16 Eylül 2016 Cuma

SÜNNETİN ÖNEMİ VE DELİL OLUŞU




SÜNNETİN ÖNEMİ VE DELİL OLUŞU

Sünnet; Kur'an-ı Kerim'den sonra İslâm'ın ikinci kaynağıdır. Kur'an da;         -inançları, ibadetleri, ahlâkı, muamelatı ve edebleri île- İslâm'ın temel kaidelerini ve esaslarını içeren anaya­sadır. Sünnet ise; bütün bu konularda Kur'an'ın teorik ola­rak açıklaması, pratik olarak uygulamasıdır.Bundan dolayıdır ki sünnete uymak ve onun getirmiş olduğu hükümler ve yönlendirmeler ile amel etmek gerekir. Tebliğ ettiği Kur'an âyetlerine itaat olunduğu gibi, bu husus­larda Resul'e itaat etmek de vaciptir. Bu duruma gerek Kur'an ve sünnetin kendisi, gerekse ümmetin içtima ve akıl-görüş delâlet etmektedir.


Kur'an, Müslümanlara, Allah'a itaatin yanı sıra, Resûl'e itaati de vacip görmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin ve Resûl'e de itaat edin." (Nisa, 59) Kur'an, Nebî'ye (s.a.v.) itaat etmeyi, Allah'a itaat saymış­tır. "Resûl'e itaat eden (neticede) Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa, 80) O, Nebî'ye (s.a.v.) itaatin meyvesini, hidâyet üzere olma diye belirlemiştir: "Eğer O'na itaat ederseniz, doğru yo­lu bulursunuz." (Nur, 54) Yine O'na uyma konusunda da du­rum böyledir. "Ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız." (Araf, 358) Aynı şekilde Kur'an, O'na uymayı, Allah'ı sevme ve O'nun mağfiretini kazanmanın bir delilli saymıştır: "De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sev­sin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran, 31).

Yine Allah (c.c.) Nebî'nin (s.a.v.) emrettiği ve yasak koyduğu hususlarda O'na uymayı Müslümanlara emretmiş­tir: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının." (Haşr, 7)

O, onlara, Nebî'nin (s.a.v.) davetine icabet etmeyi emret­miş, O'nun davet ettiği hususu 'hayat' olarak değerlendir­miştir: "Ey inananlar! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah'ın ve Resulünün çağrısına koşun!" (Enfal, 24).

Yüce Allah mü'minleri O'nun emrine muhalefet etme­den sakındırmıştır: "O'nun emrine aykırı davrananlar, ken­dilerine bir belânın çarpmasından, yahut onlara acı bir aza­bın uğramasından sakınsınlar." (Nur, 63)

Yine Allah, herhangi bir anlaşmazlık olduğunda O'na başvurmayı vacip kılmıştır: "Eğer herhangi bir şeyde anlaş­mazlığa düşerseniz, - Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa­nız-, onu Allah'a ve Resulüne götürün." (Nisa, 59).

O, O'nun hükmünü kabul edip etmemede, erkek veya kadın hiçbir mü'mine seçme hakkı vermemiştir: "Allah ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yok­tur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapık­lığa düşmüş olur." (Ahzab, 36).

Yine Allah, O'nu hakem olarak kabulden yüz çevirenin veya O'nun hükmünü rıza ve teslimiyetle kabul etmeyenin imanı olamayacağı üzerine yemin etmiştir; "Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni ha­kem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar." (Nisa, 65)

Allah, Peygamber'in hükmünü kabulü veya O'ndan yüz çevirmeyi, imanı nifaktan ayırt eden bir sınır taşı kabul etmiştir: "Allah'a ve Resûl'e inandık ve itaat ettik' diyorlar. Sonra onlardan bir grup, bunun ardından dönüyor. Bunlar inanmış değillerdir. Onlar aralarında hükmetmesi için Al­lah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman hemen onlardan bir grup yüz çevirir... Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman inananların sözü ancak: 'İşittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte umduklarına erenler bunlar­dır, bunlar." (Nur, 47-48-51)

Yine Yüce Allah, O'na uymaya rağbet ettirmiştir: "Andolsun Allah'ın elçisinde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 21).


Sünnete gelince, birçok hadîs Nebî'ye (s.a.v.) uymanın ve O'na itaatin vacip olduğuna delâlet etmektedir:

Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadîs bu cümleden­dir: "Ümmetimin hepsi cennete girecek, ancak direten müstesna." Kendisine: "Direten kimdir ey Allah'ın Resulü?" de­nilince O (s.a.v.): "Kim bana itaat ederse cennete gider. Bana isyan eden ise diretmiş olur." buyurdular.

Irbad ibn Sariye'nin rivayet ettiği şu hadîs de böyledir: Dedi ki: "(Bir gün) Resûlullah (s.a.v.) öyle bir va'z-u nasihat etti ki o(nun tesiri)nden kalpler korkup titredi, gözler yaşar­dı. Bunun üzerine biz: 'Ey Allah'ın Resulü! Sanki bu, veda eden kimsenin (son) nasihati gibi! Bize biraz daha tavsiyeler­de bulun!' deyince şöyle buyurdular: 'Size Allah'tan kork­manızı, yöneticiniz bir köle bile olsa onu dinleyip, itaat et­menizi tavsiye ediyorum. Sizden (biraz uzun süre) yaşaya­cak olanlar birçok ihtilaflar görecektir. Aman benim sünne­time ve doğru yolu gösteren raşid halifelerin sünnetlerine sımsıkı sarılın. Aman sonradan ortaya çıkan (bid'adlardan da sakının! Çünkü her bid'at dalalettir."

Yine Nebî'nin (s.a.-v.) onlara Veda Haccı'ndaki tavsiye­si de bunun gibidir. Ibn Abbas Hazretlerinin rivayet ettiği gibi, Hakim'in sahih görüp, Zehebî'nin de onayladığı ve bi­zim daha önce zikrettiğimiz hadîs şöyledir: "Size öyle bir şey bıraktım ki onlara sarıldığınız sürece asla sapıtmayacaksı­nız! Onlar; Allah'ın kitabı ve Nebisinin sünnetidir."

Hz. Muaviye'nin rivayet ettiği şu hadîs de meşhur ha­dîslerdendir: "Resûlullah (s.a.v.) bir gün kalktı ve şöyle bu­yurdu: 'Dikkat edin, sizden önce Kitap ehli yetmiş iki mille­te ayrıldı, bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Onlardan yetmiş ikisi cehenneme, biri ise cennete girecektir ki, o da cemaattir.'

         Bu hadîsin bazı varyantlarında ise: "Nebi'ye (s.a.v.) hidâyet üzere olup, kurtulacak bu fırka sorul­duğunda şöyle buyurdular: 'Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yola uyanlardır."' (Tirmizi, İman 18, H. Nu: 2641)

Görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.v.), kurtuluş beraatini, kendi metoduna ve O'nun ocağında yetişip, O'nun medresesini bitiren o güzide insanların metoduna uyanlara vermektedir.

Burada şu hususu belirtmemiz gerekmektedir: Zengin servet sahiplerinden bir azınlığın durumunda olduğu gibi, sünnete ihtiyaç duymaksızın sadece Kur'an ile yetinme iddi­asından sakındıran hadîslerde, Nebî'nin (s.a.v.) gayb ötesin­den, sanki onları gözleri ile görüyormuşçasına üzerindeki örtüyü açtığını görmekteyiz.

Bu da Nebî'nin (s.a.v.) şu sözünde ifadesini bulmakta­dır: "Dikkat edin! Bana kitap ve onunla birlikte bir benzeri daha verildi. Dikkat edin! Bana Kur'an ve bir benzeri veril­di. Dikkatli olun! Karnı tok bir adamın koltuğuna yaslana­rak şöyle söylemesi yakındır; ' Siz Kur'an'a sarılın. Onda helâl bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu da haram kılın,"'(Müsned, c. 4, s. 130-131; Ebu Davud, Sünne 6, H. Nu: 4604)

Tirmizi ise bu hadîsi şu lafızlarla rivayet etmektedir: "Dikkatli olun! Koltuğuna yaslanmış bir adama benden bir hadîs ulaştığında belki de O şöyle söyleyecektir: 'Aramızda Allah'ın kitabı var. Onda helâl bulduğumuzu helâl, haram bulduğumuzu da haram sayarız.' Oysa Resûlullah'ın haram kıldığı da tıpkı Allah'ın haram kıldığı gibidir."

Yine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Kendisi­ne benim emrettiğim ya da yasakladığım herhangi bir emir geldiğinde sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak şöyle söylediğini görmeyeyim: 'Bilmiyoruz biz Allah'ın kitabında bulduğumuza uyarız.'"

Şu meşhur hadîste olduğu gibi, Nebî'nin (s.a.v.) sünne­ti tebliğ etmeye ve onu yaymaya teşvik etmesinde şaşılacak bir durum yoktur: "Bizden bir hadîsi işitip, onu öylece belle­yen ve o şekilde başkasına ulaştıran kimsenin Allah (yüzü­nü) ağartsın. Çünkü nice fıkıh yüklü insanlar vardır ki, yü­künü kendisinden daha fakir olana ulaştırır. Nice fıkıh taşı­yanlar vardır ki, fâkih değildir."

Bir başka.rivayette ise şöyle buyurmuştur: "Bizden bir şey işitip, onu işittiği gibi başkalarına ulaştıran kişinin Allah (yüzünü) ağartsın. Çünkü kendisine ulaştırılan niceleri var­dır ki (bizzat) işitenden daha anlayışlıdır."*

Veda Haccı'nda da şöyle buyurmuşlardır: "Burada bu­lunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Kim bilir burada bulu­nan, belki de kendisinden daha anlayışlı birisine ulaştırmış olur"

Gerçekten sahabe (r.a.) Nebî (s.a.v.) hayatta iken de sünnetin kıymetini ve onun Allah'ın Kitabından sonra ken­dileri için ikinci kaynak olduğunu bilmekteydiler. Meşhur Muaz hadîsinde olduğu gibi Nebî (s.a.v.) de onların bu hali­ni onaylamıştır: Nebî (s.a.v.) Muaz'ı Yemen'e gönderirken ona "Sana herhangi bir dava sorulduğunda ne yaparsın?" diye sordu. O, "Allah'ın ki tabında kilerle hükmederim" de­di. Nebî (s.a.v.): "Eğer Allah'ın kitabında yoksa?" diye sor­du. O, "O zaman Resûlullah'ın sünnetiyle" dedi. Nebî (s.a.v.):
"Resûlullah'ın sünnetinde de yoksa?" diye sorunca o "Kendi görüşümle ictihad etmekten geri kalmam" diye ce­vap verdi. Muaz diyor ki: "Bunun üzerine Allah Resulü göğ­süme vurdu ve şöyle buyurdu: 'Allah'ın elçisinin elçisini, Allah'ın elçisinin hoşnut olduğu şeye muvaffak kılan Al­lah'a hamd olsun.'

                                                 Yusuf El Karadavi / Sünneti Anlamada Yöntem


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder