ADALETİN BAŞI TEVHİDDİR
Yetimin
itilip kakıldığı, yoksulun horlanıp kovulduğu, ölçüde tartıda haksızlık
yapmanın bir nevi adetleştiği ve kendini müstağni gören, azgın, kibirli,
müstekbir sermayedarlerin güdümündeki bugünkü egemen, sistem içinde, Adalet-Hak
kavramlarını güncellemeliyiz.
İnsanlar
vahiyle yüzleşmeli. Kur’an’ı çağın idrakine yeniden söyletmeliyiz. Bir hayat
nizamı olan dinimiz İslam, insanların hırsları, batıl bağımlılıkarını, mal
hırsı ve tahakküm şehvetlerini frenler. İnsanı huzura kavuşturur,
sakinleştirir. İmtihan, emanet, ahiret, kul hakkı, yardımseverlik, diğergamlık,
komşusu açken tok yatmama inançları aşılar. İnsanı yırtıcı olmaktan çıkarır,
toplumsal varlık olma bilincini aşılar, beraberliğe özendirir, daima ötekini
düşünmeyi teşvik eder.
Cemiyetin
bütün atar ve toplar damarları, İslam’ın adalet kanıyla kaynaması gerekir.
Rabbimiz
Kur’an ahlakına sahip olması gereken müminlerden aileden siyasete kadar hayatın
bütün kurumlarında adaleti ikame etmelerini istemektedir. Ey iman edenler, Allah için hakkı
ayakta tutanlar, adaletle şahitlik eden kimseler olun… Bir topluluğa olan
kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun çünkü O takvaya daha yakın
olandır. Allahtan korkun. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (
Maide 5/8)
Adaletin
ölçülerini Rabbimiz genel çerçevesiyle belirlemiştir. Adaletin temel ilkeleri
göreceli değildir. Kur’an, adaleti hayatın bütün alanlarında uygulanması
gereken vazgeçilmez bir ilke olarak gündeme getirmektedir. Kur’anda
adaleti vurgulayan mesajlar Allah’ın birliği kavramından hemen sonra
gelmektedir. Yani adalet, tevhid ilkesinin tamamlayıcı unsurudur. "Şüphesiz ki
Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman
adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah bununla size ne güzel öğüt
veriyor. Şüphe yok ki Allah hakkıyla işitendir hakkıyla görendir"(Nisa 4/58)
Arapça
bir kelime olan adalet, adl kökünden türemiş olup, bir şeyi yerli yerine koymak
demektir. Adalet, zulmün karşıtı bir kelime olarak çoğunlukla Hak ile eş
anlamlı biçimde kullanılır. Bu, hak, adalet ve iyilik temelleri üzerine kurulan
bilinçli, gerçekten iyi yardımlaşma ve dayanışmanın güzelliği ile bütünleşmiş
ve birleşmiş ümmetin temel karakteridir. Çünkü İslam, ümmetini Tevhid,
Adalet-Hak ilkeleri üzerine kurmayı istemektedir. Çünkü Adalet-Hakka bağlılık,
hakka dirlik kazandırma, hakkı omuzlanma gerçekten zordur. İnsanı haktan, hak
yoldan, hakka bağlılıktan alıkoyan engeller ise saymakla bitmez. İçten gelen
arzu ve istekler, ileriye dönük hesaplar, çıkar mantığı, çevre şartları,
iktidar sarhoşluğu, hizipçilik, akrabaları kayırma, toplumun düşünceleri,
yaklaşımları ve anlayışları, azgınların azgınlıkları, zalimlerin zulümleri,
zorbaların, diktatörlerin baskıları, dünyevileşme hastalığı, zaaflar gibi nice
sebep ve engel insanı hakka bağlılıktan, hakkı savunmaktan alıkoyabildiği gibi,
anne, baba, kardeş ve samimi dostların-arkadaşların ricalarıda insanı
Adaletten-Hakka bağlılıktan alıkoyabilir.
Yaklaşık
otuz ayette geçen adl’in, denge, itidal, eşlik, denk tutmak anlamlarına geldiği
gibi, bazı ayetlerde yüz çevirmek, sapmak, dönmek Allah’a eş koşmak manasına da
gelmektedir. (putlar mı hayırlıdır) göklerle yeri yaratan ve sizin için gökten
bir su (yağmur) indiren mi. Onunla göz alıcı bahçeler bitirdik. Onların
ağaçlarını bitirmek sizin için mümkün olmaz. Allah ile birlikte bir ilah mı
var. Hayır onlar sapan bir topluluktur."(Neml 27/60)
Cenab-ı
Allah, nasıl insanı, ahsen-i takvim olarak düzgün eli ayağı, gözü kulağı kısaca
tüm organları birbirine denk gelecek ve dünya hayatını sürdürmesini sağlayacak
şekilde yani tam bir denge üzerinde yarattıysa, onunda yeryüzünde adaletli
davranmasını, yani her zaman koyduğu mizana- ölçüye- Hakka uygun hareket etmesini
ister"(Nahl-16/90) "(Nisa 4/58)
Adaletin
başı Tevhid’tir. Çünkü ancak Tevhid üzere olunduğu zaman adaletli
gerçekleştirmek mümkün olabilir. Madem ki kainattaki mizanı belirleyen ve
insanın hayatı içinde bir ölçü koyan Allahtır, o halde insan Tevhid üzere
yaşayıp Allah’ın mizanına uyarak adaletli davranabilir.
Allah
mutlak adildir, fakat kullar Allah’a karşı adalette bulunamaz, yani O’nu bir
başka şeyle denk sayamaz, O’nu bir tartının bir kefesine, bir başka şeyi de
öbür kefeye koyamaz, çünkü böyle bir hareket şirk olur. Allah hiçbir şeyle
tartılamaz, ölçülemez. Kur’an da "Sonra kafir olanlar Rablerine (putları)
eşit tutarlar." ( Enam 6/1) buyurulur. Yani kafirlerin Allah’tan başka rabbler
ve ilahlar kabul edip bunları Allah ile birlikte aynı tartıda tarttıkları ifade
olunur. Bu ise kesinlikle şirktir. Şu halde kulun Allah’ı bir başka şeyle
tartmaya kalkışmaması gerekir.
İslam
toplumlarında adalet kavramının, toplumsal siyasal hayat içerisinde işgal
ettiği yerin kendine özgü bazı nitelikleri olduğu görülür.
İslam
toplumlarında adalet terimini, insanın Allah, toplum, canlı varlıklar, maddi
tabiat ve diğer insanlarla ilişkilerinin mahiyetini ve dayanacağı temel
ilkelerin doğru tesbiti için belirleyici bir kriter olarak tanımlanır. İslam,
sosyal, ahlaki ve entellektüel özellikleri yanında hukuk alanında da kendisinin
getirdiği temel ilişki ve kurallar toplamının adaleti ifade ettiği savunur.
Kur’ani terminolojide, adaletin salt hukuki olmaktan öte, daha geniş anlamlarda
kullanıldığını tespit etmek mümkündür. Sözgelimi, eksiklik ve fazlalık
bakımından aşırılığa karşı orta yolu tutup korumak, hakka niyet, doğruluk
eşitlik gibi…
Kur’an,
adalet gerçeğine, tevhid, iman, islam, takva, Salih amel ve ibadet kadar önem
verir. Adil olmayan bir ilişki ve tutum, tanım gereği Allah’ın rızasına ve
islama uygun değildir. Çünkü Allah her şeyden evvel bir şeye hüküm verildiği
zaman adaletle hükmedilmesini ister. Anlaşmazlığa düşen iki topluluk arasında
(Hucurat 49/9) İnsanlar arasında vukubulacak anlaşmazlıkların giderilmesinde
(Nisa 4/58) her türlü borç vade alışveriş ticaret ve şahitlikte (Bakara 2/52)
kadınlara karşı takınılacak tutumun belirlenmesinde (Nisa 4/129) adalet,
hukukun korunması ve hayata geçirilmesi için vazgeçilmez bir ilkedir.
Müslümanlar
aynı zamanda dünyanın adalet talebine cevap verebilecek konumda olmalarının
farkına varmaları lazım. Çünkü adaletin sadece Müslümanlar için ve onlar
arasında gerçekleştirilmesi gereken bir ilke ve değer değil, din, ırk,
cinsiyet, kültür, sınıf farkı gözetmeksizin yeryüzündeki bütün insanlığı
kuşatacak şekilde hayata geçirilmesi gereken bir değer ve ilke olduğunu
vurgulamak gerekir. Müslümanlar için ve Müslümanlar tarafından hayata geçirilen
bir adaletten ziyade Hılful Fudul perspektifinden yola çıkarak adaletin her
yerde her zaman ve herkes için gerçekleştirilmesine çalışmak gerektiğini
belirtmekte yarar vardır.
Allah’ın
hükümranlığını hesaba katmayan bir adalet anlayışı zulümden başka bir şey
getirmez. Batılı düşünce ve uygulamada adalet, toplum ve ekonomik ilişkilerle
sınırlı olmak üzere çıkarcılığı hedeflerken, islam’da adalet, toplumsal ve
ekonomik ilişkilerden önce bireysel düzlemde başlar. Ken-dimi zulümden nasıl
korumalıyım sorusu büyük önem arz eder. Kur’an şirki en büyük zulüm olarak
gö-rür. Müslümanın kaygısı kendisini şirkten nasıl muhafaza edeceği ve adaleti
kendi nefsinde nasıl tesis edeceği olmalı. Nefsinde adaleti tesis edemeyenlerin
başkalarına adil davranması mümkün mü? O-nun için bireysel adalet toplumsal
adaletten önceliklidir ve daha önemlidir. Böylece insandan önce yaratıcısının
hakkını, haklarını gözetmesi beklenir. Yaratıcısına karşı adil olmayanların,
insanlara karşı hiç de adil davranmadıklarına birçok örnek verilebilir. “Allah
adalete uyanları sever” (Mümtehine 60/8) “De ki Rabbim bana adaleti emretti”
(Nisa 4/105)
Adil
ve sorumlu davranmak dinin gereğidir. Düşmanının dahi iyiliğini isteyen bir
kültür ve irfan, çıkarcılığı toplumsal bencilliği hedeflemez. Savaşta düşmanını
öldürürken dahi aşırılığı istemeyen bir din. Karıncayı dahi incitmeyen bir adalet
anlayışı. Diclenin kenarında bir kurt kuzuyu kapsa Ömer’den sorulur diyen bir
yönetim anlayışı. İnsanın yalnızca kendisine, ailesine değil, tüm varlıklara,
dağa taşa, börtü böceğe, uçan kuşlara dahi adil olmasını isteyen bir din. Kızı
Fatıma da olsa, adaletten zerre kadar şaşmayacak bir peygamber. Hangi sistemde
böyle bir incelik var?
İslam’ın
bütüncül ve kuşatıcı adalet anlayışına sahip olamayanlar hiçbir sorunu tam ve
yeterli bir şekilde çözemezler. Bireysel ve manevi boyuttan yoksun
yalnızca, sosyo-ekonomik anlam alanına sahip olan bir adalet anlayışı ancak
bireysel çıkarların korunmasını önler. Oysa islam’ın adalet anlayışında,
yaratıcıdan yaratılmış olanlara uzanan manevi yolculuğun izlerini görmek
mümkün.
Hakk’dan
sadır olmayan yahut Hakka dayanmayan hiçbir söz yahut eylem adalet üretemez,
çünkü adalet sonuçta Hakk’ın tecellisidir. Kendisi bizatihi zulüm olan şirk
nasıl adalet üretebilir ki? Birey ve toplumsal düzen için sürekli çözüm ancak
vahye dayanan islam’ın adalet anlayışı ile mümkündür.
Adaletin
kaynağı ancak ve ancak yüce Allah, imkanı ve güvencesi de insanlar için
bildirilmiş olan hayat kaynağı Rabbani hükümlerdir. Adaletin önkoşulu tevhid
akidesidir. Hüküm yalnız Allah’ındır akidesine dayanmayan her türlü adalet,
söylem ve arayışı neticede bir aldanıştan başka bir şey değildir. Yeryüzünde
adaletin hakim kılınması insanların aralarında Allah’ın indirdiğiyle
hükmetmeleri ve Allah’ın hükümranlığına boyun eğmeleri ön şartına bağlıdır.
İslam insanların hangi rejimle yönetildiğiyle değil, adaletin sağlanıp
sağlanmamasıyla ilgilenir söylemi adalet kavramını Allahsızlaştırmak,
anlamsızlaştırmak ve işlevsizleştirmekten başka bir anlam taşımaz…
Teşride
Allah’tan başkalarının hak iddia etmesi ve kanun koymaya kalkışması,
zamanımızın en şedid fitnesidir. Bu sürecin en önemli neticesi zihniyetin
sekülerleşmesidir. Tasavvurda başlayan bozulma, kavramlara, ardından sosyal
hayatın gidişatına sirayet etmiştir. Bugün fitnenin üzerinden yürütüldüğü
paradigmalar, dinsel çoğulculuk söylemi etrafında oluşmaktadır. Tevhidsiz,
islamsız adalet arayışları seküler zihnin neticesidir.
Tevhid
endeksli dinamik bir kavram olan adalet, sosyal, siyasal ve hukuki sonuçları
olan bir kavramdır. İslama göre adalet, varlık, fıtrat ve sosyal hayata bakan
yüzüyle, yaşamın her alanına müdahale taleblidir. Seküler bir zeminden neşet
eden görece adalet anlayışının bireysel ve toplumsal anlamda yeterliliği söz
konusu değildir.
Kainatta
tek adalet kaynağı islam. İslam, eşitliğin adaletin kendisidir. İslam kainatı
yaratan ve idare eden Allah’ın, insanın hidayeti için indirdiği Hak dindir.
İnsanlar arasında adaleti ikame etmek adalet ve zulüm sınırlarını tayin etmek
ancak insanı yaratan ve her şeyi idare eden Allah’ın şanındandır. Allah’tan
başka hiç kimsenin insanlar için adalet ve zulmün ölçüsünü koyma hakkı yoktur.
Çünkü insan kendi nefsine sahip ve tam haberdar değildir ki, kendiliğinden
adaletin ölçüsünü tayine hakkı olsun zira insanın dünyadaki yeri ancak Allah’a
kul olmasıdır.
İslam’ın
ilk gayesi adalettir. İslam dünyada ancak adaleti ikame etmek için gelmiştir.
“Andolsun siz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber kitabı
ve (adalet) ölçüsünü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler” (Hadid
57/25)
İslam’ın
istediği adalet, sevgi veya nefretten kaynaklanmayan mal, rütbe ve zenginliğin
etkisi altına girmeyen mutlak adalettir.(Nisan 4/135 – Maide 5/8 – Enam
6/152) Maide 5/42 – Şura 42/15 – Bakara 2/188)
Şunu
da belirtmiş olalım ki, gerçek sosyal adalet, bütün fertlerini ailelerin,
kabilelerin ve milletlerin özgürlükten bir hisselerinin olması, her toplumun,
zulüm ve düşmanlık kapısını kapatmak, değişik fert ve toplumları sosyal
maslahatın gerektirdiği şekilde istihdam etmek için birbirine karşı belli miktarda
üstünlüklerinin olmasından ibarettir. Sosyal adaletin hakikatini bütünüyle
idrak eden kimse Fransız İhtilalinin neticesi olarak ortaya çıkan ferdi
özgürlük, müsamaha, kapitalizm ve demokrasiye çağıran sistemin adaletten
tamamen uzak olduğunu ilk bakışta anlar. Bazı basit düşünceli ve görüşlü
insanların Marx ve Engels’in görüşlerine dayanarak kabul ettikleri günümüzde ki
sosyalizm uygulamasında aynı şekilde öncekiler gibi adaletle hiçbir ilgisi
olmayan zulüm sistemlerinden biridir.
Velhasılı
kelam, hidayet rehberi olan kitabımız Kur’an, bizlere, kafa ile kalbin, düşünce
ile eylemin, ruh ile bedenin, madde ile mananın, sevgi ile nefretin, düşmanlık
ile dostluğun nasıl bir denge, mizan ölçü içinde tutulacağını öğretti. Tüm bu
gerçekliğin yanında Kur’an bizleri yeryüzünde adalet mücadelesine davet
etmektir.
Allah
korkusunun Allah rızasının işlerimize, eylemlerimize hakim olmadığı bir
dünyanın, merhametsizliğin katı çamuru arasında bataklıkta kaybolmaya yüz
tutmuş toplumun, insanın, ıslahı ve iyiye doğruya inkılabı noktasında mücadele
verecek adil insanlara ihtiyacımız var…
Bizleri
Tevhidin ve Adaletin yolundan ayırmasın Rabbimiz…
Bünyamin DOĞRUER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder