31 Ocak 2016 Pazar

İMANIN GÖLGESİNDE


İMANIN GÖLGESİNDE


            İman, bir şeye tereddütsüz inanmak, güvenmek, verilen bir habere kalpten inanmak, haberi getireni tasdik etmektir. Istılahta ise; Resulallah’ın (sav) Allah katından getirdiği haber ve hükümlerin hepsini kalp ile tasdik, dil ile ikrar etmek ve gereğince amel etmeye çalışmaktır.


            Cibril hadisinde iman: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmak, yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmek” diye tarif edilmiştir.


            İman kalpte; Allah sevgisi, O’na boyun eğme, korkma, ümit etme, varlığı karşısında ürperme, tevbe etme, tevekkül, sığınma, güvenme ve benzer şekillerde tecelli eder. Dışa yansıyan yönü ise; Allah’ın şeriatıyla hükmetmek, O’na ve Rasulüne tam itaat etmek, namaz kılıp, oruç tutmak, zekât vermek, haccetmek ve farz kılınan diğer şeyleri yerine getirmektir.


   Allah Resulu (s.a.v) şöyle buyurur: "İman yetmiş (veya altmış) küsur şubedir. Bunların en üstünü La İlahe İllallah, en düşüğü ise eza veren şeyleri yoldan uzaklaştırmaktır. Hayâ da imanın bir parçasıdır. (Müslim)


 Hasan Basri şöyle der: "İman kuru bir iddiadan ibaret değildir. Bilakis iman kalplerde yerleşen ve amellerin kendisini tasdik ettiği şeydir.


İmam Şafi şöyle der: "Sahabe ve tabiinden ta bize kadar gelen bilgilere göre imanın söz, amel ve niyet olduğunda icma sabittir. İmam Ahmed'de bu noktada İmam Şafi'ye yakın cümleler söylemektedir.


Şunu iyi bilmeliyiz ki iman Müslümanın hayatında en büyük nimettir. Onsuz bir hayat zillet ve rezaletin ta kendisidir. Çünkü iman kişilere şahsiyet, toplumlara izzet, devletlere kuvvettir. Hakiki iman kişilere saadeti kazandırdığı gibi, hakikati haykırmak için kâinata meydan okutturur. Bu hakiki imanın lezzetini bilenler ancak onunla yaşayanlardır. Onun için muvahhid bir Müslüman zindanı medreseyi yusufiye, sürgünü seyahat, davası uğrunda ölmeyi en büyük rütbe olarak görür. Bundan dolayı imandan mahrum olan bir toplum insanlığın başına bela olduğu gibi tarih sayfasından silinmeye de mahkumdur. Fakat ehli iman dünya ve ahirette Allah katında büyük bir rütbeye sahiptir. Allah her an onlara yardım eder, hem sever hem de sevdirir. Kısacası iman emin ve emanın sigortası olduğu gibi, iman ehli de toplumlar için güvencenin simgesidirler.


Aslen âlemi İslam'ı küfür âlemine çeviren, Müslümanları zelil kâfirleri aziz kılan, ehli imanı bölük pörçük eden dış ve iç unsurlar değildir. Bu noktada asıl rolü oynayan iman gibi esas kavramların içinin boşaltılması ve bizim de bunun ruhunu kaybetmemizdir. Bu nedenle İslami kavramları yeniden ihya etmeli, özellikle iman kavramının mahiyetini iyice idrak etmeliyiz.


İman kelimesi, türevleriyle birlikte Kur'an-ı Kerim'de fiil ve isim olarak 35 değişik kalıpta toplam 812 kere kullanılmıştır. Kur’an’ın onda birinden fazlasının imanla direkt ilgili ifâdeler olması, konunun önemini göstermek için yeterlidir.


Kuran, iman hakkında gayet incelikli ve sevdirici ile bir üslup ile bahsetmekte, onu çekici bir görünümde tasvir etmekte ve imanı doğru, kesin ve açık bir şekilde tespit etmektedir. Kuranın iman hakkındaki sözleri hak ve doğrudur; çünkü o Allahın kelamıdır. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?

Elinizdekini tasdik etmek üzere indirdiğim Kur'an'a iman edin." (Bakara, 41) "Allah'a ve Peygamberine iman edin. Eğer iman eder ve takvâlı olursanız en büyük mükâfat sizindir." (Âl-i İmran, 179) "Ey iman edenler, Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, son derece büyük bir sapıklığa düşmüş olur." (Nisâ, 136) “Benim kalbim temiz, kimseye kötülük düşünmem, herkesin iyiliğini isterim” diyerek kendini kandıranlara gerçek iyiliğin ne olduğunu Kur’an şöyle açıklar: "Gerçek iyilik, yüzünüzü doğuya veya batıya döndürmeniz değil; Allah'a, ahirete, meleklere, kitaplara ve Rasûllere iman etmenizdir..." (Bakara, 177)

İman, insanı kopmaz, çürümez bir bağa kavuşturur ve boşluklara yuvarlanmasını önler. (Bakara, 256). İmandan yoksun kalanları Kur'an, hayvanların en şerlisi olarak anmaktadır. (Enfâl, 55) Fakat, ne yazık ki, insanlığın çoğunluğu bu imandan uzak bulunmuştur, bulunacaktır. (Bkz. Hûd, 17; Ra'd, 1, 31; Yûnus, 99; Yûsuf, 16, 103)

İman, muhtevâ (içerik) yönünden ise, yani iman edilmesi gereken hususlara parça parça, peyderpey inanma gibi bir artış veya bunda bir azalma kabul etmez. Çünkü doğru iman, ancak tam teslimiyet ve bütünüyle kabul etmekle geçerli olur. Kısmî iman, kısmî küfür demektir. Bir kısmını inkâr da tamamını inkâr gibidir. İman edilmesi gereken unsurlar birbirine bağlı bir bütündür.

İman; sabit bir hakikat, büyük bir değer, engin bir nimet, nur, hidayet ve hayattır. İman varlığımızın en büyük hakikati ve hayatın en büyük nimetidir.

İnsan, iman ile kendisini bulur, varlığının sırrına vakıf olur ve varlık içindeki gücün görevini bilir. İnsan, insanlığını ancak iman ile gerçekleştirebilir. İnsan, iman olmadan hiçbir değere sahip değildir.

İman dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve azalarla ameldir. Daha özlü bir ifadeyle iman; inanç, tasdik ve ameldir. Bu üç unsur birbirini tamamlar ve bütünler. Bu unsurlardan her biri hakikatin bir parçasını temsil eder.

İmanın amellerle tezahürü olmalıdır. Güneşten ısı, gülden koku saçıldığı gibi, imandan da ameller saçılmalıdır. İmanın söz, fiil ve eylemlerle ispatlanması gerekir. Yoksa iman, birtakım istek ve temennilerden ibâret değildir. “İman, istek ve süsten ibâret değildir. Ancak iman, kalpte yerleşip amelde kendisini gösterendir.” İman, Allah ve Resulünü sevmeden olmaz. Hem öyle ki, bir mü’min için, Allah ve Resulü’nün her şeyden sevimli olması lazımdır. Bu sevginin mutlaka amel ve fiillerle ispatı lazımdır. Yoksa sadece söz ile sevgi olmaz.

İman dediğimiz şey, Allah ve Rasûlü'ne karşı sevgide şekillendiği gibi, Allah'ın dinini yüceltmek ve üstün kılmak için cihad etmede, yeryüzünde zulmü ve fesadı önlemek için mücâdele vermede de şekillenmelidir. Allah'a yaklaşmak için namaz ve oruca devam etmede, haram ve helâle ittibâ etmede de iman kendini göstermelidir. Allah, imandan söz ederken, iman ile birlikte amellerden de söz ediyor. Bu amellerin ekseriyeti de cihad kavramında birleşir. Çünkü cihad, imanın ruhu ve ameli olarak ortaya çıkar. "Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Rasûlü'ne iman ettikten sonra şüpheye sapmayıp, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. İşte onlar, imanlarında sâdık (doğru) olanların ta kendileridir." (49/Hucurât, 15)

İman, insana dünyada çok büyük onur ve âhirette ebedî mutluluk sağlar. Cennet bedava değildir. Kur'an, imanın bir imtihan, ıstırap ve çile işi olduğuna dikkat çeker. "İnsanlar, sandılar mı ki, 'iman ettik' demeleriyle bırakılacak, inceden inceye imtihan ve ıstıraba çekilmeyecekler. Yemin olsun, biz onlardan öncekileri de inceden inceye deneylerden geçirmişizdir." (Ankebut, 2)

Hayâtın anlamı ve insanın mahlukat içerisinde taşıdığı bir imtiyaz olan imanı bir ağaca benzetirsek, bu ağacın kökü kalpte, gövdesi akılda ve dalları organlardadır. Bu ağacın meyvesi ise amellerdir. Ağacı kökü, gövdesi, dalları ya da meyvesi olmadan tanımlamaya kalkanlar, onu eksik ve yanlış tanımlamak zorunda kalacaklardır. Dalları kurumuş, meyve vermeyen ağaç, odun parçasından başka bir şey değildir ve yanmaya lâyıktır.

İman, aslında insanın şerefinin en büyük delilidir. İnsanın fizikötesi boyutunun fizikî boyutundan çok daha yüce ve anlamlı olduğunu, onun iman edebilirliğiyle açıklayabiliriz. İman, insanı fiziğin dar ve statik sınırlarından kurtarıp onu kendi dışındaki âlemlerle bütünleştiren muharrik güçtür; enerjidir, aksiyon ve eylemdir. İman gibi muazzam bir imkânı kullanmayan insan, bedeninin daracık kabuğuna sıkışıp kalmış, meleklerle ve diğer aşkın varlıklarla yarıştığı bir kulvarı terkederek kendisini, hayvanlarla paylaştığı fiziğin dünyasına mahkûm etmiş demektir.

İman şereftir. Bugün müslümanın en önemli sorunlarından biri, kimlik bunalımıdır. Bunun farklı tezahürleri olan kişilik erozyonu, şahsiyetsizlik, zillet ve meskenettir. Müslümanın kimlik bunalımı imanını iktidar edemeyişinden, müslüman oluşuyla iftihar edemeyişinden, daha doğrusu iftihar edebilecek bir imana sahip olamayışındandır. Bu durum, kâfirleri sevmeyi ve onlara gıpta etmeyi getirecektir.

Allah’a iman, insan ile yaratıcısı arasında en şerefli bağı teşkil etmektedir. Zira yeryüzünde en şerefli varlık insandır. İnsanın en şerefli yeri kalbidir. Kalbin de en şerefli şeyi imandır. Bu bakımdan iman ve hidâyet, nimetlerin en üstünü ve Allah’ın en büyük lutfudur. “Allah imanı size sevdirdi. Onu kalplerinizde süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyanı size çirkin gösterdi. İşte rüşdünü bulanlar da onların ta kendileridir.” (Hucurât, 7)

İman itminan, tasdik ve yakindir. İmanın gölgesi tüm hayatı kuşatır ve görünür biçimde etkiler. İman ehlini gören ve onunla ilişkide bulunan herkes, imanın onun üzerindeki olumlu etkisini görür ve hisseder. İman kendisini belli eder. İman ehlini tanıyan ve onunla ilişki kuran kimse bundan mutluluk duyar. Ondaki güzel vasıfların imanın ürünü olduğunu anlar. Dolayısıyla bu müminin lisanı hali, imanın en iyi mütercimidir.

Allah’ın bizden istemiş olduğu iman, canlı ve faal, gelişen ve etkili, yöneten ve yönlendiren bir imandır. Sahibine fayda veren bir iman, kalbe ekilip burada gelişen, büyüyen ve aydınlatan imandır. O kendi ziyneti ile kalbi süsler ve onu tamamen sararak doldurur. Kendi nuru ile müminin içini ve dışını aydınlatır. Gölgesi ile kuşatır. Onun için her an güzel ürünler vermeye devam eder…

Peygamberler, Allah dostları, Salih ve sadık müminlerin yaşadığı bu hakiki iman, Salih amelleri intaç eder. Davranışlarımız, hayatımız ve yaşadığımız vakıa d ancak bununla düzelir.

Hareket ve himmet, neşet ve gayret, cehd ve mücahede, cihad ve eğitim, güç ve izzet, sebat ve yakin…Tüm bunlar muteber bir imandan kaynaklanır.

Allah azze ve cellenin şu buyruğunu tekrar hatırlayalım: “İnananlar ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır. Ve Rablerine güvenirler; namaz kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf ederler. İşte gerçekten inanmış olanlar bunlardır. Onlara Rablerinin katında mertebeler, mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır.(enfal 2-4)

Şehid Seyyid Kutup iman konusunda bakın neler diyor:

“İman bir hareket, bir eylem, bir ihya ve ıslahtır. Allah’a doğru yöneliştir. İman vicdanın derinliklerine gömülü, gizli, pasif, çekingen, büzülmüş bir şey değildir. Hareket içinde somutlaşmayan sırf iyi niyetlerden ibaret de değildir. İşte imanı hayat içinde yapıcı büyük bir güç haline getiren İslam’ın apaçık yapısı ve karakteri de budur.”(Fizilalil Kuran)

Allah’a iman aynı zamanda tüm varlığımızın imanın tadına varmada kalbimize iştirak etmesidir. Allah’a sadece kalp ve zihinle iman edilmesi yeterli değildir. Gözlerin, kulakların, diğer uzuvların, aklın, düşüncenin, hayalin ve diğer tüm duyguların da iman etmesi gerekir. Mü’min, gece ve gündüz, gidiş ve dönüş, görev ve iş, ilişki ve irtibatlar, gizli ve aşikar… Her anında iman üzere olması gerekir.

Allah’a nasıl iman edeceğimizi bilmemiz  gerekir. İmanımızın sıcak, kavi, harekete sevk edici ve yönlendirici olması, Allah imanın manalarını hayatımızda yaşamamız ve bunun olumlu etkilerini kendimiz, toplum, varlık ve hayat üzerinde mülahaza etmemiz gerekir.

İmanımızı yeniden gözden geçirmek zorundayız. Bunu da Kur’an’ın imana bakışı doğrultusunda yapmalıyız ki imanımızı soyut tasdikten, amele, şeksiz kabule ve uygulamaya dönüştürebilelim; ona hayat, güç, canlılık, hareket ve cihad ruhu katabilelim…

Allah’tan bizlere kalplerimize iman yazmasını, bizleri imandan bir ruh ile desteklemesini, bizlerden razı olmasını ve bizleri kendisine kavuşacağımız ana kadar hak üzere sabit kılmasını niyaz ediyoruz…


                                                                                                         Müderris İdris





Kaynakça


Fizilali’l İman- Prof.Dr.Salah A.El-Halidi- Buruc yay.

İstismar edilen kavramlar- Alaeddin Palevi

40 Hadis 40 Ders- Abdullah Yıldız- Pınar yay.

Kavram Tefsiri- Ahmed Kalkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder