30 Eylül 2017 Cumartesi

ADALETİN BAŞI TEVHİDDİR




ADALETİN BAŞI TEVHİDDİR

Yetimin itilip kakıldığı, yoksulun horlanıp kovulduğu, ölçüde tartıda haksızlık yapmanın bir nevi adetleştiği ve kendini müstağni gören, azgın, kibirli, müstekbir sermayedarlerin güdümündeki bugünkü egemen, sistem içinde, Adalet-Hak kavramlarını güncellemeliyiz.

İnsanlar vahiyle yüzleşmeli. Kur’an’ı çağın idrakine yeniden söyletmeliyiz. Bir hayat nizamı olan dinimiz İslam, insanların hırsları, batıl bağımlılıkarını, mal hırsı ve tahakküm şehvetlerini frenler. İnsanı huzura kavuşturur, sakinleştirir. İmtihan, emanet, ahiret, kul hakkı, yardımseverlik, diğergamlık, komşusu açken tok yatmama inançları aşılar. İnsanı yırtıcı olmaktan çıkarır, toplumsal varlık olma bilincini aşılar, beraberliğe özendirir, daima ötekini düşünmeyi teşvik eder.

Cemiyetin bütün atar ve toplar damarları, İslam’ın adalet kanıyla kaynaması gerekir.

Rabbimiz Kur’an ahlakına sahip olması gereken müminlerden aileden siyasete kadar hayatın bütün kurumlarında adaleti ikame etmelerini istemektedir. Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar, adaletle şahitlik eden kimseler olun… Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun çünkü O takvaya daha yakın olandır. Allahtan korkun. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. ( Maide 5/8)

Adaletin ölçülerini Rabbimiz genel çerçevesiyle belirlemiştir. Adaletin temel ilkeleri göreceli değildir. Kur’an, adaleti hayatın bütün alanlarında uygulanması gereken vazgeçilmez  bir ilke olarak gündeme getirmektedir. Kur’anda adaleti vurgulayan mesajlar Allah’ın birliği kavramından hemen sonra gelmektedir. Yani adalet, tevhid ilkesinin tamamlayıcı unsurudur. "Şüphesiz ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphe yok ki Allah hakkıyla işitendir hakkıyla görendir"(Nisa 4/58)

Arapça bir kelime olan adalet, adl kökünden türemiş olup, bir şeyi yerli yerine koymak demektir. Adalet, zulmün karşıtı bir kelime olarak çoğunlukla Hak ile eş anlamlı biçimde kullanılır. Bu, hak, adalet ve iyilik temelleri üzerine kurulan bilinçli, gerçekten iyi yardımlaşma ve dayanışmanın güzelliği ile bütünleşmiş ve birleşmiş ümmetin temel karakteridir. Çünkü İslam, ümmetini Tevhid, Adalet-Hak ilkeleri üzerine kurmayı istemektedir. Çünkü Adalet-Hakka bağlılık, hakka dirlik kazandırma, hakkı omuzlanma gerçekten zordur. İnsanı haktan, hak yoldan, hakka bağlılıktan alıkoyan engeller ise saymakla bitmez. İçten gelen arzu ve istekler, ileriye dönük hesaplar, çıkar mantığı, çevre şartları, iktidar sarhoşluğu, hizipçilik, akrabaları kayırma, toplumun düşünceleri, yaklaşımları ve anlayışları, azgınların azgınlıkları, zalimlerin zulümleri, zorbaların, diktatörlerin baskıları, dünyevileşme hastalığı, zaaflar gibi nice sebep ve engel insanı hakka bağlılıktan, hakkı savunmaktan alıkoyabildiği gibi, anne, baba, kardeş ve samimi dostların-arkadaşların ricalarıda insanı Adaletten-Hakka bağlılıktan alıkoyabilir.

Yaklaşık otuz ayette geçen adl’in, denge, itidal, eşlik, denk tutmak anlamlarına geldiği gibi, bazı ayetlerde yüz çevirmek, sapmak, dönmek Allah’a eş koşmak manasına da gelmektedir. (putlar mı hayırlıdır) göklerle yeri yaratan ve sizin için gökten bir su (yağmur) indiren mi. Onunla göz alıcı bahçeler bitirdik. Onların ağaçlarını bitirmek sizin için mümkün olmaz. Allah ile birlikte bir ilah mı var. Hayır onlar sapan bir topluluktur."(Neml 27/60)

Cenab-ı Allah, nasıl insanı, ahsen-i takvim olarak düzgün eli ayağı, gözü kulağı kısaca tüm organları birbirine denk gelecek ve dünya hayatını sürdürmesini sağlayacak şekilde yani tam bir denge üzerinde yarattıysa, onunda yeryüzünde adaletli davranmasını, yani her zaman koyduğu mizana- ölçüye- Hakka uygun hareket etmesini ister"(Nahl-16/90) "(Nisa 4/58)

Adaletin başı Tevhid’tir. Çünkü ancak Tevhid üzere olunduğu zaman adaletli gerçekleştirmek mümkün olabilir. Madem ki kainattaki mizanı  belirleyen ve insanın hayatı içinde bir ölçü koyan Allahtır, o halde insan Tevhid üzere yaşayıp Allah’ın mizanına uyarak adaletli davranabilir.

Allah mutlak adildir, fakat kullar Allah’a karşı adalette bulunamaz, yani O’nu bir başka şeyle denk sayamaz, O’nu bir tartının bir kefesine, bir başka şeyi de öbür kefeye koyamaz, çünkü böyle bir hareket şirk olur. Allah hiçbir şeyle tartılamaz, ölçülemez. Kur’an da "Sonra kafir olanlar Rablerine (putları) eşit tutarlar." ( Enam 6/1) buyurulur. Yani kafirlerin Allah’tan başka rabbler ve ilahlar kabul edip bunları Allah ile birlikte aynı tartıda tarttıkları ifade olunur. Bu ise kesinlikle şirktir. Şu halde kulun Allah’ı bir başka şeyle tartmaya kalkışmaması gerekir.

İslam toplumlarında adalet kavramının, toplumsal siyasal hayat içerisinde işgal ettiği yerin kendine özgü bazı nitelikleri olduğu görülür.

İslam toplumlarında adalet terimini, insanın Allah, toplum, canlı varlıklar, maddi tabiat ve diğer insanlarla ilişkilerinin mahiyetini ve dayanacağı temel ilkelerin doğru tesbiti için belirleyici bir kriter olarak tanımlanır. İslam, sosyal, ahlaki ve entellektüel özellikleri yanında hukuk alanında da kendisinin getirdiği temel ilişki ve kurallar toplamının adaleti ifade ettiği savunur.

Kur’ani terminolojide, adaletin salt hukuki olmaktan öte, daha geniş anlamlarda kullanıldığını tespit etmek mümkündür. Sözgelimi, eksiklik ve fazlalık bakımından aşırılığa karşı orta yolu tutup korumak, hakka niyet, doğruluk eşitlik gibi…

Kur’an, adalet gerçeğine, tevhid, iman, islam, takva, Salih amel ve ibadet kadar önem verir. Adil olmayan bir ilişki ve tutum, tanım gereği Allah’ın rızasına ve islama uygun değildir. Çünkü Allah her şeyden evvel bir şeye hüküm verildiği zaman adaletle hükmedilmesini ister. Anlaşmazlığa düşen iki topluluk arasında (Hucurat 49/9) İnsanlar arasında vukubulacak anlaşmazlıkların giderilmesinde (Nisa 4/58) her türlü borç vade alışveriş ticaret ve şahitlikte (Bakara 2/52) kadınlara karşı takınılacak tutumun belirlenmesinde (Nisa 4/129) adalet, hukukun korunması ve hayata geçirilmesi için vazgeçilmez bir ilkedir.

Müslümanlar aynı zamanda dünyanın adalet talebine cevap verebilecek konumda olmalarının farkına varmaları lazım. Çünkü adaletin sadece Müslümanlar için ve onlar arasında gerçekleştirilmesi gereken bir ilke ve değer değil, din, ırk, cinsiyet, kültür, sınıf farkı gözetmeksizin yeryüzündeki bütün insanlığı kuşatacak şekilde hayata geçirilmesi gereken bir değer ve ilke olduğunu vurgulamak gerekir. Müslümanlar için ve Müslümanlar tarafından hayata geçirilen bir adaletten ziyade Hılful Fudul perspektifinden yola çıkarak adaletin her yerde her zaman ve herkes için gerçekleştirilmesine çalışmak gerektiğini belirtmekte yarar vardır.

Allah’ın hükümranlığını hesaba katmayan bir adalet anlayışı zulümden başka bir şey getirmez. Batılı düşünce ve uygulamada adalet, toplum ve ekonomik ilişkilerle sınırlı olmak üzere çıkarcılığı hedeflerken, islam’da adalet, toplumsal ve ekonomik ilişkilerden önce bireysel düzlemde başlar. Ken-dimi zulümden nasıl korumalıyım sorusu büyük önem arz eder. Kur’an şirki en büyük zulüm olarak gö-rür. Müslümanın kaygısı kendisini şirkten nasıl muhafaza edeceği ve adaleti kendi nefsinde nasıl tesis edeceği olmalı. Nefsinde adaleti tesis edemeyenlerin başkalarına adil davranması mümkün mü? O-nun için bireysel adalet toplumsal adaletten önceliklidir ve daha önemlidir. Böylece insandan önce yaratıcısının hakkını, haklarını gözetmesi beklenir. Yaratıcısına karşı adil olmayanların, insanlara karşı hiç de adil davranmadıklarına birçok örnek verilebilir. “Allah adalete uyanları sever” (Mümtehine 60/8) “De ki Rabbim bana adaleti emretti” (Nisa 4/105)

Adil ve sorumlu davranmak dinin gereğidir. Düşmanının dahi iyiliğini isteyen bir kültür ve irfan, çıkarcılığı toplumsal bencilliği hedeflemez. Savaşta düşmanını öldürürken dahi aşırılığı istemeyen bir din. Karıncayı dahi incitmeyen bir adalet anlayışı. Diclenin kenarında bir kurt kuzuyu kapsa Ömer’den sorulur diyen bir yönetim anlayışı. İnsanın yalnızca kendisine, ailesine değil, tüm varlıklara, dağa taşa, börtü böceğe, uçan kuşlara dahi adil olmasını isteyen bir din. Kızı Fatıma da olsa, adaletten zerre kadar şaşmayacak bir peygamber. Hangi sistemde böyle bir incelik var?

İslam’ın bütüncül ve kuşatıcı adalet anlayışına sahip olamayanlar hiçbir sorunu tam ve yeterli bir şekilde çözemezler. Bireysel  ve manevi boyuttan yoksun yalnızca, sosyo-ekonomik anlam alanına sahip olan bir adalet anlayışı ancak bireysel çıkarların korunmasını önler. Oysa islam’ın adalet anlayışında, yaratıcıdan yaratılmış olanlara uzanan manevi yolculuğun izlerini görmek mümkün.

Hakk’dan sadır olmayan yahut Hakka dayanmayan hiçbir söz yahut eylem adalet üretemez, çünkü adalet sonuçta Hakk’ın tecellisidir. Kendisi bizatihi zulüm olan şirk nasıl adalet üretebilir ki? Birey ve toplumsal düzen için sürekli çözüm ancak vahye dayanan islam’ın adalet anlayışı ile mümkündür.

Adaletin kaynağı ancak ve ancak yüce Allah, imkanı ve güvencesi de insanlar için bildirilmiş olan hayat kaynağı Rabbani hükümlerdir. Adaletin önkoşulu tevhid akidesidir. Hüküm yalnız Allah’ındır akidesine dayanmayan her türlü adalet, söylem ve arayışı neticede bir aldanıştan başka bir şey değildir. Yeryüzünde adaletin hakim kılınması insanların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeleri ve Allah’ın hükümranlığına boyun eğmeleri ön şartına bağlıdır. İslam insanların hangi rejimle yönetildiğiyle değil, adaletin sağlanıp sağlanmamasıyla ilgilenir söylemi adalet kavramını Allahsızlaştırmak, anlamsızlaştırmak ve işlevsizleştirmekten başka bir anlam taşımaz…

Teşride Allah’tan başkalarının hak iddia etmesi ve kanun koymaya kalkışması, zamanımızın en şedid fitnesidir. Bu sürecin en önemli neticesi zihniyetin sekülerleşmesidir. Tasavvurda başlayan bozulma, kavramlara, ardından sosyal hayatın gidişatına sirayet etmiştir. Bugün fitnenin üzerinden yürütüldüğü paradigmalar, dinsel çoğulculuk söylemi etrafında oluşmaktadır. Tevhidsiz, islamsız adalet arayışları seküler zihnin neticesidir.

Tevhid endeksli dinamik bir kavram olan adalet, sosyal, siyasal ve hukuki sonuçları olan bir kavramdır. İslama göre adalet, varlık, fıtrat ve sosyal hayata bakan yüzüyle, yaşamın her alanına müdahale taleblidir. Seküler bir zeminden neşet eden görece adalet anlayışının bireysel ve toplumsal anlamda yeterliliği söz konusu değildir.

Kainatta tek adalet kaynağı islam. İslam, eşitliğin adaletin kendisidir. İslam kainatı yaratan ve idare eden Allah’ın, insanın hidayeti için indirdiği Hak dindir. İnsanlar arasında adaleti ikame etmek adalet ve zulüm sınırlarını tayin etmek ancak insanı yaratan ve her şeyi idare eden Allah’ın şanındandır. Allah’tan başka hiç kimsenin insanlar için adalet ve zulmün ölçüsünü koyma hakkı yoktur. Çünkü insan kendi nefsine sahip ve tam haberdar değildir ki, kendiliğinden adaletin ölçüsünü tayine hakkı olsun zira insanın dünyadaki yeri ancak Allah’a kul olmasıdır.
İslam’ın ilk gayesi adalettir. İslam dünyada ancak adaleti ikame etmek için gelmiştir. “Andolsun siz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber kitabı ve (adalet) ölçüsünü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler” (Hadid 57/25)

İslam’ın istediği adalet, sevgi veya nefretten kaynaklanmayan mal, rütbe ve zenginliğin etkisi altına  girmeyen mutlak adalettir.(Nisan 4/135 – Maide 5/8 – Enam 6/152) Maide 5/42 – Şura 42/15 – Bakara 2/188)

Şunu da belirtmiş olalım ki, gerçek sosyal adalet, bütün fertlerini ailelerin, kabilelerin ve milletlerin özgürlükten bir hisselerinin olması, her toplumun, zulüm ve düşmanlık kapısını kapatmak, değişik fert ve toplumları sosyal maslahatın gerektirdiği şekilde istihdam etmek için birbirine karşı belli miktarda üstünlüklerinin olmasından ibarettir. Sosyal adaletin hakikatini bütünüyle idrak eden kimse Fransız İhtilalinin neticesi olarak ortaya çıkan ferdi özgürlük, müsamaha, kapitalizm ve demokrasiye çağıran sistemin adaletten tamamen uzak olduğunu ilk bakışta anlar. Bazı basit düşünceli ve görüşlü insanların Marx ve Engels’in görüşlerine dayanarak kabul ettikleri günümüzde ki sosyalizm uygulamasında aynı şekilde öncekiler gibi adaletle hiçbir ilgisi olmayan zulüm sistemlerinden biridir.

Velhasılı kelam, hidayet rehberi olan kitabımız Kur’an, bizlere, kafa ile kalbin, düşünce ile eylemin, ruh ile bedenin, madde ile mananın, sevgi ile nefretin, düşmanlık ile dostluğun nasıl bir denge, mizan ölçü içinde tutulacağını öğretti. Tüm bu gerçekliğin yanında Kur’an bizleri yeryüzünde adalet mücadelesine davet etmektir.
Allah korkusunun Allah rızasının işlerimize, eylemlerimize hakim olmadığı bir dünyanın, merhametsizliğin katı çamuru arasında bataklıkta kaybolmaya yüz tutmuş toplumun, insanın, ıslahı ve iyiye doğruya inkılabı noktasında mücadele verecek adil insanlara ihtiyacımız var…

Bizleri Tevhidin ve Adaletin yolundan ayırmasın Rabbimiz…

Bünyamin DOĞRUER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder