Ademoğlunu insanlıkta eş, inanları imanda kardeş kılan Allah’a hamd, iman kardeşliğini nadide örnekleriyle öğreten Efendimize, aline ve ashabına salat, Tarih boyu hakiki kardeşlik için bedel ödeyen tüm mü’minlere selam olsun.
İnsanlığı felakete götüren en büyük hastalıklardan birisi ırkçılıktır. Tarih, bunun kanlı örnekleriyle doludur. Onun içindir ki, Tevhid Dini İslam en keskin ve şiddetli vurgularla ırkçılığı reddetmiş onu lanetlemiştir. İslam ümmetinin ırkçılıktan gördüğü tahribat ve zarar sadece ümmeti değil, tüm insanlığı ilgilendirmektedir. Bu ümmet Emevi-Abbasi kavgalarını, Moğol, tatar istilalarını, irili ufaklı on sekiz haçlı savaşını atlatmış, sendelemiş; ama yıkılmamıştır. Ama ırkçılık belasını atlatamamış, içten ve dıştan ırkçılık silahıyla ümmet elli parçaya bölünmüş ve batı da bu silahla işgal ve sömürü çarkını devam ettirmiştir.
Irkçılık; kişinin kendi soyunu, kabilesini, milletini ve ırkını diğer ırklardan üstün görmesi, diğerlerini ise hakir görme halidir. Irkçılık, fertler ve toplumlar arasında kin, haset, husumet ve düşmanlık duygularını yeşertir. Bir ırka mensup olmak fıtrat gereğidir. Bu yerinecek ve övünülecek bir şey değildir. Fakat mensup olduğu ırkla övünmek merduttur. İşte ırkçılık budur.
Her güzelliğin olduğu gibi her sapmanın da bir piri vardır. Irkçılığın piri iblistir. Zira iblis, Adem’e secde ile emrolunduğu vakit “Ben ondan üstünüm” demişti. Bunu da, “Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın” diye gerçekleştirmişti de şeytanlaşmıştı. Kendi ırkının başka ırklara üstünlüğünü savunanların yaptığı şeytanın yaptığından farklı değildir. Aynı şey tüm asabiyet türleri için de geçerlidir.
Irkçılıkla ilgili ayet ve hadislere baktığımızda dinimizin bu konudaki tutumunu net bir şekilde müşahede edebiliriz:
“Ey insanlar, doğrusu, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sırf birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”(Hucurat 13)
“Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da eşini var eden ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbine karşı gelmekten sakının.” (Nisa 1)
“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinin ve renklerinin farklı olması da O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir.”(Rum 22) ayetleri ile;
“Irkçılığa (asabiyeye) çağıran bizden değildir; ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere, asabiye uğruna ölen bizden değildir.”(Müslim, Ebu Davud, İbn Mace)
“Asabiyet davasına kalkan, onu yaymaya çalışana, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir.” (Ebu Davud)
“Zulüm ve haksızlıkta kavmine yardıma kalkışan kişi, kuyuya düşmüş deveyi kuyruğundan tutup çıkarmaya çalışan kişi gibidir.” (Ebu Davud)
“Kim kafir olan dokuz atasını onlarla izzet ve şeref kazanmak düşüncesiyle sayarsa, cehennemde onların onuncusu olur” (Ahmed b. Hanbel) hadisi şerifleri bizlere ırkçılığın ne denli kaçınılması gereken anlamsız bir zihniyet olduğunu gösteriyor.
İslam’a göre ırk öğesi insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medeni bir toplumun oluşmasında da temel etken değildir. Medeni bir toplum, hayvanlar gibi iç güdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle İslam toplumu İslam’ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etken inançtır. Irk vb. başka cahili etkenler aramak akideye terstir.
Irkçılık toplumdaki bağları zayıflatır. İnsan saadetinin ve mutluluğunun temel taşı olan meziyetleri kökünden yıkar, kardeşliği sarsar, muhabbeti gölgeler, samimiyeti yok eder. Kin, haset, düşmanlık gibi manevî mikropların kaynağı olduğundan, birlik ve beraberliği zedeler. Irkçılık, yıkıcı bir fırtına gibidir. Tarihin Şahitliğiyle nice devletleri zaafa düşürmüş, nicelerini tarih sahnesinden silmiş, zorlama ve baskı ile nice üzücü olaylara sebep olmuştur.
Irkçılığa, asabiyete ve modern ifadesiyle ulusalcılığa karşı çer çöp gibi dağınık olan ümmet coğrafyasında en etkili çözüm “İslam kardeşliğidir.” İslam kardeşliği hayal değil, hakikattir. Keyfi değil mecburidir. Hucurat 10. ayette Rabbimiz “Müminler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı sorumlu davranın ki, O’nun merhametine nail olasınız.” Buyuruyor. İslam kardeşliğinin temeli imandır. İmanın temeli ise sevgidir. Tıpkı Allah Resulünün buyurduğu gibi “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız” (Müslim)
Bugün ümmet ve coğrafyasında ve bilhassa yaşadığımız topraklarda ihtilafları, akan kan ve gözyaşlarını, yükselen ırkçılık ve ulusalcılık dalgasını ve sen ben kavgasını görünce, İslam’ın evrensel mesajına ve kardeşliğine ne kadar muhtaç olduğumuzu tüm çıplaklığıyla müşahede ediyoruz. Gerçek ve ideal kardeşliğin, insanlık tarihine baktığımızda kan ve ırk bağı ile değil de, din-inanç bağı ile gerçekleştiğini, bununda en güzel örneğinin İslam’da olduğunu görüyoruz. Şüphe yok ki, Müslümanlar arasındaki İslam kardeşliği bağı diğer bütün bağların üzerinde ve üstünde bir bağdır. Çünkü o, dini inançtan/imandan ileri gelir ve onunla beslenir ve güçlenir. İslam kardeşliği o kadar güçlüdür ki, başka hiçbir kardeşlik ve dostluk onun yerini dolduramaz.
Yüce Allah’ın ve kutlu Peygamberinin İslam kardeşliğine bu kadar büyük değer ve önem vermiş ve Müslümanlar arasında bu kardeşliğin mutlaka gerçekleştirilip sürdürülmesini istemiş olmalarının en önemli sebebi, bu din binasının Tevhid temeli üzerine kurulmuş olmasıdır. Tevhid dini İslam bütün mü’minlerin duygu, düşünce, tavır, kader ve sevinç olarak tek bir vücut olmalarını ister. Peygamberimiz (sav)’in “Mü’minin başka mü’minle olan durumu, taşları birbirine kenetlenip perçinleyen duvar gibidir.” “Mü’minler birbirlerine acımada, sevmede ve yardımlaşmada beden gibidirler. Bedenin herhangi bir organı hastalanacak olsa, derhal öteki organlardan da uykusuzluk ve ateş ile onun acısına ortak olurlar.”
Oysa ırkçılık ve asabiyet biraz önce saydıklarımızın tam zıddı üzere ikame edilen hastalıklı, parçalayıcı ve ötekileştirici lanetli bir zihniyettir. Tarafgirlik davasıyla ümmetin çer çöp gibi parçalandığı aşikârdır. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayı meşru gören ırkçılık, aileleri, kabileleri, cemaatleri ve milletleri de kendi içinde parçalar. İnsanlık tarihi asabiyetin kan ve zulüm kokan dehşet hatıralarıyla doludur. Özellikle ülkemizde cahili hâkim ideoloji mutluluğu belli bir etnik kimlikte görerek kendinden olmayanı dışlamaktadır. Irkçılığın çağdaş versiyonu ulusçuluk üzerinden farklı ırktaki insanlar bu topraklarda bin küsur yıldır kardeşçe yaşamalarına rağmen birbirine ötekileştirilmekte, inkâr edilmekte, zulüm görmekte ve ayrılık tohumları ile anaların ağlaması devam ettirilmektedir.
Batılı hayat tarzı, yani modernizm İslam dünyasında itikadi ve siyasi alanlardaki iç çürümüşlükten de yararlanarak kendi cahiliyesini Müslüman kitlelere dayattı. İslam coğrafyasında körüklenen Türk, Arap, Fars, Kürt, Arnavut, Berberi, Beluci vd. ulusçuluklar tamamen sanal ve Avrupa emperyalizminin ürettiği ve teşvik ettiği hareketlerdi. Bugün tüm yakıcılığı ile devam eden ve ülkemizde kardeşi kardeşe kırdırma projesi olan Kürt sorunu da, ulus kimliğin üst bir kimlik olarak dayatılması sonucu doğmuştur. Biz Müslümanlar üzerine düşen ise, gerekçesi ne olursa olsun arası bozulan iki kardeşin, grubun veya ırkın arasını İslam’ın hak ve adalet ölçülerine göre düzeltmektir. Bu takvanın gereğidir. Aksi halde merhametten mahrum kalırız ve cahiliyeye gerisin geriye döneriz.
Ümmet ırkçılık belası ile bir çıkmaza sokulmaktadır. Çare bellidir: İçi vahiyle doldurulmuş, kuşatıcı, adil, her türlü zulme ve şirke “La” diyen, şefkat ve merhamet temelli bir “İslam kardeşliği.”
Biz “Kendin için ne istiyorsan kardeşin içinde onu iste” düsturuyla hareket etmeliyiz. Bir Türk kendisi için neyi talep ediyorsa, Kürt kardeşi için de aynısını talep etmekle mükelleftir. Aksi takdirde hakkını alamayan kardeşlerimiz cahili ideolojilerin peşine düşüp hak talep edeceklerdir ve bu durumda tüm Müslümanlar vebal altına gireceklerdir.
Kur’an, İslam kardeşliğini bütün Müslümanların aynı duygular etrafında birbirlerinin hak ve menfaatine saygı göstermek ve hatta gerektiğinde onları müdafaa etmek üzerine bina etmiştir. Çünkü ilahi irade bütün Adem çocuklarına hitap etmektedir ve herkes için rahmettir. Irk, renk, kabile ve desen ayırtımı yapmadan hepsini Kur’an’i değerlere (Hablullaha) çağırmaktadır.
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın.” (Ali İmran 103) ayetindeki Hablullah’ın (Allah’ın ipi) Allah’a izafe edilmesinde şunu anlamak mümkündür: İslam kardeşliğinin ihtiva ettiği değerler hem zihinsel hem de pratikte kabul edilse ve ihlal edilmelerine müsaade edilmese, Müslümanların birbirlerinden kopmaları, parçalanmaları, birbirlerine zulüm etmeleri ve birbirlerine silah çekmeleri mümkün olmayacaktır. Çünkü kardeşlik kavramının muhtevasında kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de isteme, adaleti ikame etme ve hakları korumada mazlumun yanında yer alma görev ve sorumluluğu vardır.
İslam, ırk, bölge ve rengi İslam kardeşliğinin temel ilkeleri olarak kabul etmemektedir. Fakat bu, İslam’ın, bu farklı ırkları ve renkleri görmezden gelmiş olduğu anlamında değildir. Bilakis İslam ırkların ve farklı desenlerin insanlığın doğal yapıları olduklarını kabul eder.İslam, sadece Müslümanların değil bütün insanların dünyada sorunsuz bir şekilde beraber, kardeşçe yaşama projesidir. İslam ne hayaldir ne de hayali bir dünyanın içine hapsedilen bir dindir. O hayatın ta kendisidir. Dolayısıyla İslam kardeşliği de hayal değil hakikattir.
Düşmanın galibiyeti güçlülüğünden değil ırkçılık vb. sinsi planlarla bizim aramıza tefrika sokmasından. Sağcı solcu, alevi Sünni, Kürt, Türk, Arap vs. aksi biz iki milyara varan ümmet İslam kardeşliğini tam kavrayıp güç birliği yapsak bu gün bize yaşatılan hiçbir olumsuzluğu hem kendimiz yaşamaz hem de dünya insanlığının da dertlerine çare oluruz.
Biz Müslümanlar İslam kardeşliğini ve ümmet bilincini her zaman hatırlayacak ve hatırlatacağız inşallah. Bu toprağın çocuklarına İslam kardeşliğini hatırlatan kimselere, “Kardeşlik edebiyatı yapma!” diyenlere bir çift sözümüz olmalı: Siz şeytanın ve şeytani güçlerin meccanen taşeronluğunu yapıyorsunuz! Sizi kimlerim devşirdiğini biliyoruz! Size ve sizi devşirenlere diyoruz ki: Bin yıllık gerçeği yüz yıllık yalana yedirmeyeceğiz! Selahaddin Eyyubi ile Fatih Sultan Mehmed’i ayırmayacağız. Dua okurken, İskilipli Atıf’ı bir elimize, Nurs’lu ve Palu’lu Saidleri öbür elimize koyacağız! Her rekâtta “İhdine's-sıratal- müstakim” (bizi dosdoğru yola yönelt) derken, ayetteki BİZ’i Allah’ın tarif ettiği gibi kabul edeceğiz. Allah’ın BİZ tarifinin yerine ırka, renge, kavme, kabileye, ulusa, soya, boya, mezhebe, meşrebe, tarikata, partiye, cemaate, cemiyete, kliğe, ekole dayalı BİZ tanımlarını geçirmeyeceğiz. Bunu yapan holiganları, şu hakikatı haykıran Allah Resulüne havale edeceğiz: “asabiyete çağıran bizden değildir”
Sonuç olarak Müslümanlar, İslam kardeşliğini hayali bir söylemden kurtarıp hakiki kardeşliğe dönüştürmelidirler. Kardeşlik bilinci, İslami bir zorunluluktur. Kardeşli bilinci, seviyeli bir İslam toplumunun gerek şartıdır. Kardeşlik bilinci, bütünleşme, 'birlikte var olmak' bilincidir.
Kardeşlik bilinci, ortak değerlerde buluşup, ortak hedefle kararlı yürüyüştür. Bu bilinç, kardeşlik ortak paydasında hayatı yeniden anlamlandırmaktır. Kardeşlik bilinci olmadan, cemaat oluşmaz... Kardeşlik bilinci, iman bilincinin pratik ifadesinden başka bir şey değildir. Bu bilinç; akide bağının kan, gen, renk ve toprak bağlarının önüne geçmesidir...
İslam'ın öngördüğü 'toplum' bir 'kardeş toplum'dur. Bu toplumu tehdit eden tehlikeleri gördükten sonra kardeşliği, yaşatmak sorumluluğu ile karşı karşıyayız.
Ne mutlu İslam kardeşliğini yaşayabilenlere. Ne mutlu üstünlüğün takvada olduğunu bilip Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirebilenlere. Bizleri kardeşsiz bırakma Allah’ım. Şimdi ırkçılığa karşı kardeşlik zamanı.
İdris GÖKALP
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder