BİR
DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM PROJESİ OLARAK
KÖY
ENSTİTÜLERİ
Cumhuriyetin ilk yıllarının en köklü dönüştürücü uygulamalarından
olan Köy Enstitüleri, üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen tartışılan önemli
konular arasındaki yerini hala koruyor. Dönemin devlet partisi konumundaki
CHP’nin Kemalist ideolojiyi toplumun kılcal damarlarına dek yayma ve iktidarını
güvenceye alma amacı da güderek uygulamaya soktuğu bu kurumlar üzerinde
özellikle 50’li ve 60’lı yıllarda ciddi tartışmalar yürütülmüş ve halen de
yürütülmektedir.
Sola hâkim olan Kemalist entelijansiyanın geçmişe
duyulan özlemini her fırsatta dile getiren bakış açısı, Köy Enstitüleri’ne
gerçekliği fazlasıyla aşan anlamlar yüklemiştir.
Sırf pedagojik bazı olumlu yönleriyle etkin bir sempati
kitlesi olan ve bir zamanlar özellikle sol düşünceye mensubiyetin turnusôlü ve
test mekanizması olarak görülen Köy Enstitüleri makro planda cumhuriyet
reformistlerinin ve tek parti iktidarının bir modernleştirme projesidir.
Enstitülerin uygulamalarından yana olanlar hala o
günleri “Yarım Bıraktırılmış Efsane”, “Bozkırda Açan Çiçek”, “Türkiye’nin Büyük
Kaybı” ve “Son Işıklar” vb. nostaljik ifadelerle özlemle anarken; uygulamalara
karşı çıkanların bu projeyi toplumsal yapıyı yeni bir ulus inşa süreci
temelinde şekillendirmek için fikirsel ve ahlaki yozlaştırmaya yapılan yatırım
olarak görmektedir.
Bu çalışmamız, Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitimin gücünden
yararlanarak bir dönüştürme ve bir modernleştirme(!) projesi olarak hayata
geçirilmeye çalışılan Köy Enstitüleri’ni incelemeyi amaçlamaktadır.
Türk toplumunun Batılılaşma serüveninde eğitim, daha
çok toplumsal inşa aracı olarak görülmüştür. Bunun en önemli nedeni toplumu
değiştirme ve dönüştürme kaygısı içinde olanların tepeden inmeci yaklaşımları
ve direktifleridir. Çünkü, ileri gelen devlet adamları ve aydınları devletin ve
toplumun çöküşten kurtuluşunun ancak modernleşme ile mümkün olacağını ileri
sürmüşlerdir. Bunun için seçkinci ve ulusalcı ideolojilerin dayatmaları daha
çok eğitim alanında görülmüştür.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte; Ankara merkezli yeni
yönetim, kökenleri Osmanlı’ya uzanan eğitim alanında, modernleşme çabalarında
daha radikal bir politika izlemeye başlamış, bu politikalar ekseninde
şekillendirilen resmi ideoloji ile de yeni bir toplum düzeni oluşturmaya
çalışmıştır.
Takip
edilen politikalara tüm toplum kesimlerini dâhil ederek siyasal meşrulaştırma problemini
ortadan kaldırmayı hedefleyen merkezin, bu bağlamda üzerinde önemle durduğu alanlardan
biri de kırsal kesim ya da köydür.
Yürütülen modernleşme çabalarına zıt değerler
taşıdığına inanılan köylü kesiminin, benimsenen yeni politikalar bağlamında
merkeze bağlılığının sağlanabilmesi hedeflenmiştir. Bu çerçevede, hem
gerçekleştirilmek istenen kalkınmanın, hem de geliştirilmesine karar verilen
yeni ulusal bilincin nihaî muhatabı olan köylüler üzerinde hassasiyetle
durulmuştur.
Mustafa Kemal’in 1 Mart 1922’de,
TBMM’nin 3. toplantı yılının açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada, köylülerle
ilgili söyledikleri dikkat çekicidir: “Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir?
Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye’nin hakiki sahibi ve efendisi
hakikî müstahsil olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saâdet ve
servete müstâhâk ve lâyık olan köylüdür. (...) Efendiler, diyebilirim ki,
bugünkü felâket ve sefâletin tek sebebi bu gerçeğin gâfili bulunmuş olmamızdır.
Filhakika; yedi asırdan beri cihanın dört bir köşesine sevk ederek kanlarını
akıttığımız, kemiklerini yabancı topraklarında bıraktığımız ve yedi asırdan
beri emeklerini ellerinden alıp israf eylediğimiz ve buna mukabil daima tahkîr
ve tezlîl ile mukabele ettiğimiz ve bunca fedakârlık ve ihsanlarına karşı
nankörlük, küstahlık, cebbarlıkla uşak seviyesine indirmek istediğimiz, bu
gerçek sahibin huzurunda bugün utanç ve saygı ile hakiki durumumuzu alalım.”(
Engin Tonguç, Devrim Açısından Köy
Enstitüleri ve Tonguç, Ant Yay., İs- tanbul 1970, s. 36.)
Mustafa Kemal, Türkiye’nin gerçek sahibi olarak
nitelediği ve uzun dönemler boyunca Osmanlının kötü muameleye tabi tuttuğunu
belirttiği köylülerle ilgili bu konuşmasının devamında, köylüyü eğitmenin bir
görev olduğunu, bu doğrultuda yapılacak ilk işin ve ulusal eğitim politikasının
ilk hedefinin, köylüyü eğitmek olduğunu belirtmiştir.
Köylü, muhafazakâr inançları dolayısıyla da
eleştiriye tabi tutulmuştur. Köylünün, yapılan inkılapları anlamaktan uzak
olmasının ve bu doğrultuda bir değişime direnmesinin önündeki en büyük engel
olarak, sahip olduğu inançlar gösterilmiştir. Bu noktada Tütengil’in yaptığı
değerlendirme dikkat çekicidir: “(...) Dil, örf, âdet, görenek ve hayat tarzı;
kısaca memleketin gayet mütenevvî iklim ve coğrafi şartlarına, bâriz bir
Türklük damgası vuran şeyler, köyde halk kültüründe kökleşmiştir. Aynı zamanda
köylü muhafazakârdır ve böyle olmakla iftihar eder. (...) Böyle bir sosyal
bünyenin değişikliğe büyük mukavemet göstereceği tabiîdir ve hakikatte de
öyledir.” Bu muhafazakâr anlayışı kırarak, köylüyü modernleştirme hedefinin bir
parçası olarak kurulmuş köy enstitülerinden, (Konya) İvriz Köy Enstitüsünden
mezun olmuş olan Mahmut Makal da yazdığı eserlerde, köylünün bu muhafazakâr
anlayışını ortaya koymaya çalışır. Makal, köylerin günlük yaşam tarzlarını “Bizim
Köy” isimli eserinde ortaya koymaya çalıştıktan sonra, özellikle “Memleketin
Sahipleri” ve “Köye Gidenler” isimli eserlerinde köydeki geleneksel yaşam tarzını
ve hurafeleri ele alıp eleştirir. Makal, kitabında İslâmî inancın, bu gelenekselliğin
sürdürülmesine neden olan bir öğe olduğunu işler.
Köy Enstitüleri, neredeyse tüm Anadolu'nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu savıyla dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün himayesinde, Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali
Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla köylerden ilkokul mezunu, zeki
çocukların bu okullarda yetiştirildikten sonra yeniden köylere giderek öğretmen
olarak çalışmaları düşüncesiyle kuruldular.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in
verdiği destekle, Tonguç’un yürüttüğü çalışmalar sonucunda köy enstitülerinin
kuruluşu 1940’ta gerçekleşir. 17 Nisan 1940 tarihinde 3803 sayılı “Köy
Enstitüleri Kanunu” tasarısının TBMM’ce kabul edilmesi ile birlikte Köy Enstitüleri’nin
açılmasının önünde bir engel kalmaz. Bu kanun tasarısının 1. maddesi Köy Enstitüleri’nin
açılışıyla ilgili şunu belirtir:“Köy öğretmeni ve köy yararına diğer meslek
erbabını yetiştirmek üzere ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde,
maarif vekilliğince Köy Enstitüleri açılır.”
Köy Enstitüleri hakkındaki yasanın meclisten çıkarılmasından
sonra, köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere, kent
ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan yerlerde Köy Enstitüleri kurulmaya başlanır.
Ülke tarım koşullarına göre üç veya dört ili içeren 21 bölgeye ayrılarak, her
bölgeye bir köy enstitüsü kurulması planlanır. Kurulacak olan Köy Enstitüleri’nin
şehre uzak ve varsa bir tren istasyonuna yakın olmaları kararlaştırılır. İlki
İzmir-Kızılçullu, sonuncusu da Van’ın Erciş ilçesindeki Köy Enstitüsü olmak
üzere, toplam 21 köy enstitüsü kurulur.
Kuşkusuz asıl amaç cumhuriyet modernleşmesine uygun
bir eğitim zihniyetinin taşıyıcısı, eğitim araçları oluşturmaktı. Dini
ağırlıklı olan kırsal kesime ulaşarak seküler bir toplum inşa arayışının
imkânlarını oluşturmak, enstitünün en önemli amaçları arasındaydı.
Türk modernleşmesi; Osmanlı İmparatorluğu gibi çok
etnik kökene sahip bir toplumdan, homojen bir ulus inşa amacına yönelmiştir.
Çağdaşlık ve yurtseverlik bu ulusun temel dinamikleri olacaktır. Kamusal alanda
ise laik, çağdaş, dinî değerlere mesafeli, hayatını bilimin verileri ışığında
sürdürmeyi amaçlamış bireyler yetiştirilmek amaçlanmıştır. Kuşkusuz Köy Enstitüleri
bu arayışa cevap verecek eğitim kurumları olarak tanımlanmıştır.
Köy Enstitülerin amaçlarından biri de Cumhuriyet
devrimlerini köylere taşımaktır. Kuşkusuz köyleri canlandırmak, köylüleri köyde
tutmak ve onları kendi kendilerine yetecek hâle getirmek de diğer amaçları
arasında yer alır.
Köy Enstitüleri’nin eğitim müfredatında dini
eğitimin olmaması yetiştirilmek istenen insan tipiyle ilgilidir. Cumhuriyet
modernleşmesi elitleri; dini, devlet hayatından tamamen, toplum hayatından ise
olabildiğince uzak tutmayı hedeflemişlerdi.
Köy Enstitüleri,
aslında cumhuriyetin yeni ulus inşası projeleri kapsamında devletin
imkânları kullanılarak oluşturulduysa da özünde Cumhuriyet Halk Fırkası’nın projesidir.
Kaldı ki, bu enstitü projesi özgün bir proje olmayıp başta Amerikalı John Dewey
olmak üzere, birçok batılı aktörün rapor haline getirerek sundukları projelerin
ürünüdür.
Cumhuriyetin kurucu felsefesi, Lozan’dan sonra
oluşturmak istediği yeni seküler ulusçu toplumsal dönüşüm politikaları için
değişik arayışlar içerisine girmiş, özellikle eğitim ve kültür politikalarıyla
tabana yayma stratejisi izlemişti. İsimleri anılan Millet Mektepleri ve
devamında gelen Halkevleri, şehirlerde yaşayan seçkin sınıflar arasında kısmi
başarılar sağlamışsa bile bu başarı kırsal kesimi etkileyememişti. Oysa o dönem
şartlarında halkın yüzde 80’i köylerde yaşamakta idi. Yüzde 80’in yeni ulus
inşa sürecinin kapsama alanının dışında kalması, hem politik başarısızlık hem
de yeni düzen karşısında bir tehdit unsuru olarak algılanmaktaydı. Bunun yanı
sıra yüzde 80’lik kırsal kesim nüfusu, özellikle yeni harflerin kabulü ve Tevhîd-i
Tedrisat Kanunu sonrası kapatılan medreseler nedeniyle okur-yazarlık yeteneğini
kaybetmiş bir duruma gelmişti. Dolayısıyla; kırsal kesime ulaşmanın birinci
yolu, eğitim kanalını kullanarak kurucu felsefeyi halka benimsetmekti.
Kırsal kesime ulaşarak seküler bir toplum inşasının
ikinci yolu olarak, tarım politikasının kullanılmasıydı. 1930’lu yıllarda dünya
ölçeğinde baş gösteren ekonomik kriz, yeni yeni savaştan çıkmış bir Türkiye
için de çekilmez bir hal almıştı. Dünyada sanayi alanında yaşanan devasa
krizlere alternatif olarak tarıma dayalı ekonominin canlandırılması fikri, eş
zamanlı olarak Türkiye’de de gelişmiş ve bir ‘Köycülük’ akımını beraberinde
getirmişti. Bu yolda kazanılacak üretim başarısı da Köy Enstitüleri’nin ikinci
hedefi olarak belirlenmişti.
Cumhuriyet döneminde eğitime yönelik ideolojik
bakışın sembol isimlerinden ikisi Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’tur.
Hasan Ali Yücel, yaşadığımız dünyayı bize tanıtan ve onun üstünde zekânın
egemenliğini kurmaya imkan hazırlayan pozitif ilmin Batı medeniyetinin özünü
teşkil ettiğini, bilimsiz dine ve felsefeye gidilemeyeceğini savunuyordu. Hasan
Ali Yücel, akıl ve bilim yoluyla canlandırılacak bir Türk Hümanizmi’nin
hayalini kuruyordu. Ancak O’nu radikal bir batıcı olarak değil, ılımlı bir
sentezci olarak değerlendirmek gerekir. Hasan Ali Yücel döneminde yayınlanmaya
başlanan ve ağırlıklı olarak Batı Klasikleri’ni önceleyen tavır, zihnindeki
ideolojik yapılanma ile ilgilidir.
Köy Enstitüleri modelinin düşünsel arka planını
oluşturan ve uygulamalarında etkin rol oynayan İsmail Hakkı Tonguç ise, köyün
canlandırılması, ezilen sınıflar ve münevverler arasındaki ayrılığa son
verilmesi, köylünün hayata katılımının sağlanması, yeni bir insan tipinin
yaratılması, iş ve hayat faaliyetlerinin birleştirilmesi ve cemiyetçi bir
eğitimin oluşturulmasına çalışmıştır. Tonguç’a göre köy enstitüleri, “hoca
öğretmen tipinin cumhuriyetçi veya devrimci öğretmen tipine dönüştürüldüğü” eğitim
kurumları olacaktır. Bu kurumlardan çıkan öğretmenler de toplumu
dönüştürecektir.
Kuşkusuz bu anlayışın arka planında devletin
toplumun merkezinde dönüştürücü bir güç olarak rol oynadığı modernleşme projesi
bulunmaktadır.
Tonguç’un köy enstitüsü modeli, Blonski’nin
“Politeknik Okulu” ve Makarenko’nun “Kolektif Üretim Okulu” modelini örnek
alınarak sol-toplumcu bir yapıya bürünmüştür.
Köy enstitülerinin en önemli özelliği üretim
ilişkilerini değiştirerek yeni bir hafıza yaratmak olmuştur. Sadece köy
çocuklarının eğitim gördüğü, şehir merkezlerinden uzak kırsal alanlarda kurulan
Köy Enstitüleri’nde “iş içinde, iş yoluyla, iş için eğitim” anlayışı
çerçevesinde yapılan eğitimle aynı zamanda üretim ilişkilerinin değiştirilmesi
de amaçlanmıştır. Aslında bu amaç, bu okulların resmî amacı değildir. Bu amaç
tamamen enstitüleri kuran ve yöneten kadronun amacı veya stratejisidir. Köy Enstitüleri’nin
kurucusu İ. Hakkı Tonguç’un oğlu Engin Tonguç (1970), “Devrim Açısından Köy
enstitüleri ve Tonguç” adlı yapıtında Köy Enstitüleri’nin bu sosyalizasyon
rolünü doğrularcasına enstitülerin amacını şöyle telif etmiştir: “Köy
enstitüleri sistemi, başlı başına ne bir okuma-yazma kampanyası, ne de köy
kalkınması problemi, ne de bir öğretmen yetiştirme çabası, ne bir okul yapma
girişimi idi. Temel amacı bakımından, tarih şartlarının hazırladığı bir
imkândan yararlanarak iktidara katılıp elde edilen yürütme gücü ile emekçi
sınıfları bilinçlendirmek ve devrimsel süreci hızlandırmak için girişilmiş bir
devrim stratejisi ve taktiği idi.”
Engin Tonguç’un ifadesiyle köy enstitüleri “bir
devrim stratejisi ve taktiği” algısına maruz kalmıştır. Bu algı köy enstitülü
öğretmenlerde büyük ölçüde etkisini göstermiştir. Kendilerini “enstitülü
öğretmenler” olarak niteleyen bu kimseler, toplumu kültürel yönden
değiştireceklerine inandırmışlardır (Uygun, 2003). Köy enstitülü öğretmenler
kendilerine belletilen kurgusallıkları yıllarca tekrarlamışlar ve ezberlerini
her darbe veya askeri muhtıra döneminde tazeleme yoluna gitmişlerdir.
Bu kurumların karma bir eğitime dayanması ilke olarak benimsenmiş ve
bu durum oldukça önemsenmiştir. Modern ulusal devletin, Osmanlı İmparatorluğu
gibi, karma eğitim anlayışından uzak bir eğitim sistemini uygulayamayacağı
belirtilmiştir. İ. Hakkı Tonguç 1940 yılında köy enstitüsü müdürlerine yazdığı
bir mektupta, “Müesseselerimizdeki kız talebe işi, pek çok emeğinizi harcamanız
lâzımgelen çok ciddî, önemli ve büyük bir mes’eledir. Kızları bir tarafa,
erkekleri de diğer tarafa ayırarak müesseseyi iki kafes haline getirmek asla
doğru değildir.” diyerek karma eğitime verdiği önemi göstermiştir. Tonguç, mektubunun
devamında bütün öğrencilerin, müzik aletlerinden en azından birini çalmayı ve
şarkı söylemeyi öğrenmeleri gerektiğini ve bu doğrultuda da gerekenin
yapılmasını ifade eder.
Belirlenen hedefler doğrultusunda, öncelikle
ilköğretim sorununun tam anlamıyla çözüme kavuşturulması, on yıllık bir plana
bağlanmıştı. Bu plana göre, 1956 yılına kadar çağdaş eğitimden geçmemiş tek bir
birey kalmamış olacaktı. Köy enstitüsü mezunlarından Mehmet Başaran’ın
ifadesiyle, “tüm köklü değişikliklerin gerçekleştirileceği bir ortam
hazırlığıydı bu.” Böylece yeni devletin gereksinim duyduğu modern, laik ve
ulusal birey tipinin yetiştirilmiş olması hedeflenmiştir. Batılılaşmanın emin
adımlarla sürdürülebilmesi ve bu projenin başarıya ulaşabilmesi için, nüfusun
çoğunluğunun yaşadığı bu kesimlerin modernleştirilmesi kaçınılmaz olarak
görülmüştür.
CHP, Kemalist ideolojiyi nüfusun büyük çoğunluğunu
oluşturan köylülere taşıyacak ve onları rejimin çıkarları doğrultusunda
dönüştürecek temel unsurlar olarak öğretmenleri görüyordu. Zira öğretmen demek
köyde jandarmadan sonra devleti (dolayısıyla onunla özdeşleşen CHP’yi) temsil
eden en yüce makam sahibi demekti.
Köylü çocuklarını rejimin “güvenilir” öğretmenleri
olarak yetiştirerek, bunlar sayesinde Kemalist devletin sesini birinci elden
köylüye ulaştırabilmeyi amaçlayan Köy Enstitüleri’nin deneme çalışmaları 1937
yılında başladı. Bunun öncesinde, 1936’da “köy eğitmeni” yetiştirmek üzere bir
uygulama başlatılmıştı. Bu uygulamada, askerliğini çavuş olarak yapmış köylü
gençlere altı aylık bir eğitimin ardından “köy eğitmeni” unvanı verilerek
bunlar köy okullarında görevlendirilmeye başlanıyordu. Köy eğitmenlerine,
köylüye tarım konusunda öncülük etmeleri beklentisiyle, bulundukları bölgede
toprak, tarım araçları, hayvan ve tohum da veriliyordu. Bu uygulamanın yararlı
sonuçlar vermesi Köy Enstitülerinin kuruluşunu hızlandırmıştı.
1937’de deneme mahiyetinde üç köy eğitmen okulu
açıldı. Bu okullar Eskişehir Çifteler, İzmir Kızılçullu ve Kastamonu Gölköy’de
kurulmuştu. Üç yıllık bir deneme süresinin ardından, 17 Nisan 1940’ta
çıkartılan bir kanunla bu okullar Köy Enstitüleri’ne dönüştürüldü ve 17 Köy
Enstitüsü’nün daha açılması kararlaştırıldı. Bu dönemde Hasan Âli Yücel Milli Eğitim
Bakanı, İsmail Hakkı Tonguç ise İlköğretim Genel Müdürü idi. Eğitim süreleri
beş yıl olarak saptanan Köy Enstitüleri’ne, beş yıllık ilköğrenimi bitiren ya
da üç yıllık ilköğrenimi tamamlayıp iki yıl daha bu okullarda hazırlık öğrenimi
görecek kız ve erkek köylü çocuklar öğrenci olarak alınacaktı. Her bir okul,
belirlenmiş çevre illeri kapsayan bir bölgeden öğrenci alabilecekti.
Enstitüleri inşa etme görevi tümüyle köylüye ve
buralarda eğitim görecek öğrencilere angarya olarak yüklenmişti. Civar
köylerden eğitilmek üzere toplanan çocuklar, dağlardan sular taşıyarak,
yemeklerini kendileri yaparak, yollar ve köprüler kurarak, eğitim binaları,
yurtlar, aşevleri, işlikler inşa ettiler. Ve sonunda kendilerinin inşa
ettikleri bu okullarda okuma “fırsatı” kazandılar. Kentlerde okuyan çocukların
okulları devlet tarafından inşa edilirken, köylüler bir yandan devlete vergi
vermek, öte yandan okullarını, yollarını kendileri yapmak zorunda
bırakılıyorlardı. Ne de olsa onlar “milletin efendileri”ydiler!
Köy eğitmen ve öğretmenlerinin köy halkını
yetiştirmekle ilgili görev ve yetkileri şunlardı:
1.
Köy
halkının ulusal kültürünü yükseltmek, onları sosyal hayat bakımından asrın
şartlarına ve gereklerine göre yetiştirmek; millî bayram günlerinde, okulların
açılışlarında, yerel ve ulusal âdetlere göre kutlanan iş günlerinde törenler
yapmak; köy halkını radyodan azami derecede faydalandırmak.
2.
Köyün
ekonomik hayatını geliştirmek için ziraat, sanat, teknik alanlarında köylülere
örnek olabilecek işler yapmak; okullarda sergiler açmak ve okul dışındaki uygun
yerlerde panayırlar açılmasına yardım etmek.
3.
Köyde
ve köye yakın çevrelerde bulunan tarihî eserlerle, ülkenin doğal ve teknik
kıymete sahip eser ve anıtlarının onarılması.
4.
Köy
halkının saadet ve felâketiyle ilgili bütün işlerde elden gelen her türlü
yardımı yapmak, bu gibi hallerde hükümet teşkilâtını ilgilendiren işleri
zamanında ilgililere yazı ile bildirmek ve gidip haber vermek.
Çevreye ve temin edilecek vasıtalara göre köy
gençlerinin yüzücü, kayakçı, güreşçi, binici, atıcı, avcı, bisiklet, motosiklet
ve traktör kullanıcı gibi hareketli ve canlı vasıflarla yetiştirilmeleri için
gereken her türlü teşebbüslerde bulunmak, mümkün olan tedbirleri almak ve bu
hususların gerçekleşmesi için çalışmak. (Köy
Okulları ve Enstitüleri Teşkilât Kanunu, Maarif Matbaası, Ankara 1943, s. 6-11.)
4274 sayılı kanunla birlikte köylerdeki eğitmen ve
öğretmenlere geniş yetkiler verildiği görülmektedir. Nitekim bu kanunun yayınlanmasından
sonra, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bu kanuna yönelik hazırlanan açıklama
metninde, eğitmen ve öğretmenlerin görev ve yetkilerini belirleyen kanundaki
onuncu maddeyle ilgili yapılan şu açıklama dikkat çekicidir: “(...) Bu madde
köyü, yetişmekte bulunan ve yetişmiş olan halkı ile birlikte öğretim, eğitim ve
bu yönden teşkillendirme bakımlarından bütün olarak maarif alanında
çalışanların ve çalışacak olanların ellerine vermektedir.”
Köylü, köy okullarındaki ve enstitülerdeki eğitmenlere ve öğretmenlere teslim
edilmiş ve bu görevlilerden köylüyü modernleştirmeleri öncelikli bir görev
olarak istenmiştir. Eğitmen ve öğretmenlerden bir yandan köylüyü ulusal kültürü
benimsemiş modern bir birey tarzında yetiştirmeleri istenirken, öte yandan da
köylü için canlı birer model olmaları istenmiştir. Nitekim söz konusu kanun
hakkındaki izâhnâmeye göre, “(...) köy eğitmen ve öğretmenleri bu yeni köy
insanının biricik örneği tanınacaklardır.” (Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilât Kanunu İzahnamesi, s. 32.)
Köy enstitülü öğretmenler enstitüde almış oldukları
ruhla köylere atanmışlardır. Atandıkları köylerde kendilerine yüklenen ideal
ile, yalnız öğrencileri değil toplumu kültürel yönden ve her bakımdan
dönüştürmeye ve değiştirmeye çalışmışlardır. İdealisttiler; ama onlar bu
görevlerini yerine getirirken bazı kültürel birikimleri görmezden gelmişler ve
kendilerine kazandırılan kalıp yargılarla olaylara yaklaşmışlar ve izledikleri
yöntem neticesinde çoğu zaman dirençle karşılaşmışlardır. Onların toplumsal
değişim ve dönüşümde en çok karşılaştıkları sorunlardan birisi halkın yerleşik
değer ve inançlarıdır. Bunlara karşı seküler, hatta devrimci bir anlayış
içerisinde yetiştirilen bu öğretmenler kendilerini kurtuluşa ermiş çağdaş
aydınlar olarak tanımlamış ve bu çerçevede toplumsal kalkınmayı sağlayacak
yegâne kimseler olarak da yalnızca kendilerini görmüşler ve bu şekilde
davranmışlardır. Özellikle birçoğunun dine karşı tutum ve davranışları, hatta
köylü nazarında hükümetin köydeki ajanı gibi görülmeleri onların enstitülerde
kendilerine belletilen rolü yeterince oynayamamalarına neden olmuştur.
Enstitülerde teorik derslerle pratik derslerin eşit
ağırlıklı olarak görüldüğü bir eğitim programı uygulanıyordu. Okutulan
derslerin yarısını genel kültür ve meslek dersleri, diğer yarısını ise
uygulamalı tarım ve teknik (ev ve el işleri, demircilik, vs.) dersleri
oluşturuyordu. Öğrencilere, yılda sadece bir buçuk ay, o da nöbetleşe olarak
“tatil” yapma hakkı tanınıyordu.
Köy Enstitüleri’nden mezun olan öğrenciler, mümkünse
kendi köylerine, değilse en yakın köye öğretmen olarak atanacak, kendisine bir
ev ve toprak verilecekti. Köylerde eğitim verecek bu öğretmenlerin 20 yıl
zorunlu hizmet yükümlülüğü bulunuyordu. Köy öğretmenlerinin ücretleri de kırsal
alanların geçim endeksine göre saptanıyor, dolayısıyla köyü terk ederek kasabalarda
ve kentlerde yaşamaları bu yolla da fiilen engelleniyordu. 1948’e gelindiğinde,
o zamana dek kurulan 21 Köy Enstitüsü’nden, toplam 20.000 öğrenci mezun
olmuştu. Bunlardan 17.000’i öğretmen, eğitmen ve teknik eleman, 3.000’i ise
sağlık memuruydu.
Ayrıca 1942’de Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne,
başarılı mezunların sınavla alınacakları ve üç yıl eğitim görecekleri bir
yüksek köy enstitüsü de eklenmişti. Toplam 204 mezun veren bu enstitü 1947’de
CHP iktidarı altında kapatılacak ve yeni milli eğitim bakanı R. Şemsettin
Sirer’in önderliğinde gerçekleştirilen bu hamle enstitülerin kaderinin de
belirlendiği bir dönüm noktası teşkil edecekti. 1950’de Demokrat Partinin
iktidara gelmesinin ardından Köy Enstitüleri’nin ders programları klasik
öğretmen okullarının programlarıyla birleştirildi ve 1954 yılında bu kurumlar
tümüyle kapatıldı.
O yıllarda skandalların yuvası haline gelerek
kapatılan Köy Enstitüleri, tarımda model oluşturmak adına yerleşim
birimlerinden uzak, geniş tarım arazileri üzerine kuruldu. Öğretim şekli, karma
ve yatılı idi. Karma eğitimle beraber köylerdeki kızların zoraki olarak
okullara alınması, İslami gelenekten gelen bir toplum için kabullenilebilecek
bir durum değil idiyse de, tek parti diktasına karşı çıkmanın ölümü göze
almakla eşdeğer olması, köylülere boyun eğdiriyordu.
CHP’nin kurduğu Köy Enstitüleri’nde yaşanan bin bir
türlü rezalet ve komünizm propagandası Meclis tutanaklarına geçmiştir. Dönemin
Eğitim Bakanı Tevkif İleri, 26 Aralık 1952 tarihli meclis konuşmasında, yaşanan
rezaletleri, komünizm propagandasını ve anarşiye teşviki belgelerle ortaya
koymuştur.
Köy enstitüleri ile ilgili yapılan tartışmalara ve
bu kurumlara yöneltilen eleştirilere bakıldığı zaman, sol ve sağ çevrelerde
farklı yaklaşımların sergilendiği görülmektedir. Sağ çevreler için bu kurumlar,
komünist yetiştiren yuvalar olarak görülürken; Kemalist sol kesim için ise bu
kurumlar, gerçek bir aydınlanma devrimini temsil etmekteydiler. Bunların yanı
sıra Kemal Tahir gibi bazı düşünürler de bu kurumları, ‘Tek Parti’ rejiminin
ideolojisini geniş kesimlere ulaştırmak amacıyla kurulmuş eğitim mekanları
olarak eleştirmişlerdir.
O dönemin muhafazakar milliyetçi münevverlerine göre
Köy Enstitüleri komünizmin, materyalizmin, dinsizliğin yayıldığı şer merkezleriydi:“En
büyük tahrik ve kızıl faaliyetler Köy Enstitüleri’ne öğretmen yetiştirmek üzere
yüksek kısım haline getirilen Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde yapılmak
istenmiştir… Enstitülerde kurulan kitaplıklarda ise kızıl, dinsiz, ruhsuz
zevatın eserleriyle; Yurt ve Dünya, Adımlar, Pınar, Gün, Ses gibi komünist
dergilerin okunması sağlanmıştır.” (İlhan Darendelioğlu)
“Son günlerde peçesi kaldırılan ve bazı temayüllere
göre tekrar ihyası için zemin aranan Köy Enstitüleri davası, memleketimizdeki
komünizma hulûlünün şah damarını çizer.” (Necip Fazıl Kısakürek)
1945 yılında Ankara'daki Hasanoğlan Köy Enstitüsü
bünyesinde kurulan Köy Enstitüleri Dergisi, İslam dinine ve İslam dininin
kutsal saydığı tüm değerlere gizli ve açık saldırmaya başladı. Marksist
eğilimleri ile tanınan İsmail Hakkı Tonguç'un, adı geçen dergide yazmış olduğu
bir makalede şu satırlar dikkat çekiyordu:
“Ümid edelim
ki, yarının dünyası imanını göklerden gelecek görünmez kuvvetlerle ve fizik
ötesi fikirlerle beslenmesin. Eğer onun kuvvetli ve mesut bir temeli olsun
istiyorsak biz insanlar yeni dünyaya şamil, ihtirassız, yalansız, insani,
rasyonel ve reel taze bir din vermeliyiz. Köy Enstitüleri'nde yetiştirilen
çocuklar, skolastiğe köle olmaktan kurtarılmaya çalışılmıştır…”
Bu alıntıdaki "insani, rasyonel, reel ve taze
din" gibi içi boş kavramlar, da masonizmin temeli olan seküler hümanizmin
terimleridir.
Köy Enstitüleri'nin yayınlarında: Nazım Hikmet'in
materyalist felsefeyi savunan şiirleri, öğrencileri Allah'ın varlığını inkâra
sürüklemeye yönelik mısralar, dinle ve kutsal değerlerle alay eden hikayeler de
yer alıyordu. Türkiye Gizli Komünist Partisi'nin ilk Merkez Komitesi azası
Ethem Nejat'ın ve Mustafa Suphi'nin fikirlerine dahi başvurulmuştu.
Dönemin güçlü kalemlerinden Peyami Safa, Köy
Enstitüleri’ndeki Marksist propagandayı bir makalesinde şu şekilde
yorumlamaktadır: “Çocuklara Nazım Hikmet'in şiirlerini ezberleten, marksizm
hakkında konferanslar verdiren, dergilerinde de marksizm hakkında makaleler
neşreden Köy Enstitüleri’nin komünist yuvaları olduğunu bilmeyen bir tek şuurlu
Türk aydını yoktur...”
Hüseyin Nihal Atsız’ın kardeşi olan ve Zonguldak’ta
edebiyat öğretmenliği yaparken “Komünizmle Mücadele Derneği”nin kurucularından
ve derneğin yayınlarını yöneten kişi olan Nejdet Sançar (1910–1975) da, “kızıl
propagandanın yapıldığı fesat yuvaları” olarak değerlendirdiği köy
enstitülerine, oldukça sert eleştirilerde bulunmuştur. Sançar, şehirlerden
uzaklarda kurulan bu kurumlara, uzun süre Bakanlık müfettişlerinin
sokulmayarak, buralardaki komünist faaliyetlerin gizlendiğini, ancak Köy Enstitüleri’nde
görev alan bazı vatansever öğretmenler sayesinde bu kurumlarla ilgili
gerçeklerin gün yüzüne çıkmaya başladığını söyler. Sançar, bu kurumların iyi
bir amaçla kurulmuş olabileceğini; ancak “birtakım iblislerin iblisçe faaliyetleri”
sonucunda komünist bir yuvaya dönüştürüldüklerini belirtir. Sançar, bu
okullarda köylü gençlere, “Komünist Rusya”nın örnek bir rejim diye
tanıtıldığını; ısrarla din, milliyet ve askerlik düşmanlığının telkin
edildiğini; sınıf şuurunun ve düşmanlığının yaratılmaya çalışıldığını, kız ile
erkek çocukların kasten başıboş bırakıldıklarını ve bütün bunların müfettiş
raporlarıyla tespit edildiğini ifade eder. (Nejdet Sançar, “Köy Enstitüleri Meselesi”, Köy
Enstitüleri ve Koç Federas- yonu, s. 54–61.)
Peyami Safa (1889-1961) da, 23 Nisan 1960’ta
Tercüman Gazetesi’nde yazdığı bir yazıda, çocuklara Nazım Hikmet’in şiirlerinin
ezberletildiği, Marxizm hakkında konferansların verildiği, dergilerinde de
Marxizm hakkında makalelerin neşredildiği köy Enstitüleri’nin birer komünist
yuvası olduğu noktasında İsfendiyaroğlu ve Sançar ile hemfikirdir. Safa
yazısında, bütün bu gerçeklere rağmen, bu kurumların kapatılmasını eleştirenleri, eleştirir. (Peyami Safa, “Köy Enstitüleri Propagandası”, Köy
Enstitüleri ve Koç Federasyonu, s.
163–164.)
Sosyal psikoloji alanında yaptığı öncü çalışmalarla
tanınan Prof. Dr. Mümtaz Turhan (1904–1969), köy enstitülerinin Türkiye’nin kalkınmasını
yüzde yüz sağlayacak kurumlar olarak değerlendirilmelerini eleştirir. Mümtaz
Turhan, her şeyden önce bu kurumların köy enstitülerini savunanlarca dile
getirildiği gibi türünün bir ilkini oluşturmadığını ifade eder. Bu kurumların
benzeri ve daha iyilerinin XIX. yüzyılın sonlarında Güney ve Orta Amerika’da
Jeans’s Schools adıyla kurulduğunu ve XX. yüzyılın başlarında da Afrika’da
bunlara benzer kurumların açıldıklarını söyleyen Turhan, köy enstitülerini
savunanların bunları yeni bir icatmış gibi dile getirmelerini eleştirir.
Turhan’ın bu okullara yönelik bir diğer eleştirisi de, enstitülerin öğrenciler
ve öğretmenler tarafından inşa edildikleri şeklindeki açıklamalarla ilgilidir.
Bu açıklamalara karşılık, enstitülerin milyonlar harcanarak müteahhitlere
yaptırıldığı, bu halde de “tuğlaları biz yoğurduk, biz kestik, pişirdik ve
bunlarla enstitüleri biz yaptık” iddialarının bir masal olmaktan öteye
geçemediği belirtilmiştir. Turhan, asrî mollalar olarak tanımladığı köy
enstitüsü öğretmenleri aracılığıyla, bu okullarda gerçekte köylüye lazım olan
bilginin onlara öğretilmesi yerine, köylünün sözde batıl inançlarıyla uğraşıldığını
ifade etmektedir. Turhan, bütün bunlardan hareketle de enstitülerin, köylerin
kalkınmasını sağlayacak kurumlar olduğu şeklindeki iddianın geçersiz olduğunu
ileri sürer.
Köy enstitülerinde ders vermiş olan Sabahattin
Eyuboğlu’na göre enstitüler, Türk eğitimcilerinin ilk orijinal büyük eseriydi
ve Cumhuriyet eğitim tarihinin en başarılı kurumları da bunlardı. Eyuboğlu’na
göre köy enstitüleri, “(...) öğretmenin eğitmen olmasını, bir çeşit inkılâp
misyonerliği, Cumhuriyet imamlığı yapmasını istiyordu.” Bu kurumlar bilimsel
ilkelere, gözlem ve deneylere dayanılarak kurulmuş oldukları için geriliğin
bamteline basmış ve böylece gerici hareketin tepkilerine maruz kalmış okullar
olarak değerlendirilmişlerdir. Eyuboğlu’na göre Köy Enstitüleri, Türkiye’nin
gerçekte ihtiyaç duyduğu tarzda eğitim veren yegâne kurumlardı. Bu anlamda
Eyuboğlu, Türkiye gerçeklerini göz önünde bulundurarak kurulduğunu söylediği bu
kurumlara yönelik tepkileri gericilikle itham ederek eleştirir.
Kuruluşlarından bir süre sonra Köy Enstitüleri’ne,
komünizme dayanan yıkıcı faaliyetlerde bulundukları ve kız ile erkek öğrenciler
arasında ahlâk dışı ilişkilerin görüldüğü yerler oldukları şeklinde eleştiriler
yöneltilmiştir. Köylerden köy çocuklarını alıp, enstitülere getirerek okutmak ve
bu çocukları köy öğretmeni olarak yetiştirdikten sonra köylerine göndererek,
köyün kalkınmasını sağlamak amacıyla kurulduğu söylenilen köy enstitülerine
yönelik artan bu türden eleştiriler sonrasında, dönemin Milli Eğitim Bakanı
Hasan Ali Yücel 5 Ağustos 1946’da görevden alınmış, yerine Reşat Şemsettin
Sirer atanmıştır. Sirer’in Milli Eğitim Bakanlığı zamanında, bu kurumlara
yönelik eleştirilerin kaynağını araştırmak için, enstitülerde teftişler
yapılmış ve bu teftişler sonrasında bu tür uygulamalara ve bu açıdan
enstitülerle ilgili olumsuz haberlerin yayılmasına neden olduklarına inanılan
bazı köy enstitüsü öğretmenleri görevden uzaklaştırılarak, bunların yerine yeni
atamalar yapılmıştır. 1948’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılmış,
sonrasında köy enstitülerinin programlarında kapsamlı değişikliklere gidilmiş,
1954’te de “Köy Enstitüsü” adı kaldırılıp, bu kurumlara “İlköğretmen Okulu” adı
verilmiştir.
İsmi köy enstitüleri ile özdeşleşmiş olan İlköğretim
Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un da görevden alınması, CHP iktidardayken
olmuştur. Bu anlamda dönemin bazı CHP’li yöneticileri ve Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü, enstitülerin kapatılmasında rol oynadıkları gerekçesiyle, Kemalist sol
çizgideki bazı aydınlar tarafından eleştirilmiştir.
Hülasa; Köy Enstitüleri aracılığıyla, kırsal
Türkiye’nin, öteki toplum kesimleriyle birlikte modernleşme yolundaki toplumsal
dönüşümünün sağlanması hedeflenmiştir. Bunun içindir ki, köy enstitülerinde
köylüye, düşünceden pratiğe nasıl yaşaması gerektiği öğretilmek istenmiştir.
Köy enstitüleri ve enstitülü öğretmenler
aracılığıyla bir tür “kültür ihtilâli” yapılarak toplum yeni bir kalıba
sokulmak istenmiştir. Bu süreçte toplumun kültürel birikiminin aksine yemeden
içmeye, giyimden kuşama, dinlenen müziğe, konuşulan dil ve söyleme kadar her
şeyin yeni yaşam bilgilerine uygun hale getirilmesi amaçlanmıştır. Bu yeni
yaşam bilgilerinin kaynağı köklerinden koparılmış yeni bir ulus yaratma
kaygısıdır. Bunun için de devlet otoritesi en büyük güç olarak kullanma yoluna
gidilmiştir.
Yücel’in klasikler yoluyla enstitülerde yaymaya
çalıştığı hümanizması, Tonguç’un köy hocasını tehdit gösteren ulusalcı
telkinleri, bir dayatma olarak algılanmış ve halk tarafından kabul görmemiştir.
Ancak enstitülü öğretmenler üzerinde bu kişilerin veya Tek Parti ideolojisinin
tek tipleştirici politikası önemli
ölçüde başarılı olmuştur
Kuruluş yıllarının başlangıcında izlerine rastlanan
ve CHP’nin iktidarı DP’ye devretmesinin öncesinde de gittikçe artan bir
muhalefetle karşılaşan köy enstitüleri bağlamında yaşanan tartışmalar günümüze
kadar devam etmiştir. Bir kesim bu kurumları, memleket gerçekleri göz önünde
bulundurularak kurulmuş oldukça ilerici kurumlar olarak değerlendirirken, diğer
bir kesim ise bu kurumları, ahlaksızlığı yaygınlaştıran ve Sovyet hayranı kızıl
komünist yetiştiren kurumlar olmakla eleştirmişlerdir. Sağ çevrelerde bu
kurumlara yönelik eleştirilerde enstitülerle ilgili düzenlenmiş müfettiş
raporları da önemli bir kanıt olarak gösterilmiş, Kemalist sol çevreler ise bu
raporların düzmece olduklarını ileri sürmüşlerdir. Resmî söylemin dışında
tartışmaya eleştirel bir yaklaşımla katılan
ve bizimde katıldığımız bazı değerlendirmelerde de bu kurumlar, CHP’nin
parti ideolojisinin ya da devletin resmi ideolojisinin kitlelere yaygınlaştırıldığı kurumlar olarak değerlendirilmişlerdir.
Cumhuriyetin modernleşme projesinin önemli
ayaklarından birisi olarak karşımıza çıkan ve dönemin batılılaşma anlayışının
temel özelliklerini taşıdığı her halinden anlaşılan köy enstitüleri, II. Dünya Savaşı
gibi tüm dünyada önemli dönüşümlere sebebiyet veren bir tarihsel sürecin
Türkiye’deki etkilerine bağlı olarak da kapanmak durumunda kalmıştır.
Dolayısıyla köy enstitülerinin hem kurulma sürecini, hem kapatılma sürecini ve
hem de etrafında gerçekleşen tartışmaları, dönemin Türk dış politikası ve CHP
içerisinde yaşanan gelişmeleri dikkate almadan anlamak mümkün görünmemektedir.
Uğur Mumcu Köy Enstitüleri ile ilgili yaptığı
konuşmada “Türkiye Cumhuriyeti 1930’lu yılların sonunda bir yol ayrımındaydı.
Ya batılı laik düzene geçilecek, ya da şer’i düzen devam ettirilecekti. Mustafa
Kemal ve düşün arkadaşları laisizmi benimsediler. Köy Enstitüleri olayını bu
süreç içinde değerlendirmek gerekir.” der.
Dolayısyla 1940’lı yılların başında kurulan ve Mustafa Armağan’ın ifadesiyle Menderes değil
de İnönü tarafından yine 1940’lı yılların sonunda kapatılan Köy Enstitüleri öyle
ya da böyle bir şekilde köylerin ve köylülerin yaşam koşullarını ve problemlerini
dikkate alan bir proje olsa da; gerek kuruluşunda ve gerekse de sonraki süreçte
yüklenen ideolojik misyonlar nedeniyle o tarihlerde yüzde sekseni kırsalda
yaşayan Anadolu halkını değişip ve dönüştürmenin hikayesidir.
İDRİS
GÖKALP
KAYNAKLAR:
1. Bir Modernleş(Tir)Me Projesi Olarak
Köy Enstitüleri, Mehmet
ANIK , DÎVÂN İlmî Araştırmalar sy. 20 (2006/1), s. 279-309.
2. Bir Toplumsal İnşa Aracı Olarak Köy
Enstitüleri ve Algısı, Doç. Dr. Selçuk UYGUN Eğitime Bakış Dergisi
Yıl 9, sy 26, Temmuz-Ağustos-Eylül 2013.
3. Eğitim ve Bir Totaliter Eğitim Projesi Olarak Köy Enstitüleri, Yusuf YAVUZYILMAZ, Eğitimle Diriliş
5. Efsaneleştirilen Köy Enstitüleri ve
Gerçekler, İlkay MERİÇ.
6. Uğur MUMCU'nun Köy Enstitüleri Konuşması, https://www.youtube.com/watch?v=7ynyRPB9jHE
7. Köy Enstitülerini CHP kapatmıştı, Mustafa ARMAĞAN, Yenişafak, 17 Nisan 2016.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder