29 Kasım 2016 Salı

DAVETÇİYE NOTLAR



DAVETÇİYE NOTLAR
           
Çıkmak lazım kör karanlıklardan aydınlığa. Şirkin terennüm edildiği batıl çağlardan tevhidin meşakkat dolu huzuruna…

            Umutsuzluğa prangalarını giydirip yeşertmeli ümit filizlerini. Boy verip serpilene kadar sevgiyle, muhabbetle sulamalı ümit ağacını.

            Küfrün oluşturduğu ümitsizlik rüzgârında savrulmamalı davetçi. Çalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı. Asla vazgeçmemeli. Davetçi bilir ki vazgeçerse hak etmeyenlerin hükmü geçecek dünyada.

            Kuşlar gibi uçabilen, balıklar gibi yüzebilen fakat bu ara basit bir sanat olan insan gibi yaşamayı unutanlara insanca yaşamayı hatırlatmalı davetçi. İslam ki, insanlığın değişmez değerlerinin diğer adıdır…

            Davetçi tebessüm etmeli etrafına. Sevap devşirmeli en mütevazı eylemlerden. Cahille münakaşaya girmemeli. Çünkü cahil ya sinirini zıplatır tavana, ya da yazık olur davetçinin adabına.
            Çoraklaşan yüreklere su serpmeli. Kıyamet kopuyor deseler elindeki fidanı toprağa dikmeli, ötelere götürecek bir şeyi olsun diye.

            İmha değil inşa etmeli yürekleri. İmha edeceği şeylerde var elbette. Lakin davet “yıkmak ve inşa etmek” demektir. Yani ister fikirleri, ister ahlakî ilkeleri, isterse kanun ve kuralları açısından olsun bütün şekil ve suretleri ile cahiliyeyi, yani İslamî olmayan tüm kanun ve nizamları yıkmak, reddetmek ve tanımamaktır. Bunun yanı sıra davet aynı zamanda “inşa etmek” demektir. Yani İslamî bir hayatı, İslamî bir ahlakı, İslamî bir düzeni ve İslamî bir devleti…

Güneş doğar karanlık gecelerin üstüne ve çekip alır simsiyah perdeyi. Davetçi bir güneş gibi doğmalı yüreklere. Aldırmamalı söylenen kırıcı sözlere. Vurmadan kırmadan hakkı söylemeli, yumuşak sözü davetine katık etmeli.

            Zorluklar karşısında yıkılmayan ulu bir çınar ağacının serinletici gölgesi gibi okşamalı yürekleri. Düşmanlarına bile gülümseyebilme cesareti gösterirse o zaman zafer yakındır davetçi için. Gerçek zafer cenneti bakidir. Gerçek zafer Allahın davasını yüce tutup O’nun rızasına ermektir.
            Davetçi insanların Allahın dinine fevc fevc girdiklerini gördüğü zaman Allah’ı tesbih edip tevbe ve istiğfar etmeli.

            Allah Rasulünün kutsal örnekliğini hayata taşımalı ve yaşayan kuran olma konusunda cehd etmeli. Rabbani olmalı davetçi. Çünkü İslâm davetçilerinin kurtuluşu ancak rabbânî olmalarıyla mümkündür.

            Şunu özellikle ve öncelikle bilme ki davetçi, başkalarından önce kendisine önem vermelidir. Başkalarını düzeltmek için ayırdığı vakitten daha fazlasını kendine ayırmalıdır. Çünkü kendisini güzel bir şekilde eğitip, terbiye eden kimse, kendisini unutup başkasını terbiye etmeye çalışandan daha üstündür. "Ey Kardeşlerim! Kur'an'ı kalplerinize hakim kılın ki, toplumunuza da hakim kılabilesiniz."

            Davetçi akidesini, ahlakını ve ibadetlerini kuran ve sünnete göre düzeltmeli. Selefi salihinin saf, berrak ve güzel yoluna tabi olmalı.

            Müslüman davetçi, Kur’an’ın diriltici soluğuna muhtaçtır, hem de her zamankinden daha fazla. Günümüz modern cahiliye insanının kafasındaki yamuk ve çarpık “Allah tasavvuru”nun düzelmesi için Rabbini çok iyi tanımalı ve tanıtmalıdır.

            Davetçi, “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” ayetini kendine düstur edinmelidir.

             Davetçi, Müslüman kardeşlerine en iyi ve en güzel şekilde muamelede bulunmalı ve kardeşlik hukukunu en iyi şekilde tesis edecek ameller içinde olmalıdır. Menfaat ve çıkar ilişkilerine dayalı birlikteliklerden uzak durabilmelidir.

            Sılahi Rahimi önemsemelidir davetçi. “Rızkının çoğalması ve ömrünün uzamasını isteyen akrabalarını koruyup gözetsin.” nebevi öğretisini unutmamalıdır.

            Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kimsedir. Müslüman Müslüman kardeşine zulmetmez, ona haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah’ta ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderirse, Allah azze ve celle o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın ayıp, kusurunu örterse Allah’ta o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhari, Müslim)

            Davetçi Kerdeşini Allah için sever. Kendisi için arzu ettiğini mümin kardeşi için de ister. Ümmetin derdiyle dertlenir ve ümmetin kanayan yaralarına sahici çözümler bulma arayışı içindedir.
            Mümin Davetçi bencillikten, dünyalık toplama hırsından ve sadece kendini düşünmekten uzak durmalı, buna karşılık Müslüman kardeşleri başta olmak üzere, başka insanlara karşı diğerkâm, fedakâr, yardımsever, şefkat ve merhamet hisleriyle dolu olmalıdır.

            Ve davetçi dua etmeli… Kardeşlerine, aile efradına ve kendisine…

            Ve sözlerine şu duaları eklemeyi unutmamalı…

            Allah’ım. Bizleri sağlam İslam cemaatinin İhlâslı ve Samimi bir üyesi, ferdi olmamızı nasip eyle. Hatalarımızı, günahlarımızı, kusurlarımızı affeyle. Tevbelerimizi nasuh bir tevbe olarak kabul eyle. İçimizi dışımızı görünen ve görünmeyen kirlerden arındır, tertemiz eyle. Sözlerimizi yerine getirmemizde bize güç ve kuvvet ver. Kalplerimizi yüksek hakikatlere aç. Gönüllerimizi İslam’a ve İmana aç…

Kalplerimizden ihaneti, kötü vehimleri, korkuları, kuşkuları, vesveseleri, manevi kirlilikleri, karanlıkları gider. Bize hak ve Hakikat kapılarını aç. Bize doğru bilgi, İlim ve hikmet kapısını aç. Bizi faydasız bilgilerden muhafaza eyle. Bizim ayaklarımızı Ehli Sünnet ve Cemaat yolunda sağlam tutunanlardan eyle. Bizleri senin dosdoğru yolun olan Sıratı Müstakimden ayırma. Sen her şeylere kadirsin Allah’ım… Âmin.

           
           

           İDRİS GÖKALP 

27 Kasım 2016 Pazar

ETKİLİ İLETİŞİM İÇİN SÜNNETTEN 12 TAVSİYE


ETKİLİ İLETİŞİM İÇİN SÜNNETTEN 12 TAVSİYE

Günlük yaşantımızda insanlarla sürekli bir iletişim içerisindeyiz. Bu etkileşimleri geliştirebilecek/olumlu yönde etkileyebilecek bir kaç uygun davranış öğrenmekten daha iyi ne olabilir? Bir süre Şarika’da bir ilkokulda öğretmen olarak çalıştım. Allah’ın (c.c) bana 3. çocuğumu bahşetmesiyle birlikte, işe dönemedim. Meydana gelen birkaç harika şey dışında iş ortamını pek özlemedim. O küçük ve sevimli şeyleri anımsadım ve özellikle selamlaşmalarımızı hatırladım. (Esselamu aleykum/Aleykum selam tarzındaki)
Çalıştığım okul İslami bir okuldu, bu yüzden öğrencilere erken yaşlardan itibaren İslami selamlaşmalar aşılanırdı. Ne zaman sınıfa girsem ve selam versem, tüm sınıf bir ağızdan ‘ve aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatuh’ (Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun) şeklinde cevap verirdi.
Her gün bay ve bayan kardeşlerimizle buluşuyoruz. Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetleri bizlere her şeyi öğrettiği gibi, insanlarla iletişimde (toplantılarda, buluşmalarda veya herhangi bir yerde) uygun olan tavır ve davranışları da öğretmiştir. Eğer insanlarla iletişimdeyken sünnete uyar isek, müthiş boyutlarda mükafatlandırılacağız inşaAllah.
Bu yüzden, sünnetten iletişim tavsiyelerini bir hatırlayalım. Ama devam etmeden önce, niyetimizin saf ve içten olması gerektiğini ve namahrem insanlarla iletişimden mümkün olduğunca kaçınılması gerektiğini unutmayalım:
1. Gülümseyin:
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Mü’min kardeşine tebessüm etmen sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36.)

Konuşmaya başlamadan önce, gülümseyin! Bu, herhangi bir konuşmaya pozitif başlayabilmek için ve geçmişten kalan ve hala mevcut olabilecek kötü duyguları silmek için hemen etki eden bir unsurdur. Gülümsemek, gülümseyeni de, karşıdakini de neşelendirir.
2. Ses tonuna ve şiddetine dikkat edin:
Sesinin tonundan ve de şiddetinden haberiniz olsun. Sesinin tonu, ilişki kurmanızı veya ilişkiyi bitirmenizi sağlar. Sesinizdeki hoşa gitmeyen/istenmeyen bir şiddet, insanları soğutabilir ve iletişim kurmak için yaptığınız çabaları beyhude kılabilir.
“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19)
3. Konuşmaya İslami selamlaşma ile başlayın:
Karşınızdaki müslümanı tanıyın ya da tanımayın, ‘Esselamu aleykum’ şeklinde selam vermeniz önerilir. Bu, nefreti defedecek ve de aranızda sevgi bağları kuracaktır.
“İmrân İbni Husayn radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:
– es–Selâmü aleyküm, dedi. Hz. Peygamber onun selâmına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “On sevap kazandı” buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da:
– es–Selâmü aleyküm ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selâmın aynıyla mukâbelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Hz. Peygamber:
– “Yirmi sevap kazandı” buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:
– es–Selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh, dedi. Hz. Peygamber o kişiye de selâmının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz:
– “Otuz sevap kazandı” buyurdular.” (Ebû Dâvûd, Edeb 132; Tirmizî, İsti’zân 2.)

Kendinizi selamın tamamını söylemeye alıştırın ve birine her selam verişinizde otuz sevap kazanın!
4. Tokalaşın:
Selamlaşırken bir de tokalaşın. (Eğer mahrem birini veya hemcinsini selamlıyorsanız)
“İki müslüman karşılaştıklarında el sıkışırlarsa, birbirlerinden ayrılmadan önce günahları bağışlanır.” (Ebû Dâvûd, Edeb 143.)
5. Hal hatır sorun:
Hayatlarının nasıl gittiğini, sağlık ve afiyetlerinin nasıl olduğunu ve aile ve arkadaşlarını sorun. Önemsendiklerini ve sevildiklerini hissedeceklerdir.
6. İnsanların hepsinin aynı olmadığını hatırlayın:
İletişim kurarken, insanların karakterlerinin farklı farklı olduğunu göz önünde bulundurun. Yaşlarını, içinde bulundukları durumları, mizaçlarını ve diğer etkenleri dikkate alın.
7. Her fırsatta öğretin:
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) her fırsatta iyiliği emreder ve kötülüğü men ederdi.
Eğer herhangi bir zamanda, düzeltmek amacıyla bir şey söylemen gerekirse, bunu nazik bir şekilde yapın.
8. Dilinizin musibetlerinden kaçının:
İnsanlar toplanıp birbirleriye konuşmaya başlayınca genelde bu, dille bağlantılı çeşitli günahlara düşmeye yönlendiriyor. Örnek olarak, bilinçsizce Allah hakkında konuşmak, iftira, yalan, küçük düşürme veya küfür. Bu alışkanlıklar, mükafatlarımızı ve hayatımızdaki bereketi alıp götüren büyük günahlardır. Bir şey söylerken, bunlardan herhangi birine teşkil etmeyeceğinden emin olmayı alışkanlık haline getirin. Ve de şaka yaparken, şakalarınız doğru olsun (yalan olmasın).
“Kul, Allah’ın hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul, Allah’ın gazabını gerektiren bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onu bu sözü sebebiyle cehennemin dibine atar.”
(Buhârî, Rikak 23.)

9. Az ve öz konuşun:
Kompleks bir dilden ve karmaşık terimlerden kaçının. Onun yerine, anlaşılmak için çabalayın ve veciz kelime ve cümleler kullanın.
“Ben, diğer peygamberler üzerine altı şeyle üstün kılındım: 1- Bana, Cevâmiu’l-kelim (=az sözle çok şey söyleme) verildi. …” (Sahih Müslim)
O (sallallahu aleyhi ve sellem), duru konuşur ve insanların kolayca anlamasını sağlardı. Hatta bazen üç kere tekrarlardı.
10. Tartışmalardan uzak durun:
Hoş insanlarla iyi geçinmek kolaydır. Ama gerçekte, bu dünyada o insanlar dışında, daha fazlası da var. Tüm çabalarınıza rağmen, o kadar hoş olmayan insanlara karşılaşacaksınız. Anlaşmazlıklara ve tartışmalara girmemeye çalışın.
“Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
Eğer çoktan bir anlaşmazlık içinde olduğunuzu farkederseniz, mantıklı olun ve hangisi daha iyi karar verin. Allah (c.c.) der ki:
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)

Eğer tartışmanın olumlu bir yere gidemeyeceğini düşünüyorsanız, sinirlenmeden önce durun. Gülümseyin ve uzlaşmak için elinden gelenin en iyisini yapın.
Ebu Hureyre radiyallahu anhtan rivayet edildiğine göre, bir adam Nebi sallallahu aleyhi veselleme (gelerek):
– Bana öğüt ver, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemde ona:
– Kızma! Buyurdu. Adam dileğini bir kaç kez tekrar etti. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de (her defasında ısrarla)
– Kızma! Buyurdu.
(Buhari, Edeb 76; Tirmizî, Birr 73)

11. Selam vererek bitirin:
Ayrılmadan önce gülümseyin, tokalaşın ve insanları içtenlikle selamlayın.
12. Yazı ileyse, Allah’ın adıyla başlayın:
Eğer yazarak konuşuyorsanız, yukarıdaki maddelere ek olarak, konuşmaya ‘Bismillahirrahmanirrahim’ (Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla) ile başlamanız makbuldür. Bu, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından krallara, liderlere ve kabilelere mektup gönderirken defalarca yapılmıştır.
Bu liste, insanlarla etkili bir şekilde iletişim kurmak için sünnetten alınan, uygun olan davranışların bir listesidir. Tebessüm ve selam ile başlamak, kibar ve nazik bir şekilde konuşmak, tokalaşma veya kucaklaşma yolu ile içtenlik göstermek, karşınızdakinin pozisyonunu/durumunu göz önünde bulundurarak saygı duymak ve/veya sevgi göstermek, sadece iyi ve faydalı konuşmak, doğru olmaktansa sabırlı ve kibar olmayı seçmek ve her zaman içten bir tebessüm ve selam ile bitirmek: kardeşinin kalbinde sevgi oluşturmak için ne de güzel bir yol!
Sünnete uyarak iletişim kurmayı motive edecek bir ayet:
“Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (En’am, 160)

Etkili iletişim kurarken uyulması gereken sünnetlerin bir hatırlatması olan bu yazı, size faydalı olmuştur inşaAllah. Siz de başkalarıyla iletişim kurarken keşfettiğiniz veya denediğiniz güzel yolları paylaşın.
Sizleri selamın en güzeliyle bırakıyorum: Ve esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh! (Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun).
Noorul Irfana Mashooq Rahman
Bu yazı productivemuslim.com sitesinden alınarak Genç Müslümanlar ekibi tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

21 Kasım 2016 Pazartesi

SINAV ODAKLI EĞİTİM SİSTEMİ VE MUTSUZ ÇOCUKLAR



SINAV ODAKLI EĞİTİM SİSTEMİ VE MUTSUZ ÇOCUKLAR

Daha fazla kazanmak, daha fazla başarılı olmak, daha fazla para, mülk sahibi olmak…
Kazanmak, kazanmak, kazanmak…
Hatta; gerçek hayatı pas geçip, sanal dünyada da kazanmak.
Daha çok tıklanmak, daha çok takipçi kazanmak, daha çok favlanmak.
Öyle ki; etrafımız bugün ‘ben kazanmalıyım, ben, ben!!!’ diye haykıran, ‘hep bana, hep bana’ diye haykıran bireylerle sarılmış durumda.
Kamusal insanın çöküşü dedikleri bu olsa gerek…
Peki bu noktaya nasıl geldik?

Cevabı, eğitim sisteminde saklı. Kanaatimce insanoğlunun doğuştan var olan bu ‘kazanma’ içgüdüsü, küçük yaşlardan itibaren negatif yönde mutasyona uğruyor.

Nasıl mı, anlatalım? ‘Şimdi okullu oldum’ diyen çocuk, ana sınıfından itibaren ‘kazanmalısın’ şartlanmasıyla tanışıyor. Ardından ‘ödül ve ceza’ ile terbiye ediliyor. Sonra itaat etmeyi öğreniyor anasınıfında. Tıpkı; bir yarış atının, yarış öncesi ehlileştirilmesi gibi. Yaramazlık yapmazsa, hareket etmezse iyi çocuk, cici çocuktur. Şeker, çikolata, yıldızlı çıkartmaları almayı hak etmiştir artık.

Ardından ilkokul, ortaokul dönemi başlıyor… Örnek öğrenci olma kriteri yeteneğe, farklılığına göre performans değil, tüm sınavlardan yüksek notlar almak olarak işlenir iliklerine kadar.

Çocuklar, hedeflendiği gibi istenen kıvama geliyordur nihayet. Çok değil, birkaç yıl sonra, itiraz etmeyen, araştırmayan, sorgulamayan onlardan istenildiği gibi, yalnızca “en yüksek notu alma” odaklı çocuklara dönüşmeye başlarlar.

Eğitim sisteminin kendilerinden beklediği gibi evrimleri tamamlanmak üzerelerdir artık. Tıpkı bir yarış atının yarışa hazırlandığı gibi süreç başlamış. Beklenen “yarış zamanı” nihayet gelmiştir. Girmeleri istenen tüm sınavlara hazırlanmak ve o çıtadan atlamak, başarmak zorundalar. Başka çare yok. Tıpkı bir maymun, aslan, kaplan, kuşun aynı çıtadan atlatılmak istenmesi gibi. Yeteneklerine göre değil, kayıtsız koşulsuz gösterilen çıtadan atlamak zorundalar. Üstelik, çıtaların seviyesi her yıl biraz daha yukarı çıkarılır.

O çıtalardan biri; her fani çocuğun girmesi zorunlu olan TEOG sınavlarıdır. En yüksek puanı almak,bu sınav zincirlerinden en iyisi olarak çıkmak zorundadır öğrenci.

Yetmiyor, acımasız rekabetin içinde, bir de ‘özdeğer’ imtihanı başlar çocuğun. Öyle ki; kendisinden daha yüksek not alan arkadaşının kitabını defterini saklayan, karalayan, parçalayan, projelerini yırtan, hatta rakip gördüğü arkadaşını öğretmenine, yöneticilere şikayet ederek fark edildiğini, sevildiğine inanan bir kısım çocuklar… Kim kimi yerse…


TEOG’a itirazım var
Özetle; rekabet ortamında  ‘kazanma kamçısıyla’ yetiştirilmiş  öğrenci, görevini tamamlamış, en yüksek puanı almıştır. Eğitimcilerini, anne babasını mutlu etme odaklı öğrenciye dönüşümünü de tamamlanmıştır.

Tam da bu noktada, 6. sınıf öğrenci velisi olarak itirazım var.

Örneğin liseye geçiş sınavı olan TEOG’u anlatalım. Öğrencinin, 8 sınıfta girmesi zorunlu sınav. Ancak bu maratona 5. sınıfta başlıyorlar. 8. sınıfa kadar her yıl, tam 6 tane deneme sınavına giriyorlar. Gece gündüz, yüzlerce test çözmek, eve getirilen ödevleri de yapmak zorundalar üstelik! 9-10 yaşındaki çocuklardan bahsediyoruz. Oysaki; bu çocuğun istenilen sınava girmesine 4 yıl var. Öncesinde girdiği sayısız deneme sınavları cabası.

