EMPERYALİZM ÜZERİNE (1)
Bismillahirrahmanirrahim
Emperyalizm;
Fransızca “imperialisme” kelimesinden dilimize geçmiş bir kavram. Kısaca
‘sömürmek’ anlamına gelir. Daha geniş ifadeyle emperyalizm; “bir ülkenin başka
ülke topraklarını ele geçirme, öz kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda
kullanma ve kendi halkını üstün halk olarak empoze ederek hedef ülke halkını
her yönüyle sömürmektir.”
Emperyalizmin mayası
sömürüdür. Bu mayanın tutması, zengin kaynaklarından dolayı egemenlik altına
alınacak yeni ülkelerin var olmasına bağlıdır. Dünya üzerinde sömürülecek ‘her
türlü kaynak’ var oldukça emperyalizm de var olacaktır.
İşte emperyalistler
bunun için bitip tükenmez bir açgözlülükle saldırırlar dünyaya. Onlar için
dünya kocaman bir pastadır ve her biri daha büyük dilimi kapmak için
yarışırlar. Kaptıkları pay onlara yetmez. Hep daha fazlasını isterler. Sonunda
dünyada paylaşılacak toprak kalmayınca birbirlerinin topraklarına göz dikerler.
Her şey kendi
çıkarları doğrultusunda dünyanın tek hâkimi olmak içindir. Bu amaçlarına
ulaşmak için de her yolu mubah/meşru görürler.
Emperyalistler için
“Kâr eşittir Kan’dır.” Bunun için halkların kanını dökmekte, ülkeleri işgal
edip harabeye çevirmekte, ırkları yok etmekte bir an bile tereddüt etmezler.
Ne demişti İngiliz
başbakanı Churchill “Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir.”
Emperyalistlerin dünya hayatına bakışları budur. Onlar için canın önemi yoktur.
Afrika’da milyonlarca insan, çoluk, çocuk; açlıktan ve susuzluktan ölmüş
umurlarında değildir.
En büyük emperyalist
ülkelerden biri olan ABD’nin sömürü politikalarına yön veren dönemin Yahudi kökenli
ABD Dışişleri bakanı Henry Kissinger’in şu sözleri tüm emperyalistlerin ortak
bakış açısını yansıtmaktadır: “Gıdayı kontrol edersen milletleri, petrolü
kontrol edersen kıtaları, parayı kontrol edersen dünyayı kontrol edersin!”
Dünya tarihinin en kanlı
dönemleri olan I. ve II. DÜNYA (Paylaşım) Savaşları, emperyalistlerin dünyayı
yeniden paylaşması uğruna çıkarılmıştır. Emperyalizmin üç temel hedefi vardır;
toprak, kaynak, insan.
Emperyalizm bu
hedeflerini gerçekleştirebilmek için farklı yöntemler kullanır.
Ekonomik
Emperyalizm
Genellikle gelişmiş
ülkeler tarafından gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde uygulanır.
Ekonomik emperyalizm; güçlü ülkelerin, kendi sanayi sektörlerinin temel
ihtiyacı olan; petrol, gaz, uranyum, çelik vb. hammaddeleri elde edebilmek
uğruna, sömürmek istedikleri ülkelerin; insan, pazar ve kârlı yatırım
alanlarını ele geçirmesidir.
Ekonomik emperyalizm
denklemi: “Tüketim alanlarını belirle, topluma empoze et, Üret ve Sat” üzerine
kurulmuştur.
Emperyalist ülkeler
bu hedeflerine ulaşmak için yeri geldiğinde ekonomik güçlerini, yeri geldiğinde
siyasal güçlerini, yeri geldiğinde teknolojik üstünlüklerini kullanırlar.
Ekonomik emperyalizm sanayi devrimi ile ortaya çıkmış bir olgudur. Son yıllarda
ülke işgal etmeler hem insan kaynağı hem de mali olarak çok pahalıya mal olduğu
için emperyalist ülkeler hedef ülke topraklarına girmeden de o ülkenin ekonomik
imkânlarını sömürme yoluna gitmektedirler. Bunu yaparken büyük küresel
şirketleri piyon olarak kullanmaktadırlar. Coca -Cola, Mc Donald’s, BP, Shell,
Silah sanayi vb.
Tüm bu yollar tükenip
de netice alınamadığında ise en son aşamada askeri güç kullanarak bu
hedeflerine ulaşmak isterler. Örneğin ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte
merkezi ABD’de bulunan küresel şirketler Irak’ta ki petrolü çok ucuza alarak
kendi ülkelerine götürmüşlerdir. Modern dünya emperyalistleri, sırtlarını
dayadıkları güçlü ordularını kullanarak ve o ülkelerde kendilerine bağlı kukla
yönetimler oluşturmak suretiyle sömürgeciliklerine devam ederler.
Küresel
Emperyalizmin Modern Örgütleri
Emperyalizm amacına
ulaşmak için örgütlenmelerini de oluşturmuştur. En başta NATO gibi bir askeri
saldırı örgütüne; IMF, Dünya Bankası gibi ekonomik terör örgütlerine sahiptir.
Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütleri ve bölgesel askeri-siyasal
paktları da bu doğrultuda kullanmaya çalışır. Bunun yanında tek tek tüm
emperyalistlerin ve işbirlikçi ülkelerin “milli” etiketli orduları, Polis
teşkilatları, istihbarat örgütleri, değişik ülkelerde çok çeşitli adlar alan
özel terör grupları vardır. Emperyalist sömürüye yönelen tehdidin niteliği ve
boyutuna göre bu terör araçlarından biri ya da hepsi devreye sokulur.
Başta NATO olmak
üzere tüm terör araçlarının faaliyetleri gerçekte hiçbir ulusal veya
uluslararası antlaşmayla sınırlı değildir. Asıl olan emperyalistlerin ya da
işbirlikçi rejimlerin güvenliği ve sömürü düzeninin bekasıdır. Bunun için
hiçbir kural, yasa, gelenek, ahlak ve ölçü tanımaksızın her yola başvururlar.
Emperyalist terörün
hiyerarşisi, en tepe noktasında Beyaz Saray ve Pentagon olmak üzere, tüm
emperyalist ülkelerin ve işbirlikçi ülkelerin başkentlerini içine alan bir ağ
içinde örgütlendirilmiştir. Bu hiyerarşi halklara karşı gerçekleştirilecek
terör eyleminin niteliğine göre açık ya da örtülü olarak devletler, hükümetler
düzeyinde ordu ve polise gizli servislere, kontrgerilla türü örgütlere ve
oradan uygulayıcılarına doğru işler.
Ey Batı! Siz Kan Ve
Gözyaşı Üzerine Kurulmuş Yarasa (M)..edeniyetisiniz!
ABD ve Avrupa bugünkü
ekonomik ve askeri gelişmişlik seviyesine akıttığı milyonlarca kan ve gözyaşı
sayesinde ulaşmıştır. Dolayısıyla ‘MİM’siz Batı ..EDENİYET’İ KAN VE GÖZ
…EDENİYETİDİR.
Başta İngilizler
olmak üzere Avrupa Devletleri, Amerika kıtasında kurdukları kolonilere işgücü
sağlamak amacıyla milyonlarca Afrika’lıyı köleleştirip Amerika’ya gönderiyordu.
Bristol ve Liverpool,
İngiltere’nin köle ticareti yapan gemilerinin yola çıktığı belli başlı limanlar
haline gelmişti. 17. yüzyılda Liverpool’dan yola çıkan her dört gemiden biri
köle ticareti yapıyordu. O dönem Avrupası’nda köle ticareti, sebze meyve
ticareti kadar doğal bir işti.
İngiliz
Parlamentosu’nun raporlarına göre 1786’da Afrika’dan Amerika’ya İngilizler
60.000, Fransızlar 23.000, Hollandalılar 11.000, Portekizler 1.700 köle
götürmüş, bir sene içinde yani 1786 tarihinde
toplam satılan köle sayısı 97.500’ü bulmuştu. 1787 yılında ise bu sayı 100.000
zenci köleye ulaşmıştı.
1850’lerde ise
Amerika’daki Zenci köle sayısı 4 milyonu aşmıştı.
16. yüzyılla 19.
yüzyılın ortalarına kadar sadece Brezilya’ya getirilen Zenci köle sayısı 3,5
milyonu buluyordu. Toplam 15 milyon Zenci, köleleştirilerek Amerika Kıtası’na
götürülmüştü. Kölelerin can kayıpları da düşünüldüğünde Afrika’dan koparılan ve
gemilere yüklenen Zenci sayısı 25 milyonu buluyordu. Bu sayı o tarihteki dünya
nüfusu göz önüne alındığında dehşet verici bir rakamdır.
Cezayir’in ilk
Cumhurbaşkanı Ahmet Bin Bella, Haçlı soykırımlarının vahim tablosunu şöyle dile
getiriyordu: “1492-1800 yılları arasında 100 milyon Afrikalı öldürülmüştür.” Bu
tarihlerde İngiltere’nin nüfusunun 3 milyon, İspanya’nın nüfusunun ise 11
milyon olduğu göz önüne alınırsa yapılan katliam ve soykırımın dehşeti de
ortaya çıkmış olur.
Müslüman olmadan beş
yıl önce 1977 yılında yazdığı Medeniyetler Diyaloğu kitabında Roger Garaudy ise
Haçlı dünyasının dehşet verici tarihini rakamlarla şöyle anlatıyor: “Batılılar
yüz milyonu aşkın Amerika yerlisini öldürerek dünyada daha önce eşi benzeri
görülmemiş bir soykırım yaptılar. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti
sırasında en az yüz milyon Afrikalı’yı öldürerek bir başka akıl almaz soykırımı
gerçekleştirdiler.” işte batının gerçek yüzü bu!
Peki, bu soykırımlar,
katliamlar nasıl gerçekleşmişti? Papa 6. Alexandra, 1493 yılında, Vatikan’ın
himayesi altında dünyayı Portekiz ve İspanya arasında paylaştırmıştı.
Tordesilla adı verilen bu paylaşım anlaşmasından sonra, dünya daha önce
görülmedik bir insanlık dramına şahit oldu. Keşfedilen Amerika kıtasında üç
yüzyıl içinde 100 milyon Amerikan yerlisi /Kızılderili öldürüldü. Ortaya çıkan
iş gücü açığını karşılamak için bu defa Afrika’dan köle ticareti başlatıldı. 15
milyon kölenin Batı’ya ulaştığı bu ticarette, araştırmacılara göre avlanma ve
taşıma sırasında ölenlerle birlikte toplam Afrikalı zayiatı 100 milyonu
bulmuştu.
Kültürel
Emperyalizm
Bir ülkenin kendi
inanç, ideoloji ve kültürel değerlerini başka bir ülkenin halkına empoze
etmesi, kabullendirmesi, benimsetmesidir.
İnsanların beyinleri
batılıların istediği gibi düşünmeliydi. İngiliz emperyalizminin önderlerinden
sayılan Thomas Babington’un şu ifadeleri kültür emperyalizminin ne denli büyük
bir tehlike olduğunu ortaya koyuyordu: “İngiliz dili ve kültürünü tüm
Hindistan’a yayarak, öyle bir insan grubu oluşturacağız ki bunlar kanları ve
renkleri itibariyle Hintli ama zevkleri, dünya görüşleri, zihinsel yapıları
bakımından İngiliz olacaklar.”
Avrupalı
sömürgecilerin Afrika kıtasına gönderdikleri askeri güçlerin ardından hemen
misyonerler (Hristiyan tebliğciler) devreye girmekte idi. Bu Hristiyan
misyonerler, ‘beyaz adama gösterilen saygı ve itaatin, aslında Tanrıya
gösterilmiş saygı ve itaat olduğuna(!)’ Afrika insanını inandırmış ve kendi
ülkelerinin emperyalist çıkarlarına büyük hizmet etmişlerdir.
Örneğin;
İspanyollar, Latin Amerikada kurdukları “Encomiendo” sistemiyle, topraklarını
gasp ettikleri yerlileri, Tanrının krallığına kabul edilmeleri şerefine yani
“Hristiyanlaşmaları karşılığında üç kuşak karın tokluğuna çalıştırma
sözleşmesi” yapıyorlardı.
Yine Afrikalı bir
liderlerin söylediği şu söz aslında her şeyi özetliyordu: “Avrupalılar bu
kıtaya geldiklerinde onların elinde İNCİL, bizim elimizde ise topraklarımız
vardı. Şimdi, bizim elimizde onların İNCİL’i, onların elinde ise bizim
TOPRAKLARIMIZ var.”
Papalık makamı ise;
bu Hristiyanlaştırma misyonundan oldukça memnundu. Geride milyonlarca ölü olsa
da bundan daha önemi olan , kendisini “Tanrı Krallığı” makamında gören
Vatikan’ın sınırlarının genişlemesiydi..
Çağdaş
Misyonerler; Müzik, Televizyon, Sinema
Günümüzde ise kültür
emperyalizmi, “bir ulusun ya da toplumun öz değerlerine olan bağlarını
zayıflatmak için etkin bir kontrol yöntemi “olarak kullanılır. Aslında Kültür
emperyalizmi, sömürü düzenlerinin tıkır tıkır işlemesi için uygun zemini
hazırlar.
Batı kültürü 20.
yüzyıl itibariyle; gazete, dergi, radyo, televizyon ve sinema filmleriyle
insanların beyinlerini iğdiş edip düşünemez hale getirmiştir. Kültürel
emperyalizm ile Hristiyan Batı dünyası, Müslüman toplumları giyim, eğlence ve
tüketim alışkanlıkları bakımından tam anlamıyla kendisine benzetmiştir. Böylece
değişen toplumun ortaya çıkan yeni ihtiyaçları(!) batı dünyası için çok kârlı
bir Pazar oluşturmuştur.
Bu sürecin sonun da
toplumlar; sahip oldukları eski kültürel öğeleri, inançları, alışkanlıkları
yobazlık, çağdışılık olarak algılanmaya başlamıştır. Çünkü ahtapotun kolları
gibi insanlığı saran medya, toplumun aklıselim ile düşünmesine fırsat
vermemekte, doğruyu yanlış, yanlışı doğru göstermektedir. Böylelikle kültür
emperyalizmine maruz kalan toplumlar, emperyal kültürü eninde sonunda büyük
ölçüde benimser ve bu durumdan da rahatsız olmaz hale gelirler.
Kültürel
emperyalizmin en başarılı olduğu ülkelerden bir tanesi maalesef Türkiye’dir.
Türkiyeli Müslüman halklar öyle hızlı bir kültür emperyalizmi ile karşı karşıya
kalmıştır ki, aynı evi paylaşmasına rağmen baba ile oğlu, anne ile kızı bile
ayrı dünyaların, ayrı inanç ve alışkanlıkların temsilcisi olmuşlardır.
Gençler batı tarzı
müziklerin bağımlısı haline gelmiştir. Televizyonlardaki yarışma programları,
ahlaksız diziler ve eğlence programlarıyla Müslüman halk resmen kültürel
emperyalizmine tabi tutulmuştur. Öyle ki; İlâhi Kelimetullah uğruna dünyanın
dört bir yanında savaşan Osmanlı’nın bugünkü torunlarının yaşam tarzıyla,
Hristiyan ve Yahudi milletlerin yaşam tarzı arasında neredeyse hiçbir fark
kalmamıştı
Bir Amerikan
dergisinin Türkiye’de yayınlanan ilk nüshasında kültür emperyalizmine ilişkin
şu ifadeler çok ilginçtir “Amerika, CIA ya da Ordusu ile giremediği
yerlere MTV ve Hollywood’u (sinema sanayi) gönderir.” Yaptığı müzik
temelli yayınla popüler kültür üzerinde etkisi olan ve ayrıca yaptığı
programlarla gençlerin ilgisini çeken bir kanal MTV, tıpkı Coca-Cola ve McDonald’s
gibi kapitalizmin ve Amerikan kültürünün dünyaya empoze edilmesinin
simgeleri olarak görülmüştür. Özellikle yoğun olarak yayınladığı Yeşil
Kart (Amerika’ya kabul kartı) reklamları ile dünya gençliğinde bitmez tükenmez
ABD hayallerine sebep olmuştur.
Firavun
Düzenlerinin Sihirbazları Halkları Aldatıyor
Emperyalizm ve
işbirlikçisi iktidarlar, sömürmek istedikleri ülkelerdeki, meşru halk
direnişlerini etkisiz hale getirebilmek için bir kavram üretmişlerdir;
“TERÖRİZM.”
Emperyalist devletler için terörizmin ortak tanımı; ‘kendilerine ve çıkarlarına karşı olan her şeydir.’
Emperyalist devletler için terörizmin ortak tanımı; ‘kendilerine ve çıkarlarına karşı olan her şeydir.’
Siz, benim vatanım,
benim kaynaklarım, benim dinim, benim yaşam tarzım diyemezsiniz. Dediğiniz an
adınız ‘terörist’ olur. Çünkü bu tavrınızla emperyalist devletlere karşı gelmiş
ve onların sizin topraklarınızdaki egemenliklerini tehlikeye atmış olursunuz.
İşte “terörizm”
kavramı; emperyalizm ’in kendi vahşi sömürüsünü meşru göstermek için kullandığı
bir demagoji malzemesidir.
Gerek İslam
coğrafyasında gerekse başka coğrafyalar da emperyalizme ve Siyonizm’e karşı
direniş hareketlerinin doğması, gelişmesi ve dünyanın hemen hemen tüm
kıtalarına yayılması emperyalist güçleri ciddi anlamda korkutmuştur. Bu sebeple
yükselen İslami hareketlerin direnişi durdurmak ve halklar nezdinde
itibarsızlaştırmak için bu hareketleri “terörizm” suçlamasıyla karşı karşıya
bırakırlar. Böylece kendilerine hizmet etmeyen, kendi çıkarlarına uygun olmayan
tüm İslami Cemaat ve hareketleri gayri-meşru duruma düşürüp, dünya kamuoyuna
karşı kendi terörizmlerini meşru göstermek isterler.
Sonra ülkeleri;
terörizm ’den ve teröristlerden kurtarmak(!), halkları özgürleştirmek(!)
bahanesiyle işgal ederler. Onların özgürleştirme dediği şey; kelimenin tam tam
anlamıyla köleliktir..
Dünyanın
Yaşadığı Açlık Ve Yoksulluğun Sorumlusu Emperyalizmdir
Dünya nüfusu ekonomik
kategori olarak; en zenginler, zenginler, orta halliler, fakirler ve yoksullar
olarak beş ana klasmana ayrılıyor. Bu en zenginler kategorisinin içinde
kalanların da içindeki yüzde 20’lik kesim dünya üretiminin yüzde 84,7 sine
sahip.
Yoksullar
kategorisinin içinde kalan en yoksul yüzde 20’lik kesimin payına ise toplam
üretimin sadece yüzde 1,4’ü yani yüzde bir buçuğu bile düşmüyor.
Dünya sağlık
örgütünün ‘Dünya Çocuklarının Durumu Raporu’na göre dünyada 12 milyonu aşkın
çocuk kötü beslenmeden dolayı ölüyor. Hindistan’da yüzde 34, Haiti’de yüzde 21,
Burundi’de yüzde 19, Nepal’de yüzde 9…
Afganistan’da doğan
bebeklerin dörtte biri, Nijer’de üçte biri henüz 5 yaşına gelmeden ölüyorlar.
Güney illerindeki her 10 çocuktan biri 5 yaşına gelmeden ölüyor,
Afrika Sahrası nüfusunun yüzde 36’sı ve Güney Asya’nın yüzde 47’si günde 1 dolardan az parayla yaşıyor. Aynı şekilde Zambiyalıların Yüzde 85 i, Madagaskarlıların yüzde 72’si, Çinlilerin üçte biri ile Meksika ve Endonezyalıların yüzde 15’i günde 1 dolardan az harcama yapabiliyorlar.
Afrika Sahrası nüfusunun yüzde 36’sı ve Güney Asya’nın yüzde 47’si günde 1 dolardan az parayla yaşıyor. Aynı şekilde Zambiyalıların Yüzde 85 i, Madagaskarlıların yüzde 72’si, Çinlilerin üçte biri ile Meksika ve Endonezyalıların yüzde 15’i günde 1 dolardan az harcama yapabiliyorlar.
Bangladeş’te yeni
doğan bebeklerin yarısı, Pakistan ve Sri Lanka’da dörtte biri, Hindistan’da
üçte biri yetersiz beslenmeden ötürü normal kilosunun altında doğuyor. Bu rakam
birçok Afrika ülkesinde beşte bir, Irak ve Orta Amerika ülkelerinden
Guatemala’da yüzde 15’e varıyor.
Orta Amerika’yla
ilgili yayımlanan raporlara göre yoksulluk inanılamayacak derecede arttı. BM
Geliştirme Programı verilerine göre yoksulluk Guatemala’da yüzde 60, Nikaragu’da
59, Honduras’ta 56, Panama’da 30, El Salvador’da 26 ve Kosta Rika’da 20
oranında yoksulluk arttı.
Her yıl 30 milyon
insan açlıktan ölüyor. Avrupa ile ABD’nin kozmetik ürünlerine harcadığı para
dünya halkları için kullanılsa dünyada açlık diye bir sorun kalmayacak.
Dünya nüfusunun
yaşadığı zengin Kuzey ülkeleri toplam dünya gelirinin yüzde 80’ine el koyuyor.
Dünyanın 225 büyük
zengini toplamda 1000 (bin) milyar Euro’yu ellerinde tutuyor. Bu servet, 2,5
milyar insanın yaşadığı en yoksul 47 Güney ülkesinin bir yıllık gelirine eşit.
General Motors’un
cirosu Danimarka’yı, Toyota’nınki Portekiz’in toplam gelirini aşıyor.
Excon-Mobil’in cirosu da Avusturya’nın ulusal gelirini geçmiş durumda.
23 en büyük Çok
uluslu Şirket’in (ÇUŞ) satışları 120 yoksul Güney ülkesinin dış satımını
aşıyor. Dünya ticaretinin yüzde 70’ini Çok uluslu şirketler denetliyor.
Milyonlar açlıktan
kırılırken malların fiyatları korunsun diye her yıl binlerce ton tahıl, domates
ya da balık imha ediliyor.
İşte doymak bilmeyen
emperyalizmin kara, kapkara iğrenç yüzü.
Ne
diyordu Yahudi kökenli ABD Dışişleri bakanı Henry Kissinger’ “Gıdayı kontrol
edersen milletleri, petrolü kontrol edersen kıtaları, parayı kontrol edersen
dünyayı kontrol edersin!”
(Devam edecek inşallah)
Selam ve Dua ile.. Allaha emanet olunuz.
Nedim BAL/ Nebevi
Hayat Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder