25 Mart 2016 Cuma



ÇOCUKLARINIZA DUÂ EDİNİZ, ONLARA BEDDUÂ VEYA LÂNET ETMEYİNİZ.
Allah Rasûlü(sav) çocuklara, mallara bedduâ edilmesini doğru bulmamış, devesine kızan ve bu sebeple arkasından lanet eden birisini ikaz ettikten sonra şöyle buyurmuştur:
"Kendi kendinize bedduâ etmeyin, çocuklarınıza da bedduâ etmeyin, mallarınıza da bedduâ etmeyin. Yapacağınız bedduâlar, Allah'tan bir şey istenildiğinde duâların kabul edilip istenilenin verildiği bir saate rast gelmesin"[1]
*
Bedduâ, aleyhte duâ, menfî duâ etmek demektir. Cezalandırılmayı isteyen bir duâda bulunmaktır. İnsanlar, öfkelenince veya canı yanınca çok defa iradelerine hakimiyeti kaybederler, acı sözler söylerler ve bedduâlar yağdırmaya başlarlar. 
Bu, yeterli İslâmî şuurda olmayan insanlarda daha çok görülen bir davranıştır. Duygu ağırlıklı oldukları, hislerine hakim olmakta daha fazla zorluk çektikleri için kadınlar arasında daha yaygındır. Biraz düşününce kendilerinin de razı olmayacağı nice acı sözleri, nice bedduâları çocuklarına bir anda sıralayıverirler. Bu son derece yanlış bir davranıştır. Çocuğu rencide eder, bedduâ edene karşı iyi niyetini, duygularını sarsar. Hele de bedduâ eden bunu sık sık ve yerli yersiz yapıyorsa… 
Müslüman lanetçi olamaz. Kötü söz söylemeyi adet haline getiren, kaba davranışlı, itici, küfürbaz birisi de olamaz… Bunlar İslâm ahlâkıyla, Allah Rasûlü’nün irşad ettiği sîret ile de yan yana gelemez…
Müslüman, kendisini akıntıya terk etmeyen, iradesinin dizginlerini elden bırakmayan, ahlâk güzelliğini her şart altında korumaya muvaffak olan insandır… Hata etmiş olsa bile ilk fırsatta hatasından dönebilen, Rabbine sığınıp tevbe eden ve tevbesinde samimi olandır…
Evde ayağına çarpan veya aranınca bulunamayan eşyaya, tarlaya, bahçeye giren hayvana, tekeri patlayan, su kaynatan veya çalışmayan arabaya lanet eden, yaramazlık yapan veya gönderdiği yere gitmeyen, istediği işi yapmayan çocuğuna bedduâ edenlerin hiç de az olmadığı bir gerçek. Bu bedduâlar ve lânetlerin çok defa çocukların kötülüğünü istemekten ziyade dil alışkanlığı ile sıralanan bedduâlar veya dile yerleşen lanetler olduğunu biliyoruz. 
Ancak böyle olsa bile doğru olmadığı ortadadır. Hoş görülmesi de doğru değildir. Bunu bir alışkanlık haline getirmek de ayrı bir kusurdur. Çirkin bir alışkanlıktır…
Küçük görülen şeyler, üzerinde ısrar edildiğinde, alışkanlığa dönüşür, büyür ve insanın ahlâkının, şahsiyetinin bir parçası haline gelir… Bundan sonra kolay kolay sökülüp atılamazlar.
Allah Rasûlü(sav) Abdullah İbn Mes'ûd'un(ra) rivâyet ettiği bir hadiste şöyle der:
"Mü'min başkalarının iffetine dil uzatan, insanlara lanet yağdıran, çirkin, saldırgan ve kaba sözler söyleyen biri olamaz."[2] 
Her mü'minin Allah Rasûlü'nün bu ikazını tekrar tekrar düşünmesi ve kendi davranışlarını ciddî bir muhasebeden geçirmesi gerekir. Çünkü karşılaştığımız kaba ve çiğ davranışlar, sert ve çirkin sözler hiç de az değildir. Nice sîmalardan tebessüm kaybolmuş, yerini çatık kaşlar, hırçın davranışlar, acı sözler almıştır.
Diğer insanlar için diline hakim olması, ne söylediğini bilerek söylemesi, duygu ve düşüncelerini, sevinçlerini ve acılarını, hatta öfke ve tenkitlerini güzel kelimelerle ifade etmesi istenen mü'minler, kendilerinden bir parça olan çocukları için daha da dikkatli olmak zorundadırlar… Onlar henüz mükellef de değildirler. Bizi yaratan Rabbimizin hoş karşılayıp fırsat verdiğine siz de sabrediniz ve fırsat veriniz. İyiliği için gayret sarf ediniz. Hatalarını iyi bir üslupla söyleyiniz ve onları hatalarından vazgeçirmeye çalışınız. Onlara doğruları ve doğruların güzelliklerini gösteriniz. Onlar için gerçek mânâda büyük olunuz…
Mü'min daima şuurla hareket eden insan olmalı, iman, akıl ve iradesinin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermemelidir…
Duâ ne kadar güzelse, bedduâ ve lanet de o derece çirkindir.
|




[1] Sahih-i Müslim, Zühd (4/ 2304)
[2]  Sünen-i Tirmizî, Birr ve Sıla (4/ 350), Müstedrek, Hâkim (1/ 12) Tirmizî, Hadisin "hasen garib" olduğunu söyler. Hakim, Buhârî ve Müslim'in şartına göre "sahih"tir der, Zehebî sükut eder. 
Yazar: 


20 Mart 2016 Pazar



MÜMİN İNANAN VE GÜVEN VEREN GÜZEL İNSAN

İbn Ömer (ra) anlatıyor: “Bir gün Allah Resûlü (sav) (benim de aralarında bulunduğum bir topluluğa),'Bana bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman'a benzer, Rabbinin izniyle her zaman meyve verir ve yaprakları da dökülmez.' buyurdu. İçimden, 'Bu, hurma ağacıdır.' demek geldi. Fakat orada Ebû Bekir ve Ömer varken konuşmayı uygun bulmadım. Ancak onlar da konuşmayınca Allah Resûlü, 'Bu, hurma ağacıdır.'buyurdu.”
(B6144 Buhârî, Edeb, 89)
İbn Ömer'in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Mümin güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur.”
(MK13541 Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr , XII, 319)
Ebû Hüreyre'den (ra) nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.”
(B7466 Buhârî, Tevhîd, 31)
Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın işittiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki mümin altın parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz...”
(HM6872 İbn Hanbel, II, 199; NM253 Hâkim, Müstedrek , I, 110 (1/76))
Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın işittiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “...Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki mümin bal arısına benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu yeri de) kırmaz ve bozmaz.”
(HM6872 İbn Hanbel, II, 199; NM253 Hâkim, Müstedrek , I, 110 (1/76))

Allah Resûlü bir gün on kişilik bir toplulukla beraber oturuyordu. Bu sırada kendisine hurma ağacının tepe kısmındaki tomurcuklardan çıkan ve süte benzeyen hurma özü ikram edildi. Resûl-i Ekrem hurma özünün tadına baktıktan sonra etrafındaki topluluğa şöyle buyurdu: “Bana bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman'a benzer, Rabbinin izniyle her zaman meyve verir ve yaprakları da hiçbir zaman dökülmez.”  Bunun üzerine insanlar çölde yetişen ağaçları saymaya başladılar.  Ancak kimse Allah Resûlü'nün mümine benzettiği ağacı doğru tahmin edemedi. Bu arada orada bulunan genç Abdullah'ın içinden, “Bu, hurma ağacıdır.” demek geçti. Fakat söylemeye utandı ve sustu. Çünkü oradaki on kişinin en küçüğüydü. Üstelik hemen yanı başında babası Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir vardı ve onlar da bu konuda bir şey söylememişlerdi. Abdullah onların bulunduğu ve konuşmadığı mecliste konuşmayı uygun bulmadı. Bu arada topluluktaki diğer insanlar doğru cevabı bulamayınca, Allah Resûlü'nden sorunun cevabını söylemesini istediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Bu, hurma ağacıdır.” buyurdu.
Topluluk dağılınca Abdullah, babası Hz. Ömer'e, “Babacığım! Aslında bu ağacın hurma ağacı olduğu aklımdan geçmişti.”dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Peki, bunu söylemeni ne engelledi?Eğer söylemiş olsaydın gerçekten çok sevinirdim.” dedi oğluna. Abdullah da, “Senin ve Ebû Bekir'in konuşmadığınızı görünce ben de konuşmak istemedim.” cevabını verdi. Babasına ve onun yakın dostu olan Hz. Ebû Bekir'e duyduğu derin saygı nedeniyle susan genç Abdullah ne Hz. Peygamber'in mümini hurmaya benzetmesini ne de babasının kendisine gösterdiği sıcak ilgiyi asla unutmadı; bunları kendisinden sonrakilere aktararak bizlere kadar ulaşmasını sağladı...
Allah Resûlü “Öyle bir ağaç vardır ki bereketi Müslüman'ın bereketine benzer.”  buyururken aslında ilhamını Kur'ân-ı Kerîm'den almaktaydı. Çünkü Yüce Allah da Kitabında imanı ve imanın sözle ifadesi olan kelime-i tevhidi güzel bir ağaca, inkârı ve inkârın ifadesi olan kötü sözü ise kötü bir ağaca benzetmiş ve şöyle buyurmuştu: “Görmedin mi Allah güzel sözü nasıl misal getirdi? Güzel söz, kökü sağlam, dalları göğe yükselen güzel bir ağaca benzer. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü söz de gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer.” 
Sevgili Peygamberimiz bu âyette bir benzetme unsuru olarak kullanılan “güzel ağaç” ile hurma ağacının, “kötü ağaç” ile de halk arasında “ebucehil karpuzu” olarak da bilinen ve meyvesi acı olan “hanzal” adlı bitkinin kastedildiğini ifade etmiştir. Böylece Yüce Allah sâdık imanın ifadesi olan kelime-i tevhidi hurma ağacına benzetirken, Allah Resûlü de sadık mümini hurma ağacına benzetmiştir. Mümin ile hurma ağacı arasında benzetme kurulurken ilk olarak hurmanın kökü dikkatlere sunulmuştur. Buna göre hurma ağacının kökleri nasıl toprağın derinliklerine sağlam bir şekilde yerleşmiş ve orada karar kılmışsa, müminin imanı da onda sağlam bir şekilde kökleşmiş ve sabit kalmıştır. Hurmanın kökü onun gövdesinin, meyvesinin ve yapraklarının beslendiği yegâne kaynak olduğu gibi müminin imanı da onun ibadetlerinin ve güzel davranışlarının biricik menbaıdır. Kök ağaca besin taşıdığı gibi, iman da mümine ruh taşır, heyecan taşır ve onu daima diri tutar. Kök, her şeyi yerinden eden şiddetli kasırgalara karşı ağacı sabit kılarken, sadık iman da müminleri hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar. Köke gelen zarar, tüm ağaca gelir. İman da böyledir. O, şüphe, şirk ve inkâr barındıran her türlü söz ve davranıştan uzaktır. Nitekim âyette Allah'ı inkâr anlamına gelen her türlü söz, kökleri kesilip gövdesi yerden koparılmış bir ağaca benzetilmiştir. Kökü olmayan bir ağaç nasıl kuruyup yok olmaya mahkûmsa, samimi bir imana sahip olmayan insanın da hem dünyada hem de âhirette hüsrana uğraması kaçınılmazdır. Şu hâlde iman, “mümin” nitelemesine imkân veren kök vasıftır. Mümin, mümin olma niteliğini imana borçludur; İman, müminin varlık nedenidir.
Mümin bir taraftan tüm gücüyle iman kökünden beslenirken, diğer taraftan onunla Yüce Allah'a yakın olmaya ve Rızâ-i Bâri'ye ulaşmaya çabalar. Hurma ağacının göğe doğru yükselen dalları ile mümin arasındaki benzerlik böyle izah edilebilir. Hurma, köklerinden toprağa ne kadar sağlam tutunursa boy atmadaki gücü o kadar artar. Boyu uzayıp göğe yükseldikçe yeryüzündeki kirlilikten ve tehlikelerden o kadar uzak olur. Meyvesi güven içinde olgunlaşır. Mümin de imanını ve niyetini perçinledikçe Rabbine daha çok yaklaşır. Allah'ın rızasını elde etmesinin önündeki engelleri daha kolay aşar. Süflî arzuların boyunduruğundan kurtulup ulvî gayelere yönelir. Niyeti ve yönelişi doğru bir istikamet bulur. Böylece bütün davranışlarına yön veren imanı Allah'a yükselir.
Kökü ve dalları güçlü olan bir ağacın aynı oranda güzel ve tatlı meyve vermesi tabiîdir. Meyve, büyük bir özen ve sabırla büyütülen hurma ağacından beklentiyi ifade eder. Sadık bir imana ve samimi bir niyete sahip bir müminden de buna uygun salih ameller sergilemesi beklenir. Çünkü salih amel, iman ağacının meyvesi ve müminin imanının göstergesidir. İman, müminlerin gönüllerine sımsıkı yerleşince onların tüm hayatlarına ve davranışlarına yön verir. İmanın bu iyi ve olumlu etkisi müminin “salih amel” olarak bütün söz ve eylemlerinde açıkça ortaya çıkar.
İman ağacının meyvelerinden biri de ibadetlerdir. İmanın “salih amel”e dönüşmesi müminin ibadetlerinde açık bir şekilde görülür. Kulluk bilincine sahip olan bir Müslüman, hayatını Allah'a karşı saygı ve itaat bilinci içinde sürdürür. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi İslâm'ın temel şartlarını teşkil eden ibadetlerin yanında Allah'ı zikretme, Kur'an okuma, kurban kesme ve infakta bulunma gibi kendisini Yüce Allah'a yaklaştıracak ibadetleri ifa eder. Farz ve nafile ibadetlerle Yüce Allah'a yakınlaşır ve böylece onun sevgisini kazanır.
Ahlâk da iman ağacının meyvelerindendir. Müminin imanı ile ahlâkı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu anlatan meşhur bir hadiste Allah Resûlü şöyle buyurur: “Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.”  Resûl-i Ekrem'in mümin tanımı da ahlâk odaklıdır. Onun (sav) buyurduğuna göre, “Kim bir iyilik yaptığında seviniyor, bir kötülük yaptığında üzülüyorsa o mümindir.”  Allah Resûlü'nün bir başka mümin tanımlamasında ise onun temiz karakterine ve ruh asaletine dikkat çekilir: “Mümin, saf ve âlicenaptır; fâcir ise düzenbaz ve alçaktır.”  Allah Resûlü, kötü huyları mümine kesinlikle yakıştırmaz. Onun buyurduğuna göre, “Mümin, ne insanları karalayan, ne lânet eden, ne kaba ve kötü sözlü, ne de hayâsız birisidir.”  Özellikle de “Cimrilik ve kötü ahlâk asla bir müminde bulunmaz.”  Yine Peygamber Efendimizin buyurduğuna göre, “Laf taşıma, sövüp sayma ve soy sopla övünme cehennemdedir; bunlar bir müminde bir araya gelmemelidir.”  Diğer yandan nebevî öğütlere kulak vererek imanını güzel ahlâk ile besleyen müminler için büyük bir mükâfat vardır. Bu mükâfatı Allah Resûlü şöyle anlatır: “Mümin, güzel ahlâkı sebebiyle (gündüzlerini) oruçla, (gecelerini) namazla geçiren kişinin derecesine ulaşır.” 
Hadiste hurma ağacının meyvesi ile mümin arasında benzerlik kurulurken “hurmanın her zaman meyve verdiğinin” vurgulanması onun bereketli bir ağaç olduğunu ortaya koyar. Üstelik hurma ağacı sadece meyvesinden değil gölgesinden, odunundan, yapraklarından, dallarından ve hatta çekirdeklerinden bile istifade edilen bereketli bir ağaçtır. Mümin de böyledir; bereket onlar arasındaki en önemli benzerlik noktalarından biridir. Mümin, sözleriyle, tavır ve davranışlarıyla, imanı ve ibadetiyle,kısacası tüm hayatıyla bereketli ve faydalı olmayı başaran kişidir. Faydalı olma, mümin için bir ayırıcı vasıftır. Kendisine, ailesine ve topluma faydalı olması bakımından mümini bir aktara benzeten hadiste Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Mümin güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur.” 
Müminin yararlı bir insan olması, onun söz ve davranışları ile diğer insanlara zarar verecek bir tavır ve tutum içinde olamayacağı sonucunu doğurur. Allah Resûlü'nün yaptığı bir mümin ve Müslüman tanımında, müminin diğer insanlarla olan ilişkisindeki güven unsuru öne çıkarılır: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişidir.”  Enes b. Mâlik'in Resûl-i Ekrem'den naklettiği bir hadiste ise, “altın kural” olarak bilinen ve tarih boyunca bütün dinî ve ahlâkî sistemlerde kendine yer bulan, “Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma.” veya “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de başkalarına öyle davran.” şeklindeki ahlâkî ilke ile iman arasında doğrudan bir ilişki kurulur:“Hiçbiriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” 
Feraset ve basiret sahibi olup zarara uğramamak da müminin mümeyyiz vasfıdır. “Müminin ferasetinden çekinin. Çünkü o, Allah'ın nuruyla bakar.”  buyuran Allah Resûlü, müminin hiçbir zaman tedbir ve ihtiyatı elden bırakmayacağını ifade etmiştir. Yine, “Mümin, bir delikten iki kere ısırılmaz.” buyuran Peygamberimiz, Müslüman'ın, yaptığı bir hatayı ikinci kez tekrarlamayacağını ve aynı sebeple iki kez üst üste aldatılamayacağını vurgulamıştır.
Hurma ağacı ile mümin arasında kurulan benzerliğin dördüncü yönü hurmanın yaprakları ile ilgilidir. Hadiste ifade edildiğine göre hurma ağacının yaprakları hiçbir zaman dökülmez.  Daima yeşil kalır. Mevsimlerin değişkenliğine ve iklim şartlarının zorluğuna rağmen hurma yapraklarının dallarından düşmemesi ve yeşilliğini koruması, sebat, istikrar ve kararlılık açısından mümin ile benzeşmektedir. Çünkü mümin de şartlar ve durumlar ne olursa olsun imanında kesin bir sebat ve azim gösterir. Resûl-i Ekrem'in buyurduğuna göre, “Allah'a kavuşacağı güne kadar mümin erkek ve kadınların kendisine, çocuğuna ve malına sıkıntı ve musibet gelmeye devam eder.”  Ancak başına gelen olumlu ya da olumsuz hiçbir hâl ve hadise, müminin hayır ve iyilik üzere olmasına engel olamaz. Allah Resûlü müminin bu hâlini şu veciz hadisiyle anlatır: “Müminin durumu ne ilginçtir! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ona sabreder; bu da onun için hayır olur.” 
Kabul edilmelidir ki başına gelen musibetler ve zorluklar karşısında mümin bazen duygusal açıdan sarsılabilir; bazen beşerî ve hissî yapısının sâikiyle tökezleyebilir. Ancak burada asıl olan iman bakımından kararlı bir duruş sergilemektir. Zira mümin sarsıldığında ve sendelediğinde imanı onun elinden tutar ve onu yeniden ayağa kaldırır. Ebû Hüreyre'den nakledilen bir hadiste Allah Resûlü mümin ile kâfirin musibetler karşısındaki tavrını şu benzetme ile anlatır: “Mümin, yeşil ekine benzer. Rüzgârla eğilir (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin de böyledir; o da bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Kâfir ise sert ve dimdik selvi ağacına benzer ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.” 
Karşılaştığı bela ve musibetlere sabırla mukavemet etmek ve en zor zamanlarda bile imanını muhafaza etmek müminin şiarındandır. Bu meyanda Allah Resûlü mümini en kıymetli cevher olan altına benzetir ve altının özünün yüksek ısılı bir eritme ocağında dahi değişmeyeceğini, dolayısıyla müminin de imanını her hâlükârda muhafaza edeceğini şöyle ifade eder: “Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki mümin altın parçasına benzer; sahibi ona körükle üflese bile değişmez ve azalmaz.” 
Mümin için iyiliğin ve güzelliğin bir hayat tarzı olduğunu, onu bal arısına benzeterek anlatan bir hadiste Allah Resûlü şöyle buyurur: “Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki mümin bal arısına benzer; güzel şeyler yer, güzel şeyler üretir, (güzel yerlere) konar, (konduğu yeri de) kırmaz ve bozmaz.”  Hadise göre bal arısı ile mümin arasındaki iki benzerlik, yedikleri gıdalar ile ürettiklerinin temizliğindedir. Bal arısı nasıl ki ağaçların ve bitkilerin en güzel çiçeklerinden besleniyorsa, mümin de Allah'ın kendisine verdiği rızıkların temiz ve helâl olanlarından gıdalanır.
Mümin ayrıca rızkını kazanmak için çalışmayı elden bırakmaz. Çünkü Hz. Peygamber'in ifadesiyle,“İnsanın yediği şeylerin en güzeli, elinin emeğidir.”  Arının, tertemiz çiçeklerden aynı temizlikte bir üretimle şifa kaynağı bal verdiği gibi mümin de temiz, sağlam, kaliteli ve hilesiz bir üretim yapar. Müminin çalışıp kendi emeğiyle ortaya koyduğu her türlü ürün, kendisi ve toplumu için faydalı ve anlamlıdır. Nitekim bal arısının ürünü olan bal da insanlık için büyük bir nimet ve şifa kaynağıdır. Burada aynı zamanda üretim ve tüketim arasındaki ahlâkî dengeye de bir gönderme vardır. Hadiste mümin ile bal arısı arasındaki benzerliğin bir başka yönü de çevre bilinci ile ilgilidir. Bal arısı çiçeğinden yararlandığı ağaca hiçbir şekilde zarar vermediği gibi mümin de imar etmekle sorumlu olduğu çevrenin ve kâinatın dengesini bozacak bir tavır içinde olamaz. Bu çerçevede Hz. Peygamber'in, yoldan eziyet verecek şeyleri kaldırmayı imanın şubelerinden birisi olarak tanımlaması mümin ile çevre bilinci arasındaki yakın ilişkiyi göstermektedir.
İmanda sebat ve kararlılık göstermede müminin önündeki en çetin engellerden biri de günahlardır.“Mümin, günahlarını üzerine düşüverecek bir dağ gibi büyük görür. Fâcir (fütursuzca günah işleyen) kimse ise günahlarını burnu üzerine konan ve kovalayınca kaçacak bir sinek gibi görür.”  hadisiyle müminin günaha karşı tavrını ifade eden Allah Resûlü, günlük hayatın türlü meşguliyetleri arasında mümin ile imanı arasına giren günah ve hata engellerini tevbe ve istiğfar ile aşmayı tavsiye eder. Böylece hiçbir günah sürekli bir şekilde mümin ile imanı arasına giremez. Mümin ile iman arasındaki daimî ilişkiyi bir benzetme ile dikkatlere sunan hadisinde Resûl-i Ekrem şöyle buyurur: “Mümin, yularından bir yere bağlanmış ata benzer; o at gezip dolaşır sonra da bağlandığı yere geri döner. Mümin de unutarak hata işler ve sonra yine imana döner.”  Burada imana dönmekten maksat, Allah'a iman etmiş bir kişinin, günah işlediği zaman hemen tevbe ve istiğfar ederek yeniden Allah'a yönelmesi ve imanını muhafaza etmesidir.
Ve nihayet Allah Resûlü'nün, mümini, “bir iyilik yaptığında sevinen, bir kötülük yaptığında ise üzülen kimse”  olarak tanımladığı hatırlanırsa, bir müminin yapacağı en güzel dualardan birinin şu nebevî dua olduğu anlaşılır: “Allah'ım! Beni, iyilik yaptıkları zaman sevinç duyan, kötülük yaptıkları zaman da bağışlanma dileyen kullarından eyle.” 

 HADİSLERLE İSLAM




17 Mart 2016 Perşembe



ÇOCUKLAR SÖZ DİNLEMEZ OLDU

Anne baba ve öğretmenlerin en çok şikayet ettiği hususlardan biridir çocukların söz dinlememesi. Sürekli şu şikâyetleri duymaktayız ve yahut dAa siz/biz de bu durumdan muzdarib/sin/iz:
”Bu çocuklarda hiç büyüklerine saygı yok!”
“Şu gençlerin ar damarları çatlamış. Ne büyüğe saygı ne de küçüğü sevgi var!”
“Sözümü dinlemiyorlar, bu çocuğun aklından zoru var! Beni de çıldırtacak kendini de. Yapma diyorum zıddıma zıddıma yapıyor…”

Belki daha buna benzer birçok şikâyetlerimiz var. Tabi bir şeyin sonucu değil, daha çok nedenleri üzerinde durmak lazım öncelikle. Bir çiftçi örneğini ele alalım: Tarlasından hem çok hem de kaliteli ürün elde etmek isteyen bir çiftçi, tarlayı sürmezse-hatta birkaç kere-,kaliteli tohum kullanmazsa, tohumu tarlaya zamanında saçmazsa, zamanı gelince çapa yapmazsa-gerekirse birkaç kere-, sulanması gerektiği halde zamanında ve yeteri kadar sulamazsa ve gerekli hangi tedbirler var da almazsa, daha sonra da hasat zamanı gelip, yeterli ve kaliteli ürünü elde edemediğinde; kabahati nerede aramalıdır? O çiftçi şunu diyebilir mi? Elimden gelen her türlü tedbiri aldım, en iyisinden tohum kullandım, tarlanın/bahçenin bakımını zamanında yaptım fakat istediğim ürünü elde edemedim! Tabii ki bunu söylemeye hakkı olmayacaktır.
“Çocuklar temiz toprak gibidirler. İyi tohum ekerseniz güzel mahsul alırsınız.”
Yukarıdaki örneği kendi çocuklarımıza uyarlamamız lazım.
Salih/a evlat yetiştirebilmek için şu hususlara dikkat etmeliyiz:
1.Dindar/salih/saliha eş seçmeliyiz.
Rasulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

”Kadınlarla dört hasletleri için evlenilir: Malı, asaleti, güzelliği ve dini için. Sen dindar olanını tercih et, mes’ud olursun.” (İbn Mace, Nikâh 6)

“Ahlaklı bir genç, kızınızı istediğinde onunla evlendirin yoksa fitne çıkar” mealindeki Hadis-i Şerif, erkekte de aranması gereken temel şartı-salih olması-ortaya koymuştur. Maalesef  bizim toplumumuzda daha çok, ’aş, maaş, Tofaş var mı?’  şeklinde sorularak, dindarlık ikinci plana atılmaktadır. Ve maalesef evlilikler ya kısa sürede sona ermekte ya da mutsuz ve umutsuz aileler oluşmaktadır.

2.Besmeleli bir hayatımız olmalı. ”Besmelesiz iş güdüktür.” Buyurmuştur Rasulullah (SAV) Efendimiz. Eş seçimine başlamamız, nişan ve nikâhımız, eşimizle ilişkilerimiz, gündelik işlerimiz vs hep BESMELE ile başlamalıdır. Besmele ile başlayamayacağımız işlerden uzak durmalıyız. Cinsel ilişki öncesinde Efendimiz(SAV)’den rivayet edilen duayı mutlaka okumalıyız.

3.Çocuğumuza güzel bir isim vermeli ve onun dünyaya gelişinden dolayı Yüce Allah’a çok hamd etmeli ve sevincimizi paylaşmalıyız.
Rasulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurmuştur: ”Siz kıyamet günü isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Onun için güzel isimler koyun.” (Ebu Davud, Edep,5/236)

Bir ömür boyu kişinin kendisiyle bütünleşeceği ve onunla tanınacağı hatta kıyamette onunla huzura çağrılacağı ismin güzel ve hayırlı olması gerekmektedir.
Efendimiz(SAV), Hz.Ömer’in kızı  “Asiye” (isyankâr)’nin ismini, güzel anlamına gelen “Cemile” ile değiştirmiştir. Bu konuda örnekler vardır. Toplumumuzda “Olcay, Kaya, Belgin, Cengiz, Gözde, Aleyna, Sanem, Aylin, Döndü, Yeter…” gibi ya manasız ya da manası kötü isimler verilmektedir.
Çocuklarımızın isimlerini güzel koyalım ki; arkamızdan bizim için ve ayrıca kendilerine güzel isim koyduğumuz için de dua etsinler.
4.Tahnik yapmayı ve Akika kurbanı kesmeyi ihmal etmemeliyiz.
Tahnik: “Kuru hurmanın ağızda yumuşatılarak çocuğun ağzına verilmesi, damağına sürülmesidir.”
Aişe Validemiz anlatıyor: ”Yeni doğan çocuklar Rasulullah (SAV)’a getirilir, O da çocuklara mübarek olması için dua eder ve tahnikte bulunurdu.” (Buhari, Edep,28)

5.Çocuğumuza ilk öğreteceğimiz “Lailahe illallah/Tevhid inancı” olmalıdır.
Yavrumuzun iyi bir mü’min, salih bir insan olabilmesi için, öncelikle sağlam bir imana sahip olması gerekmektedir. Konuşmaya başladığı ilk zamanlar hemen dinimizin temeli olan Kelime-i Tevhid’i öğretmeli, büyüdükçe de anlamı üzerinde durmalıyız. Kökleri sağlam bir ağacın gövdesi, dalları ve yemişi nasıl güzel olursa; yavrumuzun da akidesi sağlam olursa, ahlakı ve ibadetleri de güzel olacaktır biiznillah.
6.Çocuklara sürekli olarak söz dinletme amacı taşıyan emrivaki yapan yetişkinler/öğretmenler sevilmezler. Çünkü söz dinletme amacıyla sürekli ya nasihat ya emir kullanırlar ve ses tonlarında daima hâkim olma isteği vardır. Kendisine hâkim olmaya çalışan ve sürekli emir vermeye çalışan birinden kim hoşlanır ve sözünü dinler? Çocuğun yetişkini dinlemesi için her şeyden önce sevmesi sayması gerekir. Çocuklara hâkim olmaya çalışan yetişkinler ise maalesef çocukları tarafından ciddiye alınmazlar. Saygı görmezler. Bu yüzden tatlı dilli, güler yüzlü ve merhametli olmalıyız.
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmran 159)

“Kullarıma söyle: Sözün en güzelini konuşsunlar.” (17/İsrâ, 53) tavsiyesinde bulunur Rabbimiz.

Efendimiz “Hilm (mülayimlik-yumuşaklık) ve teenniyi (temkinli ve akıllı davranışı) Allah’ın sevdiği iki haslet olarak tavsiye etmiş” (Müslim, Tirmizi), Eşecc b.Kays’a:  “Sende Allah’ın sevdiğ iki haslet var: Hilm ve teenni ile hareket.” (Müslim, Ebu Davud…)

“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhari, Müslim)
Atalarımız da “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” derken ne kadar güzel söylemişler.

7.     Çocukların olumlu veya olumsuz davranışlarının oluşması, devam etmesi veya azalması bu davranışlar karşısında, bizim gösterdiğimiz tutumlara da bağlıdır. Örneğin, bir çocuk elinizdeki cep telefonunu istediğinde vermeyeceğinizi söylediniz. Fakat ağlamaya başladı ve siz bu ağlamaya tahammül edemediğiniz veya ağlamasına kıyamadığınız için cep telefonunu verdiniz. Dolayısıyla aslında olumsuz bir davranışı istemeden de olsa ödüllendirdiniz. Bu durumdaki bir çocuk sizden istediği herhangi bir şeyi yapmadığınızda yine ağlayabilir ve sizden yine olumlu bir geri dönüş alırsa ağlama davranışı daha da kuvvetlenir. Bir süre sonra her istediğini ağlayarak ifade etmeye ve yaptırmaya başlar. Böylece olumsuz bir davranış olan isteklerini ağlayarak ifade etme bir problem çözme davranışı haline gelir. Olumlu davranışların da olumsuz davranışların da inşa süreci bu şekilde işler. Davranışlarımızda tutarlı olmalı, sevinçliyken polyannacılık yapıp, öfkeliyken fırtına gibi esmemeliyiz.

8.En başta kendimiz “rol model” olmalıyız. Örnek davranışlar sergilemeliyiz.
Anne baba ve eğitimciler, hangi yaşta olursa olsun çocuklar için model teşkil etmektedir. Sevgi ve saygıya dayalı bir ilişki içerisinde olan ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocukları ve öğrencileri de sağlıklı iletişim ve ilişkiler kurmayı öğrenecektir. Eğitim ve iletişim safhasında model şahsiyetin, çocuk psikolojisi üzerinde büyük tesiri vardır. Çünkü çocuk genellikle ana baba ve öğretmenini taklit eder. Eğitimciler ve anne babalar, bilgi ve öğretim yöntemleri konusunda yeterli olmalıdır. Ancak tek başına “bilgi deposu” olmak kesinlikle yeterli değildir. Anlattıklarını ve anlatacaklarını önce kendisi yaşamaya gayret etmelidir. Hal ile tebliğ dediğimiz olayı gerçekleştirmelidir. ”Önce hal sonra kal.” Özellikle günümüzde eğitimde asıl problem “Model şahsiyet” eksikliğidir. Çocuklar öncelikle görerek öğrenirler. Yani örnek edinirler. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?  Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.” (Saf 2,3)

Anne baba ve eğitimciler; çalışkanlığı, temizliği, sabrı, fedakârlığı, hoşgörüsü, başkaları ile olan ilişkilerindeki tutumları vb. yani kısaca ahlakı ile numune olmalıdır. Zararlı alışkanlıkları yapan, kitap okumayan, kendini yenilemeyen ve geliştirme gayreti içinde olmayan, anne ve babaların ve eğitimcilerin çocuklara söyleyebileceği çok şey yoktur ve örnek olabileceğini düşünmek muhaldir. Hatta “…Ana babası çocuğu yahudî, mecusi veya hıristiyan yapar” hadisinden, onların bu hususta en etkili faktör oldukları anlaşılmaktadır. Bu yüzden Allah’ın Rasulü, çocuklara muamele esnasında ana babanın, doğruluk ahlâkı konusunda güzel örnek olmalarını teşvik etmiştir.

Ebu Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasulullah (SAV)  şöyle buyurmuştur:
“Kim bir çocuğa, gel sana birşey vereceğim der de sonra vermezse, bu yaptığı bir yalandır.”

Abdullah b. Amir anlatıyor: Bir gün beni anam çağırdı. Rasulullah (SAV) da evimizde oturuyordu. Anam:
“Gel de sana bir şey vereyim!” dedi. Rasulullah (SAV) anama:
“Ona ne vermeyi düşünmüştün? ” diye sorunca, anam:
“Ona bir hurma vermek istemiştim, ” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (SAV):
“Bil ki, eğer sen ona bir şey vermeseydin, sana bir yalan günahı yazılırdı, “ buyurdu.

Çocuklar, büyüklerin tavır ve davranışlarını yakından izlemek suretiyle onları taklit ederler. Mesela, ana babalarının doğru ve dürüst olduklarını gören çocuklar, aynı ahlâkî yapı ve olgunluk içinde büyüyüp gelişeceklerdir.
Daha bir çocuk olan Abdullah b. Abbas önünde gece namazı kılan yüce Rasulü gördüğünde hemen onu taklit etmeye başlamıştır. Kendisi anlatıyor: “Bir gece teyzem Meymûne’nin yanında kalmıştım. Gece bir ara Rasulullah (SAV) kalkarak asılı bulunan su tulumundan çabucak bir abdest aldı ve sonra namaza durdu. Ben de derhal kalkarak O’nun gibi abdest aldım. Sonra yanına gelerek soluna durdum. Hemen beni sağ tarafına aldı. Sonra Allah’ın dilediği kadar namaz kıldı.”
Burada açıkça belirtildiği gibi, çocuk gördüğü şekilde abdest almış ve sonra model aldığı şahısla birlikte namaza durmuştur, işte güzel örnek çocukta bu kadar etkili olmaktadır.
Ana babanın güzel örnek olmaları durumunda çocuk, onların söz ve hareketlerini kontrol ve denetime tabi tutacak, neden ve nasıl sorusuna cevap isteyecektir. Bu aşamada çocuğa verilecek cevap hayırlı olursa sonuç da hayırlı olacak ve onun üzerinde olumlu iz bırakacaktır. İşte henüz bir çocuk olan Ebû Bekre’nin oğlu Abdullah, Babasının yaptığı duâları dikkatle takip ediyor ve mahiyetini sorması üzerine babası ona delil ve mesnedini söylüyordu. Abdullah anlatıyor: Dedim ki babama: “Babacığım, her sabah senin “Allahım! Kulağıma sıhhat ve afiyet ver, Allah’ım! Gözüme sıhhat ve afiyet ver. Senden başka ilah yoktur!” dediğini işitiyor ve bunu sabah-akşam üçer defa tekrarladığını görüyorum!” Bunun üzerine babam:
“Yavrucuğum! Ben Rasulullah’ın (SAV) bu şekilde duâ yaptığını duydum. Onun sünnetini tatbik etmeyi ben seviyorum, ” cevabını verdi.
O halde ana baba, Allah ve Rasulünün emir ve tavsiyelerini hayata geçirmek suretiyle güçleri nisbetinde bunları arttırmak durumundadır. Çocukların onlardan beklentisi budur. Çünkü onlar ana babalarını sabah-akşam her zaman sürekli kontrol altında tutmaktadır. Böyle olunca, bilinçli veya bilinçsiz çocuğun algılama gücü, bizim normalde zannettiğimizin çok daha üstündedir. Oysa biz ona, kavramayan-anlamayan küçük bir varlık gözüyle bakıyoruz.
Temel düsturumuz şu olmalıdır: ”AHLAK ÖĞRETMEKTEN ZİYADE, YAŞANIR!”
9.     Çocuklar olumlu davranışları ile dikkat çekemediklerini düşünürlerse o zaman dikkat çekebilecek başka davranışlar sergilemeye başlayabilirler. Anne babanın dikkatini çekecek davranışlar da çoğu zaman olumsuz davranışlardır. Dolayısıyla “dediğinin tersini yapma, söz dinlememe” ortaya çıkabilir. Bu durumlarla karşılaşan anne baba olumsuz davranışlara dikkat göstermeyerek, olumlu davranışlarının farkında olduklarını çocuğa hissettirerek gerilimi azaltabilirler.

10.    Çocuğun sizin önemsediğiniz konulara saygı göstermesi, sizin de onun önemsediği konulara -bazen size çok çocukça gelse bile- önemsemenizle mümkündür. Örneğin: çocuğun sevdiği kırık bir oyuncağı çöp olarak görüp, çocuğa hiç bir açıklama yapmadan atan bir anne, çocuğun duygularını önemsemediği için aynı karşılığı çocuktan da görür. Çocuk da annenin duygularını önemsemez.


11.    Kesinlikle “beddua” etmemeliyiz.

Rasulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurmuştur: ”Kendi kendinize beddua etmeyin, çocuklarınıza da beddua etmeyin, mallarınıza da beddua etmeyin. Yapacağınız beddualar, Allah’tan bir şey istenildiğinde duaların kabul edilip istenilenin verildiği bir saate rast gelmesin.” (Müslim,zühd 4/2304)

Beddua, aleyhte dua demektir. Niye “Allah sana merhamet versin, hidayetini artırsın” veya “Alnı secdeye gelesice” gibi dualar etmek varken, menfi dua edesiniz ki?
Yine İbn Mes’ud(ra)’dan rivayet edildiğine göre: ”Mümin başkalarının iffetine dil uzatan, insanlara lanet yağdıran, çirkin, saldırgan ve kaba sözler söyleyen biri olamaz.” buyurmuştur Efendimiz(SAV).

Kesinlikle dilimize sahip olmalıyız. Söz sihir gibidir. Dil adamı vezir de eder, rezil de…
12.Çok çocuk sahibi olmanın İslam’ın tavsiyesi olduğunu düşünerek, Yüce Allah’a; salih/a çok çocuk ihsan etmesi için dua etmeliyiz.
13.Yavrularımız arasında kesinlikle adaletli olmalı, birini diğerine tercih etmemeliyiz.
Ana babanın, dikkat etmesi gereken esaslardan birisi de, çocuklar arasında âdil muamelede bulunmaktır. Çünkü çocukların iyilik ve tâata süratle yönelmelerinde ana babanın büyük tesiri olduğu gibi, yanlış davranmaları sonucu çocukların huysuz yetişmelerine de sebep olabilirler. Çocuğun, ana veya babasının kardeşine daha çok ilgi ve ihtimam gösterdiğinin farkına varması -Allah göstermesin- kendisinde artık, ana babanın önüne geçemeyeceği bir hırçınlık ve bir kıskançlık meydana getirecektir. İşte Hz. Yûsuf’un kardeşleri… Onlar, babalarının Yûsuf’u daha çok sevdiğini hissedince, onun yanlış yaptığını söylediler:“Onlar dediler ki: Yûsuf ile kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Hâlbuki biz kalabalık bir topluluğuz. Gerçekten babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.” (Yusuf,8)
Bu kanaatleri neticesinde onlar, babalık ve kardeşlik hukukunu çiğneyerek onlar hakkında çirkin bir eyleme teşebbüs ettiler: “Yûsuf u öldürün veya onu bir yere atın ki babanızın teveccüh ve sevgisi yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih insanlar olursunuz! İçlerinden biri: Yûsuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan birisi onu alsın, dedi.”  İşte onlar, henüz buluğa ermemiş küçük kardeşlerine bu şekilde bir komplo kurmuşlardı. Bu olayda, Yûsuf’un tek suçu (!), babasının onu diğer kardeşlerinden daha çok sevmesiydi. Sonunda işte bilinen kıskançlık, tuzak ve komplo meydana geldi. İşte bundan dolayı ana baba, çocuklarına yaptıkları her bağışta, onlara karşı takındıkları her tavırda, maddi-manevi olarak eşitlik ve adalet ölçülerine göre hareket etmek durumundadır. Bu konuda Peygamber’in (s.a.v.) uyarıcı nitelikte açık beyanları bulunmaktadır.
Numan b. Beşîr (r.a) anlatıyor: Babam beni Rasulullah’a (SAV) götürerek:
“Ben şu oğluma bir kölemi bağışladım, ” dedi. Rasulullah (SAV)
“Her çocuğuna aynı bağışı yaptın mı? “ diye sordu. Babam:
“Hayır, cevabını verince, ” Rasulullah (SAV):
“Beni zulüm ve adaletsizliğe şahit tutma! İyilik konusunda çocuklarının sana eşit ve âdil davranmalarına sevinmez misin? ” dedi. Babam:
“Evet, orası öyle! ” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (SAV):
“O halde olmaz, “ buyurdu.

14.Çocukların karınlarını doyurmaktan daha mühim olanın ruhlarını ve gönüllerini doyurmak olduğunun şuurunda olarak; onları ”İLGİ VE SEVGİ” iksirinden kesinlikle mahrum etmemeliyiz.
Efendimiz (SAV) bu konuda da bizlere çok güzel örneklik teşkil etmiştir:
Çocukları gördüğünde selam verir, hal hatırlarını sorardı. Hz.Enes, kendisi daha çocukken Rasulullah’ın içlerine karıştığını, her defasında küçük kardeşi Ebu Umeyr’a “küçük kuşunun ne olduğunu”-Ey Umeyr ne oldu nugeyr(serçecik)?- sorduğunu, onu üzgün bulduğu bir gün kuşunun öldüğünü duyunca, onunla ilgilenip, ona başsağlığında bulunduğunu belirtir. Ayrıca çocuklar hastalandıklarında onlara “geçmiş olsun” ziyaretlerinde bulunduğu rivayet edilmiştir.(Buhari Ebu Davud)
Çocuklarımıza zaman ayırmalıyız. Çocuklarımızla geçen zaman asla boşa geçen zaman değildir. Çocuğu sevmek demek, ona bolca oyuncak, hediye vb almak değil, onunla ortak faaliyetler yapmak, zaman ayırmak, onunla kaliteli zaman geçirmek demektir.                                                                                                                                                                                                                                             Onunla beraber olduğumuzda dikkatlerimizi ona yoğunlaştırıp, bir şeylerle meşgul olurken değil, kendimizi rahat hissettiğimizde onunla ilgilenmeliyiz.
Aşağılamak, suçlamak, çocuk adına karar vermek yerine çocuğu dinlemeliyiz. Dinlendiğini hisseden çocuk, sevildiğini düşünen çocuktur.
Göz kontağı kurarak, gülümseyerek kabul belirtisini beden diliyle pekiştirmeliyiz. Böylece “Kişiliğine saygı duyulduğunu” düşünerek, çocuk da iletişimi pekiştirir.
Olumlu davranışları hiç kaçırmadan fark ettiğimizi çocuğunuza hissettirmek ve bu davranışları ödüllendirmek önemlidir. Güzel sözler söylemek, olumlu davranışlarından dolayı onu övmek gibi. Ödüllerin maddi değil daha çok manevi ödüller olması önemlidir.
Fiziksel tehdit içeren olumsuz davranışları uygun şekilde cezalandırmalıyız. Ama buradaki cezadan kasıt fiziksel cezalar değil, çocuk için önemli olan bir şeyden mahrum bırakma şeklinde olmalıdır. Bisikletle caddeye çıkan çocuğa bir hafta bisiklete binmeyi yasaklamak gibi.
“Ben dili”ni kullanmalıyız. Çocuğun şahsını hedef alan suçlamalar ya da toplum içerisinde eleştirilmesi, çocuğu huysuz, arsız yapabilir. Bu yüzden yanlış yaptığında “Şu şekilde davranmandan, eve geç gelmenden hoşlanmıyorum” demeliyiz. Bu tür ifadeler çocuklar tarafından, hoşlanılmayan durumun kendisi değil davranışları olduğunu şeklinde algılanacaktır.
Hz. Âişe’nin anlattığına göre Peygamberimiz, birisinin kendisi hakkında bir şey söylediğini duyduğunda:
“Falana ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor.” demez de “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” derdi. (Ebû Dâvud, Edeb, 6)

Anne babalara-hassaten de annelere- çok okumalarını, çocuk eğitimi, aile düzeni, çocuk ve ergen psikolojisi üzerinde yoğunlaşmalarını tavsiye ediyorum. Yavrularımız Allah’ın bizlere birer emanetidir. Allah’ın emanetine sahip çıkanlardan olmak duası ile.
  - 16 Mart 2015 
http://www.gencbirikim.net/cocuklar-soz-dinlemez-oldu/