İSLAM’DA DAVET VE DAVETÇİNİN VASIFLARI
Allahın adıyla. Bütün hamdler O’nadır. Salat ve selam,
efendimiz Resulallah Muhammed’e (sav) ve onun ali’nin, ashabının, onun yoluna
girip onu takip edenlerin ve kıyamete kadar onun davetiyle insanları davet
edeceklerin üzerine olsun.
Biz Müslümanlar medeniyet kervanının
en başında iken bugün en gerisinde kaldık. Ümmet maalesef şu anda zillet ve
acziyet içinde. Bu geri kalmışlığın bizden kaynaklanan birçok sebebi var
elbette.
Allahu
alem bu sebeplerin en önemlisi, bugün
sizlerle muhteviyatını paylaşmaya gayret edeceğim Allah’a davet görevini
bırakıp oturmamız, emri bil maruf ve nehyi anil münkeri terk etmemizdir
diyebilirim.
Yaklaşık iki yüzyıldır biz Müslümanlar yüce rabbimizin
وَلْتَكُن
مِّنكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ
الْمُفْلِحُونَ
“Sizden,
hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte
onlar kurtuluşa erenlerdir.”(Ali İmran 104) emrini
terk ettiğimiz, ondan uzak durduğumuz için zillet ve zulüm altında yaşadık.
Hakim iken mahkum olduk..Ne yazık ki bu zulümler halen devam etmektedir.
Yine Yüce Rabbimiz Ali İmran suresi 110.
ayette:
كُنتُمْ
خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ
“Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en
hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah'a
inanırsınız.” Düsturunu hayatımızdan çıkardığımız içindir ki fahşa, fısk, fücur
yaygınlaşmış, yaşadığımız dünyanın şer odakları bu dünyayı yaşanmaz hale
getirmiş, kötülük normalleşmiş, münker hoşgörünmüş, her türlü tuğyan, tufan ve
hüsran toplumu bir virüs gibi sarmıştır maalesef…
Evet biz Müslüman isek, iman ettiğimizi
iddia ediyorsak ve İslam ümmetinin bir müntesibi olduğumuzu söylüyorsak tüm bu
yaşanan olumsuz tabloyu Allahın izniyle tersine çevirecek islama
davet görevini ihmal etmememiz gerekmektedir.
Medeniyet cemaatimizin il idare tüzüğünde geçtiği üzere biz
müslümanlar plan, program ve faaliyetlerini “fert-aile-cemaat-ümmet-medeniyet”
perspektifinde esas alarak keyfiyetlendiririz.
Diğer bir ilke ve amaç ise tüzükte şu şekilde dile
getirilir: İl idaresindeki müslümanlar İlkelere bağlı, vakur, çevresiyle
barışık, davası uğruna her türlü fedakârlığı yapabilen, üstün ahlak sahibi
davetçi yetiştirmeyi hedefler. -Bu hedefi gerçekleştirebilmek için herkes önce
kendi nefsinden başlayarak, tedricen çevresine teşmil edilecek bir örneklik
sergilemelidir.
Bu iki ilke aslında bizim cemaatimizin davet eksenli bir
hareket olduğunu gösteren önemli prensiplerdendir.
Evet değerli hocalarım, kardeşlerim… Bizler özelde
medeniyet cemaatinin müntesipleri genelde ise davet medeniyetinin müntesipleriyiz. İslam
kültürü ümmeti ikiye ayırır. 1. ümmeti davet 2. ümmeti icabet yani ya davet eden olacağız, ya da davete
icabet eden…
Davet nebileri mesleğidir. Davet itikadi ve ibadi bir
zorunluluk, imani bir gerekliliktir. Farzlardan bir farzdır ve kulluğun ta
kendisidir. Rabbim bu ibaddeten bizleri geri bırakmasın…
Bir saatlik zaman dilimde konumu 2 ana başlık çerçevesinde
dile getirmeye çalışacağım inşallah.
1.
Davetin mahiyeti; yani
tanımı ve biz Müslümanlar için ehemmiyeti ve gerekliliği
2.
kısımda ise bir
Müslüman davetçide bulunması gereken özellikleri dillendireceğim.
Değerleri kardeşlerim…
Sözlükte “davet”
kelimesi, De’ave fiilinden mastar olup çağırmak, seslenmek, nida etmek,
sevk etmek, dua veya bedduada bulunmak; birisini yemek ve ziyafete çağırmak,
bir şeyin gelmesini istemek, birinden yardım istemek, birini bir işe veya yöne sevk
etmek manalarına gelmektedir.
İslami ıstılahta ise davet tabiri
ile sadece İslam’a yapılan çağrı kastedilmiştir. Davet; sorumluluk bilincine
sahip yani muttaki müminlerin çerçevesi kitap ve sünnet tarafından çizilmiş çeşitli
vasıta ve yöntemleri kullanarak İslam dininin esaslarını insanlara anlatmaları,
onları Allaha kulluğa çağırma çabasıdır.
Kur’an’da altı yerde geçen ve
değişik türevleri ile iki yüz beş defa kullanılan davet kavramını İslami yönden
şöyle de tanımlayabiliriz: Allah’ın emirlerine kayıtsız ve şartsız olarak
teslim olmaya, peygamberlerin haber verdiğini tasdik etmeye ve onlara boyun
eğmeye çağırmak.
Şeyhul İslam İbni Teymiyyenin davet tarifi şöyledir:
“Allah’a
davet denildiğinde; imana, Resulallah’a bildirilenlere davet etmek ve onun
haber verdiği her şeyi tasdik ve emrettiklerine itaat” anlamlarına gelir.
Davetçi üstad fethi yekenin tarifi:
Davet yıkmak ve inşa
etmektir. Bütün suret ve şekilleri ile cahiliyeyi yıkmak. Bu ister cahliyenin
fikirleri isterse cahiliyenin ahlakı olsun. Ya da cahiliyenin nizam ve
kanunları olsun. Hiç fark etmez.
ALLAHA DAVETİN MEŞRUİYETİ
Allaha davet tüm peygamberlerin tevhid ve
mücadele çağrısıdır. ehil olan kişilerin değişik yöntem ve vesilelerle
insanları İslam’a davet etmeleridir. Davet her tarafa yayılmış olan yangın ve
tehlikeye karşı bir uyarıdır. Bu nedenle daveti ihmal ve göz ardı etmek,
yangını göz ardı ve ihmal etmek anlamındadır. Allaha davet yavaştan
alınamayacak, geri kalınamayacak kadar önemli ve ihmali asla mümkün olmayan
farz bir görevdir
Bu farziyete işaret
eden emirlerinden en bilineni Yüce Rabbimizin şu sözüdür.
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden
bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”(Ali İmran 104)
İbni kesir “Buradaki ayette kastedilen ümmetin fertlerinin
tümüne bu görev ayrı ayrı farz kılınmış olmasına rağmen ayrıca ümmet içerisinde
bu görevi yerine getiren bir cemaatin oluşturulmasıdır” Der.
Muhammed Abduh ise bu ayetle ilgili olarak “Sözün özü hayra
çağırmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak her Müslüman’a kesin olarak
farz kılınmış bir görevdir. Ayetin zahiri manası açıkça bu hükme delalet eder
der.
Kur’an’ı Kerim daha birçok ayeti kerimesi bizlere davet
görevini yerine getirme noktasında teşvikte bulunmaktadır.
وَمَنْ
أَحْسَنُ قَوْلاً مِّمَّن دَعَا إِلَى اللَّهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ إِنَّنِي مِنَ الْمُسْلِمِينَ
“(İnsanları) Allah'a
çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden kimin sözü
daha güzeldir?” (Fussilet 33)
وَادْعُ
إِلَى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
“Rabbine davet et asla müşriklerden olma.”(Kasas 87)
ادْعُ
إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ
وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم
بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ
وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle
çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları
en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”(Nahl 125)
“Ey Peygamber, Rabbin tarafından sana
indirilen mesajı duyur. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçisi olma görevini yerine
getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah kâfirleri doğru yola
iletmez.”(Maide 67)
Sünneti mutahhara Allah’a davet ve münkerle mücadele
görevini yerine getirmeye yönelik Resulallah (sav)’den rivayet edilen pek çok
hadisi ihtiva etmektedir. Misal olarak Resulallah’ın (sav) şu hadislerini
zikredelim.
“Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle
değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa dili ile değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa
kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir. Ve bunun ötesinde
bir hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Müslim)
“Ey insanlar! Allah size diyor ki: Beni çağırdığınızda
icabet etmeyeceğim, benden istediğinizde size vermeyeceğim ve yardım
dilediğinizde yardıma koşmayacağım zaman gelmeden iyiliği emredin ve kötülükten
sakındırın.”(Tirmizi)
Bunun yanında ilmini gizleyip insanlara açıklamayanlar
hakkında çok şiddetli korkutucu haberler vardır.
Allah'ın indirdiği kitapta bulunan bir şeyi
gizleyerek onu birkaç para karşılığında satanlar var ya, onlar karınlarına
ateşten başka bir şey indirmiyorlar. Allah Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve
kendilerini günahlardan arındırmaz. Onları acı bir azap beklemektedir. (bakara
174)
Hz.
Rasul (sav) “Kim din hususunda Allah’ın
halkı onunla yararlandıracağı bir ilmi gizlerse Allah kıyamet günü onu ateşten
bir gem ile gemler.”(İbni
Mace)
Davet
öyle bir ibadettir ki, kişinin statüsü, ekonomik durumu, cinsiyeti, bulunduğu muhit(çevre)
bu ibadeti ifa etmeye engel değildir. Çünkü davet kimlik ve dünyevi durumdan
ziyade, bilinç ve endişeyle alakadar bir husustur.
Davet
sebepler üstü, bahaneler ötesi bir eylemdir. Yeter ki bu iş için içi yanan,
ihlâsla bezenmiş bir kalp ve hareket olsun.
Davet
vecibesinin ehemmiyetine binaen bazı âlimler İslam’ın altıncı rüknünün de Emri
bil maruf ve nehyi anil münker (tebliğ) olduğunu söylemişlerdir.
Üstad mevdudi
daveti 3 e ayırır
1.Bütün insanlık ve
Müslümanlara olan davetimiz; yalnız Allaha kulluk etmeleri, Allahtan
başkalarını kendilerine Rab ve ilah kabul etmemeleridir.
2.İslamı din olarak kabul edenlere davetimiz; dinlerini
Allaha has kılmaları, kalplerini nifaktan temizleyip fiillerini çelişkiden
kurtarmalarıdır.
3.Bütün insanlara davetimiz; zalim ve fasıkların yeryüzünü
fesada boğmuş olan sistemlerini ele alarak kökten değiştirmeleridir. Otoriteyi
tağutların ellerinden alıp Allaha ve ahrete inanan, İslam dinini kabul eden,
insanlık için diktatörlük ve anarşi istemeyen kimseleri başa geçirmeleridir.
Allah'a davet, Nebî
(s.a.v.)’den ümmetine kalan mirastır. Eğer İslâm'ın muhafazasını ve devamını
istiyorsak, davetin devamlılığını muhafaza etmemiz şarttır.
Çünkü İslâm'ın varlığını sağlayan davet olmadan İslâm’ın etkin bir şekilde varlığından bahsetmek mümkün olmaz.
Müslümanları karanlık ve bozuk fikirlerin etkisinden arındıran İslâm’a davet olmadan İslâm'a tabi olanların nefislerinde İslâm’ın arı ve duru olabileceği tasavvur bile edilemez.
İslâm'a davet olmadan İslâm'ın hayatta hakim olması ve İslâm'ın güçlü bir şekilde âleme yayılması düşünülemez.
Diğer bir ifadeyle; “davet” olmadan “din” ne kuvvet bulur, ne yayılır, ne kendisini koruyabilir, ne de Allah'ın insanlar üzerine inzal buyurduğu hücceti ikame edilmiş olur.
İslam'a davet, İslam'ın ele aldığı bütün konularda
geçerlidir. Dünya işlerinde de, âhiret işlerinde de İslam'ın getirdiği
esasların tüm beşeriyete intikal ettirilmesi, davetin kapsamına girmektedir. Bu
bakımdan İslam davetinin geniş bir tatbikat alanı ve geniş bir muhatap kitlesi
vardır. Davetin yapılacağı bu kitle, sadece Müslüman olmayan kimselerden ibaret
değildir. Kâfirlerin yanı sıra, münâfıklar ve Müslümanlar da kendilerine İslam davetinin
sunulacağı muhatap zümreyi oluştururlar; yani kısa ifadesiyle tüm bir beşeriyet,
davet faaliyeti ile karşı karşıyadır. Her ne kadar bazı araştırıcılar davet
kelimesinden, sadece Müslüman olmayanları Müslüman olmaya çağırma işini
anlamakta ve o şahsın zâhiren Müslüman olması veya "Müslüman oldum"
demesi ile davet faaliyetinin tamam olduğunu zannetmekte; Müslüman olan kişiye
İslam'ın anlatılması işini, tebliğ, vaaz, irşâd gibi kelimelerle karşılamakta
iseler de, bu ayrım doğru değildir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de dâvet, tebliğ,
inzâr, vaaz, nasihat, emr bi'l ma'rûf (iyiliği emretmek), nehy ani'l-münker
(kötülükten sakındırmak) gibi tâbirler birbiri yerine kullanılmıştır. Meselâ: "Ey
Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et." (5/Mâide, 67)
âyetinde Hz. Peygamber'den yapması. istenen tebliğ, hem Müslümanlara, hem de
gayr-i müslimlere Kur'ân hakikatlerinin anlatılmasıdır, yani davettir. "Rabbinin
yoluna davet et." (Nahl, 125) ayetinde davetin kimlere yönelik olarak
yapılacağı açıkça zikredilmemiştir. Bilindiği gibi Kur'ân-ı Kerîm, tek bir
zümreyi hidayete çağırmak için değil, bütün insanları saâdete erdirmek üzere
gönderilmiş bir kitaptır. Bu sebeple bu ayette geçen davet faaliyetinin
kapsamına bütün bir beşeriyet girecektir.
İslam Devleti, davet devletidir. En önemli görevi davet
vecibesini icra etmektir. İslam toplumu davet toplumudur. Herkes kardeşine
bildiğini bildirmekle yükümlüdür. Davet tüm peygamberlerin mesaj ve
faaliyetidir. “Andolsun ki, biz her ümmete Allaha kulluk edin ve tağuttan
sakının diye uyaran bir peygamber gönderdik.”(Nahl 36) ayetinin de ifade
ettiği gibi her peygamber davetçidir.
Hz. Peygamberin tün hayatı davetti.
Konuştuğunda davet ederdi, sözleri davetti, nefesleri davetti, davetleri davet
içindi. Toplantıları, alışverişleri, duruşları, cihadı, yürüyüşü, hareketleri
davetti.
Davetimizin özeti: Hayatın her
alanına Allah’ı müdahil etmeli, yaptığımız her iş ve amelde Allah’ın ve
peygamberin uygunluk mührünü aramalı, kendimizi bu dünyada Allah’a itaat
etmekle ve kullukla vazifeli bilmeli, nefse ağır gelse de Allah ve Resulü bir
işte hüküm vermişse bayanı ile erkeği ile nefisleri bu hükme ram etmeliyiz.
Allah’a davet çağrısını, Allah’ın gösterdiği yol ve işaretler ile yapmalıyız.
Şehit Seyyid Kutub şöyle der:
“İslam’ı insanların gözünde cilalamaya gerek yoktur. İslam’ı olduğu gibi, ilk
şekliyle anlatmalı ve hakikatlerini insanların idrakine sunmalıyız.”
İnsanları batıl dinlerin
zulmünden, kula kulluktan kurtarıp, bir olan Allah’a kulluk etmeye,
ideolojilerin(Komünizm, Laisizm, Kapitalizm, Liberalizm…) psikolojik
aldatmalarından İslam’ın net ve açık yoluna davet etmeliyiz.
Yeni bir davet hamlesinin tam
vakti… Cami altları, okul bahçeleri, çay ocakları bizi bekliyor…Derneklerimiz,
vakıflarımız, kültür merkezlerimiz bizi sınırlamasın. Alana inelim, sokağın
dilini çözelim…Zamanın ruhunu yakalayalım. Mevcutla yetinemeyiz, müsait
zamanları bekleyemeyiz.
Yakınmak, sızlanmak,
şikayetlenmek, susmak ve suçlamak yok… Var olan tüm imkanlarımızla insana
odaklanmalıyız. Bire bir davetle insanların dünyalarına girebilmeliyiz… Daveti
yeniden evlerde alevlendirmeliyiz…Sıcak ev sohbetlerine dönmeliyiz.
b)
İslam Davetçisinin Vasıfları:
İslam’a
davet eden bir davetçinin davetin yayılması, tanıtılması ve amacına ulaşması
için bir takım niteliklere ve özelliklere sahip olması gerekmektedir. Davet
yolunun uzun ve engellerle dolu olduğunu bilen İslam davetçisi çok yönlü bir
hazırlıkla yüz yüze olmalıdır. İmani, ameli, ahlaki, ruhi, bedeni, kalbi,
fikri, fiziki, deruni, mali, maddi; hülasa çaplı ve derinlikli bir hazırlık
içinde olmalıdır.
İslama davetin bir takım esasları
vardır. Davetçi bu esaslara riayet ettiği ölçüde Allahın izniyle muvaffak
olacaktır. Bu esaslar özetle şöyledir.
1.Allaha
davet hem bu dünyada hem de ahrette kurtuluşun vesilesidir.
2.
Davetçi eliyle birinin hidayet bulmasının üzerine güneş doğan her şeyin
kendisinden olmasından daha hayırlı olduğu şuurunda olmalıdır.
3.
Davetçinin mükafatı kendisine icabet eden kimselerin varlığına değil, davet
etmesine bağlıdır. Mükafat elde etmesi için davette bulunması yeterlidir.
4. İslam
davetçisi Rabbani yardımı talep ederek, davet yolunda beşeri bütün gayretini
sarf etmelidir.
5.
Davetçi, İslam davetini yansıtan bir ayna ve onu temsil eden bir örnektir.
6.
Davetçi insanlara anlayacakları bir dille, seviyelerine uygun bir şekilde hitap
edebilmelidir.
7.
Davet yolunda musibetlere maruz kalmak sünnetullah gereğidir. Musibetler inanç
esasları doğrultusunda daveti temsil etmenin ve nefsi şekillendirmenin yoludur.
8.
Davetin alanı oldukça geniştir. Bu sebeple davetçi kendine en uygun olan
çalışma alanını seçmelidir.
9.
Davetçi davet için uygun zamanı seçmelidir.
10.
İslami davet planlamaya dayalı bir müessesedir.
11. Davet
cihadın en açık şekillerinden birisidir.. Davet hedef ve sonuçları bakımından
savaş gibidir.
12.
Davet, çok kıymetli bir servettir. Dünyevi amaçlara alet edilemez. Dünyevi
karşılık beklemek, davete hiçbir fayda sağlamayacağı gibi insanın faziletini de
zedeler.
13. Davetin
muhataplarıyla tanışmak, onları kazanmanın temel esasını teşkil eder.
14.
Sosyal çevrenin genel durumunu bilmek davetin başarıya ulaşmasına vesile olur.
(değerli arkadaşlar…bu esasları nida
yayınlarından çıkan ve Dr. Hamam Abdurrahman Siad adlı yazarın eseri olan
“İslama Davet esasları” adlı eserde teferruatlı bir şekilde görebilirsiniz.
Tavsiye ederim.)
Bunun
yanında değerli kardeşlerim….
İslam davetçisi, İslam’ın içeriğini
taşıyan mükemmel bir programa sahip Kur’an’ı anlayıp yaşamalı, sahih sünnete
dört elle sarılmalıdır.
Bir İslam davetçisinin şüphelerden
uzak durması, haramlardan kaçınması, her işinde Allah için murakabede bulunması
ve ailesinde İslam’ı yaşatması gerekir.
Davetçinin başta gelen vasfı, aşk
derecesinde, hiçbir baskı ve şüphenin karşısında sarsılmayan köklü bir imana
bir imana sahip olmalıdır. Davetçi şuurlu bir iman taşıyıcısıdır. Hayatını
Salih amellerle bezer. Güzel ahlak onun karakteri haline gelmiştir. Daima
faydalı ilimlerin peşinde koşar. İslam davetçisi sağlam bir akideye sahip
olmalıdır. Sağlam akideden kasıt hurafe ve bidatlerden uzak, selefi salihinin
üzerinde bulunduğu sahih İslam akidesidir. İlk Müslümanları yetiştiren, onların
vicdan ve şuurlarına hükmeden, hayatlarının her safhasında kendini gösteren ve
yararlı işler üzerine sevk eden bir akide, insana hareket ve dinamizm veren bir
akide…
Müslüman davetçi Allah katında
alacağı ecri dünyalığa tercih eden, davet uğruna malını ve vaktini, fikri
çalışma ve gayretini, ruhunu ve her şeyini feda eden, bu yolda karşılaştığı
zorlukları sabır ve tahammül ile göğüsleyen bir akideye sahip olmalıdır. Bu
öyle sağlam bir akideki şahıslara, İslam’a ve Müslüman kardeşlere karşı mesuliyetin
duygusunu aşılayan ve güçleri nispetince davet hareketi için görevlerini yerine
getirmeyenlerin kalplerini rahatsız eden bir akide…
İslam davetçisi bunun yanında
ibadeti dürüst, ahlakı yüce, kültürlü, güçlü, kazancını sağlamakta maharetli,
başkasına faydalı mücahid, zamanını değerlendiren ve işlerinde planlı hareket
eden bir kişi olmalıdır.
Davetçi, insanlara güzel örnek
olmalıdır. Davetçi ihlaslı, Allah’ın rızasından başka bir şey aramayan,
insanlığın övgü ve takdirlerini beklemeyen, daima güven ve saadet telkin eden
kimsedir. Davetçi, davet yolunda karşılaştığı eziyeti, gördüğü kınayıcı ve
alaycı muameleleri tahammül ve sabırla karşıladığı gibi, insanlarla olan
ilişkilerinde şefkat ve merhameti elinden bırakmaz.
Davette söz ve yürek bütünlüğü esastır.
İhlas, huşu, takva, basiret ve feraset davette belirleyici değilse uzun soluklu
bir davet mümkün değildir. Dinleyenin mantığından önce kalbine hitap etmek
gerekmektedir.
Bize düşen yürekten sözlerle
kalplere yatırım yapmaktır. Biz samimi olursak bir gün gelir Fettah olan Allah
kalpleri de, kapıları da bize açar. Yüreklere yol bulmak kolaylaşır. Yeter ki
biz sade bir örneklik ve samimi bir anlatımla sözlerimizin arkasında duralım.
Tevazu ile tebliği sürdürürsek tesiri halk edecek olan Allah’tır. Davetçi
Allaha ne kadar yakınsa çağrısı da o kadar yüreklerde yankı bulur
Kur’an, davet konusunda üç önemli prensibi hatırlatıyor.
Bunlar: Hikmet, güzel öğüt ve en güzel bir şekilde mücadele. İslâm davetçisi,
boş çekişmelerden ve münakaşalardan uzak durur. Hele din konusunda kimseyle
çekişmeye girmez. Sürekli bir biçimde Hakk’ı hatırlatır, Allah’a çağırır, O’nun
dinini yaşamanın güzelliklerini anlatır. Karanlığı kötüleme yerine sürekli
aydınlığı (nur’u) sunar. Kur’an Peygamberimize şöyle diyor: “Biz her ümmete
bir ibâdet tarzı (mensek) kıldık, onlar bu tarz üzere ibâdet etmektedir.
Öyleyse, (din) işinde seninle çekişmesinler. Sen, Rabbine çağır. Şüphesiz sen
dosdoğru bir hidâyet üzerindesin.” (Hacc, 67). Dâvetçi, dâvet ettiği şeyi
öncelikli olarak kendisi yaşar, yaşayışıyla örnek olur. Tıpkı Hz. Peygamber
gibi anlattıklarının en doğru olduğunu hayatıyla ortaya koyar. İnsanlar çoğu
zaman dâvet edilen şeyi dâvetçinin şahsıyla özleştirirler. Bu nedenle
dâvetçinin yaşayışı İslâm üzere olmalıdır. İnsanlar, bir gruba, bir hizbe ve
onun prensiplerine, bir kişiye bağlanmaya değil, Allah’a, O’na ibâdet etmeye,
İslâm'ı yaşamaya çağrılmalı. Peygamberimizin daveti, bu çalışmaya hazırlık
safhasından başlamış, kadrolaşma, kitleleşme ve devletleşme aşamalarından
geçerek, İslâmî toplum modeliyle başarıya ulaşmıştır.
Başarlı davetçi her insana gereken düşüncelerini nasıl
sunabileceğini bilen, onu ikna etmeye çalışan ve onu etkileyecek bir üslupla o
kimseyi hareketin saflarına çeken kişidir. Resulallah’ın (sav) şu sözünün sırrı
budur:
“Biz peygamber topluluğu insanları hak ettikleri değerde
değerlendirmek ve akılları gücünde onlara hitap etmekle emr olunmuşuzdur.”(Ebu
Davud)
İslam davetçileri için davetin kendisi kadar, davette
izleyecekleri usul ve üslup da bir o kadar önemlidir. Nice haklı dava sahipleri
var ki, usul ve üslup hatalarından dolayı haksız duruma düşmektedirler.
Davette en güzel üslup, söylenmesi gerekeni, yapılması icap
edeni, en estetik, en hikmetli ve en basiretli bir şekilde muhatabın kalbini
etkileyebilecek tarzda takdim ve tebliğ etmektir. Muhatabın kalbinde,
vicdanında titreme ve ürperme sağlamaktır.
Davette uslüp kadar usul da önemlidir. Davette usul,
davetin bir parçasıdır. Her Müslüman davetçi, davetin felsefesini, siyasetini,
ahlakını ve fıkhını bilmek zorundadır… Çünkü söz konusu olan Allahın dini
İslam’dır. Burada keyfilik, kuralsızlık ve karmaşaya yer yoktur. İslam adına
aklına her geleni uluorta söyleme yoluna gidemeyiz.
Davet ve tebliğ yalnızca bir sunu değildir. O aynı zamanda
alternatif bir dünyaya çağrıdır. Bu da bu işin adabını, erkanını, ahlakını,
ahkamını bilmekle mümkündür… Aksi takdirde kaş yapayım derken göz
çıkarabiliriz.
Değerli kardeşler, hepimiz biliyoruz ki medya denilen bir
kuvvet var. Medya için 4. kuvvet denilir lakin sonuçlarına bakıldığında birinci
kuvvet olduğunda kuşku yok. Bunu niçin söyledim. Çünkü bir davetçinin ihmal
etmemesi gereken alanlardan biride medyadır. Medyayı ihmal eden, hakkını
vermeyen hiçbir yapı, cemaat, kurum, düşünce, ekol, kendisine evrensel boyutta
bir yer bulamayacak ve varolma yarışını sürdüremeyecektir.
Davetimiz var, misyonumuz hakikati dillendirmeye mesajımız var ama medyamız yoksa bu takdirde
esamimiz okunmayacaktır.
Medya şer güçlerin elinde bir ifsad ve imha aracı iken
Müslümanlar için muazzam bir fırsata dönüşebilir.
Sosyal medya, facebook, twetter, msn, sms, e-mail grupları
almış başını gidiyor… Artık “twet gençliği”, “face gençliği”, “cafe gençliği”
karşımızda… Gençliği bu sanal alemden koparmak mümkün değil, peki geriye ne
kaldı? O alemde o insana ulaşmak ve onu kuşatmak…
Yani e davet dönemi. Evet, e-devrimlerin yaşandığı bir
dünyada e- davetlerin gereklikliğinin tartışılması abestir. Ancak o alemde
erimeden, eğilmeden, evrilmeden, başkasına eklemlenmeden erdemli duruşumuzu,
tevhidi bakışımızı mutlaka sürdürmeliyiz… Yoksa bir gün gelir sahada esamimiz
bile okunmaz.
Değerli kardeşler
Davetçiyi diri ve duru tutacak bir takım dinamikler var.
Davette devamlılığı sağlayacak bu dinamikleri
6 A
formulü ile özetleyebiliriz.
1.
Aşkınlık:
2.
Arınmışlık
3.
Adanmışlık
4.
Aidiyet
5.
Aksiyon
6.
Aşk
Yüce Rabbimiz Zümer suresi 9. ayette
قُلْ
هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا
يَعْلَمُونَ
“Hiç
bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor.
وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْماً
Yine
Taha suresi 114 ayette “Rabbim benim
ilmimi arttır de.” Buyuruyor.
Yani
bir İslam davetçisi hakikatin bilgisine sahip olmadan hakikati dillendirmeye
yeltenmemeli. İslam adına yanlışa düşmemek için bilgi ile donanmalı.. Şayet
sözün kudretini arıyorsak ilmin kuvvetine yaslanmalıyız.
Maalesef eskilerin kahtı rical
dedikleri davetçi kıtlığı söz konusu… Bu ihtiyacı gidermeye yönelik davet
okulları ve davet Akademesi tarzı kurumsal girişimler ciddi gereksinim
var. Hepimizin bildiği gibi Bulunduğumuz
yerlerde çalışma yapmaya niyetlenirken en fazla sıkıntısını çektiğimiz mesele
yetişmiş eleman meselesidir desek abartmış olmayız Alllahu alem.
Bunun yanında değerli kardeşlerim
bir davetçi kendini ayrıcalıklı gören insan değildir.Ağır abi, rollerine
girmez, muhatap kitleye tepeden bakma hakkına sahip değildir. O imtiyazlı
değildir… Özel değildir. Araya mesafe koyamaz. Statüsünü konuşturamaz. Sınıf
atlamak gibi bir derdi yoktur. Sosyal hayatın kurduğu fırsatlar ne olursa olsun
kendi kalandır. Sıradan, sade ve samimi bir insandır. Sınıf arayışında olursa sınıfta kalacağını
bilir. Akçeli ilişkilerden, zengin sofrasından, sultan kapısından beridir.
Nerede duracağını bilendir.
Davetçiler, kimsenin malında, ırzında gözü olmayanlardır.
Zira can, mal ve ırz korunmuştur. Bunları en iyi koruyanda İslam’dır ve elbette
Müslümanlardır. Müslüman davetçiler, gerek İslami ve gerekse gayri İslami
toplumlarda olsun kul hakkını gözetmek durumundadırlar. Müslüman kimse, kime
karşı olursa olsun, can, mal ve ırz konularında emin olunan kimse demektir.
Emin olmak tevhid tebliğcileri için peygamberi bir ahlaktır ve Kur’an’ın
oluşturmak istediği toplumun ana özelliklerindendir.
İslam, mana ve muhtevaya verdiği önem kadar, şekle ve dış
görünüşü de değer verir. Müslüman davetçi genelde zararlı yıpratıcı ve helak
edici, haram, pis yiyecek ve içeceklerden uzak durması gerektiği gibi, yorucu
ve yıpratıcı davranışlar ve kötü adetlerden de uzak durur. Her ne kadar
kuvvetli bir bedene sahip olsa da yine bedenini kuvvetlendirmek için çalışır ve
kendine çizdiği normal sağlık metoduyla yetinmeyip yaşına ve sosyal durumuna
uygun planlı spor yapmalıdır.
İslam davetçisi öncelikle Kur’an
olmak üzere kendisine kalıcı şeyler verebilecek nitelikte kitaplar okumalıdır.
Cihanşümul bir dünya görüşüne sahip olabilmek için, yerli yabancı basın ve yayın
organlarını takip etmelidir. Günlük haberlerden mutlaka haberdar olmalı, dünya
üzerinde olan olumsuzluklarla ilgili İslami çözümler üretmeye çalışmaları ve
bunları tartışmalıdır. Günümüzün davetçileri, bilgili olmalı, dünyadaki siyasi
olayları ve doktrinleri takip etmeli. Çarpık dünya görüşleri içinde İslam'ı
çekici ve benimsetici bir özellikte sunabilmeli. Nefret ettirmemeli,
sevdirmeli. Meseleleri karmaşık değil, açık göstermeli. İyiyi en güzel
sunabilmeli.
Davetçi imkânı nispetinde Kur’an’ı
ve Resulallah’ın hadislerini ezberlemeye çalışmalıdır. Çünkü bu sayede
işleyeceği konuları rahatlıkla ayet ve hadislerden delil getirerek teyid
edebilir. Ayrıca siyer bilgisine de sahip olmalıdır. Okuduğu kitaplardan
ruhları etkileyen, vicdanları duygulandıran pasajları tespit edip yazmak için
yanında bir not defteri bulundurmalıdır. Davetçi sürekli okuyan, okudukları
üzerinde düşünen ve yorum getiren, nihayetinde okudukları ve öğrendikleri ile
Allah rızası için amel eden kimsedir.
Davetçinin çekişmesinde ve anlaşmasında, konuşmasında ve
tartışmasında, yazmasında ve hitabetinde ve attığı her adımda ne yaptığının bilincinde,
gaye ve hedefinin şuurunda olması gerekir. Davetçinin önemle üzerinde durması
gereken şey, fer'i meseleler ve ameli hükümlerle uğraşmadan önce, akide
(inanç) ile ilgili konuları ele almasıdır. Akide mevzuunda da, ilk önce
Allah'ın varlığının ispatı ve tevhidi ile başlayacak, İslam'ın hayat nizamı
olduğunu, İslami hayatın yeniden dirilmesi ve İslami hükümetin kurulması ve
bunun gerçekleşmesi için çalışmanın her Müslüman’a vacip olduğunu ispat ederek,
akide meselelerini tamamlaması gerekir.
Hülasa görevimiz İnsanları Allah’a davet etmektir. Yaptığımız işin karşılığını da davanın sahibi
Allah’tan alacağız. Unutmayalım ki, bizim vesilemizle birinin hidayet bulması,
üzerine güneş doğan her şeyin bizim olmasında hayırlıdır. Davet yolumuzda
insanların çağırdıkları düşüncelerin en üstünü ev en yücesi olan İslami düşünceye
davet ettiğimizi unutmayalım. Çünkü biz insanları Allah’a çağırıyoruz. “İnsanları
Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel
sözlü kim olabilir.”(Fussilet 33)
Davetçi daveti ile diridir. Öyle
olduğu içindir ki şair şöyle der: “İslamı öyle canlı ve diri yaşa ki, seni
öldürmeye gelen sende dirilsin.”
Çalışmamızı “Davet Yolu” adlı eserin
yazarı ve İhvanın eski liderlerinden Merhum Mustafa Meşhur’un duasıyla
nihayetlendirelim.
“Allah’ım! Yaptığımız hatalardan
dolayı bizleri bağışla. Yeryüzünde davetimizi başarılı kıl. İnsanların
kalplerini ona açık tut. Bizleri davetin samimi bir neferi olarak kabul buyur.
Onun yolunda şehadeti nasip eyle. Ve sonunda bizleri cennetinde nebiler,
sıdıklar, şehidler ve Salihlerle beraber ebedi nimetlerine nail eyle. Onlarla
arkadaş olmak ne güzel şeydir.(Amin)
İdris GÖKALP
Kaynaklar:
1.Davet ve davetçinin ilkeleri- A.Muhsin Toprak,Buruc y.
2.Davetin esasları ve davetçinin ahlakı- Celal Çelik, Çıra y.
3.Davet yolu- Mustafa Meşhur-Hikmet neşriyat
4.Kur’an’da tebliğ ve eğitim psikolojisi- Mehmet Şanver, Pınar y.
5.İslam’a nasıl davet edelim- Fethi Yeken, Ravza y.
6.Ömür boyu davet- Abdulcelil Candan, İhsan y.
7. Nasıl davet edelim- Muhammed Kutup, Beka y.
8.İslama davet esasları- Dr. H.Abdurrahman Said, Nida y.
9. İslamda davet ve davetçi- Hüseyin Haşimoğlu- Beka y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder