SÜNNETİN ÖNEMİ VE DELİL OLUŞU
Sünnet; Kur'an-ı
Kerim'den sonra İslâm'ın ikinci kaynağıdır. Kur'an da; -inançları,
ibadetleri, ahlâkı, muamelatı ve edebleri île- İslâm'ın temel kaidelerini ve
esaslarını içeren anayasadır. Sünnet ise; bütün bu konularda Kur'an'ın teorik
olarak açıklaması, pratik olarak uygulamasıdır.Bundan dolayıdır ki sünnete
uymak ve onun getirmiş olduğu hükümler ve yönlendirmeler ile amel etmek
gerekir. Tebliğ ettiği Kur'an âyetlerine itaat olunduğu gibi, bu hususlarda
Resul'e itaat etmek de vaciptir. Bu duruma gerek Kur'an ve sünnetin kendisi,
gerekse ümmetin içtima ve akıl-görüş delâlet etmektedir.
Kur'an, Müslümanlara,
Allah'a itaatin yanı sıra, Resûl'e itaati de vacip görmektedir. Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Ey inananlar, Allah'a itaat edin ve Resûl'e de
itaat edin." (Nisa, 59) Kur'an, Nebî'ye (s.a.v.) itaat etmeyi,
Allah'a itaat saymıştır. "Resûl'e
itaat eden (neticede) Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa, 80) O, Nebî'ye (s.a.v.)
itaatin meyvesini, hidâyet üzere olma diye belirlemiştir: "Eğer O'na itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz." (Nur, 54) Yine O'na uyma
konusunda da durum böyledir. "Ve
O'na uyun ki doğru yolu bulasınız." (Araf, 358) Aynı şekilde Kur'an, O'na uymayı, Allah'ı
sevme ve O'nun mağfiretini kazanmanın bir delilli saymıştır: "De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız
bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (Al-i İmran, 31).
Yine Allah (c.c.)
Nebî'nin (s.a.v.) emrettiği ve yasak koyduğu hususlarda O'na uymayı
Müslümanlara emretmiştir: "Peygamber
size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının." (Haşr, 7)
O, onlara, Nebî'nin
(s.a.v.) davetine icabet etmeyi emretmiş, O'nun davet ettiği hususu 'hayat'
olarak değerlendirmiştir: "Ey
inananlar! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıkları zaman Allah'ın ve Resulünün
çağrısına koşun!" (Enfal, 24).
Yüce Allah mü'minleri
O'nun emrine muhalefet etmeden sakındırmıştır: "O'nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belânın
çarpmasından, yahut onlara acı bir azabın uğramasından sakınsınlar." (Nur, 63)
Yine Allah, herhangi bir
anlaşmazlık olduğunda O'na başvurmayı vacip kılmıştır: "Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, - Allah'a ve
ahiret gününe inanıyorsanız-, onu Allah'a ve Resulüne götürün." (Nisa, 59).
O, O'nun hükmünü kabul
edip etmemede, erkek veya kadın hiçbir mü'mine seçme hakkı vermemiştir: "Allah ve Resulü, bir işte hüküm
verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre
seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa
düşmüş olur." (Ahzab, 36).
Yine Allah, O'nu hakem
olarak kabulden yüz çevirenin veya O'nun hükmünü rıza ve teslimiyetle kabul
etmeyenin imanı olamayacağı üzerine yemin etmiştir; "Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde
seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk
duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar." (Nisa, 65)
Allah, Peygamber'in
hükmünü kabulü veya O'ndan yüz çevirmeyi, imanı nifaktan ayırt eden bir sınır
taşı kabul etmiştir: "Allah'a ve
Resûl'e inandık ve itaat ettik' diyorlar. Sonra onlardan bir grup, bunun
ardından dönüyor. Bunlar inanmış değillerdir. Onlar aralarında hükmetmesi için
Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman hemen onlardan bir grup yüz çevirir...
Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman inananların
sözü ancak: 'İşittik ve itaat ettik' demeleridir. İşte umduklarına erenler
bunlardır, bunlar." (Nur, 47-48-51)
Yine Yüce Allah, O'na
uymaya rağbet ettirmiştir: "Andolsun
Allah'ın elçisinde sizin için Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan
kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır." (Ahzab, 21).
Sünnete gelince, birçok
hadîs Nebî'ye (s.a.v.) uymanın ve O'na itaatin vacip olduğuna delâlet
etmektedir:
Ebu Hureyre'nin rivayet
ettiği şu hadîs bu cümledendir: "Ümmetimin
hepsi cennete girecek, ancak direten müstesna." Kendisine:
"Direten kimdir ey Allah'ın Resulü?" denilince O (s.a.v.): "Kim bana itaat ederse cennete gider.
Bana isyan eden ise diretmiş olur." buyurdular.
Irbad ibn Sariye'nin
rivayet ettiği şu hadîs de böyledir: Dedi ki: "(Bir gün) Resûlullah
(s.a.v.) öyle bir va'z-u nasihat etti ki o(nun tesiri)nden kalpler korkup
titredi, gözler yaşardı. Bunun üzerine biz: 'Ey Allah'ın Resulü! Sanki bu,
veda eden kimsenin (son) nasihati gibi! Bize biraz daha tavsiyelerde bulun!'
deyince şöyle buyurdular: 'Size Allah'tan
korkmanızı, yöneticiniz bir köle bile olsa onu dinleyip, itaat etmenizi
tavsiye ediyorum. Sizden (biraz uzun süre) yaşayacak olanlar birçok ihtilaflar
görecektir. Aman benim sünnetime ve doğru yolu gösteren raşid halifelerin
sünnetlerine sımsıkı sarılın. Aman sonradan ortaya çıkan (bid'adlardan da
sakının! Çünkü her bid'at dalalettir."
Yine Nebî'nin (s.a.-v.)
onlara Veda Haccı'ndaki tavsiyesi de bunun gibidir. Ibn Abbas Hazretlerinin
rivayet ettiği gibi, Hakim'in sahih görüp, Zehebî'nin de onayladığı ve bizim
daha önce zikrettiğimiz hadîs şöyledir: "Size
öyle bir şey bıraktım ki onlara sarıldığınız sürece asla sapıtmayacaksınız!
Onlar; Allah'ın kitabı ve Nebisinin sünnetidir."
Hz. Muaviye'nin rivayet
ettiği şu hadîs de meşhur hadîslerdendir: "Resûlullah (s.a.v.) bir gün
kalktı ve şöyle buyurdu: 'Dikkat edin,
sizden önce Kitap ehli yetmiş iki millete ayrıldı, bu ümmet ise yetmiş üç
fırkaya ayrılacaktır. Onlardan yetmiş ikisi cehenneme, biri ise cennete
girecektir ki, o da cemaattir.'
Bu hadîsin bazı varyantlarında ise:
"Nebi'ye (s.a.v.) hidâyet üzere olup, kurtulacak bu fırka sorulduğunda
şöyle buyurdular: 'Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yola
uyanlardır."' (Tirmizi, İman 18, H. Nu: 2641)
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber
(s.a.v.), kurtuluş beraatini, kendi metoduna ve O'nun ocağında yetişip, O'nun
medresesini bitiren o güzide insanların metoduna uyanlara vermektedir.
Burada şu hususu
belirtmemiz gerekmektedir: Zengin servet sahiplerinden bir azınlığın durumunda
olduğu gibi, sünnete ihtiyaç duymaksızın sadece Kur'an ile yetinme iddiasından
sakındıran hadîslerde, Nebî'nin (s.a.v.) gayb ötesinden, sanki onları gözleri
ile görüyormuşçasına üzerindeki örtüyü açtığını görmekteyiz.
Bu da Nebî'nin (s.a.v.)
şu sözünde ifadesini bulmaktadır: "Dikkat
edin! Bana kitap ve onunla birlikte bir benzeri daha verildi. Dikkat edin! Bana
Kur'an ve bir benzeri verildi. Dikkatli olun! Karnı tok bir adamın koltuğuna
yaslanarak şöyle söylemesi yakındır; ' Siz Kur'an'a sarılın. Onda helâl
bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu da haram kılın,"'(Müsned, c. 4, s. 130-131; Ebu
Davud, Sünne 6, H. Nu: 4604)
Tirmizi ise bu hadîsi şu
lafızlarla rivayet etmektedir: "Dikkatli
olun! Koltuğuna yaslanmış bir adama benden bir hadîs ulaştığında belki de O
şöyle söyleyecektir: 'Aramızda Allah'ın kitabı var. Onda helâl bulduğumuzu
helâl, haram bulduğumuzu
da haram sayarız.' Oysa Resûlullah'ın haram kıldığı da tıpkı Allah'ın haram
kıldığı gibidir."
Yine Resûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmaktadır: "Kendisine
benim emrettiğim ya da yasakladığım herhangi bir emir geldiğinde sizden
birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak şöyle söylediğini görmeyeyim: 'Bilmiyoruz
biz Allah'ın kitabında bulduğumuza uyarız.'"
Şu meşhur hadîste olduğu
gibi, Nebî'nin (s.a.v.) sünneti tebliğ etmeye ve onu yaymaya teşvik etmesinde
şaşılacak bir durum yoktur: "Bizden bir hadîsi işitip, onu öylece belleyen
ve o şekilde başkasına ulaştıran kimsenin Allah (yüzünü) ağartsın. Çünkü nice
fıkıh yüklü insanlar vardır ki, yükünü kendisinden daha fakir olana
ulaştırır. Nice fıkıh taşıyanlar vardır ki, fâkih değildir."
Bir başka.rivayette ise
şöyle buyurmuştur: "Bizden bir şey
işitip, onu işittiği gibi başkalarına ulaştıran kişinin Allah (yüzünü) ağartsın.
Çünkü kendisine ulaştırılan niceleri vardır ki (bizzat) işitenden daha
anlayışlıdır."*
Veda Haccı'nda da şöyle
buyurmuşlardır: "Burada bulunanlar,
bulunmayanlara ulaştırsın. Kim bilir burada bulunan, belki de kendisinden daha
anlayışlı birisine ulaştırmış olur"
Gerçekten sahabe (r.a.)
Nebî (s.a.v.) hayatta iken de sünnetin kıymetini ve onun Allah'ın Kitabından
sonra kendileri için ikinci kaynak olduğunu bilmekteydiler. Meşhur Muaz
hadîsinde olduğu gibi Nebî (s.a.v.) de onların bu halini onaylamıştır: Nebî
(s.a.v.) Muaz'ı Yemen'e gönderirken ona "Sana
herhangi bir dava sorulduğunda ne yaparsın?" diye sordu. O,
"Allah'ın ki tabında kilerle hükmederim" dedi. Nebî (s.a.v.): "Eğer Allah'ın kitabında yoksa?"
diye sordu. O, "O zaman Resûlullah'ın sünnetiyle" dedi. Nebî
(s.a.v.):
"Resûlullah'ın sünnetinde de yoksa?" diye sorunca o
"Kendi görüşümle ictihad etmekten geri kalmam" diye cevap verdi.
Muaz diyor ki: "Bunun üzerine Allah Resulü göğsüme vurdu ve şöyle
buyurdu: 'Allah'ın elçisinin elçisini, Allah'ın elçisinin hoşnut olduğu şeye
muvaffak kılan Allah'a hamd olsun.'
Yusuf
El Karadavi / Sünneti Anlamada
Yöntem
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder