EĞİTİM TEVHİD EKSENLİ OLMALIDIR
Eğitim; insan ve toplumları değiştirip dönüştüren, inşa
eden bir kurumdur. İdeal nesiller, asırlık devlet ve medeniyetler esasında bu
kurumla vücudiyet bulurlar ve kalıcılıklarını artırırlar. Her eğitim
sistemi kendi insan tipini var etmeyi amaçlar. Bütün eğitim sistemleri; zihnen,
fikren, fiilen, duruş, bakış, anlayış ve algılayış olarak kendi normlarına,
kendi hayat anlayışlarına, kendi istek ve arzularına, hedef ve gayelerine uygun
nesiller “yaratmak” ister. Bu da onların pek tabii
hakkıdır.
Eğitim, hayatın bütününü kuşatmış durumdadır. Her şeyde onun dahli
vardır. Bunun içindir ki iyi veya kötü olsun bütün sonuçların sebeplerini
eğitimde ve eğitim anlayışında aramak gerekir. Bugün yaşananlar, insanlığın
içinde bulunduğu her hâl, savaşlar ve barışlar, ölümler ve hayatlar, keşifler
ve icatlar, başarılar ve başarısızlıklar eğitimle ve eğitim sistemlerinin amaç
ve gayeleriyle doğrudan ilişkilidir. Eğitim, baş müessir güçtür, bütün
neticeler ondan südur eder.
Bütün din ve ideolojiler gibi yegâne hayat nizamı olarak
gönderilmiş İslâm dini de eğitime son derece büyük önem verir. Hatta
denilebilir ki İslâm, serapa eğitimdir.
İslâm’da eğitim diğer din ve sistemlerin aksine çok yönlüdür,
hayatın sadece bir yönünü ele almaz, onu bütün yönleriyle değerlendirir. İlk
andan başlayıp son ana kadar onu canlı ve dinamik tutar, tabiatına uygun
eğitir, terbiye eder, değiştirir, yönlendirir, dönüştürür, sevk ve idare
eder.
İslâm’da eğitimin amacı, İslâm’a uygun şahsiyetler yetiştirmektir.
Onun en birincil vazifesi aklını ve ruhunu başkalarına değil sadece âlemlerin
Rabbi olan Allah’a teslim etmiş özgür kullar yetiştirmektir. Bugün ideolojiler,
fikir kulüpleri, çeşitli sistemler kendi insanını/kulunu yetiştirmenin derdinde
iken İslâm kula kulluğu değil, Allah’a kulluğu esas alan bir gayenin
peşindedir. Bu gaye ulvîdir, soyludur, özgündür ve şahsiyet yüklüdür.
Laik ve seküler sistemler, beşerî düzenler, fıtrata değer vermez.
Onların eğitim sistemlerinde insanîlik yoktur. İnsana sundukları şeyler de
insanî ve tabiî olmaktan uzaktır. Bunun için de fert ve toplum bazında, devlet
ve medeniyetler temelinde insanlığın aradığı huzur ve mutluluk bir türlü
yakalanamamaktadır.
İslâm’dan kopuk bütün anlayış ve yaşayışlar, eğitim ve öğretim
sistemleri kişiyi huzurdan uzaklaştırır, toplumda kaos ve cinnet hali meydana
getirir. Aslıyla bağ kuramamış, fıtratıyla uyum sağlayamamış, can damarı kopmuş
fert ve toplumlar; özlenen dünyaların sakini olamazlar, aradıkları ideal hayata
kavuşamazlar. Çünkü kendilerini var eden asıl ve gerçek Rab’den uzak
kalmışlardır.
İslâm, her şeyi olduğu gibi eğitimi de tevhit eksenli düşünür. Ona
göre tevhide uymayan her düşünce ve hayat tarzı cahilîdir. Cahiliye, salt
bilgisizlik demek değildir. Belki görünürde bir yığın bilgi ve kültür birikimi
vardır, pek çok alanda ihtisas yapılmıştır, bu mümkündür, ancak mutlak
bilgiden, ezelî ve ebedî olandan, tek hakikatten ayrı düştüğü için pek bir
kıymeti yoktur; bunun için de cahilîdir, gayriinsanîdir, gayritabiîdir.
Eğitim sistemleri vahiyden kopuk bir dünya oluşturmaya çalıştığı
içindir ki insanlık ahlâkîlikten de uzak kalmıştır. Eğitim ve ahlâk birlikte
anılır, etle kemik gibi iç içe geçmişlerdir. İkisi de birbirini besler, ikisi
de birbirini intaç eder. Öyle yakınlardır ki birbirilerine, bazen biri
kastedilince diğeri de zımnen kast edilmiş olur.
Yaşadığımız şu dünyada insanlığın içinde bulunduğu ahlâk, terbiye,
erdem, cinnet, cehalet, vahşet, zulmet, şehvet, hız ve haz vahiyden kopuşun bir
sonucudur. Vahyin evrensel aydınlığından uzaklaşan insan rasyonel, seküler,
laik hayatların karanlıklarına mahkûm olmuş ve aradığı mutluluğu bir türlü
bulamamıştır. Çünkü okuma biçimleri terstir. Algı ve ufukları, kuşatıcı ve
evrensel değildir. Yolunu bulamayan bir anlayış nasıl yol gösterebilir?
Cehaletle malûl bir eğitim, nasıl iyiye, doğruya, güzele götürebilir? Oysa
İslâm daha ilk emriyle “Oku!” buyurmaktadır. Bu okuma başıboş ve sebepsiz bir
okuma değildir. İsyan ve azgınlık okuması değildir. Tahakküm ve tekebbür
okuması da değildir. Bu okuma çok yönlü bir okumadır. Bu okuma fizikî ve
fizikötesi okumadır. Maddî ve manevî, kevnî okumadır. Varlığı, varlık âlemini,
insanı aslından koparmadan okumadır. Hülasa bu okuma vahyî okumadır. Okumak
tefekkürü beraberinde getirir. Okumak, gereğini yapmayı gerektirir. Vahiyden
alınan bilgi hayatı inşa eder; insanı, toplumu, devletleri, ahlâkı, düşünceyi,
aklı, fikri, zihni ve kalbi değiştirir, dönüştürür, ihya ve inşa eder. İşte
bunun adı eğitimdir.
İslâmî eğitim modelinde “okumak” ve “eğitmek” gökle hep irtibat halinde olmayı
gerektirir. İlk inen ayetler “Oku!” derken aynı zamanda aklı vahyin ışığında
kullanmayı da emretmiş olmaktadır. Devam eden ayetler bunu göstermektedir.
“Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!”
Bu, çokça tefekkür edilmesi gereken bir inceliktir. Bugünkü
eğitim sistemlerinin sadece bu ayeti anlamış olmaları bile onlar için kurtuluş
vesilesi olmaya yeterlidir. Ayet yol göstermektedir, açık ve derin mesajlar
içermektedir. Ayette eylem var, isim var, zamir var, sıfat var. Düşüncenin yapı
taşı kelimelerin bütün nevileri mevcut neredeyse. Her nevi bile onun ismiyle
düşünmek gerekir. Kelime ve kavramlar onun ismiyle okununca, tefekkür edilince
ve eyleme dökülünce eğitim işte o zaman kurtarıcı olabilir. Onun ismiyle
başlamayan, onun Rablık sıfatına uymayan her okuma biçimi ve eğitim tarzı
saptırır, öldürür, vahşet ve cehalete, azgınlık zulümata kapı aralar.
Rab, terbiye edendir. Terbiye eden, ıslah eden, yetiştiren,
eğiten, doğruya, iyiye ve güzele yönlendiren. Zerreden kürreye her şey Rabbin
kanunlarına göre terbiye olmuş yani şekil almışken, en şerefli varlık olarak
yarattığı kulların onun hayat nizamı olarak gönderdiği vahyin aydınlığına göre
terbiye olmaması ve eğitilmemesi asla kabul edilemez; zaten bu mümkün de
değildir.
İnsanlığın açmazı buradadır. Eğitim sistemleri bütün norm ve değer
yargılarını bu temel esasa göre yeniden dizayn etmelidirler. Ki başarı elde
edilebilsin, arzu edilen huzur ve barış ortamı sağlanabilsin.
“Okuması” yani “talim ve terbiyesi” her
şeyi yaratan Rabbin isteklerine göre olan bir insanın en son hali secde
halidir. Secde hali teslimiyetin en yüce noktasıdır. Vahyi okuyan ve vahiyle
aydınlanan bir akıl, kafa, kalp, vücut Rabbe boyun eğmekten başka bir şey
yapamaz. Onun emir ve görüşlerine riayet eder, her şeyini ona göre
şekillendirir, eğitir, talim ve terbiye eder.
Vahiyle eğitilmiş bir insan şahsiyet kazanmış demektir. Bu
şahsiyetin en bariz vasıflarından biri merhametli olmaktır. Merhamet onu
kendisine ve kendisi dışında kalan her şeye müşfik davranmaya sevk eder.
Öldürmez yaşatır, vahşet ve katliamlara müsaade etmez, huzur ve saadeti hayata
hâkim kılmaya çalışır.
Vahiyle eğitilmiş insanın diğer bir vasfı adil olmasıdır. Kimseye
haksızlık etmez, zulmetmez, herkese hak ettiğini verir. Kişi, kurum ve
düşüncelere adaleti uygularken terazisini iyi ayarlar. Ayrım yapmaz, taraf
tutmaz. Tuttuğu tek taraf adalet, hak ve doğru tarafıdır.
Vahiyle eğitilmiş insanın bir diğer vasfı ilim ve irfan boyutunun
olmasıdır. O ilmini silah olarak kullanmaz. İlmini katliamlara vesile kılmaz.
Teknolojik mekanizmalarla insanlık kıyımına yol açmaz. Onun ilmi fayda veren,
hayat bahşeden bir ilimdir. Yıkıcı değil, yapıcıdır. Onun ilmi hem bu dünyayı
hem öteki dünyayı imar ve inşa eder. Hem geçmişi hem bugünü hem de geleceği
aydınlatır. Hep derunî bir tarafı vardır onun. İlmi irfandan ayrı düşünmez.
Onun derinliği ve boyutları farklıdır. Sığ ve yüzeysel değildir, derindir;
anlam, irfan ve hikmet yüklüdür. Bu yüce vasıfların hiçbiri İslâm dışı, vahiy
dışı yöntem ve sistemlerde mevcut değildir.
Vahiyle eğitilmiş insanın bir başka vasfı sevgiyle dopdolu
olmasıdır. O, cemadattan nebatata, hayvanattan insanata yaratılan her şeyi
yaratan için sever, sayar ve hürmete layık görür. Sevginin olduğu yerde kine,
kibre, öfke ve kıskançlığa yer yoktur.
Vahyin inşa etmiş olduğu insanın bir başka vasfı ise özgür ve
özgün şahsiyet olmasıdır. O sadece kendini var eden, rızıklandıran, yedirip
içiren, terbiye eden, sevk ve idare eden hakiki mürebbiye kulluk eder. Kula
kulluğu reddeder, aklını ve vicdanını başkalarına ram etmez, varlığını
başkalarının varlığına armağan etmez, aklını ve benliğini putlaştırmaz. Rabbine
ait olur, fıtratını her zaman muhafaza eder, kendi olur ve kendi kalır.
İslâm’da eğitim, hayat boyu devam eden bir süreçtir, doğumdan
ölüme kadar devam eden bir süreç. Eğitimin hiçbir safhası insanın yaşadığı
süreçlerin dışında gerçekleşmez. Her yer ve zamanda, her taraftan onu kuşatır,
sarıp sarmalar. Benlik ve şahsiyet, ruh ve nefis onunla yoğrulur, onunla şekil
alır. Vahiyden neşet etmiş bir eğitim sistemi, kişiye yücelik kazandırır, onu
varlıkların en şereflisi olma yüceliğine eriştirir. Artık o, salih bir
insandır; mükemmel ve şerefli bir insanın bütün özelliklerini üzerinde taşır;
iyilik, güzellik, doğruluk, bütün insanî ve ahlâkî vasıflar onda tebarüz eder.
Örnektir, modeldir. Çalışkandır, üretkendir, fedakârdır, diğerkâmdır…
Laik ve seküler sistemlerin İslâm eğitim sistemiyle niyet, gaye ve
hedef olarak hiçbir benzerliği ve yakınlığı yoktur. İkisi de ayrı dünyalara
aittir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere İslâm kendi dışında kalan düşünce ve
anlayışları, din ve mezhepleri“cahiliye” diye
vasfeder. Dolayısıyla İslâmî eğitimde aslolan vahyin kılavuzluğunda şahsiyet
oluşturmaktır. Cahiliye anlayışına göre eğitilmiş bir birey bilgi ve kitap
yüklüdür, bu bireyler de insanlığa ilim ve irfan değil ancak cehalet aşılar.
Bugün insanlığın yaşadığı savaş ve katliamlardan, akan kan ve
gözyaşlarından canavara dönüşmüş eğitim sistemleri sorumludur. Yalan söyleyen,
kandıran, aldatan, dolandıran, insan ve insanî değer öğüten eğitimciler,
teorisyenler, siyasetçiler, devletler, ulusal ve küresel egemen sistemler bunun
hesabını vermek zorundadır. İnsanlığı asırlardır hak ve hakikatten uzak tutarak
onlara sahte mutluluklar vaad etmenin bedelini ödemek durumundadırlar. Onlar bu
sistem içinde hem aktördür hem faktör. Hem faildir hem meful. Onların “Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?” diyen, tekebbür ve tuğyan derekesine
düşen Firavun’dan ne farkı var? İkisi de cebrî yollarla kendi dinlerini, kendi
heva ve heveslerini, kendi batıl sistemlerini insanlara kurtuluş yolu olarak
dayatmadı mı? İkisi de kendi toplumunu aldatmadı mı? İkisi de hakikatlerin
önüne engeller koymadı mı? İkisi de sahte bilgi ve hurafelerle göz boyamadı mı?
Birisi bunun adına kendisine yakınlaştırmak, ödül ve ceza, güç ve kuvvet dedi; birisi
laiklik, sekülarizm, demokrasi, özgürlük, huzur, mutluluk dedi. Ne farkları
var? Aynı mantık, aynı ruh ikizleri. Cahiliye, çağdaş haliyle en çok da eğitim
sistemlerinde kendini göstermektedir. Kurtuluş ve huzurun yolu da insanlığı bu
eğitim sistemlerinin cenderesinden kurtarmaktan geçmektedir. Bu yolun adı
İslam’dır, vahiydir ve İslâmî eğitim sistemleridir. Tez elden fert, aile ve
toplumları tek tek bu kutlu ilahî eğitim sisteminden geçirmek lazımdır. O vakit
insanlık insanlığını bulacak ve eşref-i mahlûkat vasfına yeniden kavuşacaktır.
İsmail Ekrem