Bu çocuklara yazık değil mi?
Biz evlat yetiştiriyoruz, at yarışına at hazırlamıyoruz. Önceliğimiz; mutlu çocuklar yetiştirmek olmalı. Her çocuk farklı kapasiteye sahip. O sınavlardan aldığı puan öğrencinin ‘başarılı ya da başarısız’ olduğunu belirleyemez.

Sonuçlar ortada. Okullar: bugün bursluluk, puan yükseltme, TEOG dahil tüm sınavlardan en yüksek puan aldığı için, ‘anlık mutluluk’ yaşayan ve ‘yüksek puanlar’ alamadığı için ‘öğrenilmiş çaresizliği’ diğer adıyla ‘ben başarısızım’ diyen mutsuz çocuklarla dolu.

İtirazım var bu nedenle bu nitelikte sınavlara.
İtirazım var öğrencinin eve ödev getirmelerine.
İtirazım var, okul çıkışı ek derslere.
İtirazım var, okullardaki ödül-ceza sistemine
Birileri lütfen bu yarışı durdursun,el atsın artık bu sınav odaklı eğitim sistemine.

Bakın araştırmalar ortada. Rekabet sistemine dayalı bu sistemin içinde eziliyor, tuz buz oluyor bu çocuklar.Bu sınavların çağdaş eğitim paradigmaları içinde yeri yok. Eğitim mucizesi olarak sunulan Güney Koreli öğrencilerle ilgili araştırmalar endişeleri doğrular nitelikte. 

Güney Koreli öğrenciler neden mutsuz
OECD’nin Uluslararası Öğrenci Başarısını Değerlendirme Programı’na (PISA) göre; sınavlarda başarılı olan Güney Koreli çocuklar tam hedefledikleri gibi matematikte dünya birincisi oluyorlar ama, öğrenci mutluluğu bakımından son sıradalar.

Yani, Güney Koreli öğrenciler, OECD değerlendirmesine göre değerlendirmeye alınan 65 ülke arasında, mutlulukta sonuncu sıradalar. Bitmedi, bir birincilikleri daha var. Gelişmiş ülkeler arasında Güney Kore intihar vakalarında birinci sırada.

***
Peki, buradan soruyorum: Ülkemizdeki öğrenim gören yaklaşık on binerce ilk ve ortaöğretim öğrencisi mutlu mudur?
Sınavlarda başarılı olmak için çırpınan 10 yaşındaki çocuklar mutlu mudur?
Bu çocukların ruh sağlığı nasıldır, araştırılıyor mu?
Rakamlar ne diyor, bu konuyla ilgili araştırmalar ne düzeydedir?
Bir sonraki yazımda tartışmak üzere…

TÜLAY ACAR/ HTHAYAT

20 Kasım 2016 Pazar

MEDENİYET ANLAYIŞIMIZ



MEDENİYET ANLAYIŞIMIZ

Her insan topluluğu tarihî süreç içerisinde az veya çok zengin; az veya çok eski bir medeniyet ortaya koymuştur. Medeniyet tarih içinde insan, hayat ve kâinat etkileşimi neticesinde doğmuş bir toplumun maddi ve manevi varlıklarının, fikir ve sanat çalışmalarının bütünüdür.
İslâm dini, Müslümanlara İslâm vahyine ve tevhid gerçeğine dayanan bir medeniyet kurma sorumluluğunu yüklemiş bir dindir. Bu imar görevi Hud suresinin 61. âyet-i kerimesinde ifadesini şöyle bulur: ‘‘Semud milletine de kardeşleri Salih'i gönderdik. O dedi ki: Ey milletim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka ilâhınız yoktur; sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O'dur. Öyleyse O'ndan mağfiret dileyin, sonra da O'na tevbe edin...’’ Bu imar yeryüzünü ve içindekileri maddî ve manevî anlamda ıslah etme anlamını içine almaktadır. Bu noktada İslâm’da medeniyet sadece yaşam standartlarının yükseltilmesi, şehirlileşme ve modernleşme gibi maddî anlamlar taşımaz. İslâm medeniyetinde öncelikli olan, gerek insan ve toplumlarla ilişkilerde gerekse eşyayla münasebetlerde bakış açısının, ahlâk ve zihniyetinin nasıl olması gerektiğidir. Bu bakış açısı, batı medeniyetinde insan heva ve hevesine dayanırken İslâm medeniyetinde ise ilahî vahye dayanır.
İslâm’ın getirmiş olduğu ilkeler Medine’de İslâm devletinin kuruluşundan itibaren günümüze kadar gelmiştir. Bu ilkeler İslâm toplumunda olaylar içerisinde yerleşerek gelişmiş ve İslâm medeniyetini oluşturmuştur. Müslümanlar, ilim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye ulaşmışlardır. Hicretten henüz bir asır bile geçmeden 711 yılında fethedilen İspanya İslâm hâkimiyetine girdikten sonra en güzel şekilde imar edilmiştir. Eczacılıkta İbnü’l-Baytar, ziraat alanında Ebu Abdullah Muhammed bin Malik, kimya ve tıp alanında Abbas b. Firnas, Yunus el-Harrani, felsefede ibn Rüşd, mekanik, dinamik ve optik dallarında İbnü’l-Heysem ve İbn Bacce, cebir’de Cabir b. Felah birer zirveydi. İlimde o kadar ileri gidilmişti ki papazlar bile Endülüs üniversitelerinde okuyor, dünyanın birçok yerinden insanlar bu üniversitelerde ilim tahsil etmek için adeta İspanya’ya akın ediyordu.
Ancak son iki asırdır medeniyetin merkezi olarak insanlığa Batı takdim edilmektedir. Başarıda ve ideal sistem olmakta Batı sistemleri temel alınmakta; Batı medeniyeti ilerlemenin, mutluluğun, refahın tek adresi olarak gösterilmektedir. Gerçekten medeniyetlerin temel dinamikleri ve tarihi incelenip karşılaştırıldığında hangi medeniyetin insanlara huzur ve mutluluk sağladığı, hangisinin insanlığı zulüm ve kaosa sürüklediği gerçeği bütünüyle ortaya çıkacaktır.
Batı medeniyeti Yahudi-Hristiyan dinine, eski Yunan ve Roma mirasına, sekülerlik ve demokrasi ilkelerine dayanır. İslâm medeniyeti ise ilahî ve mutlak doğru olan İslâm vahyi ve tevhid gerçeğine dayanır.
Batı yönetim anlayışının temelinde demokrasi ve laiklik ilkesi bulunmaktadır. Allah’ı ve dini siyasete, dünya işlerinin iradesine karıştırmazlar. Böyle olunca da idareciler tanrılaşır, çıkardıkları kanunları, aldıkları kararları insanlara dayatırlar. Halkın egemenliği bir aldatmadan ibarettir. Diğer taraftan siyasî otoriteyi, sermaye belirleyip yönlendirir.
İslâm yönetim anlayışı ise esas olarak ilahî vahye dayandığından “yöneticilerin seçimle iş başına gelmeleri, toplumu danışma yoluyla yönetmeleri, yönettiklerine hesap vermeleri, başarısızlık ve ehliyetin kaybı halinde emaneti ehline teslim etmeleri” şeklinde özetleyebileceğimiz bir siyaset usulünü ihtiva eder.
Her iki medeniyetin insana bakışları ise en önemli farkı oluşturmaktadır. Batıda ırk, servet, mevki, makam gibi tesadüfî unsurlar insan ilişkilerini belirleyen en temel faktörlerdir. İslâm’da bu gibi tesadüfî unsurların dışında, insanın haysiyet ve şerefi söz konusudur. İslâm insanı terbiye edip, eşyanın ve kâinatın efendisi kılmıştır; batı ise insanı maddenin, eşyanın kölesi haline getirmiştir. Batı medeniyeti insanı eşyalaştıran, insan haysiyetini sıfıra indiren bir medeniyettir.
İslâm medeniyeti, “Allah’ın yarattıklarının insanlara emanet edilmesi ve onların hizmetine verilmesi” ilkesine dayanır. Bu sebeple İslâm medeniyeti tabiat ile uyum içerisindedir. Bu medeniyetin mensupları kıyametin kopacağını bilseler dahi ellerindeki fidanı dikmeleri gerektiğinin bilincindedirler. Ancak batı medeniyeti insanlık tarihini insan ile tabiatın mücadelesi şeklinde görmektedir. Bu inanç içerisinde olan batı medeniyetinin mensupları tabiatı tahrip etmekte, dünyayı ekolojik dengesizliğe sürüklemektedir. Günümüzde Meksika körfezinde yaşanan petrol felaketi tarihin en büyük çevre felaketi olarak batı medeniyetinin çevre katlinde ne kadar ilerlediğini bizlere göstermektedir. Batı medeniyeti tabiatla uyum içerisinde olmak yerine ona hakim olmaya kalkışarak doğayı kirletmekte, ekolojik düzeni bozmaktadır.
Batı medeniyeti sömürgecilikle başladığı dünyayı sömürme hareketine şimdi de küreselleşme yoluyla devam etmekte, kendi sefahat ve menfaati için dünyayı felakete sürüklemektedir. Batı medeniyeti hesaba gelmez servetin ve canın yok olmasına sebep olan iki dünya savaşının adıdır. Batı medeniyeti Afganistan, Çeçenistan, Irak ve Filistin’deki zulmün ve vahşetin adıdır. Batı medeniyeti Kuzey ve Güney Amerika’daki soykırımın adıdır. Kısacası, batı medeniyetinin tarihi savaş, katliam ve soykırımın tarihidir.
İktisadı, ‘‘Kıt kaynakların sınırsız ihtiyaçlar karşısında en verimli şekilde dağıtılması’’ olarak tanımlayan batı medeniyetinin neden olduğu sonuç şudur: Dünya servetinin % 80’ini kullanan % 20’lik bir azınlık; bir başka ifadeyle dünya servetinin % 20’sini kullanan % 80 bir çoğunluk. Fazla tıkınmaktan obez olan azınlık, açlıktan kıvranan ve ölen çoğunluk.
 İslâm medeniyeti yapıcıdır, gittiği beldeleri imar eder; batı medeniyeti ise yıkıcıdır, gittiği yerde tahribat yaratır. İslâm medeniyeti Mostar köprüsüdür; batı medeniyeti ise Bosna savaşıdır, Mostar’a atılan bomba ve yıkılan köprüdür. İslâm medeniyeti, Buhara’da, Semerkant’ta, Bağdat’ta, Endülüs’te, İstanbul’da ilimdir, ilerlemedir, sanattır, mimaridir; batı medeniyeti Afganistan’da savaş, Irak’ta zulüm ve gözyaşı, İspanya’da Müslümanlara uygulanan soykırımdır.
Batı medeniyeti, insanı nefsinin arzularına mahkûm eder, aklı ve iradesi olmayan canlıların derecesine indirir. Aile bağlarının gevşemesi, insanın yalnızlaşması, cinsel sapıklığın artması bu medeniyetin ürünüdür. İslâm medeniyeti insanı nefsi üzerinde hâkim kılar, onları yaratılanların en üstünü mertebesine taşır. Aile ve akrabalık bağlarını kuvvetlendirir, insanı izzet ve şeref sahibi kılar.
Medeniyetin merkezi olarak sunulan çağdaş Batı medeniyetinin karnesi savaşlar, zulümler, soykırımlar, insan hakları ihlâlleri ve çevre katliamlarıyla doludur. Aslında bu sonuç ilahî kaynaktan yoksun, Allah’ı yok sayarak, hatta Allah’a rağmen bir medeniyet oluşturmaya çalışmanın doğal bir sonucudur.
İslâm medeniyeti geçmiş asırlarda iyi bir imtihan vermiş, insanları geliştirip mutlu edebileceğini, dünyaya huzur, adalet ve hürriyet getirebileceğini ispat etmiştir. Müslümanlar, ilim, fen ve sanatın güzel ahlâkla birlikte nasıl olması gerektiğinin en güzel örneğini sunan bir medeniyet ortaya koymuşlardır. Ancak İslâm ülkelerinin bugünkü durum ve sistemleri o hayran olduğumuz medeniyetten uzaktır. Gerçek şudur ki, İslâm ülkeleri resmî ve fiilî düşman işgallerinin yanında bir medeniyet savaşının da içerisindedir. Allah’a hamdolsun Müslümanlar düşman işgallerine karşı tüm güçleriyle cihad meydanlarında mal, can ve kanlarıyla mücadele vermekte, bizlere zaferler müjdelemektedirler. Müslümanlar olarak bu fiilî ve resmî işgallere karşı gösterdiğimiz mücadele ruhunu batı ile yürütülen medeniyet savaşında da gösterilmeliyiz. Hz. Peygamber (s.a.v.) inanmayanların karşısına sadece kılıçla değil, aynı zamanda inançla, sözle, düşünceyle, ahlâkla ve Müslüman şairlerin şiirleriyle de karşı çıkmıştı. Bizim de aynı yolu izlememiz gerekmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Müslümanları İslâm düşmanlarının güçlerini dengeleyecek maddî ve manevî silahlarla donatmıştı. Biz de aynı yolu izleyerek maddî ve manevî bütün cephelerde temel kuruluşlarımızı gerçekleştirmek durumundayız. Müslümanlar olarak geçmişteki büyük İslâm yaşantısına hayran olmakla yetinmemeliyiz. O yaşantıyı bugün de gerçekleştirmeyi bir görev bilmeliyiz. İslâm medeniyetini yaşatmak sadece geçmişte ortaya konanları muhafaza etmekle maalesef mümkün olmuyor. Aynı İslâmî yaşantıyı ve medeniyeti çağımız içerisinde de ortaya koymak zorundayız. Bunun için ilk olarak İslâm dışı sistemlerden farklılığımızı belirtmek durumundayız. İkinci olarak İslâm’ı bir bütün olarak ele almalıyız. İslâm inancını, ahlâkını, hukukunu, iktisadını, siyasetini ve sosyal hayatını birbirinden bağımsız ve ayrı olarak ele almamalıyız. Öncelikle her Müslüman İslâm’ı bütün özellikleriyle kendi hayatına uygulamalı, ancak hiçbir Müslüman’ın yaşantısı ferdî olmamalıdır. Toplum halinde Müslümanca yaşamayı İslâm’ın bir gerekliliği kabul etmeli ve toplumsal faaliyetler içerisinde yer almalıyız. Sanattan siyasete -politikaya değil-, edebiyattan sosyolojiye, felsefeden tarihe kadar her alanda yapılacak faaliyetler içerisinde yer alarak, İslâm dışı sistemlere karşı alternatif alanlar oluştu93rmalıyız.
Unutmayalım! İslâm medeniyeti asla ölmüş değildir ve ölmeyecektir de. Çünkü ölmemiş ve ölmeyecek İslâm vahyine ve asr-ı saadet yaşantısının bilgisine sahibiz. Özlenen, beklenen İslâm medeniyeti İslâm’ı nefislerimiz üzerinde hâkim kılmaktan geçmektedir. İslâm’ı nefislerimizde hâkim kıldığımız takdirde, biz dünyaya hâkim, dünya ise bize hâdim olacaktır.

ALİ YÜKSEL


10 Kasım 2016 Perşembe

ÇOCUK DEYİP GEÇMEYİN

  


ÇOCUK DEYİP GEÇMEYİN

          Her çocuk doğarken fıtratında geliştirilmeye elverişli fizikî, sosyal, psikolojik, ruhî ve kalbî birçok kabiliyeti beraberinde getirir. Bu haliyle o, her şey olmaya hazır bir potansiyeldir. Doğumdan önce ve sonra aldığı bütün uyarıcılar, onun gelişimini müspet veya menfî yöne doğru çevirir. 0-6 yaş arası dönem bu bakımdan hayatî bir öneme sahiptir. Onun ileriki yıllarda kazanacağı karakter, benlik ve becerilerinin temeli bu yıllarda atılır. Eğer İslâmî ve insanî değerlerin yeşereceği ilk tohumlar daha ilk yıllardan itibaren onun yaş ve kapasitesine uygun olarak tedrici bir şekilde ekilirse, çocukta, onu kâmil insan yapacak olan değerler ve üstün vasıflar yeşerir, boy atar ve benliğinin ayrılmaz bir parçası haline gelir. Aksi takdirde, yüce değerleri ve vasıfları ona kazandırmak, bir kişinin kültürünü ve dinini değiştirmek kadar zor olabilir. Çünkü bu yaşlarda görülen, duyulan ve hissedilen şeyler, çocukların şuuraltı ve zihinlerine öylesine yerleşir ki, bunların izlerini silmek neredeyse imkânsız olur. Dahası, bilgisayar disketine kaydedilen şeylerin bir tıklamayla açığa çıkıvermesi gibi, o boş hafızalara kaydedilen şeyler de, küçük bir hadisenin tetiklemesiyle ister istemez ortaya çıkar ve o kişiye yeni bir benlik kazandırır. Eğer ruh ve kalbimize tohum olarak kötü ve yanlış şeyler ekilmişse; zamanla benliğimizi onların sardığını; iyi, güzel ve doğrunun tohumları ekilmişse onların renkleri ve desenleriyle donatıldığımızı görürüz. Hayatta kazanacağımız veya kaybedeceğimiz pek çok şey, bu donatıma bağlıdır. Bu bakımdan olgun bir fert, sağlam bir aile ve toplum isteyenler, bu kritik dönemde çocuklara hangi metotlarla nasıl bir eğitim vereceklerini günümüzün şartlarını ve kendi imkânlarını da dikkate alarak, geniş bir perspektifle değerlendirmek ve bir sistem oluşturmak zorundadır.


          Maalesef birçok aile, ilk çocukluk yıllarının ileriki yıllara tesirini görmezden gelmektedir. Bu aileler, çocuğun yaşının küçük olmasından dolayı hiçbir şeyin farkına varamayacağını, öğrenilmek istenenleri anlayamayacağını ve bundan ötürü bu yaşta çocuk için yapılanların zaman kaybı olacağına inanırlar. Oysa tam aksine, araştırmalar insan benliğinin gelişiminde ilk yılların önemini vurgulamakta, erken yaşta eğitime yapılan yatırımın getirisinin çok yüksek olacağını belirtmektedir. Bu yatırım, sadece çocuğun bir okul öncesi eğitim kurumuna gönderilmesi veya bir bakıcı tarafından bakımının yapılması değildir. Böyle bir eğitim ve bakım hizmeti verilse bile, çocuğun gelişmesinde ailenin bizzat kendisinin yerine getirmesi gereken çok önemli sorumluluğu vardır. Eğer aile ortamı, çocuğun iyi şekilde gelişmesi için gerekli desteği vermezse, kurumdan, bakıcıdan ve eğiticiden beklenen fayda da tam sağlanamaz. Çünkü çocuk için ilk model, anne ve babadır, çocuklar, ilk önce onların hal ve hareketlerini taklit ederler. Bu dönemde hiçbir şey kaçırılmadan anne ve babanın her hal, davranış ve sözü hafızaya sürekli kaydedilir. O, insanlık üzerine ilk fikirlerini, ilk ideallerini böylece öğrenir. Eğitimcilere göre çocuğun fikrî, ahlâkî ve dinî eğitiminde ilk harcı koyan kişi annedir. Bütün temiz ve yüksek duygular anne kucağında başlar. Okulun vazifesi annenin başlattığı eğitimi devam ettirmektir. Bu itibarla aile ocağı, eğitim hayatının ilk merhalesidir.

Çocuk eğitiminde anne


         Çocuk; ebeveyninin, bilhassa annesinin yetiştirmesi ve eğitimine bağlı olarak şekillenir. Bundan dolayı insanın en birinci yol göstericisi ve öğretmeni annesidir. Şüphesiz, hemen her anne ve baba, çocuklarını yetiştirme hususunda gerçekten en iyisini yapmak ister, onları ihmal etmeye veya incitmeye kalkışmaz. Oysa pek çok anne-baba için ebeveynlik, günlük işlerinin arasında ikinci daha geri sıralarda kalır. Birçok anne-baba çoğunlukla problemler ortaya çıktığında çocukla ilgilenmeye başlar. Çoğu insan iş hayatı, kariyeri, emekliliği, arabası, evi, yazlığı vs için yaptığı plânları hemen sayabilir; hattâ onları sürekli gözden geçirir, saatlerce üzerinde düşünür; ama çocuğunun sağlam karakterli yetişmesi için ne gibi plânlar yaptığını söyleyemez. Çünkü onun sağlıklı gelişimi için uzun vadeli bir yatırım plânı yoktur. Onlar, problemler ortaya çıktığında, bu problemleri emir vererek veya nasihatle çözmeye çalışırlar, ne var ki zamanında konuşulmayan, sevilmeyen, duyguları paylaşılmayan, tatlı nasihat ve telkinlerde bulunulmayan çocuğun, bu emir ve nasihatlerden ders alması beklenmemelidir. Oysa annenin daha küçük yaştan itibaren çocuğa yapacağı telkinler çok daha tesirli ve kalıcı olur. Anne çocuğu kucağına alıp severken;"Yavrum başkalarını aldatmak, mallarına zarar vermek, yalan söylemek, haksızlık yapmak doğru değildir. İyi çocuklar böyle şeyler yapmaz."gibi telkinlerde bulunsa ve çocuk annesinin davranışlarında hep şefkat, merhamet, sevgi, doğruluk, dürüstlük görse, büyüdüğünde bunların aksine bir yaşantısı olabilir mi?

Prof.Dr. Harun AVCI  

7 Kasım 2016 Pazartesi

ÜNİVERSİTELİ KARDEŞİME TAVSİYELERİM

        

ÜNİVERSİTELİ KARDEŞİME TAVSİYELERİM


1. Sabahleyin erken uyan! Kalkış evradını ve ezkarını ihmal etme.


2. İlk yaptığın iş sabah namazından önce 70 kez istiğfar etmek olsun 
(Abdullah İbn Ömer)


3. Namazdan sonra Sünnette sabit olan şekliyle tesbihatını unutma. 
Tesbihatını bitirmeden dünyalık bir kelam etmemeye çalış zira bu 
sünnettendir.

4. Sabahleyin 3 kez İhlâs suresi ve 3’er kez de Felak ve Nas suresini 
okumayı ihmal etme.


5. Okul programının yanında her gün okuyacağın Kur’an “vird”i ve 
“hizb”ini yerine getirmeye çalış.


6. Kendine günlük ve haftalık okuma programı yap. Bunu bir çizelge 
halinde çalışma odana as ve bir nüshasını da yanında bulundur.

7. Dışarı çıkmadan o gün Allah’ın çıkışını ve dönüşünü hayırlı kılması 
için dua et.


8. Caddelere ve sokaklara çıkarken okunacak olan tesbihat ve ezkarı 
asla ihmal etme. Sen Allah ile beraber olduğunu sürece, Allah da 
seninle birlikte olacaktır.


9. Caddelere ve sokaklara çıktığın zaman, gözlerini haramdan 
korumaya çalış. Zira haram ve şehvetlere davet eden her şey kalpteki 
iman ve yakin nurunu öldürür ve her harama bakış şeytanın zehirli 
oklarından bir oktur zehirlidir ve sahibini öldürür.

 
10. Kalbini ve aklını korumak istiyorsan, harama bakma (genç 
kızlarla/erkelerle) arkadaşlık edip dinini ve edebini helak etme. Zira şehvet isteği, başta iman nurunu sonra iffetini ve sonra da Kur’an 
okuma ve namaz kılma zevkini kabinden söküp atar. Haramlar lezzetli 
görünür fakat öldürücüdür. İslam toplumunu helak eden bu haram 
istekler lezzetle ve şehvetler olmuştur. Kur’an’a karşı savaşanlar; bizi 
edeb ve ahlaklarıyla değil, şehvetleri gözlerimizin önüne sererek ve 
bizim birbirimizin ırzına göz dikerek ahlaksızlaşmamızı isteyerek ve 
bunun vesilelerini çoğaltarak bunu yapmaktadırlar.


11. Allah’ın zikri ve Allah’ın kitabı ve ilminin nuru ve hidayet 
kitabımız olan Kur’an’ı yanından asla ayırma her yerde zaman 
buldukça onu oku. Onu okumayı ve okutmayı öğrenme ve öğretmeyi 
ve ilmiyle amel etmeyi kendine şiar edin.


12. Namazlarını asla kaçırma. Özellikle sabah nazmına önem ver. 
Sabah namazlarından önce ve sonra, kendine annene baban ve bütün 
Müslümanlara dua etmeyi unutma. Unutma ki bu Allah’a ve 
Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) iman ve Din’de 
“nasihat”tendir. Eğer sabahladığında ve akşamladığın da 
Müslümanların içinde bulunduğu durumdan ve zilletten kurtulmaları 
ve onların Allah’ın izniyle kâfirlerin ve zalimlerin şerrinden ve 
zulmünden kurtulmaları ve rablerinden güzel bir hidayet üzere 
olmaları için dua etmiyorsan bütün namazların oruçların ve yaptığın 
hayrlar boşuna gitmiştir.

 
Çünkü Müslümanların hidayeti ve Dinin üstünlüğü için dua etmeyen 
kimse gafillerdendir. Allah da gafiller kavmini hidayet erdirmez.

 
Müslümanların düşmanlarının helakini ve kuvvetlerinin helaki için 
dua etmeyen Allah’ın dinini üstün kılmamıştır.

 
Sakın ha sakın sen sen olasın; Allah’ı, kitabını, Rasulü’nü (sallallahu 
aleyhi ve sellem) ve Müslüman kardeşlerini unutma!


Sen Allah ile olduğun sürece Allah da seninle olacaktır.


Nereye gidersen git, orada namazlarında “Allahu Ekber” dediğini 
ve “Bizi Sırat-ı Müstakime hidayet et” dediğin rabbinin orada 
olduğunu ve ilmiyle senin yaptıklarının tamamında senden haberdar 
olduğunu bil. Rabbinin sana nasıl muamele etmesini istiyorsan sen de onun dininde öyle muamele sahibi ol!.


Eğer günah işlemek istiyorsan, Allah’ın -hâşâ- bulunmadığı bir yer 
biliyorsan oraya git ve günahını işleyebileceksen orada işle!?


Derslerin yüzünden sakın namazını ihmal etme. Dünya içindekilerin 
tamamı sana verilse ya da sen dünya ve kâinattaki bütün yaratılmışları, bir rekat karşısında Allah için feda etmeye kalksan bunun bir 
tek rekata namazın değerinde görülmeyeceğini bil.

 
13. Üniversitedeki kardeşlerimin hepsine nasihatım; vaktinizi boş 
şeylerle gönül eğlencesi türünden şeylerle harcamayın. Zira bu ömrün 
sahibi olan Allah, seni kendisine ibadet etmen ve batıl olan şeylerle 
amel edip vakit geçirmemem için yarattı.

 
Yaratılış gayeni unutma!

 
Oturman, kalkman, yemen ve içmen tamamen Allah’ın rızasına 
uygun olsun.


Her vakit nazmın ardından en az beş sayfa Kur’an oku böylece günde 
bir cüz Kur’an tilavet etmiş olursun. Bunu yaptığını zaman bir çok 
ecre ve berekete ve fazilete nail olursun. Dolayısıyla, hem zamanını 
Allah’ı zikredenlerden olarak geçirdiğin gibi, hayrın ve nurun en 
yücesi olan Allah kelamını kendine “vird” ve “zikr” edinmiş olursun.

 
Sen Allah’ı zikredersen Allah da seni zikreder (anar)


14. İlim olmayan toplantılar ve geziler, hayr ve davet olmayan 
arkadaşlıklar, hem dünyada ve hem de ahrette senin için hüsrana 
olacaktır. 


Zamanını kimin için harcadığına ve bu zamanda neyi kimin için 
yaptığına iyi bak. Zamanı Allah için mi, yoksa heva, hevesin ya da 
zamanın ve ilmin kıymetini bilmeyen arkadaşlarınla mı harcıyorsun?

 
Zaman Allah uğrunda harcandığı zaman ibadettir ve bunun dışında bir şey için harcandığın da ise, israf ve nefse zulümdür yarın bu zulümden 
ötürü hesaba çekileceğiz.

 
15. Üniversiteli kardeş, bundan sonra farklı bir döneme ayak 
basmaktasın; Allah’tan kork ve daima O’nun gözetiminde olduğunu 
unutma. Senin bundan sonra çaban Allah için yeni dönemde 
melekelerini kullanmak ve Allah’ın davetine yeni kardeşler 
kazandırmak ve bulunduğun ortamda sadık Müslümanlar, aklı 
bozulmamış ve şehvetlerinin peşinde koşmayan gençlerle arkadaşlık 
etmek olmalıdır.


16. İnsanlar sen farkında olmadan zamanını, ahlakını, iffetini ve 
elindekini harcayıp tüketirler de bundan haberin olmayabilir. Nasıl ki 
ibadetin Allah içinse, harcaman, yemem ve içmen de Allah için olsun.


17. Kur’an tilavetini ihmal ettiğin halde, dünyalık ilmi dersleri ihmal 
etmemen hususunda yarın Allah’a nasıl hesap vereceğini bir düşün.

 
Onun için de günlük Kur’an okumalarını sakın unutma! Mutlaka bir 
yıl içinde en azında Mevdudi’nin (rh.a) Tefhimu’l-Kur’an adlı tefsirini 
oku.


18. Dost edindiğin kimsenin öncelikle doğru söyleyen cimri olmayan 
ve namazını hakkıyla eda eden kimselerden seç!

 
Üniversiteli günlerin günah fısk ve fücur günleri olmasın.


Bilmezsin eceli bilmediğin bir anda seni yakalar da bundan haberin 
bile olmaz. Onun için Rabbinin seni huzuruna aldığında seni razı 
olduğu bir hal üzere almasını istiyorsan; Müslüman olarak yaşamaya 
gayret et.


Günahlar; karanlık gibidir ve fakat işlediğin zaman Allah’ın nurunu 
görmezsin asıl karanlık budur.

 
Günahlar kul ile Rabbi arasında perdedir. Bu perde ancak ilim, sahih 
amel ve sahih bir akide ile ortadan kalkar.


19. Zamanını en çok işgal eden Allah’ı zikr ve ilim olsun. Güzel söz 
ve hayırlı amellerin hepsi Allah’ın zikrinin meyvesidir. Eğer Allah 
için yaşadığını bilirsen ve buna göre davranırsan hayatının bereketi 
artar ve namazlarında da o derece lezzet alırsın. Zihni haramlarda olan 
bir insanın Allah’ın zikrinden lezzet alması ve namazının tadını 
hissetmesi çok zordur.


20. Gereksiz yere, olmayacak şeyler üzerinde akıl yorma. Allah’ın 
dilediği olur ve O’nun dilemediği de olmamıştır. Başarısızlıklarını 
kendinden ara. Günahlarını unutma. Tıpkı acıktığında yemek yemen 
gerektiğini unutmadığın gibi. Günahlarını da yiyeceğin yemek gibi 
hatırla ve bunlardan “istiğfar “etmeyi de ihmal etme.

 
21. Gününe nasıl Allah’ı zikr ve tesbihle başladı isen gecene de öyle 
başla. Allah’tan gafil olma. Zira Allah yaptığın her şeyi görmekte ve 
bilmekte.


22. İnsanlardan saklamaya çalıştığın günahını, haydi Allah’tan da 
sakla bakalım! Bu mümkün mü? Elbette kimse buna kadir olmadığı 
gibi bunun böyle olmadığını da hepimiz bilmekteyiz. Öyleyse, Allah’ı 
unutmayalım. Kim Allah’ın unutursa Allah da onları unutur. Allah’ın unutması 
kullarının unutması gibi olmadığı gibi O’nun hatırlaması da kulların 
insanı hatırlaması gibi değildir. Onun nimetlerine şükredelim ve 
lütuflarına karşı hamd ve zikr ile cevap verelim.

 
Allah’a iman eden O’na ve Rasulüne (sallallahu aleyhi ve sellem)
“isticabet “eder.


23. Okuyacağın kitaplara dikkat et. Kim ki Allah’a ve Rasulü’ne 
(sallallahu aleyhi ve sellem) itaati ve O’nun Rasulü’nün (sallallahu 
aleyhi ve sellem) ashabını sevmeye dinde ve ahlakta onlara 
benzemeye davet ediyor ve onları kendisine örnek alıyorsa, onların 
eserlerini oku.

 
Dinin aslı olan Tevhidi, bu ilimde sebat ve davet sahibi olmayan 
kimselerden değil, Dinde derin bilgi ve davet sahibi olan ve şöhret 
aramayan ve Müslümanlar arasında fırkacılık yapmayan insanların 
kitaplarından oku.


Mesela İbn Teymiyye ve İbn Useymin, Şatıbî (el-İ’tisam) gibi.

 
Modernistlerin ve uyduruk Yenilikçi akımların yazdıkları kitaplardan 
şimdilik uzak dur. Zaman gelir de onların yazdıklarını, yanlışlarını 
Kur’an ve Sünnet ışığında eleştirecek bir seviyeye geldiğinde oku. 


Bunun için de Mustafa Sibai’nin ve Mustafa el-‘Azamî'nin Türkçe’ye 
tercüme edilen bütün kitaplarını okumanızı tavsiye ederim.

 
Özellikle de “Tahavî Akidesi”ni okumanız öneririm. Bunun dışında 
okuman gereken ve okumaman gereken kitaplar hakkında sitemize 
yazacağın sorularla sana yardımcı olmaya hazırız. İnşaallah.


24. Üniversite ve dışında faydalı gördüğün kültürel faaliyetlere 
katılmayı ihmal etme. İnsanları dinle, fakat Kur’an Sünnet ve Selef-i 
salihinin akidesi ve yöntemi daima sana yol gösteren ilk ve son 
yöntem olsun.

 
Onlar Allah’ın kitabını en iyi anlayanlar ve Rasulü’ne (sallallahu 
aleyhi ve sellem) en sadık bir şekilde iman edip itaat edenlerdi. Kim 
olanlara benziyor ve onların yolu üzere bir İslama davet ediyor ve onların sevgisinin kalplere yerleşmesi için konuşuyorsa o bizim 
kardeşimiz ve dostumuzdur. 


25. İnsanlarla Kur’an ve Sünnet hakkında asla tartışma çünkü sahabe 
bunu yapmadı İman eden eder, kâfir olan da iman etmez.

Allah en doğrusunu bilir.


Mehmet Emin Akın