KENDİNİZİ VE AİLENİZİ, ATEŞTEN VE HÜSRANDAN
KORUYUNUZ
|
Huzeyfe ibnYemân (r.a) Hz. Ömer'in de olduğu bir
mecliste Allah Rasûlü'nün şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:
|
“Bir kimseyi gerçekten sarsacak imtihan, ailesi, malı, çocuğu ve
komşusuyla ilgili olarak yaşayacağı imtihanlardır. Bu imtihanlarda işleyeceği
hatalara oruç, namaz, sadaka veemr-i bi'l-ma'rûfnehy-i ani'l-münker kefaret
olur.”(1)
Bir insanın
ailesi, gerçek bir imtihan meydanıdır. Bu imtihanda insan çok şeyler de
kazanabilir, çok şeyler de kaybedebilir. Fitne kelimesi de daha çok kaybetme
ihtimali olan imtihanlar için kullanılır.
Allah
Rasûlü (s.a.s) bu hadisiyle zorlu bir imtihan alanına dikkat çektiği gibi,
imtihanda işlenebilecek hataları telafi edebilecek, onları örtebilecek,
silebilecek amellere de dikkat çekmiştir. Bu amellerin her biri, kişiyi
olgunlaştıracak, şahsiyetini güçlendirecek, cemiyete faydalar getirecek
amellerdir. İnsan kendisini de, içinde yaşadığı ailesini de korumak
zorundadır, cemiyetle hayra doğru adım atmak için azim ve gayret içinde
olmalıdır.
Zikr-i Hakîm'de:
“Ey iman edenler
kendinizi ve ailenizi Cehennem ateşinden koruyun…”(Tahrim, 66/ 6)buyrulur.
Bu, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir ikaz, bir buyruktur.
Bizlere yaratılış
güzelliği ve sayısız nimet bahşedilmiştir. Bizden istenen, bizi yaratanı ve sonsuz
nimetlerle donatanı tanımak, hayatı onun huzuruna çıkıp hesabını verecek
şekilde ve şuurda yaşamaktır. Bu şuurda yaşanınca dünya hayatı da güzeldir,
emniyetlidir, huzurludur. Dolayısıyla Rabbimiz bizden iki cihan saadetini
elde edecek güzellikte ve dürüstlükte bir hayat seyri istemektedir.
Zikr-i Hakîm’de
cennet ehlinin cennetteki hali tasvir edilirken gönüllere ümit ve sürur veren
bir inceliğe dikkat çekilir ve şöyle buyrulur:
“İman edenler ve
gönüllerinde iman nuru taşıyarak onların yolundan yürüyen nesilleri var ya,
işte biz onların zürriyetinden gelen bu insanları da onlara katarız. Onların
amellerinden de hiçbir şey eksiltmeyiz. Her insan, kazandıkları karşılığı
rehindir.”(Tûr, 52/ 21)
Bu âyet-i
kerîmede, cennet nimetlerinin, mü’min gönüllerin kendi neslinden gelen ve
gönlünde iman nuru taşıyan insanlarla bir araya gelmesiyle daha da kemal
bulacağı, bununla sevince sevinç, coşkuya coşku katılacağı dile getirilir.
Ayrıca hayırlı
bir neslin, asırlar sonra da İslâm’a gönül vererek, hizmet ederek hak yolda
yürümeye devamı için anne ve babaların zemin hazırlamasına teşvik vardır…
Bu onların
ecirlerini çoğaltacak, ailesiyle cennette buluşma saadeti yaşatacaktır. Bu
farklı bir nimettir. Dünya hayatında gerçek saadet nasıl aile ve dostlarla
elde edilirse, ebedî âlemde de bir araya geliş, aynı lütfa eriş saadete
saadet ekleyecektir.
Eşya zıddıyla
daha iyi tanınır. Hüsran, kazancın zıddıdır. Şu âyet-i kerîme de aynı manayı
diğer bir açıdan tamamlamakta, vurgulamak istediğimiz mananın daha iyi
anlaşılmasına yardımcı olmaktadır:
“De ki: Gerçekten
hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de ailelerini hüsrana
sürüklemiş olanlardır. Bilesiniz ki kesin, açık ve net hüsran işte bu
hüsrandır.”(Zümer, 39/ 15)
Evet, gerçek
saadet, cennette bir insanın ailesi ve gelecek nesillerle bir araya gelişiyle
kemal bulduğu gibi, insanı binlerce kere kahretmesi, pişmanlıkla
kıvrandırması gereken zarar ve hüsran da kişinin ailesiyle ile birlikte
hüsrana sürüklenişi, ebedî azabın pençesinde birlikte kıvranışıdır. “Paylaşılan
sevinçler çoğalır, acılar azalır.” denilir; ancak ebedî hayattaki acıyı
paylaşma, azabın tesirini azaltmayan, aksine çoğaltan, katlayan bir
paylaşmadır. Bu beraberlik sevinç hissettirmeyen bir beraberliktir.
Ailenin ve
gelecek nesillerin hüsranına ve sonunda azaba sürüklenişine zemin
hazırlayanın, acı ve ızdırabı şüphesiz daha dehşetli olacaktır…
Bilinen bir
gerçeği tekrar hatırlatıyoruz: Dünya hayatından sonraki pişmanlık faydasız
bir pişmanlıktır…
(1) Sahih-i
Buhârî, Mevâkîtü's-Salât (4/ 149), Sahih-i Müslim, Fiten (4/ 2218).
|
Dr
Şerafeddin Kalay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder