0-10 yaş çocukların gelişimsel ve davranışsal özellikleri
Çocuklarımız hayattaki en
kıymetli varlıklarımızdır. Allah’ın bizlere bahşettiği nadide emanetlerdir.
Peki bizler, yani ebeveyn veya eğitimciler, anne karnından başlayan süreçle
hayatımıza giren en eşsiz varlığımız olan çocuklarımızı ne kadar tanıyoruz
acaba? Onlarla kurduğumuz iletişim ne kadar sağlıklı ya da onları ne kadar
anlayabiliyoruz. Özellikle biz Müslüman eğitimciler çocuklara vereceğimiz din
ve ahlak eğitiminde muvaffak olmak istiyorsak, çocuğu tanımalı, onun ruh ve
beden gelişimini doğru tespit etmeliyiz.
Unutulmamalıdır ki
hangi tür eğitim olursa olsun, ancak bir sistem dahilinde yapılırsa başarıya
ulaşabilir. Bu, eğitim öğretim yapabilmenin ilk şartıdır. Nasıl ki çiftçi
toprağını, heykeltıraş işlediği mermerin cinsini ve özelliğini tanımak
zorundaysa, biz eğitimcilerde çocuğu her yönüyle bütün karışık ve sadeliğiyle
tanımak mecburiyetindeyiz.
Bugün Allah nasip
ederse sizlerle forum konusu çerçevesine de 0 -10 yaş aralığındaki çocuğun
gelişimsel ve davranışlar özellikleri hakkında derlediğim bilgileri paylaşmaya
çalışacağım. Malumunuz olduğu üzere konu çok teferruatlı bir içeriğe sahip.
Elimden geldiğince, dilim döndüğünce önemli bazı bilgileri sizlerle paylaşmaya
çalışacağım inşaallah.
Araştırmalar özellikle
çocukluğun ilk altı yılında ( ki bu dönem eğitimcilerin ittifakıyla kişiliğin
şekillendiği KRİTİK DÖNEM olarak adlandırılır) kazanılan davranışların
yetişkinlikte bireyin kişilik yapısını, alışkanlıklarını, inançlarını ve değer
yargılarını büyük ölçüde biçimlendirdiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle
bizler bebeklik döneminden başlayarak çocuğun tüm gelişimsel ve davranışsal
özelliklerini iyi tanımak zorundayız.
İlk Çocukluk
Devresi (2-6. yıllar)
Yukarıda esas olarak kabul
edilen gelişim safhaları çerçevesinde, ilk çocukluk devresini incelemeye
başlarken, bir noktaya değinmek yerinde olacaktır. Çocukluk çağlarını kesin
sınırlar ve çizgilerle tasnife tabi tutmanın zor olacağı, hemen her psikoloji
kitabında ifade edilmekte ve bunda bir çok faktörün rol oynadığı
belirtilmektedir. Aynı şekilde, ilk çocukluk devresi içinde yer alan yılları da
kesin çizgilerle ayırmanın zorluğu ortadadır. Buna rağmen, bu devreyi, (2-4.)
ve (4-6.) yaşlar olarak ele alıp incelemenin daha uygun ve elverişli olacağı
inancındayız. İlk çocukluk yıllarının, çocuğun geleceği bakımından büyük bir
önem arz etmesi, gelecekte kişinin yaşayacağı dinin temellerinin büyük ölçüde
bu dönem içinde oluşması ve insanda ruhî hayatı oluşturan ilk önemli etkenlerin
bu devreye ait olması, bu yıllar hakkında yeterli bilgiye sahip olmayı
gerektirmektedir.
a. (2.-4.)
Yaşları
Bazı psikologlar 2. yaşı,
hayatın "saadet yılı" olarak kabul etmektedir. Çünkü çocuk bu yaşla
birlikte, yürüme ve konuşma gibi iki önemli yeteneği kazanmıştır.
Süt çocukluğunu geride bırakan
çocuk, artık çevresiyle ilgilenmeye başlayacak, dengesiz yürüyüşüne ve
beceriksizliğine bakmadan, her yere uzanmak ve her şeyi tutmak isteyecektir.
"Müstakil olma devresi" olarak ta bilinen bu çağın özellikleri şu
şekilde özetlenebilir: Bebeklik çağından çıkmasıyla birlikte çocuk, artık
zamanın büyük bir bölümünü yatakta veya kucakta geçirmeyecektir. Yürüme
yeteneğini henüz kazandığından, ayakta durma denemeleri yaparak, yavaş yavaş
yürümeye çalışacak ve sürekli hareket halinde olmak isteyecektir. Ortaya çıkan
kudret duygusuyla, başkalarına muhtaç olmadığını göstermek istiyormuşçasına
elinin ulaşabildiği her eşyayı almak ve oynamak isteyecektir. Durmadan
konuşacak; usanmadan sorular soracaktır. Her gördüğüne sahip çıkacak, evde
bulduğu kitabı, defteri, okuyormuş gibi yapacak, eline kalem geçirdiğinde ise
rastgele çizecek, bazen de yırtacaktır. Bulduğu her şeyi, yenilir olup
olmadığına bakmaksızın ağzına götürecek; evin içinde, nerede ne bulursa onunla,
kimseye sormadan meşgul olacak ve kendi isteğince oynayacaktır.
Bu yaşlarda çocuk, özellikle
duygusal bir tabiata sahip olduğundan, düşüncelerinde akılcı (rasyonalist)
davranamaz. Duyguları daha yayılıcı olduğundan, bağlı bulunduğu kişileri ve
objeleri tanırken, önce duygularıyla hareket eder.Meselâ, iki kişiyle
karşılaştığında, onlardan hangisi kendisine sevgi göstermişse, önce ona karşı
yakınlık duyar.
Bu çağ onun çok çabuk
ilerlediği bir çağdır. Bu yaştan itibaren aile dışındaki kişilerle de
ilgilenmeye başlar; aynı zamanda akranlarıyla da birlikte olmaktan zevk alır.
İki yaşındaki çocuğun tüm
beceri ve eğilimlerini, "güçlü olma ve bağımsızlık" duyguları büyük
ölçüde etkilemektedir. Bu yaşlardan itibaren çocuğun dinî inançla karşılaşması
da ilgi çekicidir. Ancak, onun bu karşılaşma sırasındaki tavrının, diğer
olaylar karşısındaki durumundan farksız olduğu göz önünde tutulmalı ve çocuğun
en erken, üç yaşanan itibaren dinî nitelikte bir korku ya da davranışla
ilgilenmeye başladığı bilinmelidir.
b. İnatçılık Devresi
İki ilâ üç yaşları arasında ve
genellikle 2,5 yaşından sonra, geçici bir süre için çocukta inatçılık ve
uyumsuzluk görülmektedir. 2,5 yaşları, çocuk gelişimindeki zorlu dönemlerden
biridir. "Serkeşlik devresi" de denilen bu dönemde çocuk, dengesiz,
olumsuz, kararsız ve isyankârdır. Büyüklerinin sözünü dinlemez; hatta
söylenenin tersini yapar. Hareket ve davranışları kısıtlandığında ise,
öfkelenir. Her işi yardım görmeden kendi başına yapmakta direnir. Bu dönemde
oluşan saplantılar ve bunalımlar ise ileriki yıllarda inatçılık ve direnç
belirtileri şekline dönüşebilir. Bazı psikologlar ise bu dönemi, "İlk yeni
yetmelik çağı" olarak niteleyerek, çocuğun bu devredeki davranışlarını,
gençlerin bulûğ çağı öncesindeki durumlarına benzetirler.
Üç yaşındaki çocuğun masallara,
hikâyelere ve çizgi filmlere ilgisi artmıştır. Elinde tutabileceği kısa öyküler
ve ilginç resimleri içeren küçük kitaplardan hoşlanmaktadır. Bu kitaplarda
çoğunlukla, gerçek dışı şeyler anlatılmasına rağmen, çocuk bunları dinlerken
büyük bir zevk duymaktadır. Zira çocukların bunları dinlerken büyük bir zevk
duyması, bu yaşın en belirgin özelliklerinden biridir.
Dinî yönden bu yaşın önemli
sayılabilecek özelliklerine gelince; çocuğun masallara ve hikâyelere karşı
içinde büyük bir ilgi duyduğu bu sıralarda, inanma ile ilgili hikâyeler ve
menkıbeler, çocuğun dinî hayal gücünü ve duygusunu uyandıracağı gibi; eşyanın
içinde ve ötesinde gizli kuvvetler olduğu düşüncesinin gelişmesini de
hızlandıracaktır. Neticede -soru sorma çağının da başlamasıyla- çocuk, ne,
nasıl ve neden? Sorularıyla her şeyin aslını öğrenmeye çalışacak; bu soruların
bir devamı olarak, başta "Allah kimdir; nedir; nasıldır; ne kadar
büyüktür?" gibi sorularla yaratıcı gücü aramaya başlayacaktır.
c. (4.-6.)
Yaşlar
İlk çocukluk devresinin ikinci
bölümünü oluşturan 4 ilâ 6 yaşlan arasında kalan devrede, çocuk yine birtakım
iniş çıkışların tesiri altındadır. Ne var ki, inatçılık dönemi atlatıldıktan
sonra, çocukta "biz" kavramı yavaş yavaş teşekkül ederek,
sosyalleşmeye doğru adım atılacaktır. Çocuk "biz" derken, anne baba,
kardeşler ve yakın akrabalarını kastetmektedir. Yardımlaşma duygularının
gelişmesiyle, çevreye karşı da açık bir nitelik kazanacaktır. Arkadaşlarıyla pekiyi
geçinemese bile, arkadaşlık etmek, onun için en önemli olaylardan biridir.
Çocukta bu olumlu gelişmelerin
yanı sıra, birtakım olumsuz yönler de göze çarpmaktadır. Bu yaştaki her
çocukta, sık sık ölçüyü kaçırma hareketlerine rastlanır. Gövde hareketlerinde
ölçüyü kaçırır; vurur, tekmeler, tepinir. Konuşmasında ölçüyü kaçırır,
küfürleri, ayıp sözleri özellikle başkalarının yanında söyleyerek, üstünlüğünü
ispatlamaya çalışır. Aynı şekilde, kişisel ilişkilerinde de ölçüyü kaçırır;
çevresindekilere buyruk vermeye ve hükmetmeye özenir, kısıtlamalara ve
kurallara karşı çıkar. Bu yaşta hayal gücünde de büyük bir gelişme vardır.
Çocuk, gerçek ile hayâli çoğu zaman birbirine karıştırır. Bu yüzden kafasında
kurduğu hayalleri gerçekmiş gibi anlatır ve bu da annesi tarafından yalancılıkla
suçlanmasına sebep olur.
Dört yaşındaki çocukta mülkiyet
duygusu yoktur. Egosantrik duyguların tesiriyle, gördüğü her şeyin kendisine
ait olduğuna inanır. Bunun bir sonucu olarak, komşusunun evinde oynadığı
oyuncağı, giderken evine götürmek ister. Çünkü, ona göre bir şeyi ele almak
ile, ona sahip olmak aynı şeydir.
Dinî inancının canlılık
kazanması, bu yaşın önemli özelliklerinden sayılmaktadır.
Dördüncü yaştan sonra, ilk
çocukluk devresinin düğüm noktası olarak nitelendirilen beşinci yaş, aile ve
çocuk açısından "altın yaş" olarak bilinmektedir. Kendine güveni
arttığı için, eskisine oranla daha serinkanlı, daha yumuşak, daha anlayışlı ve
başkalarıyla ilişkilerinde daha uyumludur. Genellikle becerebileceğini sezdiği
işlere girişir ve bu yüzden de giriştiği işlerde başarı sağlar. Dört yaşındaki çocuğun
bocalamalar içinde olmasına karşılık, beş yaşındaki çocuk, tutarlı ve
kararlıdır. Dört yaşındaki bir çocuk, yapmakta olduğu resmin, bitinceye kadar
ne resmî olduğunu bilmediği halde, beş yaşındaki çocuk, ne yapacağını önceden
tasarlar ve bu tasarıyı gerçekleştirmeye çalışır. Başladığı şeyi bitirmek
ister; yaptığı işi nerede bitirmesi gerektiğini bilir. Davranışlarını kontrol
edebilir.
İçinde bulunduğu yer ve zamanla
sınırlanan dünyası ona yeterlidir. Hayal gücünü kullanmaz. Nesneleri,
kullanışlılık açısından tanımlar: "Kuyu, kazmak içindir.";
"Dondurma, yemek içindir." gibi. Ne çevresiyle ne de kendisiyle
çatışma halinde değildir. Üç yaşlarındayken gösterdiği uyumu, bu yaşta daha üst
düzeyde olmak üzere yine gösterir. Annesi hâlen onun için her şeydir. Ona yakın
olmayı, ona yardım etmeyi, onu sevindirmeyi ister. Dolayısıyla, beş yaşından
itibaren, çocuğun kalbine hitabetmek ve ondan annesinin hoşuna gidecek davranışları
istemek mümkündür.
Zikredilen bu olumlu
davranışlar yanında, yine de çocuk çevresine bağımlıdır, güçsüzdür. Dolayısıyla
bakılmak, korunmak ve kollanmak ister. Hızlı bir zihin ve dil gelişmesi vardır;
sürekli deneme ve öğrenme içindedir. Ancak zekâ ve zihnî gelişmesi
tamamlanmamış olduğundan, realiteleri, olayları, hayal gücüyle ve birtakım
korkularıyla çarpıtabilir. Gördüklerini ve duyduklarını eksik idrak ettiği
gibi; yanlış bir şekilde de yorumlayabilir.
Zaman kavramı henüz lâyıkıyla
gelişmemiş olup, düşüncelerini ve duygularını oyun vasıtasıyla ifade etmeye
meyillidir. Bu yaşlarda da düşüncesi, müşahhas olan (görülebilen) şeylere
yöneliktir.
Canlı cansız ayrımı yoktur;
canlı olarak kabul etiği bebeğiyle konuşur, dertleşir; ayağına çarpan ve canını
acıtan bir eşyaya ise gayet rahat bir şekilde kızarak onu azarlar.
Bütün bunların yanında
denebilir ki, beş yaşındaki çocuk her yönden denge içindedir. Kendi kendine
yeterliliği ve çevre ile uyumu vardır. Kendine güvenir ve aynı zamanda
karşısındakilerle de baş kaldırmadan uzlaşabilir. Dikkatli, anlayışlı, sezgi ve
algılarında güçlüdür. Nâzik, düşünceli ve cana yakındır. Kısacası, beş
yaşındaki çocuk, çevresine sevinç getiren bir varlıktır.
Son çocukluk dönemine geçmeden
önce, genel anlamda ilk çocukluk yıllarını özetleyici bilgilere ve bu
yıllardaki dinî gelişimin durumunu belirleyen ifadelere yer vermek yararlı
olacaktır.
Aşağı yukarı 2. yaştan
başlayarak 5-8. yaşlara kadar süren döneme "oyun çağı" da
denmektedir. Bu yaşlarda büyüme ve fizyolojik süreçler kararlılık kazanmış
olup, çocuk kendi başına oynayabilecek ve bazı işleri yapabilecek duruma
gelmiştir. Bu yaşlardaki çocuklar, rahatça yürüyebilmekte, koşabilmekte ve
konuşabilmektedir. Ayrıca, kendi kendine yemeyi, giyinmeyi, cinsiyet farkını,
sevmeyi, sevilmeyi ve sevgiyi paylaşmayı da öğrenmiştir.
İlk çocukluk yıllarındaki
çocuklarda başkalarına benzeme ve büyükleri taklit etme arzusu da
görülmektedir. Kız çocuğu anneye, erkek çocuğu babaya yardımcı olmak, onların
işini benimsemek gibi özellikler göstermektedir. Kız çocuklar için anneler,
erkek çocuklar için de babalar en güçlü ve en başarılı insanlardır.
Bu yıllara dinî gelişim yönüyle
bakılacak olursa; Bu çağdaki çocukların zekâsı henüz mücerred (görünmeyen)
kavramları anlayacak seviyede gelişmediği için, çocuğun, dinî eğitimde
kullanılan kelimelerin çoğunu anlayamadığı görülecektir. Bazı kelime ve
cümleleri papağan gibi tekrarlayabilir; fakat bunlar, onun için henüz bir şey
ifade etmemektedir. Egosantrik duygular tesiriyle, dine olan alâkası da
egosantriktir. Duâ, çocukça arzuların yerine getirilmesi için başvurduğu bir
yoldur. Allah'ı ise, tıpkı anne-babası gibi, bir şey isteyince yerine getirecek
bir kimse olarak düşünmektedir. İlk çocukluk yıllarında, çocukların dinî hikâyelerden
oldukça etkilendikleri ve bu yaşlarda dine karşı büyük bir ilgi ve istek
duydukları da tespit edilmiştir. Ayrıca, zihnî ve ruhî gelişmenin imkânlarına
dayanarak yaratıcı gücün mahiyetini araştırma denemelerine giriştikleri bu
yaşlar, çocukların kendilerine anlatılanlardan da kolayca etkilendikleri bir
dönemdir.
2. Son Çocukluk
Devresi (6-11. Yıllar)
Genellikle 6. yaştan
başlayarak, kızlarda 11, erkeklerde ise 12. yaşa kadar süren bu çağa, "Son
çocukluk devresi" adı verilmektedir. Bu devreye sahne olan yılların, bir
bütün olarak ele alınacağını öncelikle belirtmek gerekir.
Ferdî farklılıklar nedeniyle,
çocuktaki gelişim safhalarını kesin sınırlarla belirlemek mümkün olmasa da,
7-12. yaşlar, çocukta açıkça fark edilebilen, belli ve önemli bir gelişim
dönemi olmasıyla dikkati çekmektedir. Çünkü yedinci yaş, çocukta tabii
yönelişlerin ortaya çıkmaya başladığı yaştır. Ayrıca bu yıllarda büyüme hızının
istikrar bulduğu da gözlenebilmektedir. Çocuk zaman kavramlarını öğrenmiş ve
bazı oyunlarda beceri kazanmıştır. Okuma, yazma ve hesaplama gibi temel okul
becerilerinin yanında, akranlarıyla yaşamaya da alışmıştır. Ev dışındaki başka
yetişkinlerle ilişki kurabildiği gibi; kendi davranışlarının sorumluluğunu da
yüklenebilecek bir duruma gelmiştir.
Yedi yaşından itibaren, belirli
ferdî idrak gücünü ortaya koyan çocuk, konuşmakta, hüküm vermekte ve sonuç
çıkarmakta oldukça ilerlemeler gösterebilmektedir. Zihnî fonksiyonların
işlerlik kazanması sayesinde, eşya ve olaylar hakkında tecrîd (ayırma) ve
ta'mîm (genelleme) yoluyla bir takım kavramlar edinebilmektedir. Uzun bir
çalışma pahasına da olsa çocuk bu yaşlarda, soyut düşünceye lüzumlu
fonksiyonları elde ederek, müşahhas olan şeylerden ve hayâlden sıyrılarak,
mücerred olan kavramlara ve gerçeklere doğru bir açılış içindedir.
6 ilâ 7. yaşların ayırıcı
özelliklerinden biri de zihnî açıdan, "akıl çağı"nı oluşturmasıdır.
Çocuktaki zihin gelişimiyle ilgili araştırmalarında Piaget, 6-7. yaşından
itibaren çocuğun daha rahatça "nereden, nereye" sorularını sormaya başladığını
tesbit etmiştir. Bugün bazı psikologlarca yedinci yaşın çocukta ayırtetme
(temyîz) yaşı olarak kabul edilmesi görüşünü, yıllarca önce Gazzâli'nin de
savunması, ilgi çekicidir. Gazzâli'ye göre, yedi yaşından sonra çocuğun temyiz
gücü artık gelişmiş ve o, duyulan objelerin dışında olan şeyleri de kavrayabilecek
bir duruma gelmiştir.
Son çocukluk devresinin diğer
bir adı ise, "Öğrenme dönemi"dir. Çünkü bu yaşlardaki çocuğun ruhî
durumu, öğrenmeye ve topladığı bilgileri zihnî koordineye tâbi tutarak
işlemeye; duyguları, düşünceleri ve davranışlarıyla, sosyal hayata uyum
sağlamaya elverişli bir hale gelmiştir. Kısaca, yedi yaşından itibaren
çocukların, sistemli bir eğitim ve öğretime ruhen hazır bir duruma geldikleri
söylenebilir.
Yedinci yaşın bizim açımızdan
önemli olan özelliklerine gelince: Anlatım yeteneği oldukça gelişmiş olan
çocuk, kendisini, türlü ilişkiler içinde olduğu gibi doğrudan da anlatabilecek
bir durama gelmiştir. Çocuk üzerinde, güven duygusu ve samimi bir hava
oluşturulacak olursa, gelişim derecesine göre ondan dinî duygu ve düşüncesi
hakkında zorlanmadan değerli bilgiler alınabilmektedir. Zira Piaget'nin
ifadesiyle, yedi yaşından itibaren, çocukları sözle anlamak ve onlarla anlaşmak
mümkündür.
Bu yaşlarda dinî inanç gelişme
döneminde olduğundan, çocukların dinî kavramları öğrenmeleri ve konuşma diline
aktarmaları da oldukça gelişmiştir. Bu sâyede onlar, inançlarını zorluk
çekmeden anlatmaya başlamışlardır. Zaman zaman içlerinde, Allah'a güven içinde
inananlar olduğu gibi, inançlarının sebeplerine de inebilen çocuklara rastlanmıştır.
Zaten genelde, 6-7 yaşlarından sonra çocuk, çevre ve hadiseleri, münasebetleri
içinde kavramaya ve yavaş yavaş mücerred aleme nüfuz etmeye başlar. Böylece bu
çağdaki ruhî gelişimlerinde çocuklar, tabii olarak Allah'ın her yerde olduğunu
ve her türlü işleriyle ilgilendiğini düşünmeye hazırdırlar. 7-10 yaşları
arasındaki yıllar, aynı zamanda çocukta ahlâkın da istikrarlı bir hal almasına
yardım edecek olan derin bir dinî gelişmeye sahne olan yıllardır.
İlkokul dönemindeki gelişmesi
ilerledikçe, çocuğun daha az egosantrik davranışlar gösterdiği ve toplumsal yönde
de hızla geliştiği görülmektedir. Özellikle, 8-10. yaşlarda, çocuğun sosyal,
zihnî, fitrî, manevî ve estetik bakımından sahip olduğu ferdî kabiliyetleri,
ilgiler vasıtasıyla ortaya çıkmaktadır. Düşünce tarzı ise, kıyasî (analogic)
bir muhakemeden, tümden gelime; diğer bir ifadeyle, bütünden parçaya doğru
(deduction) gelişme göstermektedir. Bu yaşlardaki çocuklar da mutlu
tesadüflere, hurafelere, büyük bir inançla bağlıdırlar.
Bu devrenin sonlarına doğru, 10
yaşlarındaki çocuk, temel gelişimin doruk noktasındadır. Bedenî ve ruhî yönden
önemli ölçüde olgunlaştığı gibi; büyüklerle ilişkilerinde de dengeli, uyumlu ve
başarılıdır. Kısaca, çocukların en mutlu oldukları yaş, 10 yaşlandır
denilebilir.
Son çocukluk devresinin, dinî
yönden arzettiği, önem şu şekilde özetlenebilir: 7 ilâ 11 yaşları, çocukta
vicdan denilen üst-ben (süper-ego)in oluştuğu ve ahlâkî şuurun geliştiği bir
dönemdir. Özellikle 9-10 yaşlarından itibaren, çocuk artık iyi-kötü,
haklı-haksız kavramlarını ayırabilecek bir durumdadır. Ne var ki, bu yaşlarda
kendisine, ideal bir insan tipi seçme ihtiyacını şiddetle hissedeceği için,
yetişkinlerin bu konuda dikkatli davranması gerekmektedir.
DUYGUSAL GELİŞİM
1. Sevgi
Hemen her psikoloji kitabının
his ve heyecan bölümünde yer alan sevgi için, psikolog ve pedagoglar pek çok
şey yazmakta ve hepsi de sevginin gereği üzerinde birleşmektedirler.
Bebek ilk aylarda, tamamıyla
pasif ve alıcı bir varlıktır. Bu dönemde onun ruhî ihtiyacı, tek kelimeyle
sevgidir. Annenin ilgisi, şefkati, sıcaklığı, hatta kokusu, çocuğun sütten daha
çok ihtiyaç hissettiği gıdalardır. Annenin bebeğini kucağına alması, okşaması,
koklaması, ona gülmesi, bebek için en büyük saadet kaynağıdır. Onun bu sevgi ve
şefkat dolu yaklaşımı, bebeğin zihnî ve ruhî gelişmesi için en kuvvetli
vitamindir.
Sevginin önemi psikologlarca bu
şekilde ifade edilirken, tıbbî yönden çocukla ilgilenenler de bu görüşlere
katılmaktadırlar. Nitekim pediatrisiler (çocuk hastalıkları uzmanları) bugün
bir çok varlıkların gelişmelerini sağlamak için yapılan en etkin fizikî
itinanın dahi yeterli olmadığını daha iyi anlamışlardır. Sevgi ve şefkat
görmeyen çocuklardan çoğu kısa zamanda canlılıklarını kaybetmekte ve hatta
ölmekte iken, sevgi ve şefkat içinde büyüyen çocuklar sağlık ve gıda bakımından
kısmen mahrum olsalar bile, yine de kuvvetli ve sağlıklı olarak
yetişmektedirler.
Sevginin önemini şu ifadeler
daha belirgin bir şekilde dile getirmektedir. Mukayeseli araştırmalar, süt
verme esnasında sert ve haşin davranan, sevgi göstermeyen annelerin
çocuklarının, sinirli, saldırgan ve uyumsuz olduğunu ispatlamıştır. Sevgi,
açlık, susuzluk gibi, sürekli doyurulmak isteyen bir duygudur. Çocuk temiz
havaya nasıl muhtaçsa, aynı şekilde sevgiye de muhtaçtır ve bu ihtiyaç hayat
devam ettiği sürece hissedilecektir.
Zihnî ve ruhî gelişmenin
neredeyse tek kaynağı sayılabilecek sevginin, bebekliğin ilk günlerinden
başlatılıp, devamlı ve ölçülü bir şekilde olması gerekmektedir. Çünkü sevginin
boşluğunu doldurabilecek ve onun yerine geçebilecek başka bir şey gösterilemez.
Bütün bu ifadeler, sevginin
çocuk için önemi küçümsenemeyecek bir gerçek olduğunu belirtmektedir. Her
şeyden önce, insan ancak sevildikten sonra sevebilmektedir. Çocukluğunda
yeterli sevgi görmeyen insanların, başkalarını sevmekte zorluk çektikleri
bilinmektedir. Bu itibarla, başta Allah ve Peygamber olmak üzere dinî
kavramları çocuğa sevdirebilmek için, onu yeterli ve ölçülü bir şekilde sevmek
ve bu sevgiyi de hissettirmek gerekir.
2. Korku
Duygusal gelişimin içinde yer
alan diğer bir duygu da korkudur. Korku, canlı varlıkların, görünen ve
görünmeyen tehlikeler karşısında gösterdikleri en tabiî tepkidir denilebilir.
Psikologlar, çocukluk çağında sık sık görülen bu ruhsal durumu, canlıyı uyaran
ve kendi savunmasını sağlayan yararlı bir mekanizma olarak görmekte ve korkuyu,
"hem kaçınılmaz, hem de temel bir duygu" olarak nitelemektedirler.
Doğduğu andan itibaren,
çevresiyle çeşitli ilişkiler içine giren çocuk için herhangi bir korku objesi
söz konusu değildir. Genellikle çocuklarda korkular 2-3. yaşlarda ortaya
çıkmaktadır. Bu yaşlar ise, zihnî gelişimin başladığı çağa rastlamaktadır. Bu
yaşlarda ortaya çıkan korkuların da ne kadarının telkin neticesi, ne kadarının
içgüdüsel olduğu tartışılabilir. Nitekim yapılan araştırmalarda, küçük
çocukların sadece kulakları dibinde duydukları kuvvetli bir ses ve dengelerini
kaybederek düşmekten korktukları, ortaya çıkmıştır.
Korkular genellikle yaşa
paralel olarak artmaktadır. Ancak bir çocuğun ne zaman ve neden korkacağını
tesbit etmek oldukça zordur. Çünkü korkunun meydana gelişinde, çevre şartları, geçmiş
yaşantılar ve o andaki psiko-fizyolojik durum rol oynamaktadır. Meselâ: Köy
çocukları incelenmiş ve korkuya sebep olan faktörün % 75'ini hayvanların
oluşturduğu tesbit edilmiştir; erkek çocuklar vahşi hayvanlardan, kız çocuklar
ise böceklerden korkmaktadır.
Yapılan bir diğer araştırmada, çocukların korktukları konular şu
şekilde sıralanmıştır.
-Karanlık (çatı katı, bodrum), hayvanlar (köpek, yılan vb.) % 96
-Bedenî sakatlıklar, % 95.
-Hayaletler, cinler, dışarıdan eve zorla giren insanlar, % 91.
-Otoriter kişiler, % 82.
-Korkulu düşler, % 81.
-Yabancılar, kötü insanlar, % 80.
-Anne ya da baba tarafından terkedilmek, % 63.
-Su, deniz, nehir, % 41.
-Gök gürültüsü, şimşek, % 39.
Bu tesbitler ışığında, çocukta korku uyandıran objeler üç grupta
toplanabilir.
1. Çocuğun yalnız kalması.
2. Karanlıkta bulunması.
3. Kendisine âşinâ olduğu bir kimsenin yerine başka bir yabancıyı
görmesi.
Çocuklarda rastlanılan
korkuların % 90'ının hatalı ve yanlış eğitimden kaynaklandığı gerçeği bizi,
korkunun en önemli nedeninin bunlar olduğu sonucuna götürmektedir. Çünkü,
hakkında hiçbir fikre sahip olmadığı herhangi bir şeyi çocuk -telkin
vasıtasıyla- sevebilir veya ondan korkabilir. Nitekim bunu doğrulayıcı
mahiyette olan şu hadiseyi zikretmek mümkündür.
Bir kız çocuğuna, altı aylıkken
oynaması için zehirsiz bir yılan verilmiştir. Bundan sonraki yıllarda da
yılanla birlikte olan ve onunla bir oyuncak gibi oynayan çocuk, yetişkin bir
kız olduğunda, bütün yılanlara korkmadan yaklaşabilen biri haline gelmiştir.
Bu bilgiler, çocukların Allah,
cehennem vb. korkularının olmadığını göstermekte ve bizi, bu korkuların
genellikle yetişkinlerin hatalı telkinlerinden kaynaklandığı sonucuna
ulaştırmaktadır.
DİL GELİŞİMİ
Çocuktaki zihnî gelişimin
bölümlerinden biri olan dil gelişimi, çocuk tarafından ilk kelimelerin telaffuz
edilmesiyle başlar. Bazı araştırmacıların tespitine göre ilk kelimeler 8-10.
aylarda duyulmaktadır. Fakat anlaşılabilecek ilk kelime belki de ancak 10.
aydan sonradır.
Genellikle çocuklar birinci
yaşın sonunda konuşmaya başlamaktadırlar. Hem erken, hem de düzgün konuşma
yönüyle kızlar erkeklerden başarılıdır.
Eski terbiye kitaplarından birinde, çocuğun dil gelişimi üç
safhaya ayrılmıştır.
1. Teşebbüs ve temrin (alıştırma, exercise) devresi.
2. Kelime ve cümle devresi.
3. Cümle devresi. Bu eserde, yukarıdaki safhaların hangi yaşlarda
olduğuna dair bilgiye rastlayamadık, ancak Piaget'nin bu konudaki görüşleriyle
konuyu bütünleştirebiliriz. Üç yaşından önce çocuk, bizzat kendi kendine
konuşmayı sever. Piaget buna "Monolog döneme"' (kendi kendine
konuşma) adını vermektedir. Bu ilk aşamadan sonra çocukta, bildiğimiz
"Kollektif monolog" gözlenebilir. Çocuk belirli bir kişiye bakmadan,
"Bak! veya dikkat!" diyerek konuşur. 5-6 yaşlarından itibaren ise,
yavaş yavaş sosyalleşmiş dile geçiş vardır.
Bir başka psikolog ise, çocuktaki dil gelişimini iki döneme
ayırarak incelemektedir.
1. Pasif dönem (1-2. yaş arasındaki dönem).
2. Aktif dönem (2-3. yaş arasındaki dönem).
Buna göre; pasif dönem denilen
devrede, çocuk konuşulanları sadece dinler, anlamaya çalışır ve ancak
anladıktan sonra konuşma çabalan gösterir. Bu devrede dikkat edilmesi gereken
şey, çocuğa sevgiyle yaklaşarak, doğru ve yeterli bir şekilde konuşmaktır.
Aktif dönemin başlamasıyla, çocuk eşyaya ad verme iktidarını kazanarak tek
kelimelik cümlelerden, çok kelimeli cümlelere geçmeye muvaffak olacaktır.
Konuşması giderek önem kazanacak ve çocuk bu dönemde uydurma kelimelerden de
vazgeçecektir. Dilin iyi konuşulduğu bir çevrede, üç yaşındaki bir çocuğun
ortalama olarak 1000 kadar kelimeyi anlamlı olarak kullandığı tesbit
edilmiştir.
"Dil gelişimi açısından 3.
ve 4. yaşlar özellikle önemli yıllardır; çünkü sözcükleri doğru olarak
seslendirememe, kekemelik gibi konuşma bozuklukları bu yaşlarda başlar. Bu
dönemde çocuğa yaşının düzeyinde iyi modeller vermek çok önemlidir."
Aile çevresinde çocuğun
konuşmasının desteklenmesi, ailenin sosyo-ekonomik durumunun iyi, kültür
seviyesinin yüksek olması çocuğun dil gelişimin hızlandırmakta; bunun aksi
durumlar ise gelişimi yavaşlatmaktadır. Ayrıca anne sevgisi ve bakımının da dil
gelişimine önemli katkısı olmaktadır. Yetiştirme yurtlarındaki çocukların dil
gelişiminin, anne babası tarafından büyütülmüş çocukların dil gelişiminden daha
aşağı olduğu tesbit edilmiştir.
Dilin konumuz açısından önemine
gelince: Bilindiği üzere dil, zihnî bir iletişimdir. Bir kişiden diğerine
aktarılacak konulan ihtiva etmektedir. Ailenin dili çocuk için konuşulan dil
olmakta ve buradaki mânevî hayat dile yansımaktadır. Yine ailede kullanılan
dil, o ailenin dünya görüşünü de yansıtmaktadır. Mânevî hayatın ağırlık noktası
dil üzerinde toplanmakta ve çocuk bu mânevî atmosfer içinde gelişip
olgunlaşmaktadır.
Konuyla ilgili bir âyette,
"Allah sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmeyen kimseler olarak
çıkarmıştır." buyrularak, her çeşit kültürel kazancın konuşma devresinden
itibaren kazanıldığına işaret edilmiştir. Eğitim açısından da, çocuk için en
önemli devre onun konuşmaya başladığı devredir. Çünkü çocuk artık söylenenleri
anlıyor, düşüncelerini anlatabiliyor, kısacası muhatap olabiliyor demektir. Bu
durum ise -kültür ve eğitim konusu kılması yönüyle- çocuğu, diğer canlılardan
ayıran bir özelliktir.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) fıtrat
ile ilgili hadisinin, Müsned'deki varyantında da konuyla ilgili ifadelere rastlanmaktadır.
"Doğan her çocuk fıtrat üzere yaratılmıştır. Konuşmaya başlayıncaya kadar
bu hal üzere devam eder. Bundan sonra ebeveyni onu Yahûdi veya
Hıristiyanlaştırır" denilmekte ve doğuştan getirilen fıtrat hâlinin
konuşma devresine kadar devam ettiğine dikkat çekilmektedir.
Çevrenin çocuk üzerindeki
etkisi ve çocuğun taklide gayet elverişli olduğu, bugün artık bilinen bir
gerçektir. Hz. Peygamber'in de çocuktaki bu özellikleri göz önünde tuttuğu
görülmektedir. O, konuşma çağına gelmiş çocuklara özel bir ilgi gösterirdi. İbn
Şuayb (r.a.) şöyle rivayet etmektedir: "Abdulmuttalib oğullarından bir
çocuk konuşmaya başlayınca, Hz. Peygamber ona, `De ki, hiçbir evlat edinmeyen
ve mülkünde hiçbir ortağı olmayan Allah'a hamdolsun.' meâlindeki ayeti, yedi
defa okutarak öğretirdi." Yine Hz. Peygamber'in, "Çocuklarınıza ilk
öğreteceğiniz kelime `Lâilâhe illallah' olsun." buyurarak, çocuk konuşmaya
başladığı andan itibaren ona İslâm'ın özü olan Kelime-i Tevhîd'in öğretilmesini
tavsiye ettiği görülmektedir.
Sonuç olarak
diyebiliriz ki, Çocuk, ana baba elinde
bir emanettir Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir
cevher olup, mum gibi, her şekli alabilir Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir Temiz bir toprak gibidir Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun
mahsulü alınır Bunun gibi çocuk da neye meylettirilirse,
oraya yönelir Eğer hayrı adet eder, öğrenirse hayır
üzerine büyür Çocuklara iman, Kur'an ve Allahü teâlânın
emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine ererler Bu saadete ana-baba ve hocaları da ortak
olur Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise,
bedbaht olurlar Yapacakları her fenalığın günahı, ana-baba
ve hocalarına da verilir Her müslüman, emri altında bulunanlardan
mesuldür
İşte
bu vesile ile Müslüman bir anne baba veya eğitimcinin çocuğun gelişimsel ve
davranışsal özelliklerini iyi bir şekilde öğrenmesi gerekmektedir. Gelecek
nesillere hayırlı evlatlar bırakmamız ve dört başı mamur İslam medeniyetimizin
yeniden çocuklarımızla dirilebilmesine vesile olması açısından biz ebeveynler
çocuk eğitimi üzerinde İslami sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz. Hz. Ali’nin
dediği gibi “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları
zamana göre yetiştirin”
Allaha emanet olunuz…
İdris
GÖKALP
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder