en iyi tanımlarından birisidir. İnsan yaşarken karşılaştığı şeylere ilgi duyar, onları elde etmek ister ve bunun için mücadele eder. Bu mücadele ihtiyaç duyulan şeylere, meşru daire içersinde bir yöneliş ise bu belki biraz haklı görülebilir. Ancak ne var ki durum bu şekilde kalmaz ve gelişir. Artık ihtiyaçlar karşılanmaya başlamış ve üzerine sahiplenme duygusu da beraberinde gelmiştir. Bu duygu da yerini zamanla sevgiye bırakır. İşte kırılma noktası burasıdır. Artık kişi sevdiği şeyleri vermemeye başlar, sözüm ona onları muhafaza eder ve esirger. Elindekinin hiç bitmemesini ister.
      Cimri insan bencil ve nefsîdir. Cimri insan malının ona mutluluk vereceğini sanan insandır. Cimri insan infakla ilgili sürekli mazeretler ileri süren insandır. Cimri insan dünyayı ve kendini seven insandır. Cimri insan kazandığı malın ancak kendi hakkı olduğuna inanan insandır.
      Çocukken, paylaşmanın normal, paylaşmamanınsa anormal bir durum olduğu anlayışıyla yetiştirilmiş insanlar, infakı en iyi anlamış insanlardır. Bir insanın infakı iyi kavrayabilmesi için kazandığı her şeyin ona ait olmadığını hiçbir zaman aklından çıkartmaması gerekir. Allah (c), başkalarına ait kazançları bizim kazancımızın arasına bizi denemek için katıyor. Böylece bize ait olmayanı, başkasının hakkını ihtiyaç sahiplerine iade edip etmediğimizi sınıyor.
      Kazandıklarımızın tamamı bize aittir değildir. 
‘‘Gerçekten insan, bencil ve hırslı olarak yaratıldı.
Kendisine bir şer(kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.
İyilik dokunduğunda ise pinti kesilir(cimrilik eder).’’ (Mearic 19-21)

İnsanın ‘‘sahip olma’’ güdüsündeki hırsına şu ayet-i kerime dikkatimizi çekiyor:
‘‘… İnsan pek cimridir.’’ (İsra 100)
Bir çok cürmün temelinde bu ‘‘cimrilik’’ vardır… ‘‘Sahip olma’’ güdüsü zamanla mülkün Sahibi’ni unutturuyor, ardı sıra sahip olma ve sömürü savaşları başlıyor… Hırsımızı ve zaafımızı bilen Rabbimiz bu tehlikeye işaret ediyor ve çözüm öneriyor:
‘‘Allah yolunda infak ediniz ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız. İyilik ediniz. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.’’ (Bakara 195)
Cimrilik, Yahudilerin, kapitalistlerin ve dünyevîleşenlerin özelliğidir. Cimri, paranın egemenliğine boyun eğdiğinden paranın mahkûmudur. O yüzden cimri, devamlı psikolojik bunalım içindedir, doyumsuzdur, sevgisizdir.
Fedakârlığın, vermenin tadına varmanın ne kadar güzel olduğunu, ahiret ödülü yanında, dünyada da insanı mutlu ettiğini bilemez cimri. Cimriliğin sebebi, aşırı para, mal hırsı ve gelecekte yoksul kalma korkusudur. Cimrilik yüzünden durmadan para biriktiren ve tükenir endişesiyle hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı bile kendilerine zehir eden nice para mahkûmları vardır. Halbuki para, mal Allah'ın nimetidir ve bu nimet yerli yerince harcanırsa Allah onu artırır. Cimriler, insanlar arasında da, Allah katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. "Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azab hazırladık." (4/Nisâ, 37)

            Rasül-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle buyurmaktadır: "Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlâhî, infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et), diye dua ederler." (Riyazü's-Salihin, 1/253) "Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır." (Tirmizî, Birr 40)  Paralarından ve mallarından en az yararlanan cimrinin kendisidir. Cimriler, kendilerinin ölmelerini isteyenler için servet biriktiren insanlardır. Cimri, yeryüzünde kendi yararlanamayaca-ğı serveti biriktirirken; zekât veren infak sahibi cömert, ebedî mekânı cennette kendisi ebedî yararlanacağı serveti biriktirir. Zekât ve sadaka veren cömert mü'min, istikbalini düşünen kimsedir; yarın gideceği yere yatırım yapmakta, içinde ebedî yaşayacağı köşkünü hazırlamaktadır. İnsan, malına cimrilik ettiği nisbette şerefinden kaybeder. Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için  nice insanın kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile, cimrilere karşı hemen herkesin kalbinde yalnız nefret vardır. Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, Allah Teâlâ'nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla, sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü, Allah'ın verdiği bu nimetlerde nafaka veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenab-ı Hakk'ın ihsânıdır. Allah, serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi O'dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır. "Allah'ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır." (3/Al-i İmran, 180) Rasül-i Ekrem’in: “Veren el, alan elden daha hayırlıdır.” (S. Müslim, K. Zekât 32; hadis no: 94 –1033-) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla mü’minler, en sevdikleri mallardan, ihlâsla infakta bulunmalı, zekât için malın kötülerini ayırmamalıdırlar.

      CİMRİLİĞİ DOĞURAN SEBEPLER
1) Kazandıklarının tamamının kendi hakkı olduğu düşüncesi
         İnsan yapısında çevresindeki şeyleri sahiplenme duygusu vardır. Bu eğer kontrol altında tutulamaz ve iyi bir şekilde terbiye edilemez ise kişide bencillik duygusunu da beraberinde getirir. Halbuki sahip olduğumuz hiç birr şey gerçekte bize ait değildir! Kişinin bunu unutmadan yaşaması büyük bir erdemdir.
2) Uzun süre yokluk çekmek
         Allah (c) insanları bazen yoksullukla imtihan eder. Yoksulluk, birçok şeyden yoksun olma durumu olduğu için yaşanması zordur. İnsan istediği bir şeyi elde edemediği zaman, bu onda artık bir saplantı ve hırs haline gelir. Uzun yıllar yokluk çekmiş insanlarda dünya arzusu bir saplantı haline dönüşebilir. Sahip olduğu hiçbir şeyi paylaşmaya yanaşmaz. Çünkü paylaştıkça, malının azalacağına ve çektiği sıkıntının daha da artacağına inanır. Halbuki İslam, varlıkta da yoklukta da infakı teşvik etmiştir, cimriliği yasaklamıştır:
   “Onlar, bollukta da darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler, insanlardan bağışlama ile vaz geçenlerdir. Allah iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran 3/134).
    Sahabenin yokluk içinde dahi cömertliğinin sebebi âhirete bakarak yaşama, Allah’a yakınlık ve takva bilincidir.         
3) Malıyla kendini güvende hissetme duygusu
   Mal menfaattir. Mal istenen, arzu edilendir. Mal insana güç veren, yalancı bir güven veren, ama çabuk kaybolan, denizdeki köpük misalidir. İnsan malı ve makamı varsa kendisini üstte ve güvende hisseder. Olgun şahsiyet, eşyayı ihtiyacı nispetinde arzu eder. Olgun olmayan ve kompleksleri olanlar ise, malın kendi içindeki boşlukları dolduracağını ve kendisini başka insanlardan üstte, hatta en üstte göstereceğini sanır. Bu yanılgı arttıkça mala olan ilgi de artar. Şahsiyet oturdukça kişinin mal ile olan ilişkisi azalır, sadece ihtiyaç düzeyinde kalır. Dünyayı kucaklayan onu paylaşmaz, âhireti kucaklayan ise dünyaya sarılmaz.
4) İnfak ettikçe malının biteceğini zannetme duygusu
   İnfak etmek, bu dünyayı merkez almış bir insan için kolay bir şey değildir. Çünkü aklı, bir şeyden verdikçe onun azalacağına inanır. Halbuki bu, insanın matematiğidir. Allah’ın matematiğinde ise infak ettikçe mal artar ve kişi eğer cimrilik yaparsa kendine cimrilik yapmıştır. Yani aslında kendisine vermemiştir:
     “Hayır olarak her ne infak ederseniz kendi nefsiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah’ın rızasını aramak için harcarsınız. Hayırdan ne infak ederseniz size eksiksizce ödenir, haksızlığa uğratılmazsınız (Bakara 2/272).
      CİMRİLİKTEN KURTULMANIN YOLLARI
1) Mülkün yalnız Allah’a ait olduğunu unutmamak
         İnsan kendisine verilenlerin, kendisinin olduğuna inandığında yanılır. Doğrusu ise, onların gerçekte her şeyin sahibi Rahman’ın mülkü olduğudur. Bu, verilenlere, ancak âhiret tarafından bakıldığında anlaşılan bir durumdur. Kişi bunu unutmadığında cimrilik yapamaz ve her zaman elinde olana da ve elinden çıkana da rıza gösterir.
Varlığın gerçek sahibi olan Allah Teâlâ, bunu, kullarından dilediğine verip dilediğinden alacağını da şöyle açıklamıştır:
"Râsûlüm, Şöyle de: Ey mülkün sahibi Allahım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın; dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin" (Âlu İmrân, 3/26).
2) Kendisine verilenin bir imtihan vesilesi olduğunu unutmamak
         Allah zengindir, fakir olansa bizleriz. Fakat çoğu kez elimizde olanın, neden bizim elimizde olduğunu unutuyoruz. Bu bizim, başkalarına bakarak yaşama hastalığımızın bir sonucudur. İnsan kendisini başkalarıyla kıyas yaparak bazı kararlar alır. Alınan bu kararlar çoğu kez karşımızdakileri geçme üzerine kurulmuştur. Halbuki kişiler verilene rıza gösterip kanaatkâr olabilseler ve hayatın rızık da dâhil her anının bir imtihan olduğunu hatırda tutsalar, mevcut sorunların bizim büyüttüğümüz kadar büyük olmadığını anlayabilirler.
3) Elindeki her şeyi paylaşıp bolca infak etmek
         Kur’an’ın nüzûl sırasını dikkate aldığımızda, paylaşmanın çok ön sıralarda olduğunu görürüz. Çünkü “Gerçekte insan bencil ve haris yaratılmıştır” (Me’aric 70/19). Bencillik bizim özümüzde olan bir hastalıktır. İnsanın bencillik marazından kurtulmasının en sağlıklı yolu paylaşma (infak) bilincinin oluşmasıdır. İnsan paylaştıkça dünya sevgisi yüreğinden alınır, nefsini terbiye olur, paylaştıkça olgunlaşır, paylaştıkça malın gerçek sahibinin Allah olduğunu hatırlar ve anlar. Paylaşan insan âhiretin tadını alan ve âhirete bakarak yaşayan insandır.
    4) Allah’ı çok sevmek ve âhirete bakarak yaşamak
         İnsan sevdiğini dikkate alır. Sevdiğine değer verir, sevdiğini önemser, onu kırmamaya özen gösterir. Ancak insan tanıdığını sever, tanımadığına ise biraz mesafeli ve ilgisiz durur. İşte bizim Rabb’imizle olan ilişkimiz de çoğu kez böyledir. O’nu (c) çok az tanıyoruz ve doğal olarak da hakkıyla sevmiyoruz. O’nu tanıdıkça sevgimiz de artacak, O’na sevgimiz arttıkça, anlamsız olan şeylere olan sevgimizse azalacaktır. Rahman’ın bizden beklediği hakiki iman da budur. Bu bilinç bizde olgunlaştıkça Allah’a yaklaşan kullardan olabiliriz.
         Âhiret bizim gerçek evimiz ve geleceğimizdir. Bu dünyada bizler kalıcı olarak var değiliz. Âhirette birçok zenginlik, orayı hak edenleri bekliyor. Sadece bu dünyanın gayrimenkullerine koşan ve sadece burayı isteyene oradaki zenginlikler verilmeyecektir.
         Âhiretin zenginlikleri dünyada yapılacak infaklar yoluyla ve Rahman’ın rızası ile alınabilir.
         Âhirete talip olanlara ve orayı isteyerek yaşayanlara selâm olsun. Onların hep yolu açık olsun…        
     Allah kendisine “firar edenleri” ve “kendi dinine yardım edenleri” hiçbir zaman yalnız bırakmaz…
Allah isteyebilen ya da isteyemeyen muhtaçların rızkını, bizim rızkımızın içerisine koymuştur. Biz onu ihtiyaç sahibi kişiye verebilirsek, imtihanın sırrına vakıf oluruz.
İnsanın yaptığı her infak, mutlaka daha hayırlısı ve fazlası ile iade edilir. Ancak insan çoğu kez bunu fark edemez ve kendiliğinden geleni kişisel başarısı zanneder.
İnfakı engelleyen cimrilik psikolojisidir. Cimri, vermediklerinin kendisine kâr kalacağını zanneder. Gerçekte cimrilik, kişinin geleceğini kendinden sakınma halidir.                  
Cimri insan infakla ilgili sürekli mazeretler ileri süren, dünyayı ve kendini seven, kazandığı malın sadece kendi hakkı olduğuna inanan insandır.
Çocuklarımızı terbiye ederken iki şeye çok dikkat etmeliyiz: allah’ın sürekli bizi gördüğü ve sahip olduğumuz imkânları başkalarıyla paylaşma bilinci.

Hülasa…
İnfak, insan ruhundaki yüce hasletleri harekete geçirir… Amellerin ihsana dönüşmesine vesile olur… Aklın irfana, kalbin imana açılıp ısınmasına zemin hazırlar… Nefsin arınmasında infakın etkisi küçümsenemez…
Kazanma hırsını, sahip olma güdüsünü, servet edinme sarhoşluğunu infak ile dizginlemek mümkündür… İnfaka ikna olmayan insan, doyumsuzdur…

Nefsi emarenin pintiliğini ve cimriliğini infak ilacı ile giderebiliriz…
İnfak, mülkün asıl Malik’ini hatırlayıp, O’na tevdi etmenin ifadesidir…

İnfak ruhu törpülendi…
İçimizdeki ve dışımızdaki şeytanlar bin bir dereden su getirerek, bizi infaktan, ihsandan alıkoyuyorlar… Geçim telaşı, rızık korkusu iliklerimize işledi…
‘‘Yarın ne olacağı belli değil!’’ diyerek, stokçuluğa başlayanlar, gerçek yarınları unutuyor dünya malına kapandıkça kapanıyorlar…
İnfakı erteledikçe, kardeşliği eritiyoruz…
İnfak sorumluluğu hatırlatıldığında kem-küm etmeden, yüz rengi değişmeden eli cebine giden insanlarımız azalıyor…
Masa, kasa, nisa sınavı bu gün daha bir girift, daha bir çetin… Bu infak sınavını vermek zorundayız… Elimizi çabuk tutmak mecburiyetindeyiz…
Vermemiz gerekeni verelim ki, yarın mahşerde boynumuza dolanmasın!..
‘‘Sizden birine ölüm gelip de: ‘‘Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen bende böylece sadaka versem ve salihlilerden olsam’’ demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak ediniz.’’ (Münafikun 10)
Ertelenmeyen infak… Ötelenmeyen yoksullar… ‘‘Elimiz dar’’ demeden, hemen şimdi infak…
Ekmeğimizi bölüşmeyi öğrenmezsek, belki yarın ekmeğin tamamı zehir olacaktır…
Soframızı paylaşmazsak, yer ve gök sofraları bize açılmayacak… Rahmet duracaktır…
Kapımızı muhtaçlara açmazsak, gök kapıları yüzümüze kapanacak…
İnfaksızlık bize musibet olarak geri dönecektir… Kıtlık, kuraklık, susuzluk bir sonuçtur… Nedenlerine inmek gerekmiyor mu?
Eğer vermezsek, gönlümüzün gözenekleri hırsla dolacak ve bizi vuracak…
Gözlerimiz çevremizdeki yoksulları görmüyorsa, gözlerimizi kaybetmeye başlamışız demektir… Görme özürlü olmak buna derler, işte…
Yoksulların gözü elimizde olanlara takılı kaldı ise, onun bize de hayrı olmayacaktır…
Ellerinden tutulması gereken, boşlukta bu kadar el varken, avuçlarımızı sıkmayalım… İnsanlara ellerimizi açalım ki, açılan ellerimize rahmet yağsın…
Sen bir el uzatmışsan, yardıma muhtaç olduğunda sana uzanacak bir el bulabilirsin…
Efendimiz buyurmuyor muydu?
‘‘İnfak et ki, infaka mazhar olmasın.’’
İnsan harcanmayı istemiyorsa, hemen Allah yolunda harcama yapsın… Gerçi, Allah yolunda harcamak her yiğidin harcı değil… Unutmayalım ki; hacil ve rezil düşmemek için harcamak şart…
İnsana yakışan ihsandır… Adam olana düşen görev yardım etmektir…
Bu gün öyle bir iyilik yapalım ki, insanlığımızın, ölmediğimizin delili olsun…
İnsanlığımız infakımızla ortaya çıkacaktır…
Vermek bir iç huzuru, yürek yumuşamasıdır…
İnfak, iyilik kalp sıkışmasına, ruh daralmasına iyi gelir… bu rabbani reçeteyi uygulayanlar, kendilerini kanatlı bir kuş gibi hafif hissedeceklerdir… İhsan, kalp kasvetini gideren bir eylemdir… Kalbinin katılığından şikayet eden birine Rasulullah(sav) yetimlerin başını okşamasını tavsiye ediyor…
Başkasının derdiyle dertlenirken, kendi sıkıntını unutuverirsin… ‘‘Öyle dertler, öyle dertliler var ki, benim derdim ne ki?’’ demeye başlarsın…

Rabbimiz! Sen ilahi fermanınla böyle buyurdun bizlere. Temiz ve pak olarak, emniyet içerisinde arındır bizleri ilahi! 

Baharı  müjdeleyen cemre, toprağa düşen ilkbahar yağmuru, ağacın olgunlaşıp meyve vermesi, tarladaki dene veren başak misali arındır bizleri, temizle mallarımızı Rabbim!  

İDRİS GÖKALP

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder