İNFAKIN
ve CİMRİLİĞİN PSİKOLOJİSİ
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adı İle
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı ile…
Bizleri yoktan yaratan ve sayılamayacak
kadar nimetler ihsân eden ve bizleri tevhid ile şereflendirerek ondan yoksun
olan insanlara üstün kılan Allah’a sonsuz hamd-ü senâlar ve şükürler olsun..
salât ve selam ise insanların
en güzeli, en cömerdi, en cesuru olan ve tevhid uğruna canını dişine takarak mücadele
veren kutlu elçi Hz. Muhammed’e, O’nun âline, ashabına ve yoluna uyan tüm
mü’minlere olsun.
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
“Onlar gayba inanır, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine
rızık olarak verdiklerimizden infak ederler” (Bakara 2/3).
يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُواْ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاكُم
مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ يَوْمٌ لاَّ بَيْعٌ فِيهِ وَلاَ خُلَّةٌ وَلاَ
شَفَاعَةٌ وَالْكَافِرُونَ
هُمُ الظَّالِمُونَ {254
“Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden
evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin” (Bakara 2/254).
الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي
السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ
عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ {134
Onlar
bollukta ve darlıkta sarfederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını
affederler. Allah iyilik yapanları sever.(Ali İmran 134)
Değerli kardeşlerim Rabbim nasip ederse
bugün sizlerle paylaşacağım konunun başlığı “İnfak ve cimriliğin psikolojisi”
olacak inşallah. Konumu Allah nasip ederse 2 ana başlık altında anlatmaya
gayret edeceğim. Öncelikli olarak infakın kavramsal çerçevesinden, kuran ve
hadisler ışığında mahiyeti ve öneminden ve psikolojik olarak yansımalarından
bahsedeceğim. Aynı şekilde cimriliği bu doğrultuda anlatmaya gayret edeceğim.
Bazen iki mevzunun iç içe geçtiği bölümlerde söz konusu olacak.
Rabbimden bu sohbetin hayırlara vesile
olmasını niyaz ediyorum. Benim ve siz değerli kardeşlerimin Salih amellerine
bir nebze olsun katkıda bulunacak ve ahrette kurtuluşumuza vesile olacaksa
kendimi bahtiyar addederim.
Gayret bizden, başarı Allah’tandır.
Değerli kardeşlerim…
İnfak kelimesi; ne-fe-ka kökünden türemiştir. Lügat
olarak, tükenmek, azalmak anlamlarına gelir.
"İnfak"; Malın elden çıkarılması,
harcanması ve sarfedilmesi demektir. İnfak'ın farz, vacip, mendup kısımları
vardır. Farz olan infak
zekât, vacip olan infak fitredir. Zekat
ve diğer sadakaları, bağışları, yardımları ve vakıf gibi fakirlere ve diğer
çeşitli hayırları, aileye yardım gibi bütün mal ile yapılan ibadetleri içine
alır.
يَسْأَلُونَكَ مَاذَا
يُنفِقُونَ قُلْمَا أَنفَقْتُم مِّنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ
وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا
تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ {215
"Sana infak'ı (Allah yolunda ne
harcayacaklarını) soruyorlar. De ki: 'Verdiğiniz hayır, ana-baba, yakınlar,
öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Yaptığınız hayrı, muhakkak,
Allah bilir." (2/Bakara, 215)
Terim olarak infâk:
"İhtiyacı gidermek için harcanan maldır" diyor Abdulkadir Udeh. İbn-i
Teymiyye infâk kelimesini: Cömertlik olarak da açıklıyor ve diyorki; infâk:
vermek ve bir takım menfaatleri insanlara ulaştırmak, malı insanlarla
paylaştırmaktır. Bundan dolayı infâk, ferdi ve cemiyeti ilgilendirir.
Kur'anda türevleriyle
birlikte 73 yerde geçmektedir.
İnfakın iki yüzü vardır bir yüzü dünyaya bakar diğer yüzü ahrete…
Dünyada
Allah rızası için yapılan her harcama aynı zamanda ahrete giden bir yatırımdır.
*-*-*-*-*-***-*-*
İnfakta yapılan harcamalar, mal, zaman,
mesai, maddî ve manevî değeri olan her şeydir. Yapılan harcamaların ibadete
dönüşmesi için iki önemli şartı vardır:
1- Allah rızası için olması.
İnfakların samimiyet ve ihlâsla yerine getirilmesi gerekir. Allah adına ve
Allah için olacak infak, neticede Müslüman’a kat kat sevap olarak dönecektir.
2- Allah yoluna uygun olması.
İnfak edilen her şeyin, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun bir tarzda
gerçekleşmesi gerekir.
Meselâ fiilen ve hükmen haram olan bir mal
infak edilemez, edilse bile ibadet kapsamına giremez. Faizle, kumarla, hırsızlıkla,
gaspla ve haksız olarak elde edilenler, İslam fıkhında zaten mülk hükmünde
değildir, kısacası o kişinin kendi mülkü değildir. Tabii ki, mülk kabul
edilmeyen ve kendisine ait olmayan bir şeyin infakı da olmaz. İnfak olabilmesi
için meşru ve helal yollardan kazanılmış olması gerekir. Aynı zamanda bu helal
kazancın içine haramın da girmemesi ve katışmaması lazımdır. Haram yollardan
girenlerin, ana sermayeden ayrışması gerekir. Ancak ayrışımı gerçekleşmiş ve
meşru olan ana sermayeden verilen infaklar makbuldür.
Allah yolunda yapılan infaklar, gönüllü ve
zorunlu olmak üzere ikiye ayrılır.
I- Gönüllü İnfak
Müslüman’ın herhangi bir kanun ve emir
çerçevesi içinde olmaksızın, gönülden ve içten gelerek verdiği infaktır.
Gönüllü infaklar, sınırsız olarak fertlerin vicdanına bırakılmıştır. Kendi
hanesine yazılması ve sevabını artırması için dilediği kadar malından ve
zamanından fedakârlık yapabilir. Bu şekliyle her halükârda iyilik etmek,
Müslüman ferdin vazgeçilmez bir özelliği ve güzel ahlâkıdır. Bir Müslüman’ın
iyilik etmekten kaçınması düşünülemez.
Sadakalar, hayırlar, hasenatlar, hediyeler,
bağışlar, hibeler, karz-ı hasenler, her türlü iyilikler ve fedakârlıklar bu
kapsamda düşünülür. İnfak, bu anlamıyla çok geniş bir yelpazeyi kendi alanı
içine alır. “İyilik ve takvada yardımlaşınız…” âyet-i kerimesi bu hususu açıkça
ortaya koyar. Aynı zamanda İslam medeniyetinin yol haritasını iyilikten yana
çizer.
Başkasına bir hurma vermek de sadakadır, bir
Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak da...
Kendi çocuklarına yedirmek ve içirmek de
sadakadır, bir dilenciye vermek de…
Zaman ayırıp yoldaki bir taşı veya insanlara
eziyet veren bir nesneyi kaldırmak da sadakadır, bir hayır kurumuna bağış
yapmak da...
Tanıdığın ve tanımadığın herkese iyilik etmek
de bir sadakadır, kendi malından vasiyet etmek de…
Allah’a borç vermek de bir sadakadır,
Allah’ın kullarına borç vermek de...
Susamış bir kediye su vermek de bir
sadakadır, bir ağacı sulamak da...
Görmeyen bir kimsenin koluna girip onu yolun
karşısına geçirmek de bir sadakadır, yolu bilmeyene yol tarif etmek de...
Odunu ve kömürü olmayan birine yakacak almak
da bir sadakadır, evlenemeyen bir bekârı evlendirmek de...
Bir yetimin başını okşamak da bir sadakadır,
bir yoksulu giydirmek de...
Çocukları ve yaşlıları hediyelerle
sevindirmek de bir sadakadır, ilmî eserler hediye etmek de...
Bir Müslüman ağaç diker veya bir ekin eker de
ondan insanlar, kuşlar ya da hayvanlar yerse, bu yenilenler onun için sadaka
olur.
Bu güzel davranışları çoğaltabiliriz. Önemli
olan, kişinin hiçbir sıkıntı duymaksızın iç dünyasında gönül rahatlığıyla bu
işleri yürütmesidir. İçinde sıkıntı ve zorluk duyduğu an, artık o davranış
ibadet olmaktan çıkar, sevap getirmeyen bir tekellüfe dönüşür.
İnfakın kapsamıyla ilgili olarak bazı hadîs-i
şerifleri örnek verebiliriz:
“Bir hurma da olsa, sadaka veriniz.”
“Yoldaki bir eziyeti kaldırmak, imandan bir
şubedir.”
“Sıkıntı anında mümin kardeşine yardım eden
kimseye, Allah da kıyamet gününde yardım edecektir.”
“Birbirinizle hediyeleşiniz.”
Yüce Allah, sürekli olarak mümin kulları
infak vermek için teşvik etmiştir:
“Göklerle yeryüzünün mirası Allah’ın olduğu
halde, size ne oluyor ki Allah yolunda infak etmiyorsunuz?” (Hadid, 10).
Karz-ı hasen / Güzel ödünç
Yüce Allah, “Kim Allah’a güzel bir ödünç
verirse, O da ona kat kat verir…” (Bakara, 245). Bu ifade, Kur’an’da beş yerde
daha, Mâide, 12. âyette özellikle İsrailoğulları’ndan alınan ahitlerden biri
olarak geçmektedir. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, rasullere iman etmek
ve onlara yardımcı olmakla birlikte yan yana zikredilmektedir. Bu âyette
belirtildiği üzere, zekâttan ayrı bir konumu vardır.
Yüce Allah (c), her şeyin mâliki olduğu
halde, bizden borç istiyor. Aslında bizler bu borcu, Allah’ın kullarına
veriyoruz, ama Allah kendisine verilmiş kabul ediyor. Niçin mi? Bununla
toplumda dayanışma, birlik ve bütünlük ruhunun oluşması ve insanların
birbirlerine destek olması amaçlanmıştır. Bu güzel borçlarla, toplumda ihtiyaç
sahipleri ve borçlular kalmasın, fakirlikten isyan etmesin, zenginlere düşman
olmasın, fuhuş artmasın ve yayılmasın, haksız kazanç revaç bulmasın, toplumu
ayakta tutan dinamikler yıkılmasın, huzur, barış ve güven ortamı sağlansın ve
sürekli kılınsın isteniyor. Sonuçta dinî hayat, güzel ve rahat bir ortamda
yaşansın.
II- Zorunlu İnfak
Zekât, İslam’ın temel emirlerinden birisi
olup, malı olandan belli miktarda ve belirlenen yerlere verilmek üzere kanun
marifetiyle alınan bir haktır.
Zekât, bilindiği üzere farz bir ibadettir. Toplum
nizamının ayakta durması, emir ve yasakların uygulanması, toplumda dengenin
sağlanması, fakirlerin ve muhtaçların ihtiyaçlarının giderilmesi, ancak bu
farzla gerçekleşir.
Dünyalıklar, mallar ve mülkler insanları çoğu
kez yoldan çıkarmakta, istikametini bozmasına sebep olmaktadır. Rasulullah’ın
(s) “ümmetimin küfre ve şirke düşmesinden endişe etmiyorum ama dünyalıklara
dalmasından endişe ediyorum” buyurması, bu gerçeğin altını çizmektedir.
Dünyalıklara aşırı dalış, farzların, sorumlulukların ve yükümlülüklerin
uygulanmasını engeller. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi için, her türlü
imkânlar kullanılır ve Müslümanlar buna icbar edilir.
**-*-*-*-*-*-*-
İslâm, infâkı sadece zenginlere
emretmemiştir. İnfâk, tüm mü'minleri bağlayıcıdır. Herkes durumuna göre Allah
yolunda tasadduk etmelidir. İnfâk işini zenginlere havale etmeye kalkmak;
özellikle câhiliyye toplumlarında cimriliğin yaygınlaştığı, hevâ ve heveslerin
tatmini yolunda israfın arttığı bir ortamda yoksulları kimsesizliğe mahkûm
etmek ve "zenginler dururken ben mi yapacağım?" diye yan gelip yatmak
demektir! Bu zihin anlayışı külliyyen cahili ve bâtıldır!
Rasûlullah aleyhisselâm ne güzel
buyurmuş:
"Zenginlik mal çokluğu ile değildir,
asıl zenginlik gönül zenginliğidir." (Buhârî, Rikâk, 15)
Hem cimriliği hem de
israfı asla tasvip etmeyen ve her konuda orta yolu öneren İslâm dini,
"sosyal" bir din olarak sosyal adalete, sosyal dayanışma ve
yardımlaşmaya büyük önem vermekte bundan dolayı da "infâk" kavramıyla
tanımlanan "Allah yolunda yapılan harcamaları" en makbul ve en
faziletli bir İbadet olarak kabul etmektedir.
Hatta, gerek Kur'
ân’ı Kerîm' de gerek peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)'in hadislerinde infâk
anlamına gelen mevcut her nimeti başkalarıyla paylaşma o kadar çok ve o kadar
açık bir biçimde yer almıştır ki, mâli bir ibadet niteliği taşıyan bu ibadetin
diğer ibadetlerden daha üstün olduğu adeta kesinlik kazanır gibi olmuştur.
İnfak; Rahman’ın bize
verdiklerinden, kendisinin doğrudan vermediklerine bizim vermemizdir. Bundaki
hikmet,(Psikolojik önemli yönlerineden bazıları) bizim mala olan
sevgimizin kırılması, dünyaya olan bağlılığımızın azalması, âhirete ilgimizin
ve sevgimizin artması ve Rahman’ın bizi denemesidir. Çünkü insan infak ettikçe
Şeytan’dan uzaklaşır, Allah’a (c) yaklaşır. Bir de bizim kazancımız içinde
başkasına ait olan miktarın hak sahibine verilip verilmediğini Rahman’ın
görmesidir. Çünkü kazandığımız malların ve gelirlerin tamamı bize ait değildir:
“Ve onların (Müslümanların) mallarında belirli bir hak vardır.
İsteyenler ve isteyemeyip mahrum kalanlar için” (Me’aric 70/24-25).
“Onların mallarında isteyebilen ve
isteyemeyen muhtaçlar için belirli bir hak vardır” (Zâriyât 51/19).
Bu âyetler bize açıkça gösteriyor
ki, Allah (c) yoksulun ve isteyebilen ya da isteyemeyen muhtaçların rızkını,
bizim rızkımızın içersine koymuştur. Biz onu oradan çekip alır ve ihtiyaç
sahibi kişiye verebilirsek, imtihanın sırrına vakıf oluruz. Ancak kazancımızın
tamamının bize ait olduğunu zannederek, emanet olarak bizim rızkımız içersine
bırakılmış belli bir miktarı ayırmazsak, kul hakkı yemiş oluruz.
Rabbimiz
şöyle buyuruyor bizlere:
''Muhakkak
siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce
kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan size eziyet verici
birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’tan gereği gibi korkarsanız.
Şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir .'' (Ali İmran 186)
Efendimiz
(s.a.v.) buyurur:
“Helâl
maldan verilen her bir sadakayı, Rahmân olan Allah (kudret) eliyle alır ve
kabul eder.” (Müslim, Zekât, 63)
Bu
imtihanı geçmenin en güzel yolu ellerimiz kurumadan ceplerimize
ulaşabilmektir. Bizler ellerimizi ve evlerimizi geniş tutmalıyız ki hanemize
gelen emniyet ve huzurda bulsun kendini. İnfakın en güzelini, tadların en
lezzetini kardeşimize ikram edebilmeliyiz. Seherleri kapı ve pencerelerimizi
açıp rahmet meleklerini ayakta karşılamanın, bir hurma dahi olsa misafire
sunmanın huzuruna ermemiz gerekmektedir. Yoksa infak bilincini oluşturamayız. Bizler
hayra öncülük edelim ki Efendimiz de arasatta bizlere öncü olsun.
Malını
arındıran ve hiç bir şekilde arınırken geriye bakmayan Ebu Talha'yı
hatırladınız mı? Enes Bin Malik’ten rivayet edilen bir hadiste ''Ebu Talha,
Medine'de Ensar'dan en zengin hurmalığa sahip olanıydı. Kendisince en değerli
malı da, Mescid-i Nebevi'nin karşısındaki «Beyruha» adındaki hurmalığı idi.
Rasûlullah (s.a.v.) oraya girip tatlı suyundan içerdi. «Sevdiğiniz şeylerden
infak etmedikçe iyiliği elde edemezsiniz.» ayet-i kerimesince, Ebû Talha,
Resûlullah (s.a.v.)'ın huzuruna çıkıp:
«— Ya
Resûlulah! Allah Teâlâ: «Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliği elde
edemezsiniz» buyuruyor. Bence mallarımın en değerlisi, Beyruha (denilen
hurmalık)'dır. O Allah rızası için sadakadır. Allah katında onun hayır ve
azığım olmasını umuyorum. İstediğin yere sarfet ya Resûlullah!» deyince,
Resûlullah (s.a.v.):
«— Bu
ne kârlı maldır, bu ne kârlı maldır. Onun hakkında söylediğini işittim. Onu
yakınlarına vermeni uygun görüyorum.» buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha:
«—
Yapacağım ya Resûlullah» dedi. Sonra hurmalığı akrabalarına ve amcasının
oğullarına taksim etti…
İnfakta
sınırı zorlayan Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman efendilerimizi hatırlayalım.
Bilindiği gibi Hz. Ebubekir (r.a.) iman
etmeden önce Mekke'nin en zenginlerindendi. İslâm ile tanışıp, gerçek imanın
haz ve lezzetini alınca, imanın bir gereği olarak olabildiğine yardımsever bir
kişilik olarak göründü. Nerede yardıma muhtaç biri varsa yanı başında yardımına
koşan biri de vardı: Hz. Ebubekir! Hz. Bilal'ler her türlü zulüm ve işkence
altında inlemeye, mahkûm edilmeye dursun, onları hürriyetine kavuşturmak için
dünyalık adına sahip olduğu tüm varlığını seferber eden biri vardır: Hz.
Ebubekir! Hicret etmek zorunda kalmıştır, ancak yarı yolda karşısına çıkan
Mekke'li müşrik İbni Duğine; "ne olur gitme, ne kadar hayırsever olduğunu
herkes biliyor, bu insanların sana ihtiyacı var. Senin yardımına,
fedakârlı-ğına ihtiyacımız var." diyerek himayesinde Mekke'ye geri
getirdiği insan da yine Hz. Ebubekir (r.a.)'den başkası değildir.
Aslında
Peygamber'e gönül veren tüm ashabda bu ruhu görmek mümkündür. Ancak Hz.
Ebubekir'de bu şuur daha bir belirgin idi. Bunun için misalimizi ondan verelim:
Tebük seferine çıkılmak üzeredir. İslâm savaşçılarına silah ve mühimmat
gereklidir. Bunun için sevgili Peygamber, müslümanlardan infak etmelerini
istemiştir. Hz. Ömer uzun zamandan beri Hz. Ebubekir'in infak anlayışına gıbta
etmektedir. İşte fırsat doğmuş, ondan daha fazla infak etmenin sırası gelmiştir.
Herkes gücü yettiğince infak eder ve geçer. Sıra Hz. Ömer'e geldiğinde:
"Ya Rasulallah! İşte malım, tam yarısını Allah için infak ediyorum."
diyerek gönüllerde taht kurmuştur. Ancak sıra Hz. Ebubekir'e gelmiştir. Büyük
bir özveri ve fedakârlık ile: "Ya Rasulallah! İşte malım, tamamını infak
ediyorum." dediğinde, Efendimiz (s.a.s.) itiraz etmişti: "Ya
Ebabekir, ehline, çoluk-çocuğuna bir şey bırakmadın mı?" Hz. Ebubekir:
"Allah ve Rasulü'nü bıraktım, yetmez mi ya Rasulallah, kâfi gelmez mi ya
Rasulallah?" diyordu. Malının tamamını infak etmek her babayiğidin kârı
değildi. İşte gerçek infak bu ve benzerler idi. Şimdi kendi yaptıklarımızın ne
kadar komik kaldığını, aylık gelirimizin yüzde kaçına tekabül ettiğini görerek,
kendimize çekidüzen vermemiz gerekmektedir.
Savaş hazırlıkları yapılırken fakirlerin
gözyaşları ve bir avuç hurmaları getirdiklerini ve Efendimizin ''şu bir avuç
hurmayı şu çuvalın içindeki hurmaların üzerine atın ki bereketlensin'' sözünü
kendimize şiar edinelim. Helal ve pak olanı azımsamadan infak bilincini
oluşturmak zorundayız. Cenâb-ı Hak, niyeti halis olanın, azını çok eyler.
Küçücük bir hayrı sebebiyle kulunu büyük mükâfatlara nail kılar. Bunun içindir
ki ihlâsla verilen bir dirhem, gönülsüz verilen binlerce dirhemden kıymetlidir.
Yani infak edilen meblâğın çokluğu veya azlığı değil, sahip olunan imkâna
kıyasla ne nispette olduğu, ne kadar gönülden ve hâlis niyetle verildiği
mühimdir. Yaptığımız infakları başa kalkmadan, dünyevi beklentiye kapılmadan
karz-ı hasen anlayışıyla Allah’a en güzel borç şeklinde sunmalıyız. İbrahim
Ethem’in deyimiyle ’’Hz. Peygamberin ve sahabelerin kıssaları sadece
sohbetlerimize konu olmaktan ibaret’’ anlayışından sıyrılmak zorundayız.
İslam medeniyeti; ‘‘verme kültürü’’ öne
çıkan, ‘‘infak toplumu’’ olma bilinci ile hareket edenlerin eseridir…
Zaten yaşadığımız dünya iki toplumlu bir
dünyadır: Biri infak toplumu yani İslam toplumu, diğeri ise israf toplumu, yani
isyan yolunu seçenler…
İnfakın diğer bir yönü ise, Allah yolunda (fisebillilâh) harcamaktır. Yani
sadece ihtiyaç sahibi kişilere vermek değil, hayır çalışması yapan kurum ve
kuruluşlara da malî ve bedenî destek içersinde olmaktır. Yapılması gereken
birçok hayırlar vardır ve bunlar imkân sahibi kimselerin destekleriyle
olmaktadır. Yapılan her hayır, yapan kişiye ecir (mükâfat) kazandırır. Hayırlar
birer âhiret yatırımlarıdır. İnsan dünyadayken yaptığı infakların karşılığını
hemen göremediği için bir süre sonra infakta yorulma ve usanma başlar. Halbuki
Rahman insanların yaptığı her türlü iyiliği bilir ve kayıt altına alır.
İmandaki Allah’a güven de burada başlar. Kaldı ki kişinin yaptığı her infak,
mutlaka daha hayırlısı ve fazlası ile iade edilir. Ancak insan çoğu kez bunu
fark edemez ve kendiliğinden geleni kendisinden (kişisel başarısından)
zanneder.
Kitabullah bu konuda şöyle söyler:
“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup sakının, dinleyin ve itaat
edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsini bencil
tutkularından korursa işte onlar felah bulanlardır. Eğer Allah’a güzel bir borç
verecek (infak edecek) olursanız, onu sizin için kat kat artırır ve sizi
bağışlar. Allah Şekûr’dur, Halîm’dir” (Teğâbun 64/16-17).
“Her neyi infak ederseniz, O (c) yerine bir başkasını verir. O (c), rızık
verenlerin en hayırlısıdır” (Sebe’ 34/39).
Anlıyoruz ki bizim endişelerimiz, haklı değildir, yersizdir. Rahman’a
verdiğimiz hiçbir şey zayi olmaz. Aslında imanın iç göstergesi Allah’a
güvenmektir. Allah’a güvenemeyenin imanı kemâle ermez.
İnfakın diğer bir yönü ise, verdiklerimizi, sevdiklerimizden ve değerli
gördüklerimizden vermektir. Gözümüzü yumup almayacağımız değersiz şeyleri
vermek ahlakî değildir. Maldan vermek insanın nefsine zor gelir. Vermeye
kendisini ikna ettiğinde de bu sefer en iyi olmayanı vermek, adeta ince bir iç
kâr elde etmek ister. Halbuki gerçekte kişi sadece kendisine verir.
لَن تَنَالُواْ
الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ {92
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla iyiliğe eremezsiniz.
Her neyi infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir” (Âl-i İmran 3/92).
Allah Resulü
(s.a.v.) buyurdu:
"Kulların
sabaha kavuştuğu hiçbir gün yoktur ki iki melek inip, biri:
"Allah’ım! Allah için veren kimsenin verdiği malın yerine daha iyisini ver!"
Öbürü: "Allah’ım! Vermeyip, elinde tutanın malına telef ver!" demesinler."
Ebû Hureyre (r.a.) Buhârî.
"Allah’ım! Allah için veren kimsenin verdiği malın yerine daha iyisini ver!"
Öbürü: "Allah’ım! Vermeyip, elinde tutanın malına telef ver!" demesinler."
Ebû Hureyre (r.a.) Buhârî.
“Mal ve
oğullar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak olan iyi ameller ise Rabbinin
katında, sevapça da hayırlıdır, ümit yönünden de daha hayırlıdır’’. (Kehf
suresi:46)
Rabbimiz
bizlerin malına değil, onu nasıl verdiğimize bakar. Kazancın şüpheli olanından,
lüksün hayalinden, yiyeceğin israfından arınarak takva toplumunu oluşturacak
kuşakları bizler yüreklerimizde barındırmalıyız.. Bizler helal ve pak olana
Numan’ca yönelenim ki İmam-ı Azamlar doğuracak nesiller meydana gelsin.
Maalesef Müslümanlar mali yükümlülüklerini sadece
zekâttan ibaret görmeye onu da çeşitli hesaplama teknikleriyle en aza
indirgemeye yönelmiş “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” hadisine
rağmen infak anlayışından uzaklaşmışlardır.
Bilinçli bir Müslümanın çok çalışması dünyayı imar etmesi iş imkanları oluşturması hep bir önemli gayeye hizmet için olmalıdır. Allah rızası için harcayabilmek.
Yalnız burada çok önemli bir özelliğin unutulmaması gerekir. Allah rızasında harcamanın şartı çok mal sahibi olmak değildir. Yani ben çok çalışayım çok kazanayım da ondan sonra Allah rızası için harcarım mantığını İslam kabul etmez. Elinin altında olanı Allah rızası için kullanırsan ve çalışırsan Allah sana kat kat fazlasını bu dünyada ve ahirette de verecektir. Müslümanlar işte bu inanç ve bilince sahip olmak zorundalar.
Kur’an’da genellikle iyiliklerin sevabı bire
on olarak gösterildiği halde, Allah yolunda yapılan infakın sevabının bire yedi
yüz ve daha üstü olduğu bildirilmiştir. Bu da infakın Allah katındaki değerini
gösterir. Şüphesiz infakın birçok faydası bulunmaktadır. Bu faydaların başında,
infak eden kişinin başkasına karşılıksız yardımda bulunmanın iç huzurunu
yaşaması gelir. Diğer taraftan infak sayesinde kişi kibir, gurur, cimrilik ve
bencillik gibi dinimizce yerilen kötü vasıflardan kurtulur. Unutmamak gerekir
ki toplumda fakir-zengin ayırımı yerine saygı ve sevginin, kin ve nefret yerine
kardeşliğin oluşmasının en büyük vasıtalarından birisi infaktır.
Bir kişi bağlanmış bir deveyi Hz. Peygamber
s.a.v.’e getirerek, “Bunu Allah yoluna bağışlıyorum.” dedi. Hz. Peygamber s.a.v
ona, “Bunun karşılığında, kıyamet gününde sana yedi yüz deve verilecektir ki,
hepsi nişanlanmıştır.” buyurdu.
Ebu Hüreyre r.a.’tan rivayete edildiğine
göre, Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu:
– Durumuna göre bir gümüş para yüz bin gümüş
parayı geçebilir.
Oradakiler;
– Bu nasıl olur, dediler. Rasulullah s.a.v
şöyle buyurdu:
– Bir adamın iki gümüş parası olsa birini
tasadduk etse; diğer adamın da pek çok malı olmuş olsa da ondan alıp yüz binini
infak etse durum nasıl olur? Bir düşünün!..” (Buharî, Tefsir 146; Müslim, Zekât
21)
Hadislerde de ifade edildiği gibi kişinin
aile fertleri için yaptığı harcamalar da infak kavramıyla ifade edilmiş ve
sadakaların en faziletlisi olduğu belirtilmiştir.
Mü’min, veznedardır, bir emanetçidir. Asıl veren,
asıl sahip olan Allah’tır. Mü’minler; Karun gibi toplayıcı değil; Harun
gibi dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar. Verirken tükeneceğinden
korkmazlar. Çünkü veren de, “ver” diyen de Allah’tır. Hüdaî’nin“Veren
sensin, alan sensin, nemiz var ki senden başka” sözü konuyu can
evinden yakalıyor. Mü’min, İblis gibi fakirlikten korkutup cimriliği
emretmez. İdris gibi cömertliği emreder. Şu ayetler ışığında mü’minler
verilmesi gereken yerde verir, fırsatı kaçırarak pişman olanlardan olmaz:
“Siz Allah için bir şey verdiğinizde
Allah onun daha iyisini verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe’, 39)
“Sizden birine ölüm gelip ‘Ya Rabbi, keşke
yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem’ demeden önce size
verdiğimiz rızıktan veriniz.” (Münâfıkun, 10)
"Kim, Allah'ın huzuruna iyilikle
gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır." (En‘âm, 160)
İnfakı en çok olumsuz etkileyen ve yavaşlatan hal ise cimrilik marazıdır. Cimri
insan, sakladıklarının ve vermediklerinin kendisine kâr kalacağını zanneder.
Gerçekte cimrilik, kişinin geleceğini kendisinden sakınma
halidir.
CİMRİLİĞİN PSİKOLOJİSİ
Haset, hırs ve boş gurur ile yakın münâsebeti
olan cimrilik, aynı zamanda psikolojik bir dengesizliktir. Bazı nasslar,
cimriliğin insan tabiatına yerleşen bir huy olduğunu ifâde etmektedir. “De
ki: ‘Eğer Rabbimin rahmet hazinesine siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla
kıstıkça kısardınız. Zaten insan (tabiatı gereği) çok cimridir.” ‘17/İsrâ,
100). Bu âyetteki ifâdelerde cimriliğin son haddi belirtiliyor. Her şeyi
kuşatan Allah’ın rahmetinin tükenmesinden endişe edilmez. Ama insanlar o derece
hırslı ve cimridirler ki, eğer Allah’ın rahmet hazinelerini ellerinde
bulundursalar bu rahmetten herkesi mahrum bırakırlar. “Harcayınca tükenir”
korkusuyla ellerinde tutar, harcamaz, cimrilik ederler. Bu âyet, cimriliğin
insan psikolojisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, nefsin cimrilikle
damgalandığını belirtmektedir. Bugün de, her insanda bu halin doğal olarak
bulunduğu kabul edilmektedir.
Cimriliğin zaaflar arasında en köklü
olanlardan biri olduğunu söylemek dahi mümkündür: “Ama o sarp geçidi geçmeye
katlanmadı. O sarp geçidin ne olduğunu bilir misin? Bir köle ya da esirin
bağını çözüp hürriyetine kavuşturmaktır. Veya açlık gününde (kıtlık
zamanlarında) hısım sayılan bir yetime veya yere serilmiş (bitkin kimsesiz) bir
yoksula yedirmektir...” (90/Beled, 11-16). Cimriliğin ruhtaki köklü
tesirine temas eden bu âyette, bir kölenin âzâd edilmesi, açlık zamanında bir
yetimi, fakir birini kurtarmanın âdeta sarp bir yokuşu tırmanmaya benzetilmesi,
cimrilğin ruhta olan en köklü bir zaaf olduğunu, izâlesinin başarılması için
çok büyük bir çabanın gerekeceğini ortaya koymaktadır. Nitekim bu konuda
Sâdî’nin dediği gibi; “Altın madenden kazmak ile çıkar, cimrinin elinden ise
canını almakla (çıkar)” sözü de, bu duygunun insanın ruh âlemindeki köklülüğüne
ve insanın mala ne kadar hırslı olduğuna delâlet etmektedir.
Cimrinin, psikolojik bazda çektiği sıkıntı
ile dışarıdan belirgin şekildeki ayıplarını da dile getirmekte ve bu ruh halini
de, vücudu her taraftan sıkan bir cendereye benzetmektedir. Bu psikoloji şu
şekilde izah edilebilir: Cimri bir insan, insan olma haysiyetiyle ne kadar taş
yürekli olsa da, kendi ve çevresindeki ihtiyaç sahiplerinin kötü durumlarını
görünce buna üzülmekten kendini alamaz, para harcamayı ister; ancak gönlündeki
şiddetli cimrilik onu bundan alıkoyar. Bundan dolayı devamlı bir sûretle
vicdanı ile çarpışır durur. Bu da, cimriliğin ruhta büyük huzursuzluğa
kaynaklık eden bir hastalık olduğunu ortaya koymaktadır.
Kur’an’da cimrilik, kâfirliğin/inkârcılığın
temel karakteri olarak belirtilmektedir: “Dini yalan sayanı gördün mü? İşte
yetime kaba ve sert davranarak iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.” (107/Mâûn,
1-3). Bu âyetler, aynı zamanda cimriliği mü’mine yakıştırmamakta, mü’minin
cimri olduğu takdirde kâfirde bulunan bir niteliği taşıdığını îmâ etmektedir.
Hatta bir hadiste: “Bir müslümanın kalbinde cimrilik ve iman bir arada
bulunmaz.” (Ahmed bin Hanbel, II/256) buyrulur. Diğer bir rivâyet, şu
şekildedir: “Cimrilik ve iman bir kulun kalbinde ebedî bir sûrette
bulunmaz.” (Nesâî, hadis no: 3110). Bundan dolayı İslâm âlimleri, bu sınıf
insanlar hakkında bazı karamsar ifâdeler kullanmışlardır. Nitekim şu kelâm-ı
kibardaki, “Cömert olan kâfirin iman etmesi umulur; cimri olan mü’minin
âkıbetinden korkulur.” şeklindeki ifâdede, bu anlam vurgulanmaktadır. Bu
şekildeki ifâdeler, cimriliğin inanç bazında ciddî endişeler doğurduğunu
göstermektedir. Bu münâsebetle cimri olan birisi samimiyetle Allah’a inandığını
söylese de, bu sözde samimi olduğu iddiası şüphe doğurur. Çünkü Allah’a imanı
olan bir kimsenin, Allah’ın kullarına yardım etmesi, onlara imfak etmesi, yemek
yedirmesi ve acıması lâzımdır; cimrilerde ise bu özellikler çoğunlukla
bulunmaz.
Ayrıca, cimriliğin geçmiş ümmetlerin helâk
sebebi olmakla birlikte, dini tahrif etmeye de sebep olduğu ifâde edilmektedir:
“Aman cimrilikten sakının; zira sizden öncekileri cimrilik helâk etmiştir.
Cimrilik, onları kan dökmeye ve haramı helâl tanımaya sürüklemiştir.” (Ahmed
bin Hanbel, II/191, 195; Müslim, Birr 56)
“İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye çağrılıyorsunuz, buna
rağmen bazılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, kendi nefsine
cimrilik eder. Allah ise ğanî’dir (zengindir). Fakir olan sizlersiniz. Eğer yüz
çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip/değiştirir. Sonra
onlar, sizin benzeriniz de olmazlar”
(Muhammed
47/38-39).
Bu âyet, cimrilik kavramının Kur’an’da yapılan en iyi tanımlarından birisidir.
İnsan yaşarken karşılaştığı şeylere ilgi duyar, onları elde etmek ister ve
bunun için mücadele eder. Bu mücadele ihtiyaç duyulan şeylere, meşru daire
içersinde bir yöneliş ise bu belki biraz haklı görülebilir. Ancak ne var ki
durum bu şekilde kalmaz ve gelişir. Artık ihtiyaçlar karşılanmaya başlamış ve
üzerine sahiplenme duygusu da beraberinde gelmiştir. Bu duygu da yerini zamanla
sevgiye bırakır. İşte kırılma noktası burasıdır. Artık kişi sevdiği şeyleri
vermemeye başlar, sözüm ona onları muhafaza eder ve esirger. Elindekinin hiç
bitmemesini ister.
Cimri insan bencil ve nefsîdir. Cimri insan malının ona mutluluk vereceğini
sanan insandır. Cimri insan infakla ilgili sürekli mazeretler ileri süren
insandır. Cimri insan dünyayı ve kendini seven insandır. Cimri insan kazandığı
malın ancak kendi hakkı olduğuna inanan insandır.
Çocukken, paylaşmanın normal, paylaşmamanınsa anormal bir durum olduğu
anlayışıyla yetiştirilmiş insanlar, infakı en iyi anlamış insanlardır. Bir
insanın infakı iyi kavrayabilmesi için kazandığı her şeyin ona ait olmadığını
hiçbir zaman aklından çıkartmaması gerekir. Allah (c), başkalarına ait
kazançları bizim kazancımızın arasına bizi denemek için katıyor. Böylece bize
ait olmayanı, başkasının hakkını ihtiyaç sahiplerine iade edip etmediğimizi
sınıyor.
Kazandıklarımızın tamamı bize aittir değildir.
‘‘Gerçekten insan, bencil ve hırslı olarak
yaratıldı.
Kendisine bir şer(kötülük) dokunduğu zaman
feryadı basar.
İyilik dokunduğunda ise pinti
kesilir(cimrilik eder).’’ (Mearic 19-21)
İnsanın ‘‘sahip olma’’ güdüsündeki hırsına şu
ayet-i kerime dikkatimizi çekiyor:
‘‘… İnsan pek cimridir.’’ (İsra 100)
Bir çok cürmün temelinde bu ‘‘cimrilik’’
vardır… ‘‘Sahip olma’’ güdüsü zamanla mülkün Sahibi’ni unutturuyor, ardı sıra
sahip olma ve sömürü savaşları başlıyor… Hırsımızı ve zaafımızı bilen Rabbimiz
bu tehlikeye işaret ediyor ve çözüm öneriyor:
‘‘Allah yolunda infak ediniz ve kendinizi
kendi ellerinizle tehlikeye atmayınız. İyilik ediniz. Şüphesiz Allah iyilik
edenleri sever.’’ (Bakara 195)
Cimrilik, Yahudilerin, kapitalistlerin ve dünyevîleşenlerin
özelliğidir. Cimri, paranın egemenliğine boyun eğdiğinden paranın mahkûmudur. O
yüzden cimri, devamlı psikolojik bunalım içindedir, doyumsuzdur, sevgisizdir.
Fedakârlığın, vermenin tadına varmanın ne
kadar güzel olduğunu, ahiret ödülü yanında, dünyada da insanı mutlu ettiğini
bilemez cimri. Cimriliğin sebebi, aşırı para, mal hırsı ve gelecekte yoksul
kalma korkusudur. Cimrilik yüzünden durmadan para biriktiren ve tükenir
endişesiyle hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı bile kendilerine zehir
eden nice para mahkûmları vardır. Halbuki para, mal Allah'ın nimetidir ve bu
nimet yerli yerince harcanırsa Allah onu artırır. Cimriler, insanlar arasında
da, Allah katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür. "Onlar
ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve
Allah'ın kendilerine fazlından verdiği şeyleri saklarlar. Biz de böyle
nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azab hazırladık."
(4/Nisâ, 37)
Rasül-i Ekrem (s.a.s.) de şöyle buyurmaktadır: "Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlâhî, infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et), diye dua ederler." (Riyazü's-Salihin, 1/253) "Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır." (Tirmizî, Birr 40) Paralarından ve mallarından en az yararlanan cimrinin kendisidir. Cimriler, kendilerinin ölmelerini isteyenler için servet biriktiren insanlardır. Cimri, yeryüzünde kendi yararlanamayaca-ğı serveti biriktirirken; zekât veren infak sahibi cömert, ebedî mekânı cennette kendisi ebedî yararlanacağı serveti biriktirir. Zekât ve sadaka veren cömert mü'min, istikbalini düşünen kimsedir; yarın gideceği yere yatırım yapmakta, içinde ebedî yaşayacağı köşkünü hazırlamaktadır. İnsan, malına cimrilik ettiği nisbette şerefinden kaybeder. Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için nice insanın kalbinde bir sevgi vardır. İyi olsalar bile, cimrilere karşı hemen herkesin kalbinde yalnız nefret vardır. Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, Allah Teâlâ'nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla, sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar. Çevrelerindeki diğer insanlara fenalık yapmış olurlar. Çünkü, Allah'ın verdiği bu nimetlerde nafaka veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır. Bu hakkın sahiplerine verilmemesi zulümden başka bir şey değildir. Servet, Cenab-ı Hakk'ın ihsânıdır. Allah, serveti dilediğine verir, dilediğinden alır. Mal ve mülkün gerçek sahibi O'dur. Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır. "Allah'ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır." (3/Al-i İmran, 180) Rasül-i Ekrem’in: “Veren el, alan elden daha hayırlıdır.” (S. Müslim, K. Zekât 32; hadis no: 94 –1033-) buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla mü’minler, en sevdikleri mallardan, ihlâsla infakta bulunmalı, zekât için malın kötülerini ayırmamalıdırlar.
CİMRİLİĞİ DOĞURAN SEBEPLER
1) Kazandıklarının tamamının kendi hakkı olduğu
düşüncesi
İnsan yapısında çevresindeki şeyleri
sahiplenme duygusu vardır. Bu eğer kontrol altında tutulamaz ve iyi bir şekilde
terbiye edilemez ise kişide bencillik duygusunu da beraberinde getirir. Halbuki
sahip olduğumuz hiç birr şey gerçekte bize ait değildir! Kişinin bunu unutmadan
yaşaması büyük bir erdemdir.
2) Uzun süre yokluk çekmek
Allah (c) insanları bazen
yoksullukla imtihan eder. Yoksulluk, birçok şeyden yoksun olma durumu olduğu
için yaşanması zordur. İnsan istediği bir şeyi elde edemediği zaman, bu onda
artık bir saplantı ve hırs haline gelir. Uzun yıllar yokluk çekmiş insanlarda
dünya arzusu bir saplantı haline dönüşebilir. Sahip olduğu hiçbir şeyi
paylaşmaya yanaşmaz. Çünkü paylaştıkça, malının azalacağına ve çektiği
sıkıntının daha da artacağına inanır. Halbuki İslam, varlıkta da yoklukta da
infakı teşvik etmiştir, cimriliği yasaklamıştır:
“Onlar, bollukta da darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler, insanlardan
bağışlama ile vaz geçenlerdir. Allah iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran
3/134).
Sahabenin yokluk içinde dahi cömertliğinin sebebi âhirete bakarak yaşama,
Allah’a yakınlık ve takva bilincidir.
3) Malıyla kendini güvende hissetme duygusu
Mal menfaattir. Mal istenen, arzu edilendir. Mal insana güç veren, yalancı bir
güven veren, ama çabuk kaybolan, denizdeki köpük misalidir. İnsan malı ve
makamı varsa kendisini üstte ve güvende hisseder. Olgun şahsiyet, eşyayı
ihtiyacı nispetinde arzu eder. Olgun olmayan ve kompleksleri olanlar ise, malın
kendi içindeki boşlukları dolduracağını ve kendisini başka insanlardan üstte,
hatta en üstte göstereceğini sanır. Bu yanılgı arttıkça mala olan ilgi de
artar. Şahsiyet oturdukça kişinin mal ile olan ilişkisi azalır, sadece ihtiyaç
düzeyinde kalır. Dünyayı kucaklayan onu paylaşmaz, âhireti kucaklayan ise
dünyaya sarılmaz.
4) İnfak ettikçe malının biteceğini zannetme
duygusu
İnfak etmek, bu dünyayı merkez almış bir insan için kolay bir şey değildir.
Çünkü aklı, bir şeyden verdikçe onun azalacağına inanır. Halbuki bu, insanın
matematiğidir. Allah’ın matematiğinde ise infak ettikçe mal artar ve kişi eğer
cimrilik yaparsa kendine cimrilik yapmıştır. Yani aslında kendisine
vermemiştir:
“Hayır olarak her ne infak ederseniz kendi nefsiniz içindir. Zaten siz, ancak
Allah’ın rızasını aramak için harcarsınız. Hayırdan ne infak ederseniz size
eksiksizce ödenir, haksızlığa uğratılmazsınız (Bakara 2/272).
CİMRİLİKTEN KURTULMANIN YOLLARI
1) Mülkün yalnız Allah’a ait olduğunu unutmamak
İnsan kendisine verilenlerin, kendisinin
olduğuna inandığında yanılır. Doğrusu ise, onların gerçekte her şeyin sahibi
Rahman’ın mülkü olduğudur. Bu, verilenlere, ancak âhiret tarafından
bakıldığında anlaşılan bir durumdur. Kişi bunu unutmadığında cimrilik yapamaz
ve her zaman elinde olana da ve elinden çıkana da rıza gösterir.
Varlığın
gerçek sahibi olan Allah Teâlâ, bunu, kullarından dilediğine verip dilediğinden
alacağını da şöyle açıklamıştır:
"Râsûlüm,
Şöyle de: Ey mülkün sahibi Allahım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden
de mülkü çeker alırsın; dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin.
Hayır, senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin" (Âlu İmrân,
3/26).
2) Kendisine verilenin bir imtihan vesilesi
olduğunu unutmamak
Allah zengindir, fakir olansa
bizleriz. Fakat çoğu kez elimizde olanın, neden bizim elimizde olduğunu
unutuyoruz. Bu bizim, başkalarına bakarak yaşama hastalığımızın bir sonucudur.
İnsan kendisini başkalarıyla kıyas yaparak bazı kararlar alır. Alınan bu
kararlar çoğu kez karşımızdakileri geçme üzerine kurulmuştur. Halbuki kişiler
verilene rıza gösterip kanaatkâr olabilseler ve hayatın rızık da dâhil her
anının bir imtihan olduğunu hatırda tutsalar, mevcut sorunların bizim
büyüttüğümüz kadar büyük olmadığını anlayabilirler.
3) Elindeki her şeyi paylaşıp bolca infak etmek
Kur’an’ın nüzûl sırasını dikkate
aldığımızda, paylaşmanın çok ön sıralarda olduğunu görürüz. Çünkü “Gerçekte
insan bencil ve haris yaratılmıştır” (Me’aric 70/19). Bencillik bizim özümüzde
olan bir hastalıktır. İnsanın bencillik marazından kurtulmasının en sağlıklı
yolu paylaşma (infak) bilincinin oluşmasıdır. İnsan paylaştıkça dünya sevgisi
yüreğinden alınır, nefsini terbiye olur, paylaştıkça olgunlaşır, paylaştıkça
malın gerçek sahibinin Allah olduğunu hatırlar ve anlar. Paylaşan insan
âhiretin tadını alan ve âhirete bakarak yaşayan insandır.
4) Allah’ı çok sevmek
ve âhirete bakarak yaşamak
İnsan sevdiğini dikkate alır.
Sevdiğine değer verir, sevdiğini önemser, onu kırmamaya özen gösterir. Ancak
insan tanıdığını sever, tanımadığına ise biraz mesafeli ve ilgisiz durur. İşte
bizim Rabb’imizle olan ilişkimiz de çoğu kez böyledir. O’nu (c) çok az
tanıyoruz ve doğal olarak da hakkıyla sevmiyoruz. O’nu tanıdıkça sevgimiz de
artacak, O’na sevgimiz arttıkça, anlamsız olan şeylere olan sevgimizse
azalacaktır. Rahman’ın bizden beklediği hakiki iman da budur. Bu bilinç bizde
olgunlaştıkça Allah’a yaklaşan kullardan olabiliriz.
Âhiret bizim gerçek evimiz ve
geleceğimizdir. Bu dünyada bizler kalıcı olarak var değiliz. Âhirette birçok
zenginlik, orayı hak edenleri bekliyor. Sadece bu dünyanın gayrimenkullerine
koşan ve sadece burayı isteyene oradaki zenginlikler verilmeyecektir.
Âhiretin zenginlikleri dünyada yapılacak
infaklar yoluyla ve Rahman’ın rızası ile alınabilir.
Âhirete talip olanlara ve orayı
isteyerek yaşayanlara selâm olsun. Onların hep yolu açık
olsun…
Allah kendisine “firar edenleri” ve “kendi dinine yardım edenleri” hiçbir zaman
yalnız bırakmaz…
Allah isteyebilen ya da isteyemeyen muhtaçların rızkını,
bizim rızkımızın içerisine koymuştur. Biz onu ihtiyaç sahibi kişiye
verebilirsek, imtihanın sırrına vakıf oluruz.
İnsanın yaptığı her infak, mutlaka daha hayırlısı ve
fazlası ile iade edilir. Ancak insan çoğu kez bunu fark edemez ve kendiliğinden
geleni kişisel başarısı zanneder.
İnfakı engelleyen cimrilik psikolojisidir. Cimri,
vermediklerinin kendisine kâr kalacağını zanneder. Gerçekte cimrilik, kişinin
geleceğini kendinden sakınma
halidir.
Cimri insan infakla ilgili sürekli mazeretler ileri
süren, dünyayı ve kendini seven, kazandığı malın sadece kendi hakkı olduğuna
inanan insandır.
Çocuklarımızı
terbiye ederken iki şeye çok dikkat etmeliyiz: allah’ın sürekli bizi gördüğü ve
sahip olduğumuz imkânları başkalarıyla paylaşma bilinci.
Hülasa…
İnfak, insan ruhundaki yüce hasletleri
harekete geçirir… Amellerin ihsana dönüşmesine vesile olur… Aklın irfana,
kalbin imana açılıp ısınmasına zemin hazırlar… Nefsin arınmasında infakın
etkisi küçümsenemez…
Kazanma hırsını, sahip olma güdüsünü, servet
edinme sarhoşluğunu infak ile dizginlemek mümkündür… İnfaka ikna olmayan insan,
doyumsuzdur…
Nefsi emarenin pintiliğini ve cimriliğini
infak ilacı ile giderebiliriz…
İnfak, mülkün asıl Malik’ini hatırlayıp, O’na
tevdi etmenin ifadesidir…
İnfak ruhu törpülendi…
İçimizdeki ve dışımızdaki şeytanlar bin bir
dereden su getirerek, bizi infaktan, ihsandan alıkoyuyorlar… Geçim telaşı,
rızık korkusu iliklerimize işledi…
‘‘Yarın ne olacağı belli değil!’’ diyerek,
stokçuluğa başlayanlar, gerçek yarınları unutuyor dünya malına kapandıkça
kapanıyorlar…
İnfakı erteledikçe, kardeşliği eritiyoruz…
İnfak sorumluluğu hatırlatıldığında kem-küm
etmeden, yüz rengi değişmeden eli cebine giden insanlarımız azalıyor…
Masa, kasa, nisa sınavı bu gün daha bir
girift, daha bir çetin… Bu infak sınavını vermek zorundayız… Elimizi çabuk
tutmak mecburiyetindeyiz…
Vermemiz gerekeni verelim ki, yarın mahşerde
boynumuza dolanmasın!..
‘‘Sizden birine ölüm gelip de: ‘‘Rabbim, beni
yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen bende böylece sadaka versem ve
salihlilerden olsam’’ demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak
ediniz.’’ (Münafikun 10)
Ertelenmeyen infak… Ötelenmeyen yoksullar…
‘‘Elimiz dar’’ demeden, hemen şimdi infak…
Ekmeğimizi bölüşmeyi öğrenmezsek, belki yarın
ekmeğin tamamı zehir olacaktır…
Soframızı paylaşmazsak, yer ve gök sofraları
bize açılmayacak… Rahmet duracaktır…
Kapımızı muhtaçlara açmazsak, gök kapıları yüzümüze
kapanacak…
İnfaksızlık bize musibet olarak geri
dönecektir… Kıtlık, kuraklık, susuzluk bir sonuçtur… Nedenlerine inmek
gerekmiyor mu?
Eğer vermezsek, gönlümüzün gözenekleri hırsla
dolacak ve bizi vuracak…
Gözlerimiz çevremizdeki yoksulları görmüyorsa,
gözlerimizi kaybetmeye başlamışız demektir… Görme özürlü olmak buna derler,
işte…
Yoksulların gözü elimizde olanlara takılı
kaldı ise, onun bize de hayrı olmayacaktır…
Ellerinden tutulması gereken, boşlukta bu
kadar el varken, avuçlarımızı sıkmayalım… İnsanlara ellerimizi açalım ki,
açılan ellerimize rahmet yağsın…
Sen bir el uzatmışsan, yardıma muhtaç
olduğunda sana uzanacak bir el bulabilirsin…
Efendimiz buyurmuyor muydu?
‘‘İnfak et ki, infaka mazhar olmasın.’’
İnsan harcanmayı istemiyorsa, hemen Allah
yolunda harcama yapsın… Gerçi, Allah yolunda harcamak her yiğidin harcı değil…
Unutmayalım ki; hacil ve rezil düşmemek için harcamak şart…
İnsana yakışan ihsandır… Adam olana düşen
görev yardım etmektir…
Bu gün öyle bir iyilik yapalım ki,
insanlığımızın, ölmediğimizin delili olsun…
İnsanlığımız infakımızla ortaya çıkacaktır…
Vermek bir iç huzuru, yürek yumuşamasıdır…
İnfak, iyilik kalp sıkışmasına, ruh
daralmasına iyi gelir… bu rabbani reçeteyi uygulayanlar, kendilerini kanatlı
bir kuş gibi hafif hissedeceklerdir… İhsan, kalp kasvetini gideren bir
eylemdir… Kalbinin katılığından şikayet eden birine Rasulullah(sav) yetimlerin
başını okşamasını tavsiye ediyor…
Başkasının derdiyle dertlenirken, kendi
sıkıntını unutuverirsin… ‘‘Öyle dertler, öyle dertliler var ki, benim derdim ne
ki?’’ demeye başlarsın…
Rabbimiz!
Sen ilahi fermanınla böyle buyurdun bizlere. Temiz ve pak olarak, emniyet
içerisinde arındır bizleri ilahi!
Baharı
müjdeleyen cemre, toprağa düşen ilkbahar yağmuru, ağacın olgunlaşıp meyve
vermesi, tarladaki dene veren başak misali arındır bizleri, temizle mallarımızı
Rabbim!
İDRİS GÖKALP
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder