4 Mart 2016 Cuma


Ashabın Sorularla Eğitimi


Başarılı olmanın en önemli basamaklarından biri metotlu çalışmaktır. Dinin insanlara anlatılması, emir ve yasaklarının tebliğ edilmesi, mesajlarının doğru bir şekilde aktarılması hususunda, uygulanan metodun önemi büyüktür. Uygulanan alan ve ulaşılmak istenen amaca göre bir değil, birçok metotlar da söz konusu olmaktadır. Metotların zamana ve şartlara göre değişken olması en önemli özelliğidir.
Peygamber Efendimiz’in eğitim-öğretim metotlarının temelini kolaylaştırmak, güçleştirmemek, müjdelemek, nefret ettirmemek [1] esası oluşturmaktadır. Bunu yaparken muhatabının durumuna, bulunduğu mekan ve zamana göre farklı metotlar uygulamıştır. Tedrici olarak öğretmesi, usandırıcı olmaması, bizzat uygulayarak göstermesi, teşvik edici olması, yeri gelince korkutması, geçmiş ümmetlerden haber vererek kıssalar anlatması O’nun öğretim metotlarından bazılarıdır.
Her yönüyle tam bir eğitim uzmanı olan Efendimiz’in uyguladığı öğretim yöntemlerinin başında “soru sorma” metodu gelmiştir. Hz. Peygamber bunu yaparak, zaman zaman muhataplarının dikkatini çekmiş, onları muhakeme yapmaya teşvik etmiştir. Ayrıca olaylar arasında ilişki kurmaya ve araştırmaya yönelmelerini istemiştir.
Dinin Direği Namaz
Ebû Hureyre (ra)’nin Rasûlullah (sav)’tan duyduğuna göre Efendimiz (sahabilere hitaben) şöyle buyurmuştur:
"Ne dersiniz, birinizin evinin önünde her gün beş kez yıkandığı bir dere/akarsu olsa, o kişide kirden pastan bir iz kalır mı?" Onlar; “Hayır, onda kirden pastan hiçbir iz kalmaz” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (sav):
"İşte beş vakit namazın konumu budur. Allah, beş vakit namaz sebebiyle hataları temizler" [2] müjdesini vermiştir.
Hz. Peygamber dinin temelini oluşturan namazı öğretirken muhataplarının anlayacağı dilden konuşmuş ve yaşadığı çevre itibariyle önemli bir yere sahip olan sudan bahsederek, onun temizleyiciliğine dikkat çekmiş ve bunu namaz ile özdeşleştirmiştir. Suyun maddi kirleri temizlediği gibi namazın da insanın işlemiş olduğu günahları ve yapmış olduğu hataları yok ederek manevi yönden arınacaklarına işaret etmiştir. Böylece sahabeler namazın ne kadar kıymetli bir ibadet olduğunu daha kolay kavramış ve hayatlarının bir parçası haline getirmişlerdir.
Gerçek Müflis Kimdir?
Ebû Hureyre (ra)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) "Müflis kimdir, biliyor musunuz"diye sordu. Ashab, “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir” dediler. Rasûlullah (sav), “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” buyurdular. [3]
Bu hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in "Müflis kimdir" şeklindeki sorusundaki gaye, muhataplarına toplum tarafından algılandığı gibi parası ve malı bulunmayan anlamını öğretmek değil, ahiret hayatıyla ilgili olan gerçek anlamına dikkat çekmektir. Hiçbir akçenin geçmeyeceği o günde geçerli akçenin, insanın ibadet, hayır, hasenat gibi Allah rızasını elde edebileceği işler olduğunu öğretmektir. Tabi ki insanoğlu böyle değerli bir akçeyi yitirmek istemeyecektir. Çünkü dünyada malını mülkünü kaybeden onları tekrar kazanabilir. Fakat ahirette kaybettikleri için ikinci bir kazanma fırsatı olmayacaktır.
İflas durumunda olan bir insanın psikolojik olarak da iflası söz konusudur. O psikolojiyi Efendimiz bizzat yaşatarak, o duruma düşmemeleri noktasında ashabını, daha işin başında uyarmaktadır. Böylece ibadet ve taatlerin ne anlam ifade ettiğini daha iyi kavratmış olmaktadır.
Diğer güzel bir örnek ise öfke ile ilgili olandır. İnsanların kendini kontrol edemediği ve sonrasında pişman olduğu en büyük hatalardan birisi, öfkesini yenememesi ve ona yenik düşmesidir. Böyle önemli bir konuyu, Allah Rasûlü (sav) çok güzel bir örnekle süslemektedir. Sahabesine gerçek pehlivanın kim olduğunu sormuş ve öfkesini yenen kimsenin gerçek pehlivan [4] olduğu vurgusunu yapmıştır. Bugün baktığımız zaman hapishaneleri dolduranların büyük çoğunluğunu öfkesine yenik düşenler oluşturmaktadır. Bir anda işlenmiş bir suç ve sonrasında gelen pişmanlık...
Bilmece Sorması
Rasûlullah (sav) Efendimiz öğretmek istediği konu hakkında soru sorarken yaşadığı bölgenin özelliklerinden istifade etmiş ve arkadaşlarının o konuyu daha iyi kavramalarını sağlamıştır.
Peygamber Efendimiz sahabeye, "Yaz-kış yapraklarını dökmeyen, bundan dolayı Müslümana en çok benzeyen ağaç hangisidir" diye sordu.
Herkes aklına gelen ağaçları saymaya başladı. Buna rağmen cevabı bulamadılar. Yalnız İbni Ömer cevabını bildiği halde, o da genç olduğu için (edebinden olsa gerek) söylemeye cesaret edemedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, bu ağacın "hurma" olduğunu söyledi. [5]
Burada Efendimiz’in asıl amacı bilme ce sorarak orada bulunanları eğlendirmek ya da birlikte eğlenmek değildir. Burada öğretilmek istenen sürekli yeşil kalan ve canlılığını yaz-kış koruyan hurma ağacına benzetilen Müslüman'ın, hurma ağacı gibi devamlı canlı olması gerektiğinin hatırlatılması ve vurgulanmasıdır. Aynı soru farklı bölgelerde sorulsa idi bu ağaç çam, zeytin, portakal gibi başka ağaçlar olabilirdi. Böyle düşündürücü ve güzel örneklerle yapılan bir eğitim, insanlarda kalıcı bilgilerin öğrenilmesini sağlamaktadır.
Muhavere Usûlüne En Güzel Örnek
Muhavere usulü, karşılıklı soru sorulup cevaplar alınması yani karşılıklı konuşma, bilgi alışverişinde bulunulmasıdır. Ancak soru, genellikle öğretici tarafından sorulur ve öğretilmek istenen konu hakkında olur. Sorularla hem öğretilmek istenen kavratılmış olur, hem de orada bulunan herkesin konuyu rahat bir şekilde öğrenmesi sağlanır. Bu usule en güzel örnek Cibril hadisidir. Cebrail (as), Efendimiz ile birlikte İslam dininin temeli olan konuları işleyerek sahabeyi eğitmiştir.
Cebrail (as), Hz. Peygamber'in de aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslam, ihsan ve kıyamet alametleri gibi bazı soruları Allah Rasûlü (sav)'ne sorarak cevaplarını almıştır. İşte Cebrail (as)'in bizzat soru sorarak ve cevaplarını tasdik ederek telkin ettiği bu hadise "Cibril Hadisi" adı verilmiştir.
Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir:
"Bir gün Rasûlullah (sav)'ın yanında bulunduğumuz sırada aniden yanımıza elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğruca Peygamber'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu ve:
“Ya Muhammed! Bana İslam'ın ne olduğunu söyle” dedi.
Rasûlullah (sav), "İslam; Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, Ramazan orucu nu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat: “Doğru söyledin” dedi.
Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.”
“Bana imandan haber ver” dedi.
Rasûlullah (sav), "Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına- şerrine inanmandır" buyurdu. O zat yine; “Doğru söyledin” dedi. Bu sefer:
“Bana ihsandan haber ver” dedi.
Rasûlullah (sav), “Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür” buyurdu. O zat; "Bana kıyametten haber ver" dedi.
Rasûlullah (sav), “Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir”buyurdular.
"O halde bana alametlerinden haber ver" dedi.
Peygamber, "Cariyenin kendi sahibini doğurması ve yalınayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu.
Babam dedi ki: Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Rasûlü (sav) bana:
"Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun" dedi.
“Allah ve Rasûlü bilir” dedim.
“O Cibril'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti” buyurdular. [6]
Muhavere usulüne diğer güzel bir örnek ise, Peygamber Efendimiz'in, gençliğin verdiği taşkınlık ve şaşkınlıkla kendisinden zina etmek için izin isteyen genci azarlayıp ayıplamak yerine, ikna yöntemini seçmesidir. Gence, "Böyle bir fiilin annesine, bacısına, teyzesine vs. yapılmasından memnun olup olmayacağını" [7] sormuş ve gönlündeki bu meyli önce sual ve ikna ile ardından nazar ve dua ile bertaraf etmiştir. Böylece gencin kendi kendini ikna etmesi sağlanmış ve İslam'ın koyduğu bir yasağın işlenmesi, gayet nazik bir şekilde engellenmiştir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, soru-cevap yöntemi, sözel etkileşim yöntemidir. Hz. Peygamber bu metodu birçok defa kullanmıştır. Muhataplarına ilgilerini çekecek çarpıcı örnekler vermek suretiyle, istediği mesajı kısa ve öz olarak vermiş, onları düşünmeye sevk ederek kalıcı bilgilere sahip olmalarını sağlamıştır. O her sorusunda bir meseleyi öğretmeyi amaçlamış ve sorunları insanların anlayacağı şekilde hallederek "çözüm peygamberi" olmuştur. Tabi ki her zaman onun öncelikli hedefi insanların kurtuluşu ve hidayete ermesi olmuştur. Hz. Peygamber'in kullandığı bütün eğitim-öğretim metotlarının temelinde de bu yatmaktadır.
Ramazan Ötkün
[1] Buhari, İlim 11, Edeb 80, Cihad 164; Müslim, Cihad 6-7.
[2] Buhari, Mevakit 6; Müslim, Mesacid 283; Tirmizi, Emsal 5; Nesai, Salat 7; İbn Mace, İkamet 193.
[3] Müslim, Birr 59; Tirmizi, Kıyamet 2.
[4] İbni Mesud (ra) anlatıyor. "Rasûlullah (sav) (bir gün) "Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz" diye sordu. Ashab "Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi" dediler. Rasûlullah (sav) “Hayır” dedi, “Gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hakim olabilen kimsedir” buyurdu. Müslim, Birr 106, (2608); Ebu Davud, Edeb 3, (4779)
[5] Buhari, İlim 4; Müslim, Sıfatü'l-Münafikin 64.
[6] Buhari, İman 1; Müslim, İman 1.
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned 5.
Siyer-i Nebi Dergisi, Sayı 24

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder