29 Şubat 2016 Pazartesi



İSLAMİ EĞİTİMİN AYDINLIĞINDA ÇOCUK YETİŞTİRMEK

            Modern(!) zamanlardayız. İnatla vahye ve ilahi değerlere sırt çeviren modern zamanlar. Seküler(dünyevi) , batıl ve insanı şirke düşüren değerlerin(!) fütursuzca körpecik dimağlara empoze edildiği, ahlaktan ve insanlıktan uzak, çıkarcı, egoist ve post modern zalimlerin üretildiği bir çağda yaşıyoruz. Tüm teknolojik gelişmelere inat gittikçe ilkelleşen bir çağ.

            Vahiyden uzaklaştırılmış, tek tipleştirici ve ruhsuz eğitim anlayışlarının çocuklarımızın geleceğini ve en önemlisi kalbini ve aklını kararttığı bu çağda, sadra şifa olacak sahih, sağlam ve gür bir sedaya ihtiyacımız var. Bu gür seda, elbette ki aziz dinimiz İslam’ın Rabbani eğitim anlayışıdır. Lakin temel problemimiz bu eğitim anlayışını asrın idrakine uygun bir formda ifade edemeyişimizdir.

            Bizlere Allah tarafından emanet olarak bahşedilen göz nurumuz, ciğerparemiz çocuklarımız tertemiz İslam fıtratı üzere dünya gelmektedirler; fakat ebeveynlerinin, ya da kötü arkadaş ve toplumun etkisiyle temiz fıtratlarından uzaklaşıp batıl din ve ideolojilere sapabilmektedirler. Tabi ki, önemli olan çocuğun fıtratını her daim aynı safiyetle muhafaza edebilmektir.

            Eğitimi, insanlığın fıtratını sözle doğrudan doğruya, önder kadroyla da dolaylı olarak insanı en güzele doğru bir şekilde yönlendirmenin en uygun metodu olarak tanımlar Şehid İmam Hasan El Benna. Bu, Rabbani bir metoddur. Ufak ve büyük hiçbir hususu bırakmayan, bütün incelikleri ve özellikleriyle insan ruhunu ihata eden, ayrıntılarıyla beşer hayatını kuşatan ve her yönüyle gelişmiş bir metod.

            İslami eğitim, sürekli olarak insanı tüm hayatında harekete, canlılığa teşvik eder ve çevresiyle düzenli bir ilişki kurarak sadece insanlarla değil, aynı zamanda hayvanlar, hava, deniz ve bitkilerle iyi bir diyalog kazandırır. Çünkü, Müslüman temelde Allah’ın kendisi için yaratmış olduğu tüm dünyaya karşı imar, inşa ve ıslah göreviyle mükelleftir. İslam’ın dışında hiçbir eğitim sistemi, insanın hem dünya, hem de ahiret hayatının ıslahına çalışmaz.

            İslami eğitimin aydınlığında çocuk yetiştirirken hedefimiz, onları dünya ve ahirette en iyi, en yararlı, en hayırlı ve en güzele ulaştırmaktır. Allah’ın hükmünün yeryüzüne hâkim olabilmesi, adaletin toplumda tesis edilmesi; can, mal, nesil, din ve akıl emniyetinin sağlanması bu aydınlık eğitimin paralelinde yetiştireceğimiz nesillerin eliyle mümkün olacaktır inşallah.

            Aziz dinimiz İslam, tüm çağlara hitap edip cevap verebilecek bir yücelikle gelmiştir. İslam, dünya ve ahiret hayatını düzenleyen yegâne hak dindir. Bu dinin terbiyesiyle yetişen çocuk, dünyanın her yerinde fazilet, şeref ve onurunu koruyacak bir şahsiyete ve üstün davranış özelliklerine sahip olacaktır. Bu üstün ahlak ve terbiye ile çocuklarımızı yetiştirirken anne ve babalara büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu görev ve sorumlulukların bir kaçı:

-          Çocukların kişiliğine küçük yaşlardan itibaren İslami ruhu aşılamak

-          Çocuklara ciddi olmanın örneğini mutedil bir şekilde sergilemek

-          Çocukların erkek veya kız olsun ileride faydalı salih birer insan olmaları için onların bedeni, akli ve ruhi ihtiyaçlarını karşılamak

-          Çocukları camilere, mescidlere alıştırıp cemaati tanımalarını sağlamak. Sohbetlere ve vaazlara katılmalarını teşvik edip çevrelerinin genişleyip sosyalleşmelerine yardımcı olmak

-          Dışarıda başıboş dolaşıp oynamamaları, arkadaşlarıyla kaliteli zamanlar geçirmelerini sağlamak şeklinde sıralanabilir.
Bunun yanında evde mutlaka İslami bir kütüphane bulunmalı ki çocuklar Kur’an, sünnet ve sahabenin hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip olsunlar.

      İslam Eğitimi, çocuğu bir bütünlük içerinde eğitmeyi, iyi insan ve iyi Müslüman yetiştirmeyi hedef alır. İslam eğitimcilerine göre çok erken yaşlardan itibaren çocuğun eğitimine başlanmalıdır. Başlangıçta beslenme, giyinme, sosyal ilişkiler ve oyun gibi tabii davranışların eğitimine önem verilir. Çocuğun güzel davranışlarının takdir edilmesi ve onu sevindirecek şekilde bazı hediyelerin verilmesi gerekir. Hatalı davranışları ise dolaylı yollarla düzeltilmeye çalışılmalı, bunları çocuğun yüzüne vurmamalı hatta çoğu zaman görmemezlikten gelmelidir. Hataların düzeltilmesinde kötü söz, azarlama, bağırıp çağırma ve tehditler savurma faydadan çok zarar getirir. Bu durumlar çocukta inatçılığın gelişmesine ve nasihatin etkisinin ortadan kalkmasına yol açar.

İslam eğitimcileri çocuğun eğitilmesinde iki genel kuraldan hareket ederler: Birincisi, çocuğun gelişim aşamalarının dikkate alınması ve her bir aşamanın özelliğine göre uygun bilgi ve davranışların kazandırılması. İkinci aşama, ferdi farklılıkların dikkate alınması ve her çocuğa kendi yeteneğine uygun düşen bilgi ve davranışların öğretilmesidir.

      İslam eğitimde temel metod, sevgi ve şefkattir. Zor kullanma ve dayak atmak çok sınırlı durumlar için, çocuğu fazla incitmeyecek tarzda ve son çare olarak uygun görülmüştür. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in, hayatı boyunca hiçbir çocuğu dövmediğini bildiren bir çok hadise dayanarak, dövmenin doğru olmadığını savunan eğitimciler de vardır.

Dini esasların öğretimi, çocuğun kendisine söylenenleri tam olarak anladığı ve kendi düşüncelerini az çok ifade edebildiği yaşlardan itibaren başlatılmalıdır. Bu konuda ilk önce tevhid inancını içeren cümle ve ifadeler öğretilmelidir. Hz. Peygamber’in, “Çocuklarınıza en önce ‘la ilahe illallah’ cümlesini öğretiniz” şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilir. İlkokul çağından itibaren Kur’an’ı Kerim öğretimine başlatılabilir. Çocuk yedi yaşına geldiğinde namaz kılmaya başlatılmalıdır. Ancak çocuğu namaza alıştırmada genel olarak yumuşak bir yol tutulmalı, bu konuda çocuğun tam bilgi sahibi olması temin edilmeli ve zaruret olmadıkça zora başvurulmamalıdır.

      Çocuğa kısa duaların öğretilmesi de çok önemlidir. Çocuğun terbiyesinde, Hz. Adem’den Hz. Peygamberimize kadar devam eden ve Kur’an'la insanlığa yayılan ilahi yardım talebi; yani dua, çocuğun sosyalleşmesinde, duygularının eğitilmesinde, karakterinin sağlamlaşmasında, şahsiyetinin kuvvetlenmesinde, ahlaki duygularının gelişmesinde, çocuktaki içsel enerjinin niyet haline dönüşmesinde ve din eğitiminin hedeflediği mükemmel insanın yetiştirilmesinde merkezi bir öneme sahiptir.

İslami eğitimin aydınlığında yetişen çocuk, güzel ahlak üzere yaşayan çocuktur. Yüce Nebi (sav) “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyerek ahlakın eğitimdeki önemine atıfta bulunmuştur. Çocuklarımız İslam’ın ahlak öğretileriyle terbiye edilmelidir. İslam’ın ahlak öğretileri, Allah’ın bütün yarattıklarına karşı merhametli olmayı, sosyal ilişkilerde dürüstlük ve güvenirliliği, karşılık beklemeden sevgi ve fedakârlığı, samimiyet ve iyi niyeti, kötü arzuların bastırılmasını ve daha birçok erdemleri ihtiva etmiştir. Bu ahlaki öğretiler bizleri ve neslimizi insanlar arasındaki ilişkilerde mükemmelliğe götüren esaslardır.

 İslami eğitimin aydınlığında çocuklarımıza; özgür düşünceli, sorgulayan, yanlışlara her ne pahasına olursa olsun karşı duran, ahlaklı, faziletli bir duruş örneği  “rol model" şahsiyetler gösterilmelidir ki, çocuk bu erdemli davranış biçimlerini hayatına geçirsin.

Hülasa biz Müslümanlar, Kur’an’ın rehberliğinde örnek şahsiyetli nesiller yetiştirmek, dört başı mamur İslam medeniyetini bu yetişen öncü nesille yeniden inşa edebilmek ve aydınlık yarınların olduğu müreffeh bir dünyayı ve sonsuz saadetin olduğu bir ukbayı onlar için istiyorsak İslam’ın evrensel öğretileriyle çocuklarımızı yetiştirmeli ve terbiye edebilmeliyiz.

Ne mutlu her dem sorumluluk bilinci içinde, İslam’ın aydınlık eğitim sistemi ile çocuklarını yetiştirebilenlere…



                                                                       İdris GÖKALP

28 Şubat 2016 Pazar

IRKÇILIĞA KARŞI İSLAM KARDEŞLİĞİ



IRKÇILIĞA KARŞI İSLAM KARDEŞLİĞİ

            Ademoğlunu insanlıkta eş, inanları imanda kardeş kılan Allah’a hamd, iman kardeşliğini nadide örnekleriyle öğreten Efendimize, aline ve ashabına salat, Tarih boyu hakiki kardeşlik için bedel ödeyen tüm mü’minlere selam olsun.

            İnsanlığı felakete götüren en büyük hastalıklardan birisi ırkçılıktır. Tarih, bunun kanlı örnekleriyle doludur. Onun içindir ki, Tevhid Dini İslam en keskin ve şiddetli vurgularla ırkçılığı reddetmiş onu lanetlemiştir. İslam ümmetinin ırkçılıktan gördüğü tahribat ve zarar sadece ümmeti değil, tüm insanlığı ilgilendirmektedir. Bu ümmet Emevi-Abbasi kavgalarını, Moğol, tatar istilalarını, irili ufaklı on sekiz haçlı savaşını atlatmış, sendelemiş; ama yıkılmamıştır. Ama ırkçılık belasını atlatamamış, içten ve dıştan ırkçılık silahıyla ümmet elli parçaya bölünmüş ve batı da bu silahla işgal ve sömürü çarkını devam ettirmiştir.

            Irkçılık; kişinin kendi soyunu, kabilesini, milletini ve ırkını diğer ırklardan üstün görmesi, diğerlerini ise hakir görme halidir. Irkçılık, fertler ve toplumlar arasında kin, haset, husumet ve düşmanlık duygularını yeşertir. Bir ırka mensup olmak fıtrat gereğidir. Bu yerinecek ve övünülecek bir şey değildir. Fakat mensup olduğu ırkla övünmek merduttur. İşte ırkçılık budur.

            Her güzelliğin olduğu gibi her sapmanın da bir piri vardır. Irkçılığın piri iblistir. Zira iblis, Adem’e secde ile emrolunduğu vakit “Ben ondan üstünüm” demişti. Bunu da, “Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın” diye gerçekleştirmişti de şeytanlaşmıştı. Kendi ırkının başka ırklara üstünlüğünü savunanların yaptığı şeytanın yaptığından farklı değildir. Aynı şey tüm asabiyet türleri için de geçerlidir.

            Irkçılıkla ilgili ayet ve hadislere baktığımızda dinimizin bu konudaki tutumunu net bir şekilde müşahede edebiliriz:

            “Ey insanlar, doğrusu, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sırf birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”(Hucurat 13)

            “Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da eşini var eden ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbine karşı gelmekten sakının.” (Nisa 1)

            “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinin ve renklerinin farklı olması da O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir.”(Rum 22) ayetleri ile;

            “Irkçılığa (asabiyeye) çağıran bizden değildir; ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere, asabiye uğruna ölen bizden değildir.”(Müslim, Ebu Davud, İbn Mace)

            “Asabiyet davasına kalkan, onu yaymaya çalışana, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir.” (Ebu Davud)

            “Zulüm ve haksızlıkta kavmine yardıma kalkışan kişi, kuyuya düşmüş deveyi kuyruğundan tutup çıkarmaya çalışan kişi gibidir.” (Ebu Davud)

            “Kim kafir olan dokuz atasını onlarla izzet ve şeref kazanmak düşüncesiyle sayarsa, cehennemde onların onuncusu olur” (Ahmed b. Hanbel) hadisi şerifleri bizlere ırkçılığın ne denli kaçınılması gereken anlamsız bir zihniyet olduğunu gösteriyor.

            İslam’a göre ırk öğesi insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medeni bir toplumun oluşmasında da temel etken değildir. Medeni bir toplum, hayvanlar gibi iç güdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler çevresinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle İslam toplumu İslam’ı bir din, bir hayat düzen ve biçimi olarak benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etken inançtır. Irk vb. başka cahili etkenler aramak akideye terstir.

            Irkçılık toplumdaki bağları zayıflatır. İnsan saadetinin ve mutluluğunun temel taşı olan meziyetleri kökünden yıkar, kardeşliği sarsar, muhabbeti gölgeler, samimiyeti yok eder. Kin, haset, düşmanlık gibi manevî mikropların kaynağı olduğundan, birlik ve beraberliği zedeler. Irkçılık, yıkıcı bir fırtına gibidir. Tarihin Şahitliğiyle nice devletleri zaafa düşürmüş, nicelerini tarih sahnesinden silmiş, zorlama ve baskı ile nice üzücü olaylara sebep olmuştur.

            Irkçılığa, asabiyete ve modern ifadesiyle ulusalcılığa karşı çer çöp gibi dağınık olan ümmet coğrafyasında en etkili çözüm “İslam kardeşliğidir.” İslam kardeşliği hayal değil, hakikattir. Keyfi değil mecburidir. Hucurat 10. ayette Rabbimiz “Müminler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı sorumlu davranın ki, O’nun merhametine nail olasınız.” Buyuruyor. İslam kardeşliğinin temeli imandır. İmanın temeli ise sevgidir. Tıpkı Allah Resulünün buyurduğu gibi “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız” (Müslim)

            Bugün ümmet ve coğrafyasında ve bilhassa yaşadığımız topraklarda ihtilafları, akan kan ve gözyaşlarını, yükselen ırkçılık ve ulusalcılık dalgasını ve sen ben kavgasını görünce, İslam’ın evrensel mesajına ve kardeşliğine ne kadar muhtaç olduğumuzu tüm çıplaklığıyla müşahede ediyoruz. Gerçek ve ideal kardeşliğin, insanlık tarihine baktığımızda kan ve ırk bağı ile değil de, din-inanç bağı ile gerçekleştiğini, bununda en güzel örneğinin İslam’da olduğunu görüyoruz. Şüphe yok ki, Müslümanlar arasındaki İslam kardeşliği bağı diğer bütün bağların üzerinde ve üstünde bir bağdır. Çünkü o, dini inançtan/imandan ileri gelir ve onunla beslenir ve güçlenir. İslam kardeşliği o kadar güçlüdür ki, başka hiçbir kardeşlik ve dostluk onun yerini dolduramaz.

            Yüce Allah’ın ve kutlu Peygamberinin İslam kardeşliğine bu kadar büyük değer ve önem vermiş ve Müslümanlar arasında bu kardeşliğin mutlaka gerçekleştirilip sürdürülmesini istemiş olmalarının en önemli sebebi, bu din binasının Tevhid temeli üzerine kurulmuş olmasıdır. Tevhid dini İslam bütün mü’minlerin duygu, düşünce, tavır, kader ve sevinç olarak tek bir vücut olmalarını ister. Peygamberimiz (sav)’in “Mü’minin başka mü’minle olan durumu, taşları birbirine kenetlenip perçinleyen duvar gibidir.” “Mü’minler birbirlerine acımada, sevmede ve yardımlaşmada beden gibidirler. Bedenin herhangi bir organı hastalanacak olsa, derhal öteki organlardan da uykusuzluk ve ateş ile onun acısına ortak olurlar.”

            Oysa ırkçılık ve asabiyet biraz önce saydıklarımızın tam zıddı üzere ikame edilen hastalıklı, parçalayıcı ve ötekileştirici  lanetli bir zihniyettir. Tarafgirlik davasıyla ümmetin çer çöp gibi parçalandığı aşikârdır. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayı meşru gören ırkçılık, aileleri, kabileleri, cemaatleri ve milletleri de kendi içinde parçalar. İnsanlık tarihi asabiyetin kan ve zulüm kokan dehşet hatıralarıyla doludur. Özellikle ülkemizde cahili hâkim ideoloji mutluluğu belli bir etnik kimlikte görerek kendinden olmayanı dışlamaktadır. Irkçılığın çağdaş versiyonu ulusçuluk üzerinden farklı ırktaki insanlar bu topraklarda bin küsur yıldır kardeşçe yaşamalarına rağmen birbirine ötekileştirilmekte, inkâr edilmekte, zulüm görmekte ve ayrılık tohumları ile anaların ağlaması devam ettirilmektedir.

Batılı hayat tarzı, yani modernizm İslam dünyasında itikadi ve siyasi alanlardaki iç çürümüşlükten de yararlanarak kendi cahiliyesini Müslüman kitlelere dayattı. İslam coğrafyasında körüklenen Türk, Arap, Fars, Kürt, Arnavut, Berberi, Beluci vd. ulusçuluklar tamamen sanal ve Avrupa emperyalizminin ürettiği ve teşvik ettiği hareketlerdi. Bugün tüm yakıcılığı ile devam eden ve ülkemizde kardeşi kardeşe kırdırma projesi olan Kürt sorunu da, ulus kimliğin üst bir kimlik olarak dayatılması sonucu doğmuştur. Biz Müslümanlar üzerine düşen ise, gerekçesi ne olursa olsun arası bozulan iki kardeşin, grubun veya ırkın arasını İslam’ın hak ve adalet ölçülerine göre düzeltmektir. Bu takvanın gereğidir. Aksi halde merhametten mahrum kalırız ve cahiliyeye gerisin geriye döneriz.

            Ümmet ırkçılık belası ile bir çıkmaza sokulmaktadır. Çare bellidir: İçi vahiyle doldurulmuş, kuşatıcı, adil, her türlü zulme ve şirke “La” diyen, şefkat ve merhamet temelli bir “İslam kardeşliği.”

            Biz “Kendin için ne istiyorsan kardeşin içinde onu iste” düsturuyla hareket etmeliyiz. Bir Türk kendisi için neyi talep ediyorsa, Kürt kardeşi için de aynısını talep etmekle mükelleftir. Aksi takdirde hakkını alamayan kardeşlerimiz cahili ideolojilerin peşine düşüp hak talep edeceklerdir ve bu durumda tüm Müslümanlar vebal altına gireceklerdir.

            Kur’an, İslam kardeşliğini bütün Müslümanların aynı duygular etrafında birbirlerinin hak ve menfaatine saygı göstermek ve hatta gerektiğinde onları müdafaa etmek üzerine bina etmiştir. Çünkü ilahi irade bütün Adem çocuklarına hitap etmektedir ve herkes için rahmettir. Irk, renk, kabile ve desen ayırtımı yapmadan hepsini Kur’an’i değerlere (Hablullaha) çağırmaktadır.

            “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın.” (Ali İmran 103) ayetindeki Hablullah’ın (Allah’ın ipi) Allah’a izafe edilmesinde şunu anlamak mümkündür: İslam kardeşliğinin ihtiva ettiği değerler hem zihinsel hem de pratikte kabul edilse ve ihlal edilmelerine müsaade edilmese, Müslümanların birbirlerinden kopmaları, parçalanmaları, birbirlerine zulüm etmeleri ve birbirlerine silah çekmeleri mümkün olmayacaktır. Çünkü kardeşlik kavramının muhtevasında kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de isteme, adaleti ikame etme ve hakları korumada mazlumun yanında yer alma görev ve sorumluluğu vardır.

            İslam, ırk, bölge ve rengi İslam kardeşliğinin temel ilkeleri olarak kabul etmemektedir. Fakat bu, İslam’ın, bu farklı ırkları ve renkleri görmezden gelmiş olduğu anlamında değildir. Bilakis İslam ırkların ve farklı desenlerin insanlığın doğal yapıları olduklarını kabul eder.İslam, sadece Müslümanların değil bütün insanların dünyada sorunsuz bir şekilde beraber, kardeşçe yaşama projesidir. İslam ne hayaldir ne de hayali bir dünyanın içine hapsedilen bir dindir. O hayatın ta kendisidir. Dolayısıyla İslam kardeşliği de hayal değil hakikattir.

            Düşmanın galibiyeti güçlülüğünden değil ırkçılık vb. sinsi planlarla bizim aramıza tefrika sokmasından. Sağcı solcu, alevi Sünni, Kürt, Türk, Arap vs. aksi biz iki milyara varan ümmet İslam kardeşliğini tam kavrayıp güç birliği yapsak bu gün bize yaşatılan hiçbir olumsuzluğu hem kendimiz yaşamaz hem de dünya insanlığının da dertlerine çare oluruz.

            Biz Müslümanlar İslam kardeşliğini ve ümmet bilincini her zaman hatırlayacak ve hatırlatacağız inşallah. Bu toprağın çocuklarına İslam kardeşliğini hatırlatan kimselere, “Kardeşlik edebiyatı yapma!” diyenlere bir çift sözümüz olmalı: Siz şeytanın ve şeytani güçlerin meccanen taşeronluğunu yapıyorsunuz! Sizi kimlerim devşirdiğini biliyoruz! Size ve sizi devşirenlere diyoruz ki: Bin yıllık gerçeği yüz yıllık yalana yedirmeyeceğiz! Selahaddin Eyyubi ile Fatih Sultan Mehmed’i ayırmayacağız. Dua okurken, İskilipli Atıf’ı bir elimize, Nurs’lu ve Palu’lu Saidleri öbür elimize koyacağız! Her rekâtta “İhdine's-sıratal- müstakim” (bizi dosdoğru yola yönelt) derken, ayetteki BİZ’i Allah’ın tarif ettiği gibi kabul edeceğiz. Allah’ın BİZ tarifinin yerine ırka, renge, kavme, kabileye, ulusa, soya, boya, mezhebe, meşrebe, tarikata, partiye, cemaate, cemiyete, kliğe, ekole dayalı BİZ tanımlarını geçirmeyeceğiz. Bunu yapan holiganları, şu hakikatı haykıran Allah Resulüne havale edeceğiz: “asabiyete çağıran bizden değildir”

            Sonuç olarak Müslümanlar, İslam kardeşliğini hayali bir söylemden kurtarıp hakiki kardeşliğe dönüştürmelidirler. Kardeşlik bilinci, İslami bir zorunluluktur. Kardeşli bilinci, seviyeli bir İslam toplumunun gerek şartıdır. Kardeşlik bilinci, bütünleşme, 'birlikte var olmak' bilincidir.

Kardeşlik bilinci, ortak değerlerde buluşup, ortak hedefle kararlı yürüyüştür. Bu bilinç, kardeşlik ortak paydasında hayatı yeniden anlamlandırmaktır. Kardeşlik bilinci olmadan, cemaat oluşmaz... Kardeşlik bilinci, iman bilincinin pratik ifadesinden başka bir şey değildir. Bu bilinç; akide bağının kan, gen, renk ve toprak bağlarının önüne geçmesidir...

İslam'ın öngördüğü 'toplum' bir 'kardeş toplum'dur. Bu toplumu tehdit eden tehlikeleri gördükten sonra kardeşliği, yaşatmak sorumluluğu ile karşı karşıyayız.

Ne mutlu İslam kardeşliğini yaşayabilenlere. Ne mutlu üstünlüğün takvada olduğunu bilip Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirebilenlere. Bizleri kardeşsiz bırakma Allah’ım. Şimdi ırkçılığa karşı kardeşlik zamanı.

                                                                                                 
İdris GÖKALP


Faydalanılan kaynaklar

Kardeşlik çağrısı- Ramazan KAYAN Çıra yay.
Ulusçuluk çıkmazı, Kürtler ve çözüm arayışı- Hamza TÜRKMEN Ekin yay.
Kur’ani Hayat dergisi- İslam kardeşliği hayal değil hakikat- Mayıs-Haziran 2010
Kavram tefsiri- Ahmed KALKAN




TELEVİZYON KISKACINDA ÇOCUK

İşin ciddiyetine ne kadar vakıf olduk bilmiyorum. Ancak göz önünde olan ve her gün ihtiyaç duyduğumuz bir araç haline dönüşen televizyonun üzerimizde ne kadar etki bıraktığı konusunda hala soru işaretlerinin olması kötü.

Yetişkinleri bir yana bırakıyorum. Bizim asıl derdimiz çocuklar olmalıdır. Çocukları televizyondan korumanın bütün önlemlerini almamız gerekir.

Unutmamak gerekir ki televizyon yavaş yavaş, ağır ağır dönüştüren bir araçtır.
Amerika pediatri derneği 18 yaşına kadar bir çocuğun 1 milyon reklama maruz kaldığını raporluyor. Dilde kolay tam 1 milyon reklam…

Ve 18 yaşındaki bir genç ömrünün 3 yılını televizyon karşında geçiriyor.

Sormak lazım bir çocuk haftada 25 saat televizyon nasıl izler? Nasıl bir anne baba bir çocuğun haftanın bir gününü televizyon karşısında geçirmesine razı olur?

Şöyle bir hesap yapalım. Bir çocuk günde 3 saat televizyon seyretsin. Günde 3 saat televizyon seyretmek yılda 1095 saat eder ve bu da 45 gündür. Yani bir yılda çocuğunuzun bir buçuk ayı televizyon karşısında geçiyor.

Televizyonu birçok zararlarında bahsedebiliriz. Ancak şimdilik sadece çocukları nasıl pazar haline getirdiğine bakalım. Özellikle reklamlar ve beslenme üzerine odaklandığımızda televizyon yemek kültürümüzü, beslenme alışkanlıklarımızı temelden sarsmaktadır.

Fast food yemek tarzı televizyonlardan her gün reklamlarla çocukların zihnine kazınmaktadır. Fast food tarzı işletmelerin önünde de uzun kuyruklar oluşmaktadır. Ben anne babaların nasıl olur da çocuklarını bu tür yiyeceklerle beslediklerini bir türlü anlamam.

Aslında güzel bir sistem kurulmuş. Önce çocukları televizyon karşısında oturtmayı başaracaksın. Sonra da istediğin tarzda yaşam biçimini reklamlarla ve diğer görsellerle benimseteceksin.

Bakın Amerika’nın en büyük fast food zinciri olan malum işletme her oyuncaktan %20 kar alır. Ve her yıl yaklaşık 1,5 milyar oyuncak satar. Bu da çocuğun oyuncak için bu işletmeye gitmesi demek. Anne-baba çocuğunu bu işletmelere götürmemek için direndiğinde ise çocuk sinirlenmeye, anne babasıyla tartışmaya başlıyor.
Çocuk fast food tarzı beslendiğinde de bir yığın sağlık sorunu ile karşı karşıya gelmesi ise ayrı bir sorun.

İsmini vermediğimiz ama çok bilinen bu mağaza zinciri oyuncak politikası ile ABD’de 8000’den fazla mağazaya sahip olmuştur. 3-9 yaş arası çocuklar ise her ay an az bir defa bu işletmeye gidip yemek yer.

Şimdi televizyonun etkisini bir türlü kabul etmeyen
 bazı kişilerin olduğunu biliriz. Bu durumda sormak lazım: Etkisiz bir araç olan televizyondan neden her daim fast food reklamları milyonlarca lira harcanarak yayınlanır?

Neden kola tarzı içeceklerin reklamı yapılır? Kapitalizmin en acımasızı olup ancak masum görünen bu işletmeler paralarını dağıtmak için reklam yolunu mu tercih ediyorlar?

Liverpool Üniversitesinde yapılan araştırmada televizyondaki yiyecek ve içecek reklamlarının çocukların abur cubur yemelerinde %134 etkili olduğu göstermiştir.

Bakın daha televizyonun şiddete yönelik olan etkilerinden bahsetmedik. Olumsuz davranışlar kazandırma noktasında televizyonun çocukların zihinlerini nasıl kirlettiğine hiç girmedik.

Televizyonu sebep olduğu cinsel zararlara daha girmedik. Bizden çaldığı zaman konusuna henüz dokunmadık.

Yazının başında söylediğim gibi, televizyon yavaş yavaş dönüştürür. Siz hiç anlamadan bir bakmışsınız ki yaşam biçiminiz, tarzınız tam da birilerinin istediği şekle bürünmüş. Ve siz bu değişimi kendi iradenizle yaptığınızı düşünürsünüz. Zaten işin en tehlikeli kısmı da budur.

Dönüştürülürken dönüşümün tamamen kendi iradenizle olduğunu sanmak…
Bu da yalanın en büyüğü değil midir?

Mevlana Çakıral


23 Şubat 2016 Salı



BİR EĞİTİM METODU OLARAK KURAN KISSALARI
           
            İslam Dini’nin temel kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’de kıssaların önemli bir yekûn tutması araştırmacıları kıssalar üzerinde düşünmeye ve inceleme yapmaya yönlendirmiştir. Kur’an-ı Kerim’in önemli bir bölümünün kıssalardan oluştuğu bir gerçektir. Hak-batıl mücadelesinin en çarpıcı örneklerinin yer aldığı kıssalar, insana bir tarih perspektifi kazandırmakta ve ne tür bir davranış sergilemesi halinde nasıl bir sonuçla karşılaşacağı konusunda önemli ipuçları sunmaktadır. Kıssalar, insanın insanla ve Allah’la olan diyalogunun nasıl bir çerçeve içerisinde gerçekleşmesi gerektiği konusunda örnekler vererek, önemli bilgiler takdim etmektedir. Bu nedenle kıssaların büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Din eğitiminde de kıssa metodu olarak kullanılan bu metot, insanlara ümit, sabır, teşvik, destek, rahatlama, huzur vb. anlayışları kazandırmada son derece etkili olmaktadır.

"Kıssa" kelimesi esas olarak "izlemek", "izi tâkip etmek" anlamına gelmektedir. Istılah olarak kıssa: “Âdeta olaylara yeniden bir canlılık verilerek, tarihin derinliklerinde kaybolup unutulmuş veya bazı izleri insanlığın hafızalarında varlığını koruyabilmiş hâdiselerin, muhataplara, yalan ihtimali veya hayalin karışması mümkün olmayacak bir tarzda anlatılmasıdır.” Kıssa dilimize de girmiş bir kelimedir; “Kıssadan hisse” ve “bir kıssa bin hisse” gibi tabirler Türkçede sıkça kullanılır. "Kıssa", edebiyatta "hikâye" anlamında kullanılır.

Eğitimde kullanılan kıssa, hikaye, masal gibi anlatım türleri, bireyde hedeflenen davranış değişikliklerini gerçeşleştirmek ve birey tarafından içselleştirilmesi istenilen değerleri kazandırmak için kullanılmaktadır.

Kur'an, kıssaların gerçeğini anlattığı, yani tarihte meydana gelmiş olanlarını anlattığı için ondaki kıssalara hikâye denilmez. Çünkü hikâye; meydana gelmemiş fakat vukua gelmesi muhtemel olayları temsil yoluyla anlatır. Kur'an'ın anlattığı kıssalar ise, bazı müsteşriklerin iddia ettiği gibi, tarihî hakikatlerle ilgisi olmayan, sırf öğüt vermek maksadıyla söylenmiş hikâyeler değildir. Kur'an'ın anlattığı kıssalar tarihî hakikatler, geçmişlerin haberleridir: "Böylece sana geçmişlerin haberlerinden bir miktar anlatıyoruz. Gerçekten sana katımızdan bir zikir (ibret verici olayları taşıyan bir kitap) verdik" (20/Tâhâ, 99); "Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz. Onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidâyetlerini arttırmıştık." (18/Kehf, 13)
Kur’ân-ı Kerim’in neredeyse yarısını teşkil eden tarihsel kıssalar, insanlığın Hz. Âdem’den günümüze değin var olan ve kıyamete kadar da devam edecek olan derin imanî, ahlâkî, sosyal problemlerine kesin ve net çözümler sunan mutlak ezeli ve ebedi hakikatleri içerirler.

Kıssa metodunun günümüz eğitim anlayışı içinde inkar edilemez bir yeri vardır. Özellikle sözlü kültürün yaygın olduğu toplumumuzda, çocuklara anlatılan kısa, menkıbe ve hikâyelerin çocuklar üzerinde ömür boyu silinmez tesirler bıraktığı bir vakıadır. Kıssalar ile yapılan eğitimde geçmiş toplumlarla bugün arasında bir köprü kurulur. Zamanın ötesinde bir buluşma gerçekleşir. Kıssalarla büyüyen çocuk geçmiş ve bugün arasında atılan köprüden geçerek bir durum değerlendirmesi yapar. Kıssalardaki kahramanlarla özdeşleşen çocuk kendi önünde durumunu özetleyen bir model bulur.

Çocuklar kıssalar sayesinde problem çözmeyi öğrenmiş olurlar. Zira kıssalarda bazen bir problem işlenmekte ve bu problemin çözümüne dair olaylar olması gerektiği gibi sergilenmektedir. Kıssalar muhatabın zihin dünyasını zenginleştirerek düşünce yapısını, isabetli tavır alma ve karar verme kapasitesini geliştirir. Bu aynı zamanda bireyin kendini geliştirmesi ve kişisel olgunluk kazanması anlamına da gelmektedir.

 Çocukların ve gençlerin eğitiminde tarihî, dinî ve ahlâkî kıssaların büyük bir önemi vardır. Gerçek veya gerçekleşmesi muhtemel olayları canlı bir dille, edebî bir üslûpla tasvir etmek, okuyanlar üzerinde büyük bir etki bırakır. Kötülüklerin ve ahlâksızlıkların korkunç neticeleri, en güzel şekilde hikâye üslûbuyla anlatılır ve insanlar bu yolla kötülüklerden sakındırılır. İyi işler ve güzel ahlâklıların örnek davranışları da hikâye yoluyla etkili bir biçimde aktarılarak gençler bu iyi hareket ve davranışlara teşvik edilir.

İşte bu noktada Kuranda her biri bizler için ibret ve ders niteliği taşıyan kıssaların önemi daha iyi idrak edilmelidir Kıssalar, hacim itibariyle Kur’an’ın yaklaşık yarısını oluşturmaktadır. Kıssalar yoluyla bilgilendirme ve eğitme metodu, Kur’an’da göze çarpan belirgin metodlardandır. Allah, muhâtaplarına tevhid ve ahlâk ilkelerini, tarihin kanunlarını anlatıp öğretirken, pedagojik açıdan çok önemli bir metod kullanmıştır. Bu da tarihte yaşanan hâdiseleri, dinî ve ahlâkî bir muhtevayla insanların önüne koyan kıssalar yoluyla anlatımdır.

İnsan fıtratı ve tabiatı, anlayış ve kavrama yönünden soyut ve kuru fikirleri dinlemekten çok, somut fikirlere yatkındır. Kıssalarda, fikirler adeta somutlaşır, dinleyenlerin anlaması kolaylaşır. Böylece fikirler, zihinde daha iyi yerleşir ve kalıcı olur. Oysa çıplak gerçekler ve soyut anlamlar, hem daha çabuk unutulur, hem de akıl yorarak dikkatleri dağıtabilir.
Kur’an, kıssaların açıklayıcı ve güzel bir üslupla anlatıldığını (Yusuf 3) beyan ederek, “And olsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır.”(Yusuf 111) ayetiyle ders ve ibret alınması bakımından kıssaların önemi açıkça vurgulamaktadır. Kur'ân-ı Kerîm kıyamete kadarki bütün muhataplarını ter­biye etmek için kıssalar üslubuyla her devirde insanlık için ör­nek ve önder şahsiyetler olan peygamberlerin örnek hayatları­nı ve onlara tabi olan bazı kişilerin tavırlarını anlatmaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm’de anlatılan peygamberlerin (a.s) örnek şahsiyetleri, önce Hz. Peygamber (sav), ikinci planda da bütün mü'minler için yüksek ahlakı, dînî hassasiyeti, Allah'a gi­den yolu öğreten en önemli bir metod teşkil etmektedir.
Kur’an kıssaları inananlar için ders ve ibretler içeren öğretilerle doludur. Doğru inanışların, doğru davranışların ve hayatta takip edilecek doğru yol ve yöntemlerin neler olduğu kıssaların içindeki olaylarda sergilenmiştir.
Kıssaların ders verme, sonuç çıkarma, örnek alma, model sunma ve eğitim gibi amaçları vardır. Bu amaçları gerçekleştirmek için, içinde muhatabına iletmek istediği pek çok mesaj barındırabilir. Bu mesajlar kaynaktan çıkıp alıcıya ulaştığında, alıcı kıssadan alacağı dersi alır, kıssada durumuna uygun bir model varsa onu tespit eder. Tüm bunların sonucunda kıssanın eğitim görevi tamamlanmış olur. Zaten kıssa ile eğitim amacı “kıssadan hisse” dağıtmaktır.

Kıssalar için geçerli olan temel amaç, insanları Kur’an’ın gayesi olan hakka ve hidayete ulaştırmaktır. Ancak bu genel amacın yanında ve ona paralel olarak, kıssaların da kendine mahsus amaç ve fonksiyonları vardır. Bu amaç ve fonksiyonları; ilahi vahyi ve peygamberin peygamberliğini ispat etmek, ibret ve öğüt ve Hz. Peygamberin gönlünü takviye etmek şeklinde sıralayabiliriz.
Bilinmektedir ki, eğitim insanlarda istenilen düzeyde davranış değişikliği oluşturmaktır. İslami anlamda eğitim,  bireyleri vahyin belirlediği istikamette daha ileri bir seviyeye taşıma amacına matuf, bilinçli, planlı ve fıtrata uygun sürdürülen eylemler; yani salih ameller şeklinde tanımlanabilir. Kuran kıssalarının amacı Kur’an’ın genel amacı ile paralellik içerisindedir. O da, Allah'ı hayatın merkezine yerleştirmek, insan ile Yaratıcısı arasına giren engelleri göstermek, insanı Allah’a kul etmektir. Kıssaların da bu çerçevede hedefi, geçmiş toplumlardan, geçmiş peygamberlerden canlı örnekler sunarak, insanı Rabbine yaklaştırmak ve onun Salih ameller içinde bulunmasına vesile olmaktır.

Kur'ân, kıssalar üslubuyla geçmiş peygam­berlerin evrensel mahiyetteki önemli olaylarını bize anlatmak­tadır. Bu tarz bir eğitim üslûbu Şair'in, "Kökü mazide olan bir âtiyim" sözü ile ifade etmek istediği gibi, insan için önemli bir metottur. Şunu tekrar olarak vurgulamak gerekir ki; Kur'ân kıssalarındaki terbiye metodu Kur'ân'daki metodla tamamen uyum içindedir.
Kur'ân'ın insan için bütünüyle gerçekleştirmek istediği terbiyede, kıssalar üslûbunun önemi gerçekten tartışılamaz. Özel­likle Mekke döneminde önemi daha da büyüktür. Hatta kıssa­ların tesir gücünü anlayan müşrikler bile Kur'ânî davete karşı kıssaları kullanmışlardır ki, Kureyş'in ileri gelen müşriklerinden Nadr b. Hâris'in Rüstem ve İsfendiyar'la ilgili hikâyeleri anlat­ması meşhurdur.

Tarih boyunca da ahlakî kıssaların varlığı bilinen bir ger­çek olup, Hint, Fars (İran) ve Yunan filozoflarının fikirlerini, dü­şüncelerini ve ahlâk görüşlerini yaymak için kıssaları kullandık­larını tarih kaydetmektedir. Zira insan, tabiatı itibariyla kıs­saları aşırı derecede sever. Ayrıca her insanda bilgi edinme, hadiseleri araştırma, özellikle geçmişle ilgili haberleri dinleyip öğrenme merakı da vardır. İnsan geçmişle ilgili gerçek olay­ları dinlerken ister istemez ders ve ibret alacağı da herkesçe ka­bul edilebilecek bir hakikattir.

Bu temel özellik dikkate alınarak bir değerlendirme yaptı­ğımızda Kur'ân kıssalarının muhataba imanı, imana dayalı Kur'ânî terbiyeyi yerleştirip, kökleştirmede, ilâhî meleke ve duygularını fazilet ve hayır yönünde farkında olmadan yönlen­dirmede en uygun bir metod olduğunu söylemek kolay olacak­tır. Çünkü insan Kur'ân kıssalarını okurken, neticeleri hakkın­da düşünürken anlatılan imanlı şahsiyetlerin güzel yönlerini taklid edip almak, kâfirlerin kötü sıfatlarından da nefretle uzak­laşmak ister.

 Hz. Peygamber (sav) de terbiyede, kıssalar metodunu bilfiil kullanmış, Sahabe-i Kirâm'a Kur'ân'da mücmel olarak anlatı­lan bazı kıssaları daha tafsilatlı olarak veya bazı noktalarını açıklamak üzere anlatmıştır. Hz. Musa ve Hızır kıssası ile Ashâb-ı Uhdûd kıssasında olduğu gibi. Ayrıca Kur'ân'ın hiç bahsetmediği bir mağarada mahsur kalan üç arkadaşın durumu gibi bazı kıssaları da aynı gaye ile anlatmıştır.

Kur'ân-ı Kerîm de, insan için bu derece önemli ve insan tabiatına uygun olan kıssaları önemli bir muhteva içinde, insan­lığı temel gayeleri doğrultusunda terbiyede en mükemmel tarz­da kullanmıştır. Bu sebepledir ki kıssalar üslûbu, İslâmî terbiye üslupları içinde ilk sıralarda yer almıştır.

Kur'ân, kıssalar üslûbu içinde başta peygamberler olmak üzere örnek şahsiyetlere özendirirken, tarihte yaşamış şer ka­nadındaki model şahsiyetlerden bazılarını da anlatmak suretiyle şer ve inkârın çirkinliğini her iki dünyada da neticesinin hüsran ve pişmanlık olduğunu ibretlerimize sunmaktadır. Meselâ Musa (as) kısasında Fir'avn'ın İnkâr ve zulmünü ve akıbetini anlatmak­la her devirde onun gibi inkârcı, zalim, diktatör idarecilerin akıbetinin er geç hüsran olacağını amelî bir şekilde gözlerimiz önüne sermektedir. Karun kıssasıyla da, zenginliğiyle şımartıp azan, mal ve servetini fesat, haksızlık ve zulüm yolunda kullanan zengin tip­lerinin sonunda helaktan kurtulamayacağını ibret olarak anlat­maktadır.

Hz. Nûh, Hûd, Salih, Lût ve Şu'ayb (a.s)'ın ka­vimlerinin kıssalarıyla; inkarcı, puta tapan, Allah'ın elçilerini dinlemeyen, en kötü fuhuş ve ahlâksızlığı bile sergilemekten hiç çekinmeyen, ölçü ve tartıda hile yaparak haksız kazanç elde et­mek isteyen toplumların eninde sonunda dünyada şiddetli azap­lar, ahirette de ebedî cehennemle cezalandırılacaklarını, tarihî gerçekler içinde ibretlerimize sunmak hedef alınmıştır.
Kur'ân bunun yanında kıs­salardaki konuşma üslûbu ile muhataplarının irşad ve hidayetini ve terbiyesini hedeflemiştir. Bu gaye ile birçok kıssa­larda söz konusu üslûba rastlamaktayız. Mesela, İbrahim (as)'in tevhidi ispat, şirki iptal için önce babası Azer'le, sonra kavmiyle, daha sonra da zamanındaki zalim kral Nemrud'la yaptığı konuşmaları, Şu’ayb (as)'in kavmiyle yaptığı konuş­ma, Musa (as)’in Firavunla “kavli leyyin”, yani yumuşak sözle konuşması ve daha birçok benzerlerini saymak mümkündür.

Hz. Peygamber (sav) de konuşma üslubuyla sahabelerini, ümmetini terbiyeye ehemmiyet vermekteydi. Çünkü O'nun ahlâkının Kur'ân oluşu sebebiyle, eğitim ve Öğretim sahasında­ki tatbikatı da adeta Allah'ın âyetleri, irade ve vahyi istikame­tinde canlı bir misal teşkil etmekteydi.

Kuran kıssalarında "Teşvik ve Korkutma" unsurunun davet ve ter­biye metodu olarak kullanıldığını açıkça görmekteyiz. Çünkü "Teşvik ve korkutma" unsurunun birçok insan ruhunda, psiko­lojik yapısında tesiri büyüktür.

Kur’ân’daki kıssalar, din dilinin gelişmesini sağlaması yönüyle din öğretiminde büyük bir öneme sahiptir. Çocuklar birçok dînî kavramı tam olarak anlamakta zorlanabilir. Bu kavramlar, günah, sevap, tevbe, sabır, mübarek, kutsal gibi soyut kavramlardır. Çocuklar çoğunlukla somut olarak düşündükleri için, soyut kavramları yanlış anlayabilirler. Kur’ân’daki kıssalar güçlü bir muhtevaya sahip olması yönüyle, çocukta dinî kavramların ve dinî tasavvurun gelişmesinde ve dinin doğru anlaşılmasında önemli bir etkiye sahiptir. Mesela “Allah’a iman” konusunun öğretiminde Kur’ân’daki İbrahim (as) ın  kıssayı örnek olarak verilebilir.

            Kıssalar bize, yaşanmış ve yaşanması muhtemel yönleri ile hayatı ve bu hayat içinde rol alan insan ilişkilerini anlatır. Bizler anlatımlardaki tecrübelerden yola çıkarak yaşantılarımıza, çeşitli olaylar ve durumlar karşısında tutum ve davranışlarımıza yön vermeye çalışırız. Yaşadığımız  ortamda artık bizim için uygun şartlar ortadan kalkmışsa, Hz. Nuh’un (as) yapmış olduğu gemiye binerek oradan ayrılmayı öğreniriz. Çok zor bir durumda kaldığımızda, artık dönüşü olmayan bir yola girdiğimizi düşündüğümüzde Hz. İbrahim (as) gibi “Hasbunallahi ve ni’mel vekil” diyebiliriz. Şeytanın bizi hataya sürüklemesi karşısında Hz.Adem ve Havva gibi kendimize zulmettiğimizin farkına vararak tövbe kapısına gelebiliriz. Öfke ile bir hataya düşersek öfkemiz yatışınca Hz. Musa (as) gibi levhaları yerden almasını bilebiliriz.


Kıssalardaki temel ana fikir anlaşıldıktan sonra mümin başına gelen değişik olaylarda kıssaların yardımını kullanabilir. “Hz. İbrahim kıssası “Hiçbir ateş aşkı yakmaz”ın sembolüdür. Ki aşk zaten, yanmamak için yanmaktır. Hz. İsmail kıssası, “teslim ol, kurtul” mesajıdır. Hz. Yakup kıssası “Yitiğine gözünü verecek kadar yanarsan, Mısır’da da olsa kokusunu alırsın”ın kıssasıdır. Hz. Yusuf’un kıssası, “Bir kişiden ne çıkar ki?” diyenlerin dillerine Kur’an’ın sürdüğü acı biberdir. Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya’nın hayatı, “alçalan zamanda imanın onur ve izzetini korumak için nasıl kurban olunur”un iç dağlayıcı belgesidir.

 Kıssalar, Hz. Muhammed (sav) ve tebliğci Müslümanlar için kimi zaman destek, kimi zaman yol gösterici kimi zaman da öğüt olmuştur. Müslümanlar Mekke döneminde inen ayetlerdeki Hz. İbrahim kıssasıyla bir kişi ile ümmet olunacağını; Hz. Yunus kıssasıyla yılmamayı; Hz. Nuh kıssasıyla sabrı, taviz vermemeyi, mücadelede sürekli direnişi ve sonucu Allah’a havale etmeyi; Ashabı Kehf kıssası ile onlar gibi tağuta baş eğmemeyi ve sadece O’na boyun eğmeyi; Bahçe sahiplerinin kıssası ile rızkı Allah’ın verdiğini öğrenmişlerdir. Kur’an’da anlatılan her kıssadan çıkarılacak ders ya da alınacak bir mesaj vardır.

Hülasa, Kuran kıssalarının doğru anlaşılıp kavranması, onlardan gereken ders ve ibretlerin çıkarılması, İslam dinini insanlara sunduğu hayat tarzının, insani ilişkiler düzeninin ve toplum yapısının doğru anlaşılmasını sağlayacaktır. En önemlisi, geleceğimiz olan çocuklarımız Kur’anda kıssaları anlatılan peygamberleri(selam onlara olsun) örnek almaları suretiyle yeniden İslam medeniyetinin temellerinin atılmasına vesile olacaklardır inşaallah. Çünkü unutmayalım ki, medeniyetleri inşa eden peygamberler(as) ve onları örnek alan mü’minlerdir.

                                                                           İdris GÖKALP

KAYNAKLAR:
1. Kur’an Kıssaları Üzerine- Işık yayınları. Dr.İdris Şengül
2. Vuslat Dergisi –Eylül 2012
3.Kavram tefsiri(Kıssa)- Ahmed Kalkan
4.Kur’an Kıssalarına Giriş- Sait Şimşek
5.Kur’andaki Kıssaların Din Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi- Asiye yılmaz- Doktora tezi


              6. Kur'ân'daki Kıssaların Din Öğretimindeki Yeri -Dr. Adem Akıncı –Yeni Ümit Dergisi-Eylül 2007

11 Şubat 2016 Perşembe





UMUDUSUN İNSANLIĞIN SEN EY MÜSLÜMAN

Allah yolunun sebatkar, azimli ve mütevazı yolcusu İmanın aydınlığında yola koyulmuş ve bu yolda türlü zorluklara katlanmayı peşinen kabul eden dost Allah’ı ve Resulünü (sav) her şeyden, hatta canından, anne ve babasından, eşinden ve çocuklarından daha çok seven ve tüm sevdiklerine de bu ilahi sevgiyle yön veren, yol gösteren dava insanı Kur’an’ın yürekleri serinletici ikliminde kalbini itminana kavuşturan takva ehli Zamanın koyu zulmü içinde kendisini ve aile efradını namazla ve sabırla ateşten korumaya çalışan zahid İstikamet üzere yürüyen ve yoldaki engellere aldırmayıp bunların tek tek üstesinden gelen cesur kahraman Zulme boyun eğmeyen ve Hakkı zalimin karşısında pervasızca haykıran adalet neferi Allah’a, topluma ve ailesine karşı sorumluluk bilincinde olan insan İnsana, tabiata ve eşyaya aşkın bir anlam yükleyerek imtihanın sırına varmış mü’min Her şeyde; ama her şeyde Allah’ı tek Rab, tek İlah, tek otorite kabul eden ve her şeyin tasarrufunun O’nun (cc) elinde olduğuna inanan muvahhid Ebeveynlerine, eşine ve çocuklarına; hatta hayvanlara ve nebatata şefkatle yaklaşan merhametli insan

          Yukarıda sıralamaya çalıştığımız Müslüman sıfatlarını daha da uzatmak mümkün elbette Çünkü Müslüman’ı anlatmaya kelimeler yetmez Bundan dolayı umududur insanlığın Müslüman Çekilen çilelere dur diyecek, kararan dünyayı aydınlatacak, çıkmazlar ve bunalımlar içinde bulunan insanlığın elinden tutacak olandır Müslüman O, insanlığın değişmez değerlerinin temsil edildiği şahsiyettir O, Allah’sız bir hayatı anlamsız ve boş görendir Bundan dolayıdır ki, şu anda kendi kıyametini hızlandıran ve gittikçe zulmün, vahşetin, karanlığın ve huzursuzluğun girdabında boğulan dünyamız insanı, İslam’ın ve Müslüman’ın diriltici soluğuna muhtaç

          Müslüman’dır mazlumun umudu, zulmün kalkanı Müslüman’dır diriliş medeniyetinin muştusunu yüreğinde taşıyan Müslüman’dır mimsiz, sevgisiz ve seviyesiz medeniyetlere kafa tutan Müslüman’dır saadet devrini getirecek olan

          Müslüman ütopyalar peşinde koşmaz Bir ayağı yere sağlam basan, diğer ayağıyla da tüm dünyayı kucaklayan pergel gibidir Aşağılık kompleksi içinde değildir Kendine ve sahip olduğu düşünceye güvenen emin insandır Okuyan, araştıran, tefekkür ve tezekkür edendir Hayırlarda yarışan toplumun mimarıdır Yetime uzanan sıcak bir eldir Dünyanın ücra yerinde zulüm gören kardeşinin derdiyle dertlenen ve duasını onlardan eksik etmeyendir Müslüman, yaptıklarının ve yapması gerekirken yapmadıklarının, söylediklerinin ve söylemesi gerekirken söylemediklerinin hesabını vereceği bilinciyle hareket edendir Allah’ın boyasıyla boyanan ve hayatının her anını bu boyayla şekillendirendir Haksızlığa gelmeyen, aynı zamanda haksızlık yapmayan; haram yemekten, harama bakmaktan ve haramla iştigal etmekten ateşten kaçar gibi kaçınandır Müslüman

Müslüman insanların elinden ve dilinden emin olduğu kişi, Müslüman komşusu açken tok yatmayan, kendisi için istediğini kardeşi için isteyen, aradaki muhabbeti arttırmak için selama ve sıla-i rahime riayet edendir Müslüman direnişi ve dirilişi yüreğinde büyüten, devletini önce yüreğinde kurandır Topraklardan önce yürekleri fethedendir O, her türlü asabiyetten, kavmiyetçilik ve taassuptan uzak, milliyeti “itikadı” olan kişidir Müslümanlar ümmetin coğrafyasına çizilmiş yapay sınırlara karşıdır İslam’ın ve Müslümanların birliği ve dirliği için çalışan, ümmet şuurunu her daim canlı tutanlardır

           Müslüman özünü Allah’a kullukla gürleştirir Gerçek özgürlüğün Allah’a hakkıyla kul olmakta olduğunu bilir Rabbi dışındaki tüm sahte ilahlara “La”; yani hayır demesini bilen, tevhidi bilinci hayatının maksadı haline getirendir Rabbi yolunda şehit olmak en büyük arzusudur Şehitçe yaşamaya ve hayata şahit olmaya çalışır Üzerinde bulunduğu doğru yolun nebilerin, sıddikların, âlimlerin, şehitlerin ve Salihlerin üzerinde yürüdüğü soylu bir yol olduğunu bilir Duyarsız değildir etrafında olup bitenlere Kendisine dokunmayan yılanı bin yaşatmaz; çünkü O, kardeşlik hukukunun ne demek olduğunu bilendir Farklı coğrafyalarda acı çeken mazlum ümmetin derdiyle dertlenir

          Müslüman Çeçenistan’da bir kartal, Filistin’de sapanlı bir ebabil ve Irak’ta Rabbin rızasını kazanmış bir Habil’dir Hamza gibi titretir kafirin kalbini ve dalgalandırır tevhid bayrağını

         Müslüman sömürülen dünyaya ve sömürgecilere, kanla beslenen vampirlere düşmandır Antiemperyalist bir tutumu, haksızlığa karşı klâs bir duruşu vardır Müslüman, karanlığı yırtarcasına direnen ve şerefli yürüyüşüyle sarp yokuşları aşandır Seveni vardır, sevmeyeni de Lakin kendisi de Allah için sever ve Allah için buğzeder Kendini davasına adamıştır Birinin kendi elinden hidayet bulması O’nun için tün dünyalara bedeldir
Umududur insanlığın Müslüman Allah’a teslim olmuş bir gönülle herkese hakkını teslim edecektir Müslüman bilir ki, kim Allah’ın Aziz dini olan İslam’a yardım ederse, Allah’ta O’na yardım edecektir Sağ elin verdiğini sol elin görmeyeceği ölçüde infaka riayet eden, malını Allah yolunda tasadduk edendir Kindar değil dindardır Tebessüm saçar etrafa, saçılan tebessümle gönüllerde çiçekler açar “Güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen Kutlu Nebiyi kendisine örnek ve rehber edinmiştir Müslüman adeta yürüyen Kur’an’dır O’nu öldürmeye gelen O’nda dirilir

         Hikmet üzere hareket eden kişidir Müslüman İtidal üzere davranır İfrat ve tefritten uzaktır Olayların arka planını görecek kadar ferasetli ve aynı delikten sokulmayacak kadar uyanıktır Sakının Müslüman’ın ferasetinden; çünkü O Allah’ın nuruyla bakar Müslüman Allah’ın rahmetinden asla ümit kesmez Ancak kâfirlerin Allah’ın rahmetinden ümit kestiğini bilir Yüreğinde bir muştudur ümit, bugüne ve yarına dair Çünkü umuduysa insanlığın Müslüman, nasıl kesebilir ümidini Allah’tan

         İman ve aksiyon adamıdır Müslüman İbadeti siyaset, siyaseti ibadet olan bir dinin müntesibidir Aktüaliteyi takip eder; ama cahiliyenin günlük politik kaygılarından uzaktır Beşer ürünü her türlü sistem ve izm karşısında Aziz dinimiz İslam’ın evrensel mesajını taşır hayata Tüm çağlara hitap eden ilahi kelam Kur’an’ı azimüşşan ile kendisine, ailesine ve çevresine şekil vermeye çalışır


          Öyleyse ey cennet yolunun yolcusu Müslüman, ne kadar yüce bir görevi üstlendiğini bil Dağların bile yüklenmekten çekindiği bu emaneti yüklendin sen Tüm insanlığın tek umudu olduğunu unutma Devrimci ruhunla kalk ve uyar cehalet içinde bocalayan insanlığı Tevhid, adalet ve özgürlük şiarıyla dirilt yeniden kaybolan İslami değerleri Ne mutlu Allah yolunun yolcusu Müslümanlara, Ne mutlu umudunu diri tutanlara, Ne mutlu vahyin gölgesinde ruhunu arındıranlara ve ne mutlu Müslüman’ım diyenlere


İDRİS GÖKALP