ANNE BABALARA 3 NASİHAT
Bu gün yeryüzünün hangi alanlarda nasıl ifsad edildiği, bunda kimlerin
daha çok parmağının olduğu konusunda yapılacak araştırmalar, gözler önüne
dehşetli manzaralar, ibretli sahneler serecektir.
Süslü kelimelerle dile getirilen hak, hukuk, hürriyet ve adalet sözlerinin
gerisinde dünyada nelerin yaşandığı, nelerin cereyan ettiği artık saklanamaz
hale gelmiştir. Kelimeler, vahşetleri örtmeye şimdiden yetmiyor…
Rabbimizin sayısız nimetlerle donatıp hizmetimize sunduğu dünyanın kendisinin
bile nasıl bir çılgınlığa, zulme kurban gitmenin eşiğine geldiği de gözler
önündedir. Geline nokta bu gün zalimleri bile korkutur, ürkütür hale
gelmiştir.
Çevre kirliliğinin dillerde dolaşır hale geldiğini bir gerçektir. Ancak ondan
daha tehlikeli noktalara yükselen bilgi, duygu, ölçü kirliliği üzerinde fazla
durulmadığı, düşünülmediği, dillendirilmediği de bir başka gerçektir…
Konuya bu kadar geniş bir açıdan girmeyi tercih edişim kısa bir hatırlatışla da
olsa zihinlerimizin bu alanda tefekkür ufuklarında dolaşması arzusudur.
Bizim bu
satırlarda asıl söylemek istediğimiz ise yuvalarımızla ilgili birkaç kelime, üç
nasihattir:
1 - Anne ve babalar evinizin, kendinizin ve
çocuklarınızın maddî, manevî temizliğine dikkat edininiz.
Rabbimizin, Rasûlü'ne ilk emirlerinden olan şu emirleri ibret ve tefekkürle
değerlendiriniz:
"Ey
örtüsüne bürünen!
Kalk ve
insanları hakka uyandır.
Sadece
Rabbini yüce tanı.
Temiz tut
elbiselerini.
Yüz
çevir, uzak dur, terk et putları, bütün kötülükleri ve bâtıl zihniyetleri.
Çok görüp
başa kakma yaptığın iyilikleri!
Ve
Rabb'in için sabret, göster sebatını …" (Müddesir 74/ 1-7)
Bu âyetlerde tebliğ emri var, tevhid vurgusu var, dış temizlik var, iç temizlik
var, güzel ahlâka irşad var ve inanılıp gönül verilen davada sabr ve sebat var…
Hıra Dağı'nda nazil olan âyet-i kerîmeler "Yaratan Rabb'inin adıyla
oku!" emriyle başlıyordu. Bunu "İslâm' ın ilk emri Oku!
emridir," diye biraz eksiğiyle sık sık tekrarlıyoruz.
Ancak bilmemiz gereken bir gerçek daha vardır. Hıra'da nazil olan bu ilk âyet-i
kerimelerden sonra bir süre vahyin gelişi durmuş, daha sonra yukarıda
zikredilen Müddesir Sûresinin ilk âyetleri nazil olmuştur. Yeni emirler ve
irşad gelmiştir. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse "Yaratan Rabb'inin
adıyla oku!" emrinden sonra hak davayı tebliğ ve maddî-manevî temizlik
emirleri nazil olmuştur. Dolayısıyla iç ve dış temizlik İslâm'ın ilk
emirlerindendir.
Tevhid inancının safiyet ve berraklığının, ona zarar verecek kirlerden,
bulanıklıklardan uzak olmasının son derece mühim olduğunda şüphe yoktur. İki
cihan saadeti temelde buna bağlıdır.
Onunla iç içe zikredilen dış temizliğin ehemmiyeti de gözlerden ve gönüllerden
kaçamamalı, ihmale uğramamalıdır. Bedenimizin, elbiselerimizin, evimizin,
eşyamızın temizliği de bu temizlik çerçevesindedir. Bu âile fertlerimizin
sağlık ve sıhhati, huzur ve saadetimiz için de son derece lüzumludur.
Kısaca mü'minin bedeni, elbisesi, evi, iş yeri, bulunduğu ortam temiz
olmalıdır. Görenin gönlüne ferahlık verecek derecede temiz…
Elbise veya ev temizliği denilince de lüks ve pahalılık anlaşılmamalıdır.
Sadeliğin kendine ait bir güzelliği ve olgunluğu vardır. Temizlik, pahalılık ve
lüksten çok farklı bir şeydir. Temizlik mü'minin şi'ârı olmalıdır. İslâm’ın
emri budur.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin çevresinde bulunan ashabına söylediği şu sözler
bizleri dış görünüşe dikkat, tertip, düzen ve temizlik konusunda irşad
edicidir:
"Siz
kardeşlerinizin yanına geliyorsunuz. Güzel elbiseler giyin. Binekleriniz,
üzerlerindeki eğerleriniz, semerleriniz, yükleriniz de düzgün olsun. Kendinize
öyle dikkat edin ki, diğer insanların içinde vücuttaki güzel ben gibi göze
çarpıcı ve güzel olun. Şüphesiz Allah çirkinliği, kötülüğü sevmez;
çirkinleşmeyi de sevmez." (2)
Bir mü'min her zaman ve her yerde, giyiminin düzgünlüğü, endamının uyumluluğu
ve davranışlarının olgunluğu takdir toplamalıdır.
Esasen mü'min her şeyiyle güzel olmalıdır. Davranışlarıyla, cana yakınlığıyla,
kullandığı kelimelerle, ifade gücüyle, taşıdığı niyetle, güler yüzüyle, güzel
giyimiyle… Sadelikte güzelliği yakalayışıyla, zevk anlayışıyla, fıtrata güzel
gelen şeyleri seçiciliğiyle, yakalayışları ve vurgularıyla takdir edilir,
dostluğu istenilir ve arzu edilir bir insan olmalıdır.
Aynı şey evi için de geçerlidir. Evler düzenli, temiz ve hijyenik olmalıdır.
Elbette çocukların hali ve çocuklu evlerin durumu bilinir. Ancak bu ihmale
sebep gösterilmemeli, evde sıhhatli bir ortamın daima varlığı korunmaya
çalışılmalıdır. Bu, kendimiz ve çocuklarımız için son derece lüzumludur.
"Temizlik İslâm’ın
şi'ârıdır," dedik. Abdesti düşününüz, değişik vesilelerle emredilen guslü,
diğer taharet emirlerini, hele de dişlerin temizlenmesini, yani misvağı ve
misvak ile ilgili teşvik edici hadisleri, Efendimizin dişlerini misvak
kullanmadaki devamlılık ve dikkatini, ümmetini bu yönde ısrarlı teşvikini
düşününüz.
Bir şeyi daha düşününüz. Daha dün temizlik nedir bilmeyen, taharet nedir
anlamayan, halen de asıl ruhunu yakalayamayan batılılardan temizlik ve
düzenlilik dersi alır, onlara imrenir hale geldiğimizi… Daha doğrusu neler
kaybettiğimizi ve ne hale geldiğimizi…
Evlerimiz bizim ve çocuklarımızın en çok vakit geçirdiği, oturduğu, yattığı,
kalktığı, gülüp oynadığı, yuvarlandığı, namaz kıldığı, yemek yediği yerdir.
Yuva bizim yuvamızdır. O, bizlere yakışır şekilde olmalıdır. Bu eşyanın
varlığıyla değil bizim duygu ve hassasiyetimizle ilgili bir konudur.
2 - Babalar, âilenizin
nafakasını helal yoldan temin ediniz ve bunun da bir ibadet, bir ecir ve
mükafat yolu olduğunu biliniz.
Allah Rasûlü'nün hizmetinde bulunan Sevbân (r.a.) rivâyet ediyor: Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
"En fazîletli dinar, bir insanın kendi âilesinin nafakası için sarf ettiği
dinardır. Allah yolunda cihad için bineğine sarf ettiği dinardır. Allah
yolunda cihad eden arkadaşlarına sunduğu dinardır." (3)
Bir insanın helalinden rızk kazanarak evine getirmesi, hanımının ve
çocuklarının nafakasını Allah rızasına uygun bir şekilde temin etmesi, onlara
izzetli ve şerefli bir hayat sunması elbette ecri hak eden bir davranıştır. Bu
asil ve nezih davranış asla hafife alınmamalı, küçümsenmemelidir.
Nitekim hadisin rivâyet zincirinde yer alan Ebu Kılâbe (rh.a.) şöyle der:
"Küçük çocukların nafakasını temin eden, onları başkalarına muhtaç
olmaktan, başkalarının mallarına göz dikmekten kurtaran, onları koruyan,
onların yetişip faydalı insanlar olmaları için Allah'ın vesile kıldığı,
çocuklarının ihtiyacını gideren bir insanın ecrinden daha büyük bir ecir nasıl
olur ki?" (4)
İnsan yavrusu diğer canlıların yavrularından farklıdır. Onun anne ve babaya
diğer canlıların anne ve baba ihtiyacından daha fazladır. Belli bir çağa
erinceye kadar anne ve babasının nafaka teminine, sevgi ve sıcaklığına ihtiyacı
vardır. Onlar olmadan hayat basamaklarını tırmanamaz.
Bir geyik yavrusu doğduğundan birkaç dakika sonra ayağa kalkar, yürümeye, çok
geçmeden de koşmaya başlar. Bir ördek yavrusu doğuştan yüzmeyi bilir. Onların
anneye ihtiyacı olsa bile bu ihtiyaç fazla değildir. Babaya ise hiç ihtiyaç
duymazlar. Kuş yavrularının çoğu gıda ve korunma için anne ve babaya
muhtaçtırlar. Balık yavruları çok defa anne, babasını görmezler. Hayatını devam
ettirmek için onlara ihtiyaçları yoktur. Fakat insan yavrusunun anne ve baba
ihtiyacı gerçekten büyüktür. Yaratılışları da buna uygundur...
Ayrıca evin hanımının da erkeğinin sunacağı nafakaya ihtiyacı vardır. O, bu
sayede üzerine düşen annelik ve hanımlık görevlerini tam yapabilir. Elbette ki
ona gönül huzuru ve sevgiyle sunulacak nafaka kişiye ecir kazandırır.
Allah Rasûlü (s.a.v.); "Bir Müslüman âilesi için nafaka temin eder ve
Allah katında sevab ümid ederek bunu âilesine sunarsa, sunduğu nafaka
sadakadır, onun gibi ecir alır," (5) buyurur.
Sa'd İbn Ebî Vakkas'tan (r.a.) gelen bir rivâyet daha geniş mânâlıdır ve
hanımların nafakasıyla ilgili daha net vurgu taşır:
"Bir mü'min Allah rızasını arzulayarak sarf ettiği her nafakadan ecir
alır. Hatta hanımının ağzına koyduğu lokmadan bile ecir alırsın." (6)
Âile sorumluluğunu yüklenmiş bir insanın hanımına ve çocuklarına üzerinde
başkalarının hakkı olan haram para, haram parayla alınmış gıda götürmesi büyük
bir şuursuzluk, gerçek bir nankörlüktür. Başkalarının acı ve sıkıntılarının,
göz yaşları ve bedduâlarının üzerine saadet kurulmaz.
Kumardan gelen paralar, nice hanelerin yıkılmasına, nice
insanların nafakasızlık çekmesine sebep olan paralardır. Alın teri, göz nuru
taşımayan paralardır.
İçki satışından gelen paralar nice yuvaların içini huzursuzlukla dolduran, nice
küfür, isyan ve çirkin sözlerin dile gelmesine sebep olan paradır. Nice
yuvalarda zulüm ve baskının sebebi olan paradır. Nice suçların, iğrençliklerin
kaynağı olan paradır.
Âilesinin ve çocuklarının nafaka hakkı olan bir parayı içkiye, kumara, haram
yollara veren insanlar da bunun hem dünyada, hem de mîzan gününde acı ve
azabını göreceklerdir.
Bar, pavyon, meyhane açanların, kötülük ve çirkeflik için merkezler kuranların,
içki büfelerini, kumarhaneleri kazanç kaynağı kabul edenlerin nasıl bir duygu,
nasıl bir şuur taşıdıkları üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Fakirlikten dem vurup evine, çocuklarına bir kilo elma götürmeyen nice
insanların parklarda ağaç ve çalı diplerine oturup bir taraftan sigara
dumanladığını, diğer taraftan rakı, bira içtiğini az görmüyoruz.
Ev mahremiyetlerini de hiçe sayarak evlere sızan ve başkalarının can ve mal
emniyetini tehdit eden hırsızlar, her gün yeni bir saldırısı dile getirilen
kapkaççılar, cepçiler ve çantacılar bunu nasıl bir kazanç kabul ediyorlar?..
Nasıl bir kalp, nasıl bir vicdan taşıyorlar, hangi duygularla ve nasıl
yetiştiler, âkıbetleri ve âhiretleri hakkında ne düşünüyorlar?.. Yoksa bütün
duyguları bastırıp şeytanlıkları hakkında hiçbir şey düşünmek istemiyorlar,
düşünmekten kaçıyorlar mı?
Elbette şu dile getirilenlerden daha iğrenç, daha zalimce ve daha büyük kazanç
yolları da var. Tasvirinden bile hoşlanmadığımız yollar. Kazançlarını çirkin
temeller üzerine oturtanların, binlerce insanı günaha sürükleyerek bundan
kazanç temin edenlerin ve itibar görenlerin varlığı bilinen bir gerçek…
Bunları birkaç saniyeliğine de olsa gözlerinizin önünden geçirin. Yuvalara
helal kazanç taşımanın nasıl bir nimet olduğu üzerinde tefekkür edin, kire,
pasa, çamurlara ve necasete bulaşmamak için gayret edin, helal kazanç için
çırpının, veren Allah'a hamd edin, şükredin, bereketi için duâ edin…
Çocuklarınıza az da olsa helal lokma getirmenin gururunu ve şuurunu yaşayın.
Onlara da bu şuuru aşılayın.
*
3 -
Kanaatkâr olunuz.
"Kanaat tükenmez bir hazinedir" denilir. O gerçekten tükenmez bir
hazinedir. Bunun içindir ki Allah Rasûlü (s.a.v.); "Gerçek zenginlik mal
çokluğundan kaynaklanan zenginlik değil, insanın gönül
zenginliğidir," (7) buyurur
Abdullah İbn Amr İbn Âs'ın (r.a.) naklettiği bir hadiste:
"Müslüman olan, yetecek derecede rızıklandırılan ve Allah tarafından
kendisine verilen nimetlere kanaatkâr kılınan kimse felaha ermiştir," (8)
buyrulur.
Dünyalık
ve makam hırsı insanı bir çok hataların içine sürükler ve dostlarından eder.
Âile yuvalarındaki kanaatsizlik yuvaları huzursuz, âile fertlerini tedirgin,
güneşli günleri bile karanlık eder. Gönüllerde yeşeren birçok güzel duyguyu
siler, hissedilemez hale getirir. Birçok yuvanın dağılma sebebidir. Allah
Rasûlü (s.a.v.);
"Yazıklar olsun altına, gümüşe, kadifeye, ipekli kumaşlara kul olanlara!
Onları elde edince hoşlanıp, elde edemeyince razı olmayanlara!" (9)
buyurur.
Bütün bunlara rağmen dünyalık ve makam hırsının günümüzde giderek arttığını,
kanaatsizliğin gönülleri kapladığını, bir çok huzursuzluğun ve geçimsizliğin
kaynağı haline geldiğini, insanları heves ve arzuları peşinde sürüklemeye
başladığını görüyoruz.
Hırs kolay kolay aşılmaz bir çöldür, içinde tedbirsiz ilerledikçe susuzluk ve
ihtiyaç artar, susuzluk ilerledikçe seraplar görülür ve peşinden koşulur,
koşular susuzluğu artırır… Sinirler gerilir, zayıf iradeler çözülür…
Var olana rıza göstermek, alın teriyle kazanmak, helal lokma yemek, helal
giyinmek, barınacak bir yeri olmak, elde edilen nimetlere şükretmek dünyanın
daha güzel görünmesine, saadet duygusunun gönle yayılmasına vesiledir. Bu
insanların âile yuvalarına giren her yeni eşya sevinç kaynağı olur…
Bu gün evleri doldurup neredeyse ev içinde ev sakinlerine yer bırakmayan
eşyanın çeşnisini düşününüz. Onlar için yapılan masrafları, edinilen borçları,
çekilen sıkıntıları… Rahat ve konfor için sıkıntı, tedirginlik ve sıhhat
kayıplarını… Hiç de bir birine uygun olmayan duygu ve arzuların yan yana
gelişi, iç içe yaşayışı…
Yeni kurulan yuvalar için artık gerekli kabul edilen, olmazsa olmazlardan
sayılan eşyanın bir listesi yapılsa kaç kalem tutar dersiniz?! Oturma odası
takımı, yatak odası takımı, koltuk takımı, mutfak eşyası, bardak, tabak,
fincan, tencere takımları, çamaşır, bulaşık makinesi, buzdolabı, ocak, fırın,
ütü, televizyon, dolaplar ve daha neler neler… Sonunda düğün borçları ve bu
kadar eşyanın bedelini ödemek için çekilen sıkıntılar… Bu yüzden zorlaşan evlilikler…
Eşya alınırken yapılan kavgalar, gönül kırgınlıkları ve küskünlükler…
Bunları tenkitten çok üzerinde biraz durup düşünmemiz için dile getirmeyi
tercih ettik. Çok derinlere dalıp gitmeden bir şey hatırlatmak istiyoruz:
Yeryüzünde kurulan yuvaların en güzellerinden biri Hz. Ali ile Hz. Fatıma' nın
kurduğu yuvadır. Şimdi Hz. Ali'yi dinliyoruz:
"Rasûlullah'ın (s.a.v.), Fâtıma (r.a.)'ya hazırladığı çeyiz, bir elbise
bohçası, bir su kırbası ve içi izhir otuyla doldurulmuş bir yastıktan ibaretti."
(10)
Bu çeyiz listesi elbette ki bağlayıcı değildir. Ancak bizlere çok şey anlatıyor
olmalıdır. Biz onun ifade ettiği mânâ üzerine ayrıca söz söylemek istemiyoruz.
Bilinmesini, üzerinde düşünülmesini ve içinde bulunduğumuz kanaatsizliğin,
aşırı taleplerin bir muhasebeden geçirilmesini arzu ediyoruz.
*
Bir insan dünyalık konusunda kendisinden daha zor durumda olan insanlara, amel
ve takvâ konusunda daha iyi durumda olanlara bakmalıdır. Aşağıya bakıp
şükretmeli, muhtaçlara yardım elini uzatarak sıkıntılarını azaltmaya çalışmalı,
üste bakarak gıpta etmeli, manevî duygular, takvâ ve güzel hasletler konusunda
kendisinden daha iyi olan insanlarla salih amellerde, Allah'ın rızasını, af ve
mağfiretini elde etmede tatlı bir yarışa girmelidir. Bu kendisini, kendisiyle
beraber bu yarışa ortak olan âilesini de yüceltir, onlara da değer kazandırır.
Zikr-i Hakîm'in irşadına kulak veriniz:
"Rabbinizin mağfiretine ve takvâ sahipleri için hazırladığı genişliği
gökler ve yer kadar olan Cennete koşun.
O takvâ ehli insanlar ki, bollukta da, darlıkta da infakta bulunurlar,
öfkelerine hakim olurlar, insanları affedicidirler.
Allah güzel ameller ve davranışlarda bulunanları sever." (Âl-i İmrân 3/
133-134)
Dünya fânîdir. Her nefis ölümü tadacaktır. İnsan bu hayattan gelip geçen bir
yolcu gibidir. Üstelik o geçtiği saatlerden, dakikalardan, aylardan, yıllardan
bir daha geçmesi mümkün olmayan bir yolcudur.
Dünyaya ve dünyalığa tutulma, heva ve heveslere, hırslara ve iştahlara esir
olma, bütün emel ve ümitleri dünyaya bağlama fanîlik açısından bakıldığında
kadar mânâsızdır…
Ancak dünyada hayat yolculuğu yapan bir insan aynı zamanda bu yolculuğuyla
ebedî saadeti kazanan veya kaybeden bir yolcudur. Bu üzerinde derin derin
düşünülmesi gereken bir bakış açısıdır. Hayat yolculuğuna bu açıdan
bakıldığında o ne kadar kıymetli, ne kadar büyük bir fırsattır. Çünkü âhiret
hayatı bu hayata bağlıdır. Her saati, her günü, her yılı ayrı bir kıymet taşır.
Boşa harcanması gerçekten büyük bir kayıptır. Batıla harcanması ise gerçekten
büyük bir aldanış, gaflet ve düşüncesizliktir.
Bütün insanlara yöneltilen şu ilahî ikazı tekrar tekrar okuyunuz ve tefekkür
ufuklarında dolaşınız:
"Ey İnsanlar! Allah'ın vaadi haktır, mutlaka gerçekleşecektir. Dünya
hayatı sizleri aldatmasın. Görevi aldatmak olan Şeytan da Allah yolunda sizleri
kandırmasın.
O, sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman olarak bilin ve
öyle tanıyın. O, kendi peşine düşenleri, onun safında yer alanları sonuçta
çılgın alevlerle kaynayan Cehennem ehlinden olmaya çağırır.
İnkar eden, küfür bataklığını tercih edenler için şüphesiz şiddetli bir azab,
iman edip, salih ameller işleyenler için de Allah'ın mağfireti ve büyük bir
mükafat vardır. (Fâtır - 35/ 5-7)
Dünyanın fanîliğini biliniz, kıymetini idrak ediniz. Zamanınızı boş şeyler
uğruna harcamayınız. Hayatta ve âile yuvanızda kanaatkâr olunuz. Ömrünüzü,
dostluğunuzu, âilenizi, akrabalık bağlarınızı dünya ve âhiret saadetinizi
hırslar, nefis arzuları peşinde koşarak heba etmeyiniz. Sadeliğin, tabiîliğin,
Rabbimize teslimiyetin, gönle yerleşen manevî duyguların ve yeşeren ümitlerin
güzelliğini yaşayınız.
Dünyalık içinde yaşayanların çoğunun daha fazlasına ihtiyaç duyarak
yaşadıklarını, muhtaçlık hissini kalplerinden silemediklerini, gerçek zenginliğin
gönül zenginliği olduğunu unutmayınız.
Rabbimizin bahşettiği imkânlara şükrediniz ve onları Allah'ın helal çizgileri
içinde değerlendirerek daha kıymetli bir kazanç elde ediniz. Teslimiyetinizin
huzur, şükrünüzün bereket, azminizin muvaffakiyet getireceğini unutmayınız…
İç dünyamızın sağlamlığı dış dünyayı sağlamlaştıracak, âile yuvalarının
sağlamlığı cemiyeti ve milleti canlandıracak, güçlendirecek, hedef ve gayesi
ifsad olanların emellerini boşa çıkaracaktır.
*
1-Bak:
Fatiha Sûresi, Âyet 7, Bakara, Sûresi, Âyet 61, 90, Âl-i İmrân, Sûresi, Âyet
112, Mâide Sûresi, Âyet 60, 64.
2-Bu hadisi Ebu Dâvud Sünen'inde,
Libas (4/ 349-350), İmam Ahmet, Müsned'inde (4/ 180), Hâkim, Müstedrek'te,
Libâs (4/ 183) rivâyet eder.
3- Sahih-i Müslim, Zekat (2/ 691- 692, Hadis No: 994)
4-Sahih-i Müslim, Zekat (2/ 692)
5- Sahih-i Buhârî, İman (1/ 362), Sahih-i Müslim, Zekat (2/ 695, Hadis
No: 1002) Hadisi Ebu Mes'ûd el-Bedrî (ra) rivâyet eder.
6-Hadis müttefekun aleyh olan bir hadistir. Sahih-i Buhârî, İman (1/
365), Sahih-i Müslim, Vasıyye (3/ 1251)
7-Hadis müttefekun aleyhtir. Sahih-i Buharî, Rikak (19/ 11), Sahih-i
Müslim, Zekât (2/ 726)
8-Sahih-i Müslim, Zekât (2/ 730)
9-Sahih-i Buhârî, Cihad (11/
419-420)
10-Sünen-i Nesâî, Nikah (6/ 135)