ÇOCUK TERBİYESİ
HER DOĞAN FITRAT ÜZERE DOĞAR!
Ebû Hüreyre'nin (ra)
naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur:
“Her doğan
fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî
yapar…”
(B4775 Buhârî, Tefsîr, (Rûm)
2; M6755 Müslim, Kader, 22)
Ebû Saîd el-Hudrî'nin naklettiğine göre,
Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim üç kız çocuğunun geçimini üstlenir,
onları terbiye edip evlendirir ve onlara güzel davranırsa, ona cennet vardır.”
(D5147 Ebû Dâvûd, Edeb,
120-121; HM11946 İbn Hanbel, III, 96)
***
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) (torunu) Hasan b.
Ali'yi öptü. O sırada yanında Akra' b. Hâbis et-Temîmî oturmaktaydı. Akra'
şöyle dedi: 'Benim on çocuğum var ama hiçbirini öpmüş değilim.' Bunun üzerine
Resûlullah (sav) ona baktı ve ardından şöyle buyurdu: “Merhamet
etmeyene merhamet edilmez!”
(B5997 Buhârî, Edeb, 18;
M6028 Müslim, Fedâil, 65)
***
Enes (b. Mâlik) şöyle demiştir: “Resûlullah'a (sav) on sene hizmet
ettim. Vallahi bana bir kez olsun 'Öf!'bile demedi. Herhangi
bir şeyden dolayı, 'Niçin böyle yaptın?' demediği gibi, 'Şöyle
yapsaydın ya!' da
demedi.”
(M6011 Müslim, Fedâil, 51;
B6038 Buhârî, Edeb, 39)
***
Eyyûb b. Musa'nın, babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine
göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel
terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”
(T1952 Tirmizî, Birr, 33;
HM16830 İbn Hanbel, IV, 77)
Küçük Enes, başına dokunan elin sıcaklığı ile irkildi ve ürkek bir
hareketle başını çevirdi. Sevgili Peygamberimiz her zamanki gibi gülümseyen
çehresi ile karşısında duruyordu. Allah'ın Resûlü ona yumuşak bir sesle, “Enesçik!
Sana dediğim yere gittin mi?” buyurmuştu.
Derhâl yürümeye başladı Enes ve “Evet, gidiyorum yâ Resûlallah” dedi.
Annesi ile Peygamberimizin huzuruna gelen Enes, belki de Medineli Müslümanların
Efendimize sunduğu en anlamlı hediye idi. Annelik sağduyusuna güvenen Ümmü
Süleym, bu yeni şehirde Peygamberimizin yanında küçük bir yardımcının ne çok iş
göreceğini fark etmiş olmalıydı. Oğlunu Resûlullah'ın hizmetine verirken,
aslında onu Peygamber'in terbiyesine emanet etmiş oluyordu. Böylesine atik ve
zeki bir çocuğun kendisine hizmet için gönüllü olması, Peygamberimizin de hoşuna
gitmişti ki, Enes'i en zor şartlarda bile yanından ayırmamıştı. Kendi çocukları
çoktan büyümüş, torunları ise henüz dünyaya gelmemişti. Dolayısıyla Enes,
Rahmet Elçisi'nin, vefatına kadar süren on yıllık Medine hayatında eğitimi ile
bizzat ilgilendiği ve çocukluktan alıp delikanlılığa eriştirdiği en yakın
isimdi.
Hz. Peygamber, sadece Enes'in mescide ya da hâne-i saadete gelerek
gününü paylaşmasıyla yetinmez, kendisi de Enes'in akrabalarını ziyaret etmekten
hoşlanırdı. Orada yemek yer, öğle uykusuna yatar ve ev halkına cemaatle namaz
kıldırırdı.Bu sevgi ve samimiyet ile şekillenmişti Enes'in ahlâkı. “Her
doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ya da Mecûsî
yapar...” buyurmuştu
Peygamber Efendimiz. Irk, renk ve cinsiyet farkı olmaksızın her çocuğun iyiyi
kabullenmeye ve güzeli benimsemeye meyilli bir tabiatta yaratıldığını açıkça
ifade eden bu sözler, aynı zamanda onun eğitilmeye ne kadar hazır bir yapıda
olduğuna da dikkat çekmektedir.
Aslında çocuğuna değer veren ve bu sebeple onu en güzel biçimde
terbiye etmek isteyen bir anne babanın, öncelikle bir gerçeği aklından
çıkarmaması gerekir. Her ne kadar çocuk tümüyle ebeveynine muhtaç, onların
korumasında ve denetiminde ise de gerçek anlamda, onlara değil Allah'a aittir.
Dolayısıyla anne baba çocuklarının sahibi değil emanetçisidir.
Kendilerine verilen bu emanete gözleri gibi bakmakla, onu örselemeden
yetiştirmekle ve yıpratmadan hayata kazandırmakla yükümlüdürler. Emanet
olduğuna göre, çocukları üstünde istedikleri gibi tasarrufta bulunma hakkına da
sahip değillerdir. Onu doyururken, okuturken, ödüllendirirken, cezalandırırken,
kısacası büyütüp kişiliğini şekillendirirken Yüce Allah'ın rızasına uygun
hareket etmek zorundadırlar. Zira gün gelecek, emanetin sahibi ona nasıl
davrandıklarını, neler verdiklerini ya da neleri esirgediklerini soracaktır.
Anne babalık vazifesi, sadece çocuğun karnını doyurup sırtını
giydirmekle bitmemektedir. Bunun çok daha ötesine geçmekte, yavrunun terbiyesi
gibi yuvanın sınırlarını aşarak tüm toplumu etkileyen bir alana ulaşmaktadır.
Çocuk terbiyesi ise hassasiyet isteyen uzun bir süreçtir. Belki de Kur'an'da
çocuğun “imtihan vesilesi” olarak adlandırılması, bu sürecin oyalayıcı ve meşakkatli
oluşuna da işaret etmektedir. Ama “insan yetiştirmek”, zorluğu kadar değerli,
yoruculuğu kadar onurlu bir iştir. Zira sonuçta anne ve baba, alınlarını
ağartan bir evlât yetiştirmekle üzerlerine düşeni yapmanın huzurunu yaşayacak,
onunla cennette de bir arada olma şansı bulabileceklerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav): “Kim
üç kız çocuğunun geçimini üstlenir, onları terbiye edip evlendirir ve onlara
güzel davranırsa, ona cennet vardır.” buyurmuştur. Evlâdına yeterince
emek vermeyen, onu ciddiye almayan ve Allah'ın rızasına uygun yetiştirmeyenler
ise kıyamet günü hem kendilerini hem de yavrularını hüsrana sürüklemiş
olacaklardır.
Eğitimin ilk basamağı, çocuğun varlığını tanımak, ona insan
olmakla doğuştan hak ettiği saygıyı göstermektir. Muhatabına değer vermeyen ve
onun kişiliğine saygı duymayan bir eğitimcinin başarılı olması imkânsızdır. Hz.
Peygamber'in çocuklarla iletişiminde, “onları adam yerine koymak” şeklinde
özetleyebileceğimiz bir itina derhâl göze çarpmaktadır. Fikirleri değer gören,
duyguları dinlenen ve ihtiyaçları dikkate alınan bir çocuğun, anne babası ile
sağlıklı bir ilişki geliştirebileceği, dolayısıyla terbiyesi için harcanan
gayrete olumlu tepkiler vereceği açıktır. Bu bağlamda Sevgili Peygamberimizin
çocuklara selâm vermesi, hatırlarını
sorması ve tercihlerini öğrenmek
istemesi, onları muhatap kabul
etmesi anlamına gelmektedir. Yahudi bir çocuğu tıpkı bir yetişkin gibi dine
davet etmesi ve çocukların
kendisine biat ederek bağlılıklarını ifade etmelerine izin vermesi, geleceğin teminatı olan yavruların
varlıklarına biçtiği değeri açıkça ortaya koymaktadır. Yine Allah Resûlü'nün
çocuklara özel dualar etmesi, onlara
sır vermesi ve ikramda bulunması, dostluk bağına dayanan bir eğitimi ne
denli önemsediğini göstermektedir.
Çocuğun gönlünü kazanarak üzerinde etkili
olmanın yolu, onu sevdiğini söylemekten, kucaklayıp öperek ya da birlikte oyun
oynayarak ona yakınlaşmaktan geçmektedir. Allah Resûlü'nün, çocukları eğitirken
incitmemek ve şekil vermeye çabalarken kırmamak üzere kararlı tavırları,
merhameti asla elden bırakmayan bir terbiye anlayışı oluşturmaktadır. O günün
insanı için şaşırtıcı olan böylesi bir tavır, “Küçüğümüze merhamet etmeyen, büyüğümüze
saygı göstermeyen bizden değildir.” hadisiyle tarihe geçmektedir.
Nitekim torununu öpüp kucakladığını görünce hayretini gizlemeyen Akra' b.
Hâbis'e Sevgili Peygamberimiz, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” demiştir.
Kur'an'ın, evlâtlarına şefkat gösteren anne babaları insanlığa
örnek olarak anlatması, arzu edilen ebeveyn modelini oluşturma yolunda
manidardır. Kardeşlerini kuyuya atmak gibi büyük bir hata işlemelerine rağmen
çocuklarını affeden ve Allah'ın da onları affetmesi için dua eden Hz. Yakub,ölüm
döşeğinde hâlâ onlara güzellikle nasihat etmektedir. Lokman'ın oğluna öğütlerini içeren
âyetler, “Yavrucuğum!” şeklinde son derece yumuşak ve samimi
bir ifadeyle başlamaktadır. Aynı
şekilde Hz. İbrâhim de oğlu İsmâil'e gösterdiği nazik tavır ile Kur'an'da
anılmaktadır. Tufanda ölümle
burun buruna geldiğinde bile babasının peygamberliğini kabul etmediği hâlde
oğluna kıyamayan Hz. Nuh, “...Yavrucuğum, bizimle beraber sen de
(gemiye) bin, inkârcılarla birlikte olma...” diye seslenmektedir.
Bütün bunlar, özellikle zihinlerde otoriteyi temsil eden babaların, şefkat ve
merhamete davet edilmesi açısından dikkat çekicidir.
Bir babanın, çocuğunu terbiyesi esnasında şiddete başvurmaması ve
disiplini şiddet ile özdeşleştirmemesi için Sevgili Peygamberimize bakması
yeterlidir. Peygamberimizin yanında büyüyen Enes şöyle demiştir: “Resûlullah'a
(sav) on sene hizmet ettim. Vallahi bana bir kez olsun 'Öf!' bile demedi. Herhangi bir şeyden
dolayı, 'Niçin böyle yaptın?' demediği gibi, 'Şöyle
yapsaydın ya!' da
demedi.” Peygamberimiz, tıpkı
kendisinden önceki peygamberlerin nezaketiyle, ona, “Yavrucuğum” ya da “Enesçik” diye hitap etmiştir. Hata
ettiğinde telâfi etmesi için imkân tanımış, kimi
zaman da elinden tutarak bizzat yapacağı işe yönlendirip işi bitene kadar
beklemek suretiyle hata yapmasına engel olmuştur.
Peygamber Efendimiz sadece kendisi çocuklara karşı hoşgörülü ve
sabırlı davranmakla kalmamış, çevresindekileri de bu konuda uyarmıştır. Bir gün
kucağına aldığı torunu Hasan, üzerine idrarını kaçırınca kızan ve çocuğa vuran
sütanne Ümmü'l-Fadl'a, “Allah seni ıslah etsin! Oğlumun canını
acıttın!”diyerek tepki göstermiştir. Yine küçük bir kız iken babası ile Hz.
Peygamber'i ziyarete gelen Ümmü Hâlid, onun mübarek sırtındaki bene dokununca
babası tarafından azarlanmış ama Rahmet Peygamberi, “Bırak
onu (dokunsun).” buyurmuştur.
Çocuğun yaptığı yanlışları eğitimi için fırsat olarak
değerlendirmek ve kuru kuruya cezalandırmak yerine, bir daha aynı hatayı
işlemesini engelleyecek şekilde doğruyu öğretmek de Peygamber yöntemidir. Bir
defasında hurma ağaçlarını taşlayan bir çocuğu yakalayanlar, cezalandırması
için yaka paça Sevgili Peygamberimizin huzuruna getirmişler, ama Peygamberimiz
onu azarlamak yerine,“Evlâdım,
ağaçları niye taşlıyorsun?” diye
sormuştur. Karnının aç olduğunu öğrendiğinde, “Hurma ağaçlarını taşlama da altlarına
dökülenleri ye.” buyurarak
ona doğruyu öğretmiş, hatta başını okşadıktan sonra, “Allah'ım,
bu yavrunun karnını doyur.” diye
dua etmiştir. Bir başka
seferinde, yemek yerken tabağın içinde elini rasgele dolaştıran Ömer b. Ebû
Seleme'nin bu yanlış hareketine müdahale eden Allah Resûlü, doğrusunu öğretmeyi
de ihmal etmemiş, “Yavrum, besmele çek, sağ elinle ve
önünden ye.”buyurmuştur.
Hz. Peygamber, çocuk eğitiminde sabırlı ve şiddetten arınmış bir
tavır benimsemiş, hizmetine koşturanlara tek bir tokat bile atmamıştır. Onun, dayağın sıradanlaştığı bir
toplumda yaşadığı düşünüldüğünde, böyle bir tavrın değeri daha rahat
anlaşılacaktır. Zira çocuk bile olsa eğittiği bireyi küçümsememesi, hor görüp
ezmemesi, onun güvenini kazanması açısından bir eğitimci için vazgeçilmez öneme
sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, Peygamberimizin terbiye metodunun güç
gösterisi ve alternatifsizlik üzerine değil nasihat ve örneklik üzerine
kurulduğu görülecektir. Unutmamalıdır ki çocuklar, emir ve tembihlerden çok
örnek olma yoluyla eğitilir. Çocuk duyduğunu ve okuduğunu değil gördüğünü
benimsemekte, özellikle anne babasını model alarak kendi davranışlarına yön
vermektedir. Bu bağlamda, “Allah'tan sakının, çocuklarınız
arasında âdil olun!” emrine
uyarak evinde adaleti gözeten bir babanın evlâtları, adaleti, yaşayarak
öğrenecektir. “Gel, sana bir şey vereceğim!” diye çocuğunu çağıran Abdullah b.
Âmir'in annesine, gerçekten bir şey verip vermeyeceğini soran Peygamberimiz,
hurma vereceğini duyunca, “Aman dikkat et! Eğer ona bir şey
vermemiş olsaydın, senin için bir tür yalan yazılacaktı.” buyurmuştur. Çünkü eğer anne
babası doğru sözlü olursa çocuk da dürüstlüğü öğrenecek, aksi takdirde yalan
üzerine kurulu bir hayatı normal karşılayacaktır. Beraberinde büyüdüğü Hz.
Peygamber'in özel hayatın mahremiyetine ve sırrın dokunulmazlığına gösterdiği
hassasiyeti gözlemlediği için Enes, kendisine Peygamber için ne iş yaptığını
soran annesine, “Bu sırdır!” diyebilmiş, annesi de bu duyarlılığını beğenerek,
“Sakın Resûlullah'ın sırrını kimseye söyleme.” demiştir.
Çocuğa güzel örnek olmak ahlâkî gelişimi için
şart olduğu gibi sosyal hayata alışması ve ibadet hayatını benimsemesi
açısından da büyük önem taşır. Sevgili Peygamberimizin çocukları sosyal
hayattan dışlamamasının en bariz göstergesi, onların Medine Mescidi'ne
gelmelerine engel olmamasıdır. Çünkü mescit o günün sadece ibadetgâhı ve
medresesi değil hayatın kalbinin attığı ve hukuktan edebiyata her türlü sosyal
hadisenin cereyan ettiği merkezidir. Peygamber Mescidi'nde vakit namazlarında
bile erkeklerin arkasında saf oluşturacak kadar çocuk bulunması, Allah
Resûlü'nün hayatın akışıyla çocukları ne denli sık buluşturduğunu
göstermektedir. Omzunda bazen kız, bazen de erkek torunları ile namaz kılan hatta bu şekilde cemaate namaz kıldıran ve cuma hutbesi veren Hz. Peygamber, elbette çocukların
namazla büyümesini arzulamaktadır.
Sadece mescitte değil evlerde de namaz kılarken çocukların namaza
katılmasını sağlayan Peygamber Efendimiz, açık
alanda namaz kılınırken safların arasında dolaşan çocuklara aldırmamıştır.Onları
ibadet edilen ortamdan uzaklaştırmamış, aksine nasıl namaz kılacaklarını bizzat
öğretmiştir. Söz gelimi Enes'e, “Yavrucuğum! Namazda yüzünü sağa sola
çevirip bakma.” demiştir.
Cemaate katıldığında yanlışlıkla imamın soluna duran amcasının küçük oğlu
Abdullah b. Abbâs'ı tutup sağ tarafına geçirdikten sonra başını okşamıştır. Peygamberimiz, çevresindeki çocukları
her fırsatta namaz konusunda teşvik ve kontrol etmiştir. Bir gece eşi Meymûne
annemizin odasına girdiğinde, geceyi teyzesi Hz. Meymûne'nin yanında geçireceği
anlaşılan Abdullah b. Abbâs'ı görünce, “Çocuk namaz kıldı mı?” diye sormuş, onun namazını kıldığını
öğrenmeden içi rahat etmemiştir.
Çocuklara dinî bir terbiye vermede Peygamberimizin özellikle namaz
üzerinde ısrarla durduğu görülmektedir. İbadet sevgisinin erkenden yerleşmesi
ve geç olmadan alışkanlık hâlini alması için,“Sağını
solundan ayırabilen yaşa geldiği zaman (çocuğa) namaz kılmasını emredin.” buyuran Peygamberimiz, ilerleyen
yaşlarda çocuğun namaz kılması için ısrarcı olunması gerektiğini de
vurgulamıştır.
Tıpkı namazda olduğu gibi oruç tutma konusunda da çocukların küçük
yaştan itibaren eğitilmelerini isteyen Peygamberimizin zamanında, anneler
küçüklerin oruçla barışık olmaları için onlara yünden oyuncaklar yaparak
açlıklarını unutturmaya çalışmışlardır. İbadetle
iç içe büyümeleri gereken çocukların hac gibi bir izdihama katılmalarına bile
müsamaha gösteren Allah'ın Resûlü, kucağındaki bir çocuğu kaldırarak, “Buna da
hac var mı?” diye soran anneye, “Evet. (Onunla birlikte haccettiğin
için) sana da ayrıca ecir var.” buyurmuştur.
Çocuk, her ne kadar bugün yaşıyorsa da aslında bugünden çok yarına
aittir. Ona verilen emek, yarının insanını yetiştirmek yani geleceğin toplumunu
şekillendirmek demektir. Sevgili Peygamberimizin, “Çocuğunun
senin üzerinde hakkı var!” buyurarak
uyardığı baba ve annelerin, evlâtlarına eksiksiz teslim etmeleri gereken
hakların başında ise onlara güzel bir terbiye vermek gelmektedir. Çocuğun
sosyal ve kültürel gelişimi, bedensel ve zihinsel eğitimi, ahlâkî ve dinî
terbiyesi anne kucağında başlayacak, baba ocağında sağlanacaktır. İyi bir evlât
sahibi olmak için çırpınan ebeveynler, Hz. Peygamber'in şu öğüdünü daima
hatırlamalıdır: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel
terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder