5 Şubat 2016 Cuma

 
 
 
ÖZGÜRLÜĞE KUL OLMA EY MÜSLÜMAN!
 
Modern çağın gereklerine uymak, kavramlarına, değerlerine ve tanımlamalarına sahip çıkmak, Müslüman entelektüel simaların, âlimlerin, filozofların, düşünür ve yöneticilerin işi oluvermiş. Başka ideolojilerin ortaya çıkardığı, İslam ile zıt mefhumlar, İslami değerlerle tefsir edilmeye veya İslami değerler başka ideolojilerin kavramlarıyla bulandırılarak yaldızlı ama ucube anlamlar yüklenmektedir. Ne olduğu belirsiz ve adeta ortada duran sahipsiz kavramlarımız Batılı müşriklerin kendi kavramlarına teşne olmuş.
Bu coğrafyanın sahipsiz, yetim ve çürümüş akılları; üretemez, düşünemez, çözüm sunamaz hale geldiler. Çözüm iddiasıyla meydanı boş bulanlar ise onların düşünce dünyasından istifade ederek sözde ümmete liderliğe soyunmaktadırlar. Modern aklın ürettiği düşük mamuller ucuz ve sevimli gelmekte ve çaresizce sahiplenilmektedir.
Bugün şu farkındalığın geliştirilmesi bir zarurettir. İslami esaslı akli meleke dumura uğramış ve Müslümanlar ise varlık içinde açlık grevi yapar hale gelmiştir. İslam her zamankinden daha fazla sahaf ürünlerini gün yüzüne çıkaracak cesur âlimlerini beklemektedir. Paha biçilmez mirasımız olan İslam kültürüne ait kavramlarımız Batılı kâfirlerin sansürüne ve anlamları tahrif eden saldırılarıyla yüz yüzedir. Fakat şu gerçeği elbette göz ardı etmiyoruz. Topyekûn bir savaş verilmektedir ve izleri ise kendi evlatlarımızda ve dahası gelecek neslin İslami gençliğinde dahi çıplak gözle şahit olduğumuz bir gerçeğe dönüşmüştür.
Tüm bunlar gerçek olandır. Hali hazırda yaşadığımız, belki de izleri bir asır sürecek olan bir gerçektir. Yüz yüze olduğumuz bu vakıa karşısında ne yapılması gerekir? Bu soruya verilecek cevap yüzeysel, sonuç odaklı ve kısa vadeli olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki bu noktaya, son bir yılda, son on yılda yahut son yarım asırda varılmadı. Belki yüzyılın akıbeti ve sonucudur bu kötü tablomuz.
Hakikat şu ki İslam’ın kendine has mefhumları, kendine has kültürü, kendine has kavramları ve kendine has bir iskeleti vardır. Sorun, sahih bir yöntem ile işin esasına inerek ve derin bir şer’i düşünüş ile bu sorunun giderilmesi sorunudur. Bu paragraftan sonra inşallah meseleyi tasnif edelim.
Öncelikle şunu belirtelim. Batı aklı kendi bâtıl mefhumlarını yaymada ve İslam ideolojisine ait olan mefhumları tahrif etmede üç esasi yöntem uygulamaktadır.
Birincisi; bir ideoloji olarak İslam’a ait olan mefhumları tek tek ele almış ve bunların bulandırılması, içinin boşaltılması, çağa hitap etmiyor görüntüsünün verilmesi veya çağın gereklerine cevap veremeyen nakıs yönü olduğu şeklinde Müslümanlara takdim edilmiştir. Cihad, tağut, hüküm, emir, hilafet, şeriat gibi...
İkincisi; kendi Batılı ideolojilerine ait olan kavramları vazgeçilmez, çağdaş, tek çözüm, uluslararası kabul görmüş bir değer ve ortak mefhum olarak diğer halklara ve ümmetlere pazarlamışlardır. Özgürlük, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları kavramları gibi…
Üçüncüsü ki en tehlikeli olan da budur. Kendi bâtıl değerlerini İslami mefhumların içine sokuşturarak İslam’ın bu mefhumlara zıt olmadığı ve Müslümanların bu fikirleri benimsemesi gerektiğini ifade ettikleri kavramlardır. Şura, Seçim, Cumhuriyet kavramları gibi…
Bu üç esasi yöntemle Müslümanlar maalesef ideolojik bakış açısıyla hemhal olmaktan uzaklaştılar. Batılı kâfirlerin belki de İslam ümmetinde en yıkıcı tahribatı yaptıkları kavramların en önemlisi ‘özgürlük’ olmuştur.
İslam coğrafyasında bulunan Batı aşığı kukla yöneticiler ve onların uyguladığı baskıcı politikalar ve alçakça tutumlar yüzünden, bu ümmetin geri bırakılmış yığınlarını tepki veremez noktaya taşımış ve susmayı adet haline getiren bir şahsiyet kazandırmıştır. “Denize düşen ümmetin yılana sarılması” istenmiş ve bunda göreceli bir başarı elde edilmiştir. Öyle ya! Hürriyet ve özgürlük her kölenin hakkıdır. Kralların ve rahiplerin “Tanrı adına” köleleştirdikleri Batı toplumu için vazgeçilmez olan özgürlük, İslam ümmeti için bir zulme ve temel dünya görüşlerini dinamitleyen bir silaha dönüşecektir. Nitekim öyle de oldu.
“Özgürlük yılanı” İslam ümmetini çoktan zehirlemiş, malını, mülkünü, evlatlarını, geleceğini, düşünme şeklini, hesap soruş şeklini, tepkilerini ve değerlerini istila etmiş ve hayatını kapkaranlık bir dehlize çevirmiştir.
Hatta bu kavramı meşhur kılan o kadar çok cümle piyasaya sürülmektedir ki; İslami kültürle uzaktan yakından bir alakası kurulamayacak düzeydedir.
Şöyle denilmektedir: “Özgürce, dilediği gibi bir yaşam sürmesini yaratıcı neden yasaklasın ki!. Özgürce düşünmesine, özgürce ve dilediği gibi malını çoğaltmasına, istediği fikri benimsemesine ve hayatını dilediği gibi yaşamasına yaratıcı neden karışsın ki! Hem o yaratıcı değil mi ‘dinde zorlama yoktur’ diyen, hem hak ile bÂtıl arasında tercih hakkını yarattığı kuluna veren yaratıcı, neden onları ibadete zorlasın ki! Madem aklı yaratıcı vermiş o halde dilediği kararı vermesine neden mani olsun ki! Başkasının özgürlük alanına engel olmadan dilediği gibi yaşamak neden yanlış olsun değil mi ya! Bir de şu gerçek var değil mi? ‘Gerçek özgürlük zaten Allaha kulluktur!’”
İşte tüm bu saptırıcı ve İslami zihniyeti sarsan cümleler, son yüzyılın en ağır tahribatını ümmet üzerinde maalesef göstermiştir. Adeta ‘özgürlük’ temel bir düşünce, fikir özgürlüğü, şahsi özgürlük, mülk edinme özgürlüğü ve din seçme özgürlüğü de alt başlıklar halinde toplumun büyük bir kesimini, hatta Müslümanların yaşadığı tüm coğrafyayı etkilemiştir.
Eğer bir Müslüman hesap soracağı ve kızacağı ve öfke duyacağı bir şey varsa o da sadece ve sadece “başkasının özgürlük alanına müdahale edenlere” olmalıdır. Namazını kılmayanlara, dini vecibelerini eda etmeyenlere, tesettüre riayet etmeyenlere nasihat, bağnazca bir yaklaşım ve ötekileştirme oluverecektir.
İslam’ın “kulluk” şuurunu helak eden “özgürlük” katili, Müslüman bireyin hayatının merkezine heva ve hevesleri yerleştirmiştir. İbadette özgür olduğunu düşünen Müslüman kardeşim, namazına, orucuna, infakına, haccına, faizine, içkisine sınırsız bir özgürlük tanımıştır. “Yapılsa da olur yapılmasa da!” demeye başlamıştır. Özgürlük sayesinde, farz olan ve bir Müslüman olarak mükellef olduğumuz birçok ibadet mubah derecesine inmiş ve haramlar kişinin tercihine bırakılmıştır.
Oysa kul olmak nedir Müslüman için? Kulluk ile özgürlük arasında nasıl bir ilişki vardır? Tüm bu kavram kargaşası, kulluk kavramını bireyle sınırlı tutan ve özgürlüğü din seçme hürriyeti olarak takdim eden Batılı aklın ürettiği bunalımının sonucudur.
Hakikat şu ki; tercihini yapmış olan, kabulleniş aşamasını çoktan geçmiş olan ve iman ettikten sonra mükellefiyetlerini eda etmesi beklenen bir Müslümandan bahsedilmektedir. Böyle bir Müslüman için artık kendi hevasına ve arzularına göre tercih hakkı yoktur. İnisiyatif alamaz ve hayatı hakkında karar veremez. Nasıl kulluk yapacağına, kendisine sınırsız özgürlük hakkı tanıyan devlet karar veremez. Sanki “özgürlük” kulluğun şeklini belirler bir pozisyona getirilmiştir. Oysa teklif-i irade kulun din seçmesi için verilmiştir. Bu ise Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın kuluna tercih sunup akıbetine katlanabilir ise şayet, verilen sınırlı bir alandır ve iman edip reddetmeyle alakalıdır.
Kişiye sunulan teklif iman ile alakalıdır. İman ettikten sonraki aşama ise tamamen yaratıcının emirleri ve yasaklarıyla muhatap olmasıdır. Orada bir özgürlük alanı yoktur. “Benim aklım almıyor, ben neden akşama kadar aç kalıyorum.” diyemez. “Cebimdeki paramı neden fakir fukaraya vermek zorundayım.” diyemez. “Kazançlı çıkacağım halde, neden faizle kazanmayayım ki.” diyemez ve “Allah yolunda ölmek neden en yüksek mertebe olsun, oysa hayat güzel.” diyemez. Çünkü bunlar iman ettiği ve benimsediği akidesinin öngördüğü değerlerdir.
Nasıl ki kapitalizm toplumsal hayatta bireyin davranışlarını “özgürlük” kavramıyla genişletip, her yaptığı fiili, başkasının özgürlük alanına müdahale etmediği sürece mubah olarak görüyorsa, İslam da, toplumsal ve bireysel hayatında insanı “kulluk” ile sınırlandırıyor ve her davranışını, tek ve bir olan Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın çizdiği hayat programına göre şekillendirmektedir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur.
Şimdi asıl sorun şudur. Günlük konuşmalarımızda bile varlığını hissettiğimiz Batı menşeli kavramlar Müslümanlar tarafından özümsenmiş midir? Aslında bu sorunun cevabı, toplumsal bir vakıa gerçekleştiğinde Müslümanların reflekslerine ve tepkilerine bakılarak öğrenilebilir.
Hatırlarsınız Hrant Dink için “Hepimiz Ermeniyiz” diyen aydınlarımız olduğu gibi, LGBTİ adı verilen sözde “Qnur yürüyüşü”ne tek bir muhalif söz söylemekten bile aciz, onurdan uzak kalemşorlarımız vardı.
Başörtüsünü savunurken bile “Her kesin özgürce giyinmeye hakkı vardır.” diyen âlimler, demokrasinin kılık kıyafet özgürlüğü teorisini, Allah’ın emrini söylemekten bile daha cesurca savunmaktadırlar. “İsteyen içkisini içsin, isteyen camisine gitsin.” diyerek kapitalizmin şahsi hürriyet teranesini, Allah’ın haram kıldığı bir hükmü söylemekten bile aciz, kötürüm kalmış, tefessüh etmiş, nefsine zulmetmiş, akil olmayan düşünürlerimiz var.
İşte tüm bu olaylara karşı gösterilen cılız tepkiler veya tepkisizlikler küfrün cesaretini arttırmış ve daha fazla hakaret etmelerine “Fikir özgürlüğü” kılıfıyla kapı aralamıştır. Uzun yıllar önce bir söz işitmiştim, işte bugün o söze belki de sahip çıkmanın günüdür. “Mazlumlar zalimler kadar cesur olmalı…
Kötü bir tablo çizmek istemezdim ama ümitsiz de değilim. Rabbim nusreti ve zaferiyle kelimesini yüceltecektir. Hem de ümmete nezih fikirleri taşıyacak salih kullarıyla, hak ile bâtılı birbirinden keskin çizgileriyle ayıracaktır.
يِا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إَن تَتَّقُواْ اللّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
“Ey iman edenler, Allah'tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal Suresi 29)


Cahit TOPRAK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder