İLÂHÎ EMÎR OKU
Abdullâh el-Eşrefî
İlk emir olan okuma ibâdetini yerine getirerek…
Bizleri yoktan var eden Allâh’ın ismiyle…
Okumak günümüzde Müslüman’ın olmazsa olmaz bir vasfıdır. Değeri ve önemi büyük olan bir ibâdettir. Şimdinin ve geçmişin en saygın eylemidir.
Okumak, bilgiye ulaşmanın köprüsüdür. Câhiliyeye direnmenin, câhilliği gidermenin yegâne yoludur.
Özgürleşmenin, akvaryumdan okyanuslara açılmanın, değerli insânların yıllar içinde kazandığı deneyimlerden yararlanarak var olmanın adıdır, okumak.
Okumak özgürlüktür. Okumak düşünmektir. Okumak câhilliğe karşı savaş ilan etmektir. Kısaca okumak; doğrulmak, uyanmak, tekrardan yaşam bulmaktır. Okumak hayattır.
Hayat rehberimiz olan Kurân’ın ilk emri ve çağrısı “ikra” okudur.
“Oku! Yaradan Rabbinin adı ile oku.” (Alak: 96/1)
Nübüvvet oku emri ile başlıyor ve İslâm ilk olarak okuma ibâdetine çağırıyor. Ancak emir yalın bir okuma değil, tefekkürle bütünleşen, anlayış ile kemâle eren bir okuma.
Okumak sadece kelimeleri seslendirmekle gerçekleşmiyor. Bizleri; tefekküre, anlayışa, kavrayışa ve kurtuluşa götürecek Allâh Celle Celâluhu’nun mucizelerini görmek ve düşünmekte bir okumadır. Görmesini bilene evren bir kitaptır. İnsân bir kitaptır. Doğruya götüren kitapların değeri ise servetlerden daha fazladır.
Okumak var oluş gâyemizi anlamak ve yaşamaktır. Kitaplar yaşadığımız dünyâyı zirvelerden izlemek için tırmandığımız dağlardır. Kitaplar insânlara yol gösteren ışıklardır.
Geçmişten ibret aldıracak, geleceğe bizleri hazırlayacak, bize bizi tanıtacak en büyük güç, kitaplarda gizlidir. Kendimizi tanımanın, hayat amacını anlamanın, yaradılış gâyemizi kavramanın yolu doğru bir okuma, derin bir tefekkür ve İslâmî bir idrakten geçiyor.
Altıncı asırda da okumanın önemini Allâh’ın kendilerinden râzı olduğu kullardan görüyoruz. Zîrâ Bedir Savaşında esir alınıp, fidye veremeyecek durumda olanlar, Müslümanlardan on kişiye okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakıldılar. (İbni Sad)
Görüldüğü üzere İslâm’ın omuzları üzerinde yüceldiği ashab, okumaya büyük bir önem gösteriyordu. Allâh Subhânehu’nun ayetlerini yazıyor, kâfirlerin sözlerine ve sorularına karşılık Kelâmullah’ı okuyarak cevap veriyorlardı.
Bu gün bizler de Müslümanlar olarak okumaya değer vermeliyiz. Kelâmsız, kalemsiz, kitapsız ve bir hayatın bize ait olmadığını benimsemeliyiz. Sorulara cevap, sorunlara çözüm bulmak, geleceğe adım atmak için okumalıyız.
Müslüman, kurtulmaya çalışan ve kurtuluşa çağıran kimsedir. Dâveti insânlara sunarken ve yaşamaya çalışırken ilme dayanması gerekir. Yani İslâm’i ilimleri bilmek ve öğrenmek Müslüman için bir görevdir.
Bilmenin ve bilinçlenmenin yolu okumaktan geçiyor. İnsanları uyarmanın, uyandırmanın ve kurtuluşa çağırmanın yolu da yazmaktan geçiyor. Günlerce anlatmanın yapamadığı etkiyi, çoğu zaman birkaç damla mürekkep gerçekleştiriyor.
Sözler unutuluyor, insânlar ölüyor, ancak eserler asla unutulmuyor. İmamlarımız, önder şahsiyetlerimiz yazdıkları ve yaptıklarıyla günümüze kadar unutulmamış ve birçok kurak kalbi eserleri ile yeşertmişlerdir.
Evet, onlar gibi var olmak ve de unutulmamak istiyorsak, gerçekleri en güzel şekilde yazmalıyız. Yazmak için de bilgi sahibi olmalı, bilgi sahibi olmak için de çokça okumalıyız. Unutulmamak için unutulmayan eserlerle dolmalı, var olmalıyız. Tabi bunun içinde öncelikle okumalıyız.
Okumanın değer ve gerekliliğini bizlere örnek olan Peygamberlerden de görüyoruz. Allâh Subhânehu onlara Kitâb’ı sıkıca tutmalarını yani okumalarını ve okutmalarını emrediyor. Kelâmullahta da bu emir şu şekilde beyan ediliyor.
“Ey Yahya Kitâb’ı sıkıca tut…” (Meryem: 19/12)
“Biz Ona (Mûsa’ya) levhâlarda her şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli açıklamasını yaptık. (Ve:) Şimdi bunları kuvvetle tut ve kavmine de emret ki en güzeli ile ona sarılsınlar… (dedik)” (Araf: 7/145)
Allâh Azze ve Celle hem Peygamberlere hem de kavimlerine Kitâb’a sarılmalarını, Onu okumalarını emretmiştir.
Ayette geçtiği üzere Allâh Celle Celaluhu Mûsa aleyhisselâm ‘a ve kavmine Kitâb’ı okumalarını, ona sıkı sıkıya sarılmalarını emretmiştir. Mûsa aleyhisselâm vahyin yazılı olduğu levhâlarla Tur-i Sina dağından kavmini tebliğ etmek için indiğinde, onların Samirî’nin yapmış olduğu buzağıya yöneldiğini gördü. Kavmi Allâh’ın vahyinden yüz çevirip buzağıya yönelmişti. Onlar buzağıyı Kitâb’a tercih etmişlerdi. Mûsa aleyhisselâm hüzünlü ve öfkeliydi.
“Mûsa kavmine kızgın ve hüzünlü olarak döndüğünde onlara: Beni arkamdan ne kötü temsil ettiniz! Rabbinizin emrini beklemeyip acelemi ettiniz? Öylemi? Dedi ve (Tevrat’ın yazılı olduğu) levhâları yere attı…” (Araf:7/ 150)
Evet, Mûsa aleyhisselâm levhâları yere attı. Çünkü gönüllerde altın buzağı olduğu sürece, insânların gündemine okunacak levhâlar sokulamazdı. Buzağıdan vaz geçilmediği sürece, okumaya ilgi duymayacaklardı.
İsrâiloğullarının nasıl kitapsızlaştığını ve okumaktan nasıl uzaklaştığını bu örnek en güzel şekilde gösteriyor. İşte bu, onların okumaktan uzaklaşma serüvenleri.
Evet, bu asırda da buzağılar ve Samirî fikirli insânlar var. Bu günün buzağılarının şekilleri değişse de, Samirîlerin amaçları değişmedi. Günümüzün Samirîleri, internet, televizyon, moda, film… gibi buzağıları bizlerin gönüllerine yerleştirerek, bizleri okumaktan, bilgilenmekten, uyanmak ve uyarmaktan uzaklaştırdılar. Ve hâlâ uzaklaştırmaya da devam ediyorlar. Bu gün kitapların raflara haps edilmesinin, sözlerin tutsak olmasının tek sebebi, günümüz Samirîleridir.
Bizler Samirîlerinin oyunlarına kanmayarak, öncelikle kitaplarımızı seçmeli, sonra Rabbin emrettiği üzere ikraya yani okumaya yönelmeliyiz.
Ancak okurken ki amacımız; hobi edinmek, boş vakit geçirmek, kitap kurdu olmak değil, kurtuluşa yol bulmak olmalıdır. Yani Müslümanın amacı okumak için okumak yerine, rızaya kavuşturacak yol bulmak için okumaktır.
Allâh Azze ve Celle ayette:
“Deki: Bilen ile bilmeyen hiçbir olur mu?” (Zümer: 39 /9) Buyurarak, ilim öğrenmenin ve öğrenenlerin önemin göstermiştir
Okumak, öğrenmenin, bilmenin, ilim arayışında bulunmanın bir yoludur. Bu hususta Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Melekler ilim arayanın yaptığından râzı olarak, ona kanatlarını indirdiler. Âlime (öğrenen ve amel edene) göktekiler, yerdekiler, hatta sudaki balıklar bile istiğfar ederler. Âlimin âbide üstünlüğü, ayın yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır. Zîrâ Peygamberler miras olarak ilim bırakmışlardır.” (Ebu Davut, Tirmizî)
Bize bırakılan ilim mirasına okuyarak, yaşayarak sahip çıkabiliriz. Rabbimizin “oku” emrini yerine getirmeliyiz. Zilletten izzete, gariplikten gâlibiyete hicret için okumalıyız. Unutmamalıyız, okumak bir istek değil, bir emir ve bir görevdir. Bu Rabbanî emri zaman geçirmeden en güzel şekilde yerine getirmeliyiz. Şimdi okumanın tam vaktidir.
Rabbim bizleri ikra emrini yerine getirenlerden ve öğrendiklerimizle amel edenlerden kılsın. Garipliğin Müslümanları sardığı bu günde, bizleri gâlibiyete ulaştırsın. (Âmin)
Hamd, Âlim ve Kâdir olan Allâh Subhânehuya; Salat ve Selam, âlemlere rahmet olan Nebiye Âline ve Ashâbına…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder