DÜNYEVİLEŞME NEDİR?
“Size verilen her şey, yalnızca dünya
hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha
süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız?” (Kasas 28/60)
Yaşadığımız çağda
genelde bütün insanlığın, özelde ise Müslümanların en büyük sorunlarından biri
hatta başta geleni, dünyaya meyletmek ve Dünyevî kazanımları nihai hedef olarak
görmektir. Her şeyin sadece bu dünyadan ibaret olduğunu sanmak, lisanen bunu
ikrar etmese de, yaşantı olarak öyleymiş gibi yaşamak, emanetçilik anlayışından
sahiplenmeye geçmek, hiçbir zaman asli sahibi olamayacaklarına, ebediyen
kendisininmiş gibi sarılmak, insanoğlunun bütün çağlar boyu yapa geldiği en
büyük hata olmuştur.
Artık insanlar,
geçmişiyle kavgalı, geleceğiyle endişeli hallerinden dolayı, gününü yaşayamaz,
gününü bile kurtaramaz durumdadır. Öyle bir ruh hali düşünün ki, yarınlarının
kaygısından dolayı bu gününü heder etsin.
“İyi bilin ki dünya
hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı
övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği
ürün, çiftçilerin hoşuna gider. Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş
görürsün. Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya hayatı da böyledir. Âhirette
ise kâfirler için şiddetli bir ceza, mü’minler için ise Rab’leri tarafından bir
mağfiret ve rıza! Evet, dünya hayatı bir aldanma metaından başka bir şey
değildir.” (Hadid, 57/20; benzeri
anlatımlar için bkz. Yunus, 10/24 Kehf, 18/45). Dolayısıyla Kur’ân, mahiyeti
zail olmak, kuruyup gitmek olan dünya hakkında insanlara, “Dünya hayatı sizi
aldatmasın.” (Fatır, 35/5) ikazı yapmaktadır.
Allah(c.c.), kulunun
dünyaya karşı meyilli oluşunu fıtraten yaratılışının içine yerleştirerek bunu
bir imtihan sebebi yapmış, insanın iradesiyle Dünyevîleşmeye karşı bir duruş
sergilemesini, tercihlerinin tamamen ahiret hedefli olmasını istemiştir.
Dünyevîleşme, kendini
dünyanın çekiciliğine kaptırma, onun esiri haline gelme anlamına gelir.
Dünyevîleşme, hayatın
merkezine dini koyarak yaşamanın ve düşünmenin tam tersidir.
Dünyevîleşme; kişinin
önceliğini dünya değerlerine vermesi, kendisini dünyanın çekiciliğine
kaptırması ve onun esiri konumuna gelmesidir.
Dünyevîleşme, aynı
zamanda bir zihniyet meselesidir. İnsan kazanmanın öncesinde zihniyetinde
oluşan değişimden dolayı Dünyevîleşir, kalbindeki marazdan dolayı Dünyevîleşme
yönünde tercihini yapar
Dünyevîleşme, dini
meselelerin gündelik hayattan uzaklaştırılıp öneminin azaltılması, kişinin
kendisini dünyanın cazibesine kaptırıp onun esiri olması manasını taşır.
Diğer bir ifade ile
dinin, gündelik hayattaki tesirini ve yerini azaltma, sınırlama, yaşadığı hayat
tarzına dini müdahale ettirmeme anlamına da gelir. İnsanın ilgisini ve
dikkatini yalnız ve yalnız dünyaya çevirmesi, zevk ve sefaya düşkünlük, rahatın
peşinde koşmak da Dünyevîleşmenin belirtileridir.
Dünyevîleşme, insanın
hayat tarzından düşünme biçimine, varlıkları algılama şeklinden olay ve
olgulara bakışına kadar çok çeşitli konularda dini inanç, değer ve sembollerin
hayatın dışına itilmesi veya kişinin hayatında Dünyevî hedeflerine öncelik
göstermesidir.
Esas Dünyevîleşme,
dünyanın ne için var olduğunu, gerçek mahiyetinin ne olduğunu kavrayamamadır.
Çünkü dünyanın kaybedilmesi ahiretin de kaybedilmesi sonucunu meydana getirir.
Dünyevîleşme;
toplumun dinden uzaklaşması, inanç ve eylemlerin ilâhî hedefler yerine dünyevî
hedeflere yönelmesi olarak da tarif edilmektedir.
Dünyevîleşme,
sekülerleşme ve laikleşmenin başlangıç evresidir. Tedbir alınmadığı takdirde,
daha ileri aşaması olan sekülerleşmeye ve daha da ileri aşaması olan
laikleşmeye doğru yol alacaktır. Müslümanın zihin dünyasında bir anlık
dalgınlık ve gaflet hali olarak ortaya çıkan, Allah’ı ve ahiret gününü unutma
ile mala mülke, makam ve mevkîye olan sevgisinin tutkuya doğru yönelmesi
halidir.
Dünyevîleşme;
Müslümanın zihin dünyasında bir anlık dalgınlık ve gaflet hali olarak ortaya
çıkan, Allah’ı ve ahiret gününü unutma ile mala mülke, makam ve mevkîye olan
sevgisinin tutkuya doğru yönelmesi halidir.
Dünyevîleşme,
bizatihi Allah’ı tanımama, ona karşı istiğna, büyüklenme, onu unutma,
nimetlerini ve ayetlerini görmezlikten gelme, yani nankörlük olarak
nitelenebilir bir sapkınlıktır.
Dünyevîleşmek,
insana, hayata dair her şeye maddi açıdan bakma, ben merkezli algı ve bunu
yaşam tarzı haline getirmedir.
“Onların peşinden
namazı zayi eden, şehvetlerine tâbi olan bir nesil gelir ki, onlar
azgınlıklarının cezasını göreceklerdir” (Meryem, 19/59)
Bu ayet
Dünyevîleşmenin ilk iki basamağına işaret ediyor. Birincisi başta namaz olmak
üzere ibadetleri terk etmek, ikincisi ise süfli arzulara tabi olmaktır.
Allah Resulü (s.a.s.)
ümmeti için bu mevzudaki endişesini şu hadisleriyle dile getirmektedir: “Korktuğum
şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve zinetlerinin açılması
(sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır.)” (Buhari, Zekât, 47;
Müslim, Zekat 121-122)
Makam ve mevkî
tutkusu ile mal-mülk ve servet tutkusu da Dünyevîleşme sebeblerinin en önemlilerindendir.
Ensar ve Muhacirlerden oluşmuş Uhud Savaşındaki 40 okçunun, geçidin karşı
tarafındaki 200 kişilik düşman süvari birliğini görmeyip beri taraftaki
ganimetleri görmesi ve asli görevini unutup bölgeyi terk etmesi mal fitnesinin
Dünyevîleşmeye olan etkisini daha bir gözler önüne sermektedir.
Yine Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellem’in “Dünyalık ve şöhret düşkünü kişinin, dinine
verdiği zarar, bir sürüye musallat olan iki aç kurttan daha fazladır” hadisi de
bu hususta önemli ikazlardan biridir.
Mal ve makam
sevgisinin tutkuya, şehvete yönelmesi Dünyevîleşmeye götüren yoldur. Bu nedenle
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetinin fitnesinin mal olduğunu,
mal tutkusunun ümmeti birbirine düşman hale getirecek, helak edecek bir hastalık
hali olduğunu ifade etmektedir:
“Rasûlullah
aleyhissalâtu vesselâm: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin
fitnesi de maldır.” (Kütübü Sitte Hadis No: 395)
Bir insanın varlıklı
olması, gelir seviyesinin yüksekliği, refah seviyesi yüksek bir hayat yaşaması
yani dünyalık sahibi olması onun Dünyevîleştiğini göstermez ama o yöne doğru
bir kapı açma riski vardır. Kazancının Hududullah dairesindeki bedeline
katlandıktan sonra sorun yoktur. Ama bir insanın yoksul olması onun
Dünyevîleşmeyeceği anlamını göstermez. Kalbinde, aklında, arzu ve isteklerinde
sürekli dünya ve onun içindekileri elde etmek, sahip olma hırsıyla mücadele
etmek varsa yoksulluğu Dünyevîleşmesine engel değildir. O zaman emanetçilikten
öte bedeli ne olursa olsun sahiplenme duygusu vardır ki, buda o insanın
Dünyevîleşmesidir.
Müslümanların dünya
hayatının gelip geçici olduğunu düşüncelerinden çıkarmaları, ölümü unutmaları,
ölümden sonra hesaba çekileceklerini, malları ve harcadıkları konusunda
sorgulanacaklarını, yargılanacaklarını unutmaları kısacası imanî eksiklikleri,
müminler için en az kanser kadar tehlikeli olan Dünyevîleşme hastalığının en
temel sebebidir.
Diğer taraftan,
medya, sosyal medya, internet ortamında, reklamlarda, dizilerde, filmlerde,
oyunlarda, eğlence kültüründe, müzikte ve konuşmalarda, TV programlarında,
sokakta, otobüste, park ve bahçelerde edebin ve hayânın gittikçe kalktığını ve
yığınla çirkin hayâsızlığın işlendiğini; buna karşılık vurdumduymazlığın
gittikçe yaygınlaştığını söylersek abartı yapmış olmayız. Bir ülkede edep ve
hayâ gittikçe ortadan kalkıyor, hayâsızlık doğallaşıyorsa; bunun, Allah indinde
bir hükmü yok mudur? Hz. Peygamber, hayânın ortadan kalkışı ile helak olma
arasında doğrudan bir bağıntının var olduğunu bize söylemektedir:
“Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm: “Aziz ve Celil olan Allah, bir insan helak etmek istedi mi, ondan
önce hayâyı çeker alır. Hayâsı bir kere gitti mi sen ona artık herkesin
nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin nefretini kazanmış
olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır (artık o, güvenilmeyen,
kuşkulu kişidir). Kişiden emanet (güven) çekilip alınınca ona artık hep hain ve
herkesçe hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve hıyanetle bilinen
biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip çıkarılmasına gelmiştir.
Ondan rahmetin çıkarıldığı vakit artık ona (Allah’ın rahmetinden) kovulmuş,
lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlayınca
ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır.” (Kütübü Sitte, Hadis No: (1237). (4054),
(7224))
Müslüman, inandığı
gibi yaşamaya çalışmayıp, yaşadığı gibi inanmaya devam ederse Dünyevîleşme
süreci başlamış demektir.
İnsanı gaflete
düşüren, sınav bilincini unutturan her türlü günahın arkasında bu dünyevîleşme
vardır.
Modern çağın endişeli
insanı yarınlarından da endişelidir, ne yazık ki bu endişe Müslüman’ım
diyenleri de kuşatmıştır. Bir evi olanların birde yazlığı olması, orta
tüketimden lükse kayması, bütün mesaisini işine ayırması, sürekli akılcı
davranarak tevekkülden uzak durması, bütün hadiseleri bilimsel olarak açıklama
çabası, cemaatten uzak birey takılması, infaktan kesip israf derecesinde
saçması, ben kazanıyorum harcamak hakkım diye kendisini savunması ve daha buna
benzer birçok cılk olmuş savunma hazırlaması, tutulduğu Dünyevîleşme
hastalığının belirtisidir.
Hayat, dünler,
bugünler ve yarınlardan ibaret olduğuna göre; dün geçmiştir, yok hükmündedir.
Yarın yaşayacağımız meçhuldür, bugünü değerlendirmek ve âhirete azık hazırlamak
en akıllı yol olsa gerek.
Çağımızdaki çok azı
istisna olmak üzere ulemanın(!) da, ne yazık ki müzmin bir hastalığa yakalanmış
olduğunu görmekteyiz. Dünyevîleşme hastalığı! Öyle bir hastalık ki; âlimleri
Emri bil ma’ruf ve nehyi anil münker görevini ifa etmeleri bir kenara, menfaat
uğrunda zalim ve gaddar kişileri dost edindirir, onları alkışlamaya götürür.
İslâmî ahkâmı lağvedenleri kutlamaktan, haram işlerine bile meşruiyet kılıfı
bulmaktan kendilerini kurtaramaz hale düşürür.
“Rasûlullah(s.a.v): “İsrailoğulları
arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı:
Bir adam bir başka
adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk
et. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi.
Ertesi gün, aynı işi
yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten
nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi.
Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti.
Sonra Resûl–i Ekrem
şu âyeti okudu:
“İsrâiloğullarından
kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun
sebebi, başkaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları
fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun
inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı
için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab
içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen
Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan
çıkmış kimselerdir.”(11) Hz. Peygamber bu ayetleri okuduktan sonra şöyle
buyurdu:
“Hayır, Allah’a
yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup
zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah
Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği
gibi size de lânet eder.”( Mâide: 5/77–81)
Âlimlerin!
Dünyevîleşme hastalığı öyle bir hastalık ki, İslâmi bir endişe taşımazlar,
hedefledikleri makamlara ulaşınca da İslâm’ı yaşamaktan uzaklaşırlar.
Gerektiğinde de İslâm muhalifleriyle de işbirliği yapmaktan geri kalmazlar.
Bunlar başta Allah ve
Rasulüne, ilim ve ilmin itibarına ihanet ederler. Allah’ın dinini bildikleri
halde, bazı kesimleri memnun etmek için, âyet ve nassları tahrif etmekten ve
onların hesabına fetva vermekten de kaçınmazlar. İşte Dünyevîleşme hastalığının
tebliğ işinin ehli olması gereken sözde âlimler (!) üzerinde bile ne kadar
vahim sonuçlara sebebiyet verdiğini görmekteyiz.
İnsanın dünyevî
olarak zarûrî ihtiyacı, beslenme/gıda, giyinme/tesettür ve barınma/evden ibaret
olduğu ve bu gereksinmelerini israfa ve lükse kaçmadan helâl yoldan temin
etmesi, kalan birikimlerini infak etmesi gerektiği halde, tüketim toplumunun
bir ferdi olarak insan, günümüzde ihtiyaç labirentinde yolunu şaşırmaktadır.
Alınır, tüketilir, tekrar alınır, alınır… Ömür biter, alınacaklar ve
ihtiyaçlar(!) bitmez.
Batı kültürünün
Müslümanların dünyevîleşmesinde olan etkilerini de elbette görmezden gelmemiz
mümkün değildir. Kimi savunmacı ve uzlaşmacı insanlar öyle derler: “Batılıların
sadece tekniği alınmalı, ahlâk ve kültürü alınmamalıdır.” Düşünülmez ki teknik
ve teknolojik aygıtlar, dünya görüşü ve yaşama biçimiyle birlikte gelir. Her
şeylerini alalım ama ahlâklarını almayalım diye düşünüyorduk fakat pratikte
böyle olmadı. Bir eşyayı alırsanız o eşyanın kendine göre arkası, önü,
kuralları kaideleri kendiliğinden geliyor. Zaten bunlar, belirli bir
kültürün ürünüdür ve o arka plandan koparılamaz. Sözgelimi, “buzdolabı”,
kültürüyle birlikte gelmiştir. Eskiden, artan yemekler, ertesi güne saklanamayacağından
bir komşuya ve özellikle fakirlere verilirdi. İnsanlar, evlerine gıda
depola(ya)mazlardı. Buzdolabı, “verme”yi unutturan “egoist” kültürüyle,
kullananlara sadece kendini düşündüren yaşama biçimiyle geldi. Batılılar gibi
şehirler yapalım dedik, yaptık. Ama İslamca, Müslümanca bir hayat kuramadık.
Çünkü o şehir arkasında belli bir zihniyetin belli bir değerler yumağının
sonucu ortaya çıkmıştır, siz onu aldığınız vakit birçok şeyi farkında olmadan
almış oluyorsunuz.
En fakirimizin
evindeki eşyalara verilen parayla, ashâb belki hayat boyu, hem de huzur ve
şükür dolu şekilde yaşardı…
Öyle bir sömürü
düzeni içinde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da dünyevîleşen biri
için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal bir kitaptır.
“Eşya, para kötü bir
şeydir” demiyoruz elbet. Eşyanın, maddenin, paranın insanı yöneten
efendi olmasına, bunların insan için değil; insanın bunlar için yaşıyor,
bunlar için çalışıyor olmasına sözümüz. Onlar hâkim, insan mahkûm ve
hizmetçi. Oyuncak, insanla oynuyor. Mal, insanı, insanî değerleri yutuyor.
Dünyevîleşme çarkı, insanımızı değirmen gibi öğütüyor. Düşünmeyi, okumayı,
ibâdeti… engelleyen TV başta olmak üzere medya ve reklâmlar… Taksitleri, ay
sonunu düşünen insan, dünyada var oluş gayesini düşünemiyor.
Demek istediğimiz o
ki; nice (nice dediğime bakmayın, aslında çok az) zengin vardır, ama
dünyevîleşmemiştir. Nice fakir vardır ki, dünyevîleşme onu çepeçevre
kuşatmıştır; Yoksulluk korkusu ile ömrünü servet toplamak peşinde harcamak
fakirliğin ta kendisidir. Asıl zenginlik, dünya köleliğinden âzâd olmaktır.
Kendisine isyan
ettiğin hallerde bile rızkını kesmeyen Allah Teâlâ, kendisine itaat edip O’nun
rızâsı istikametinde dâvâ adamı olarak yaşadığında mı rızkını vermeyip
kesecek?”
Ne tuhaf, insan,
dünyada fakir ve rezil olmaktan korkuyor da, âhirette fakir, rezil ve rüsvay
olmaktan korkmuyor! Hâlbuki kulun âhirette iyi amellerden fakir düşmesi ve
rezil olması, onun dünyada fakir ve rezil olmasından çok daha korkutucu ve
utanç vericidir.
Dünyevîleşen kişi;
paranın yönlendirdiği edilgen kişidir. Maddî durumu ne olursa olsun, ebedî olan
âhirete inandığı(nı söylediği) halde bütün uğraşısı dünya için olan kimsedir.
Dünyaya, dünya malına
sahip olmak değil eleştirdiğimiz; dünya malının, maddenin bize sahip olmasına
sözümüz. Gönül gemimizin içine dünya suyunu doldurup batmamak, ama geminin yol
alması için dünya denizine ihtiyaç olduğunu, onun üstünde yol alırken içimize
girmesinin bizi helâk edeceğini unutmamak, tek dünyalı kâfirlerden bizi ayıran
özelliktir. Mal insan için gemiyi yüzdüren su gibi olmalıdır, ama içine
girmemelidir. Çünkü içine girdiğinde gemiyi batıran da aynı sudur. Dünya
sevgisi de insanın manevi hayatını batırır.
“Allah’ın sana
verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmaya bak, bu arada dünyadan da nasibini
unutma, Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun.” (Kasas
28/77)
Allah (c.c.)
kullarının yararlanması için çeşit çeşit nimetler yaratmış, dünyayı güzellik ve
lezzetlerle donatmıştır. Bunlardan yararlanmak herkes için olduğu gibi müslüman
için de tabiî bir haktır. Ancak, müslümanın dikkat etmesi gereken husus, dünya
nimetleri ve zevklerinden istifade etmek için, meşrû olmayan yollara sapmamak,
israf etmemek ve haramlara dalmamaktır. Müslüman, meşrû sınırlar içerisinde
dünya nimetlerinden istifade ederken âhireti unutmamalı, asıl zevk ve
nimetlerin orada olduğunu bilmelidir. Kısaca, âhireti unutup, dünyaya gönül
vermemelidir.
Dünyevîleşme
Müslümanlar için mühim bir âfettir. Hem öyle bir âfet ki, tıpkı ateşin odunu
için için yakıp kül etmesi, pasın demiri yiyip tüketmesi gibi, onları içten içe
çürüten bir âfet.
Dünyevîleşen insan,
benmerkezcidir. O, kendi için yaşayan ve bunun için gerektiğinde şiddeti dahi
asla ertelemeyen bir ruh haline sahiptir. Dünyevîleşen insan doyumsuzdur. O,
sınırsız, amaçsız bir hırsla tüketmek için yaşar.
Dünyevîleşme insanın
zehirlenmesidir. Dünyevîleşme; fesadın, hasedin, ikiyüzlülüğün, cimriliğin,
enaniyetin, biriktirmenin, yığmanın iktidar olduğu yaşam tarzıdır. İnsanın
kendisini kendisine köle olarak atadığı, özgürlüğünü hiçbir zaman kendisinin
olmayacak dünyaya feda ettiği bir anlayıştır.
Dünyevîleşmenin en
kötü yanlarından birisi de, insanın inandığı dini, kendi arzularına göre eğip
bükmesi, Kur’an’î deyimle, oyun ve eğlenceye almasıdır. Kesin olarak belirlenen
sınırların, hoyratça ve pervasızca çiğnenmesi Dünyevî kazancın ilk sıraya
çıkmasından dolayı olmuştur.
Dini naslara kayıtsız
kalma ve önemsememek veya lakayt davranmak, ibadetleri geçiştirmek, emir ve
nehiylerde vurdumduymazlık, amelsizlik ve daha birçok husus Dünyevîleşmenin
dışa yansıyan tezahürleridir.
Dünyayı gaye edinen,
hadisteki tabiriyle dinlenmek ve gölgelenmek maksadıyla konaklamakta olduğu
ağacı vatan edinip gideceği asıl yurdunu unutan insan, Allah ile bağını kopardı
ve kendini bulunduğu yerin güzelliğine kaptırdı. Gideceği yurdun bulunduğu
mevkiden daha güzel olduğunu hatırından çıkardı. Bencil, kendisinden başka
kimseyi düşünmeyen, özgürlük adı altında her arzu ve isteğini yerine getirmeye
çalışan bir anlayışa sahip oldu. Bu anlayışta, sabır-kanaat-şükür-bereket diye
bir kavrama yer yoktu. Kendisi için biçilen, şekillendirilen hayat tarzı; lüks,
israf, gösteriş üzerine kurulur oldu. Zaruri olmayan ihtiyaçları temin etmek
için her türlü değeri yok sayabilecek hale getirildi. Sonuçta “Dünya hayatını ahiretten
daha çok sevenler”( İbrahim 14/3) ayetinin işaret ettiği kimseler durumuna
düştüler. Dinini yaşamaya çalışan insan, dış dünyanın çekiciliği ile iç
dünyasının hakikatleri arasında sıkışıp kaldı.
Tüketim kültürünü ve
alışkanlıklarını meşrulaştırıcı bir anlayış oluştu. Sınıf atlayan yeni bir
Müslüman kesim türedi. Bu sosyal değişim, inandığı gibi yaşayan
değil, yaşadığı gibi inanan bir Müslüman tipi ortaya çıktı. Dindarlıkları
yumuşattı, dönüştürücü etkiler ortaya çıkardı.
Tatil
anlayışlarından, site hayatına geçişten, tüketim alışkanlıklarına bağlı olarak,
marka düşkünlüklerine, tesettür defilelerinden pop müziğe ve flörte varıncaya
kadar her tarafı sardı.
Bugün sadece internet
bağlantıları, cep telefonu ya da televizyon yayınları bir anda hayattan çekilip
alınsa, hayatla bütün irtibatını yitirecek, bunalımdan bunalıma sürüklenecek.
Sokaklarda insanlara baktığımızda hayatlarının tamamen sanal olduğunu
yaşantılarının büyük bir bölümünü internet ve cep telefonları ile
geçirdiklerini, bazen kendilerini kaptırarak bulundukları yeri unuttuklarını,
çevrelerindeki insanların garip bakışları arasında dahi farketmeksizin, at
gözüyle bakmış oldukları garip! Dünyalarının içinde kaybolduklarını müşahede
ederiz. Bir gün Hotmail, facebook veya twitter kullanılmayacak olsa sanki
kıyamet kopmuştur, yaşantı durmuştur, bütün güzellikler bir anda yok olmuştur.
Uyuşturucu bağımlısı halinde sanki insanlarımız. Hayata herhangi bir ekrandan,
monitörden ya da tabletten bakan, sadece kulaklığındaki müziğe kulak veren,
sadece futbola ya da basketbola ilgi duyan, hayata ve insana kapalı koca bir
kalabalık…
SONUÇ
“Dünya derin bir
denizdir. Çok kimse burada boğulmuştur. Bu deryada boğulmaktan kurtulmak için
gemin takvâ, yatağın iman, yelkenin Allah’a tevekkül olsun ki, batmaktan kurtulabilesin.
Yoksa kurtuluş zordur.”
“Ey insan! Dünyaya
kalıbınla sahip ol; fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.” (Abdullah bin Ömer)
“Akıllı insan,
kendini hesaba çeken ve ölüm sonrası için çalışandır.”
Bu bulaşıcı ve müzmin
hastalığın doğru tedavisi, dünyayı reddetmek ve terk etmek değildir. İmtihan
alanımızı terk etme hakkına sahip değiliz. Dünyaya mahkûm olma yerine ona hâkim
olup, Allah’ın rızâsına ve âhiret saâdetine engel olan basitliklerini
küçümsemekle olur. Küfür, yeryüzüne hâkim olarak saltanatını gerçekleştirirken,
bizim yeryüzüne hâkim olmaktan ve arzın halifesi konumumuzdan yüz çevirmemiz,
sevap değil günahtır.
Bize düşen, hayatın
her safhasında vahiyden ve sünnetten beslenerek her seviyeye hitab eden yeni
bir yüz ve söylemle; tekebbür ve istiğnaya karşı tevazu ve haddini bilme,
sömürü ve zulme karşı, adalet ve dayanışma, sınırsız büyüme ve sınırsız
tüketime (israf) karşı, tutumlu olma ve paylaşım (infak) cinsel aşırılığa ve
sapkınlığa karşı, aile ve sadakat, her türlü çözülmeye karşı ahlakın ikamesi
vs. Evrensel dinin (İslâm’ın) ölümsüz değerlerini insanlığa sunmamız
gerekmektedir.
İki yol var: Biri
dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı
yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya nefsimizin hevâsı veya Rabbimiz. Ya geçici
menfaat veya dâvâ. Ya fâni olan, ya bâki olan. Tercih bize kalmış. Tercihini
Allah’tan yana yapanlara selâm olsun!
“Rabbimiz, bizi
hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet
bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Ali imran 3/8)
KAYNAKLAR
AHMET KALKAN, “ÇAĞDAŞ İNSANIN GİRDÂBI: DÜNYEVÎLEŞMEK”
BAŞLIKLI MAKALESİ
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, “İslam Dünyasında
Dünyevîleşme-2” Başlıklı Makalesi
İdris Kerimoğlu, Genç Birikim Dergisi, “Dünyevîleşme”
Başlıklı Makalesi
Dr. Muhsin Toprak, “Dini Hayatı Kemiren Tehlike:
DÜNYEVİLEŞME” Başlıklı Makalesi
YAKUP DEĞER, “Dünyevîleşme ve Karşı Duruş” Başlıklı
Makalesi
Hakan SARIKÜÇÜK , “Dünyevîleşme ve Dünyevîleşmeye
Götüren Sebepler“ Başlıklı Makalesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder