AİLE / İNSANIN DÜNYADAKİ CENNETİ
“Ve O, iki
eşi, erkeği ve kadını yarattı.” Necm, 53/45
Bitkisiyle hayvanıyla
yeryüzünde her varlığı dişi ve erkek olarak yaratan Rabbimiz, varlıkların en değerlisi olan insanı da kadın ve erkek olarak
yaratmıştır. İnsanı erkek ve dişi eşler olarak dünya hayatına yollamıştır. Birbirlerine karşı kuvvetli bir sevgi
ve merhamet lütfetmiştir. Peygamberimizin
ifadesi ile onlar, birbirinin benzeridirler. Allah
Teâlâ, “Onlar sizin için birer elbise, siz de
onlar için birer elbisesiniz.” Buyurarak (Bakara, 2/187) kadın ve erkeğin birbirlerini korumaları
gerektiğini hatırlatmıştır.
Rabbimiz, erkek ve kadına
evlenerek bir yuvayı paylaşmalarını tavsiye eder.(Nisâ,’
4/3, 25) Peygamberimiz “…Ben namaz da kılarım, uyurum da; oruç
da tutarım, tutmadığım da olur; kadınlarla da evlenirim. Her kim benim
sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.” buyurarak, evliliğin kendi sünneti
olduğunu ısrarla söylerken, hem bu tavsiyeyi pekiştirir hem de onun hayat
tarzını reddedenlere ikazda bulunur.
Kuşkusuz evlilik, insana
sükûnet aşılayan bir nimettir. Kalabalıklar
içinde yalnız kalmış bir gönlü ancak bir eş şad edebilir. Sevginin en özelini,
sıcak, müşfik dost elini, hayatı yaşanılır kılan paylaşımı ancak bir eş
sunabilir insana.
Diğer yandan evlilik,
bedenin haramdan korunacağı bir barınaktır. Bu sebepledir ki Peygamber
Efendimiz, namuslu bir birliktelik yaşamaya niyetlenip aile kurmaya çabalayana
Allah'ın mutlaka destek olacağını müjdeler. Zira
evlilik sayesinde sadece iki beden korunmaz, bütün toplum arı bir nesle sahip
olur.
Allah Teâlâ, Kur'ân-ı
Kerîm'de aile birliğinin kurulmasının ardından hayatın akışına ayak uydurması
için insana öğütler verir. Aile olmanın hayata güvenle bakan ve geleceği
şekillendiren yüzünü tanıtır ona. Öncelikle aile olmanın ne anlama geldiğini
kavramasını ister. Bir duygu ve fikir birlikteliği ile oluşmuş nice aileleri
örnek gösterir. Kötülük yolunda birbirlerine benzeyip ortak işler yapan ve
kendisini unutanlara azabı hatırlatırken, dost
olan ve iyilikte yardımlaşan erkek ve hanımlardan övgüyle ve müjdeyle bahseder. (Tevbe, 9/71-72.) İmrân ailesini hayır ile yâd ederken (Âl-i İmrân, 3/33-34) Ebû Leheb ailesini ateş ile nasıl
cezalandıracağını anlatır. (Tebbet, 111/1-5.)
Aile, hayırlı evlâtlar istenen bir yuvadır. İnsan soyunun geleceğe
temiz ve pâk olarak taşınabilmesi için de aile zorunludur.
Yavrusu olunca kadın, “anne”
olur. Onu bağrına bastığı an öylesine şefkat doludur ki Rabbin, kullarına karşı
merhametini hatırlatır Peygamberimize.
Taşıdığı,
doğurduğu, doyurduğu bu küçük canı kendisine tercih eder ve ondan ayrılmaya
dayanamaz. Öyle bir bağdır ki
aralarındaki, bu bağı koparanları şiddetle uyarır Peygamberimiz: “Anne
ile evlâdının arasını ayıranın, Allah da kıyamet günü sevdikleriyle arasını
ayırır.” Ve
öyle bir an gelir ki anne, ağzına atmak üzere olduğu hurmayı kendisinden
isteyen yavrularına kıyamayıp bölüştürür de, bu davranışı ile cenneti kazanır.
Anne fedakârdır; emeğinin
hesabını tutmaz. Sevgi doludur; yüreğinin kapısını kapamaz. Affedicidir;
kucağından geri çevirmez. Annenin adımları cennete öylesine yakındır ki Peygamber Efendimiz ona hizmeti cihad
olarak adlandırmaktan çekinmez. Aynı
dini paylaşmasalar bile inanan bir evlâttan, annesine sırtını dönmemesini, ona
karşı izzet ve ikramda kusur etmemesini bekler. Çünkü anne, Peygamberimizin dilinde, “kendisi
ile güzel bir ilişki kurulmasını en çok hak eden kimse” konumundadır.Sevgili Peygamberimiz
Allah'ın, annelere isyanı haram kıldığını söylerken anlamsız tartışmalardan ve sonu
gelmeyen husumetlerden anneyi korumak ister.
Ve yavrusu olunca, “baba”
olur erkek. Artık kıyamete kadar onun adıyla anılacak, ona ait bir can
vardır. “Ailenin senin üzerinde hakkı var!” diye uyaran Peygamberi'nin
kendisine yüklediği sorumluluğu yerine getirebilmek için çırpınmaya başlar. Bir
taraftan eline geçen nimeti, kendisi faydalandıktan sonra önce ailesi ile
bölüşmeli ve evine iyilik
taşımalıdır. Diğer taraftan, her türlü kötülüğü yuvasından uzak tutmak için
çabalamalı, bu uğurda canını bile verse şehit olacağı müjdesini kulak ardı
etmemelidir.
Ailesinin işlerini bizzat
üstlenen Yüce Peygamber'i örnek
edinen babanın çalışması karşılıksız kalmaz elbette. Resûl-i Ekrem, “...Allah
rızasını umarak ailen için yaptığın her harcamadan muhakkak ecir alırsın,
eşinin ağzına koyduğun bir lokmadan bile!” sözleriyle babanın bu çalışmasının
mükâfatlandıracağını müjdeler. Ama mesuliyet sadece ev halkının karnını doyurup
sırtını giydirmekle bitmez ki... Kendisinden sonra evlâtlarını başkalarına el
açacak kadar perişan bir konumda bırakmaması istenen baba,aynı zamanda onları,
huzuru besleyen hayırlı birer fert olarak yetiştirip topluma sunmalıdır.
Efendimizin ifade buyurduğu üzere: “Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiyeden
daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” Aile için baba aynı zamanda
saygıdır, güvendir, rahmettir. Peygamberimizin öğüdü ile eve girerken selâm
verip bereketi davet eden bir
babanın nezaketi, merhametin de ilk adımıdır. Aynı şekilde ev halkı arasında
adaleti gözeten insaflı babayı, kıyamet günü Allah nurdan koltuklara
oturtacaktır.Efendimiz babaların duasının mutlaka kabul olunacağını
bildirmiştir.
Anne ve babanın elinde çocuk
nadide bir emanettir. Bugüne aitmiş gibi görünse de aslında yarınlar için
hazırlanması gereken bir emanet... Hassas, kırılgan, ilgiye ve sevgiye ihtiyacı
hiç bitmeyen bir candır. Bir imtihandır yavru; sonuçta büyük mükâfatı kazanmak
isteyenin hayli emek sarf etmesini gerektiren bir imtihan...
Anne babanın çocukları için
göstermeleri gereken itina, daha yavrunun ilk hücreleri bile oluşmadan evvel,
şeytanın ondan uzak olması için dua etmeleriyle başlaması dikkat çekicidir. Bu yüzden anne baba, bebek dünyaya
geldiğinde kız erkek ayrımı yapmak gibi câhiliye âdetlerinden uzak durarak onu
ilâhî bir lütuf olarak görmelidir. Kızı olunca öfkeden yüzü kapkara kesilen ama
oğlu olunca bayram eden kara cahillerden olmamalıdır. Bu nimeti bahşeden Rablerine
şükürlerinin nişanesi olarak anne babalar akika kurbanı kesebilir, ona güzel bir isim verir ve böylece onun hayatının ilk
günlerine bereket dolu dualarla başlamasını sağlayabilirler.
Peygamber Efendimizin, “Her
doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ya da Mecûsî
yapar.” ifadesi,
ebeveynin çocuk üzerindeki kalıcı tesirini açık bir dille özetler. İşlenmeye
hazır bir cevher olan insan yavrusu, iyiyi kabul etmeye ve güzeli benimsemeye
daha doğuştan gönüllüdür. Onun, gözünü açtığı bu yeni âlem ile sağlıklı
ilişkiler geliştirebilen erdemli bir kişilik edinmesi, anne babasının kucağında
gerçekleşecektir. Aynı zamanda kendisini hidayete ve doğru yola ulaştıracak
dinî tercihinin temeli de aile ocağında şekillenecektir.
Peygamberimiz, bebeklikte
merhamet, çocuklukta sevgi ve delikanlılıkta anlayış ile büyütülen evlâdın saygı ve uzlaşı
sonucu alınan bir kararla evlendirilmesini tavsiye etmiştir.
Boşanmak elbette arzu
edilmeyen bir durumdur. Allah
Resûlü, boşanarak açıkta kalan kız çocuğunu bağrına basan ve geçimini üstlenen
aileyi müjdelemiş ve en hayırlı harcamanın onun geçimi için yapılan harcama
olduğunu söylemiştir: “Size en değerli sadakadan bahsedeyim
mi? (Kocasının evinden ayrılarak) senden başka kazancını sağlayacak kimse
olmadığı için sana (baba evine) sığınmış kızın (için harcadığın nafaka en
faziletli sadakadır).”
Peygamberimiz, “Kendi babası olmadığını bile bile,
babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eden kişiye cennet haramdır.” buyurur. O hâlde onları reddetme
veya başka bir soydan geldiğini iddia etme gibi bir hakkı da yoktur. Aynı şey bir babanın, çocuğunu
evlâtlıktan reddetmesi için de geçerlidir. Çünkü aile ilişkileri sonsuza kadar
süren ilişkilerdir. Bu diyarda ömürler tükense ve Peygamberimizin ifade ettiği
üzere kabre girene kadar cenazeyi takip eden aile sonuçta geri dönüp uzaklaşmak
zorunda kalsa bile, öte âlemde
yine bir araya gelecekleri umulur. İyiler iyilerle, kötüler kötülerle. Allah
Teâlâ'nın bizlere sunduğu her nimet gibi aile hayatı da bir tarafıyla külfet
yüklüdür. Sürükleyici ve aldatıcı yüzüyle aile meşgalesi, insana aslî görevini
her an unutturabilecek kadar zorlu bir sınavdır: “Ey
iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın.
Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Münâfikûn,
63/9.)
Kimi zaman aile fertlerinin
çokluğu ile övünen insan, kendisini
Rabbine yakınlaştıracak olanın, eşi ya da çocukları değil, salih amelleri
olduğunu unutur. Hâlbuki gönlünde
imanın aydınlığını taşımayan bir kimse için, mal ve evlâtlar ile dolu debdebeli
bir hayat ateşten kurtulmasına çare olamayacağı gibi, onun azgınlığını ve ateşin
yakıcılığını körükleyen bir nitelik de kazanabilir.
Resûlullah'ın, “İnsan,
ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusu ile sınanır; oruç, namaz, sadaka ve
iyiliği emredip kötülükten sakındırma işte bu sınanma (esnasındaki kusurlarına)
kefaret olur.” hadisinde “sınanma”
vesilesi olarak
adlandırdığı aile, anne baba çocuk üçgeninde kurulmuş hassas dengeler ağıdır.
Aynı evi paylaşmak, haklar kadar sorumlulukları da artırmakta, canlar
yakınlaştıkça huzur için gösterilmesi gereken ihtimam da katlanmaktadır. İşte
bu noktada Peygamberimiz eşler arası ilişkiyi düzenlerken tek taraflı görev
yüklemesi yapmaktan ya da sınırsız özgürlük tanımaktan ısrarla kaçınır: “Dikkat
edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde
hakkı vardır.”
Kadın için aile, hayat imtihanının
en çetin geçtiği alanlardan biridir. Kadın “saliha kadın” olarak nitelenir ve
bu niteliğinin karşılığını hak
etmeye çabalar. Bazen de eşsiz kalır ve yükünü sırtına almakla, ailesi için
harcadığı emekle Peygamber'e komşu olmaya yönelir.Hayırlı bir evlât yetiştirmek
uğruna attığı her adım mükâfata lâyık iken, bazen acısıyla yandığı evlâdının
ölümüne sabretmekle de mutlu sona erişir.
Aile yükünü omuzlayan baba için “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi,
yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!” uyarısı şüphesiz son derece
çarpıcıdır. Ailesine harcadığı her kuruşun, sarf ettiği en kıymetli para olarak
sevap hanesine yazılmasının yanında,
evinin yıllık ihtiyaçları için yatırım yapması da infakının bir parçasıdır.
Peygamberimiz, “Sizin
en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en
hayırlı olanınızım...” sözleriyle
mümin erkekleri, ailesine iyilikle muamele etmeye çağırır. Evin büyüğü, babası,
ailesine karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olmalıdır. Hissettiği güzel duyguları
gizlememeli, gördüğü meziyetleri takdir etmekten çekinmemelidir. Torunları ile
gülüp oynayan, onlara sımsıkı
sarılıp öpen, hatta kucağına alıp
hutbe okuyan ve torunu
sırtındayken namaz kılan Hz.
Peygamber'in tavrı bütün babalara hep örnek olmalıdır.
Hz. Peygamber (sav), aile
içinde adaletsizliği kesinlikle reddeder. Sevgi
konusunda yavrularına eşit mesafede durmayı beceremeyen ebeveyn, gönüllerine
söz geçirememekten dolayı belki mazur görülebilir. Ama bunu davranışlarına
yansıtmayarak, cinsiyet farkı gözetmeksizin adaleti
korumak zorundadırlar. Zira ailede söz hakkına sahip olan her yetişkin, “Allah'tan
korkun ve evlâtlarınız arasında âdil olun!” emrinin muhatabıdır.
Mümin anne ve babaların, “Şüphesiz
hüsrana uğrayanlar kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana
sokanlardır.” âyetini
okuduklarında içleri titrer. Evlerinde mânevî bir iklim oluşturmak ve Allah'ın
rızasına erişmek için el ele verirler. Ailelerine
af ve afiyet ihsan edip, dünya ve
âhirette ihlâsla kendisine bağlı olanlardan eylemesi için Rablerine niyazda bulunurlar.
Sevgili Peygamberimiz, “Hepiniz
birer sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz. Devlet başkanı bir
sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi bir sorumludur ve
yönettiklerinden mesuldür. Evin hanımı da bir sorumludur ve yönettiklerinden
mesuldür. Hizmetçi de efendisinin malı üzerinde bir sorumludur ve
yönettiklerinden mesuldür.” buyururken
herkese sorumluluğunu hatırlatmaktadır.
Anne ve babalar olarak biz
müminlerin daimî niyazı şudur: “Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve
çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten
sakınanlara önder eyle.”
Furkân, 25/74.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder