BİR MÜCAHİDİN SON GECESİ!
29 Ağustos 1966
pazartesi sabaha karşı (tam 51 yıl önce) büyük mütefekkir, mücadele adamı,
mücahit Seyyid Kutup bazı arkadaşlarıyla beraber Mısır’ın çağdaş firavunu
‘Abduş şeytan’ (Abdun’nasır) ve yandaşları tarafından şehit (idam) edildiler.
19. yüzyılın öncü ‘Şahit
ve şehitlerinden’ Seyyid Kutub’un şahadetine tanık olan iki asker o geceyi ve
öncesini şöyle anlatıyor:
“Harbî hapishanesinde her gece gençlerden, yaşlılardan ve kadınlardan oluşan
gurupları karşılardık. Bize “Bunlar aleyhimize Yahudilerle iş tutan hainlerdir!
Kesinlikle bunların sırlarını ortaya çıkartmalıyız. Bunun tek yolu onlara
şiddetli işkenceden geçer” diyorlardı.
Bu ‘vatanî ve kutsal söylem’ onları coplar ve sopalar altında saatlerce
inletmemize yetiyordu. Biz bu eziyet ve işkenceleri vatan adına ve mukaddes bir
iş yaptığımız inancıyla yapıyorduk! Ancak bir müddet sonra kendimizi garip bir
halde bulduk. Bize hain diye takdim edilen bu insanlar gece yarıları kalkıp
ibadet ediyor ve Allah’ın (c.c) zikri dillerinden düşmüyordu. Hatta bazıları
şiddetli cop darbelerinin ve saldırgan köpeklerin pençeleri altında can
verdikleri halde yinede yüzleri gülüyor ve dillerinden Allah’ın zikri ve
istiğfar eksik olmuyordu…
Bu gördüklerimizden çok etkilendik ve bu şekilde sabah-akşam Allah’ı zikreden
insanlar Allah düşmanlarıyla (Yahudilerle) iş tutan hainler alamazlar dedik ve
İmkân buldukça bunlara yardım edip onların eziyet ve işkencelerini hafifletme
konusunda aramızda anlaştık.
Hapishanede bize tevdi edilen en son görev tek başına bir hücrede kalan bir
kişiyi gözetleme görevi idi. Bize bu kişinin en tehlikeli kişi olduğunu, bütün
bu terör işlerini onun düşünüp organize ettiğini, dolaysıyla çok dikkatli
olmamız gerektiğini sıkıca tenbih ettiler! Sonra anladık ki, bu kişi büyük
mütefekkir Seyyid Kutup’tan başkası değildi. Kendisine uygulanan işkence ve
eziyet her halinden belliydi. Davasına bakan askeri mahkemeye güçlükle
gidebiliyordu. (Mahkeme esnasında demir parmaklıklara tutunarak ayakta dururken
çekilen resmine dikkatli bakılınca onun ne kadar eziyet ve işkence gördüğü
anlaşılacaktır.)
Bir gece (28-8-1967 gecesi) Seyyid Kutub’un idama götürülmek üzere
hazırlanılması emri geldi! Ona son olarak nasihat edip kelime-i şahadet-i
telkin etmesi için hücresine bir hoca soktular! Zulme alet olmuş bu
zavallı-aptal kavuklu Seyyid Kutub’a şahadeti telkin edince Seyyid Kutub’un ona
şöyle dediği nakledilir: “Ben bu kelimeden dolayı idam ediliyorum. Sen ise bu
kelimeyi bana telkin etmekle ekmek yiyorsun!”
Sabaha karşı, son derece teçhizatlı askerler tarafından korunan hükümet
yetkilileri eşliğinde, askeri arabalarla idamın yapılacağı alana gittik. Biz
yürümekte güçlük çeken Seyyid’in kollarına girmiştik. Arabalardan iner inmez
askerler hemen yerlerini aldı. Seyyid Kutup ve arkadaşları için darağaçları
önceden hazırlanmıştı bile. Her bir mahkûm kendisi için önceden belirlenmiş
darağacına götürüldü! Darağaçlarındaki ipler mahkûmların boyunlarına geçirildi!
İdamlıkların ayaklarının altındaki sehpayı çekecek ve infaz işleminden sonra
siyah bayrağı kaldıracak görevlilerde titizlikle yerlerini aldılar ve işaret
beklemeye başladılar.
O anlar hiç unutamayacağımız anlardı! Seyyid Kutup ve arkadaşları birbirini
kutluyor, ebediyet Cennetinde Hz. Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşmayı
müjdeleşiyorlar ve sözlerini ‘Allahu Ekber ve Lillahil’hamd’ diyerek
bitiriyorlardı.Nefeslerin tutulduğu o korkunç anda, aniden bir araba geldi ve
içinden üst rütbeli bir subay indi. Cellatlara durun dedi ve Seyyid’in yanına
yaklaşıp görevlilerden Seyyid Kutup’un gözlerindeki bandajın çözülmesi ve
boynundaki ipin çıkartılmasını istedi.
Seyyid Kutub’a yaklaşarak, titrek bir sesle: “Ey kardeşim! Ey efendim; ben merhametli
ve hoşgörülü Reis (Abdun’nasır) tarafından sana hayatını bağışlamak üzere
gönderildim. Sadece bir cümle yazacaksın, sonra kendin ve şu arkadaşların için
istediğine nail olacaksın. Subay daha Seyyid’in cevabını beklemeden, hemen
dosyayı getirdi ve: “Ben Hata ettim. Özür diliyorum!” diye yazacaksın, hepsi bu
efendim…
Seyyid o sevinç dolu gözlerini kaldırdı… Yüzünde tasviri güç bir tebessüm
vardı… Bütün görenleri hayran bırakacak bir huzur ve sükûnet içerisinde, subaya
dönerek şöyle dedi: “Yazmaya başla! Ben kesinlikle ebediyen silinmeyecek bir
yalan ve utanç lekesi karşılığında rezil bir hayatı tercih edemem!...”
Subay üzüntülü bir ses tonuyla: “Ancak efendim, bu ölüm!” dedi. Seyyid: “Allah
yolunda ölüme merhabalar olsun” diyerek kararlılığını ortaya koydu. Artık sözü
(pazarlığı) uzatmanın bir manası kalmamıştı. Subay infaz için işaret
verdiğinde Lailahe illellah, Muhammedur’resulullah sadaları
göklerde yankılanıyordu.”
Senin gibileri bizlere önder kılan Allah’a hamdolsun. Yolun yolumuzdur, ey
Şehit!
Ali Rıza Akgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder