29 Ağustos 2017 Salı

SEYYİD KUTUP’UN ESERLERİNDEN SEÇMELER



SEYYİD KUTUP’UN ESERLERİNDEN SEÇMELER

Kuran’ın gölgesi altında yaşamak bir nimettir. Sadece onu tadanın hazzına varacağı bir nimet… İnsan ömrünü yücelten, onurlu kılan ve arındıran bir nimet…
Allah’a hamdolsun ki bana ömrümün bir bölümünü Kuran’ın gölgesi altında yaşama imkanını bağışladı. Bu dönemde, hayatımın o güne kadarki bölümünde hiç tatmamış olduğum bir nimetin hazzına vardım. İnsan ömrünü yücelten, onurlu kılan ve arındıran nimetin hazzı…

İslam, ister Müslüman isterse Müslüman olmayanlara karşı yapılmış olsun; her türlü zulmün karşısındadır. Zulüm kime yapılırsa yapılsın zulümdür!

Yeryüzünün neresinde olursa olsun zalimleri yok etmek Müslümanların en başlıca görevleri arasındadır.

''Zafer karşısında sabırlı olmak, yenilgi karşısında sabırlı olmaktan çok daha zordur.''

Bu Kur'an,okunaduran mücerred bir söz değildir. O,kapsamlı bir anayasadır. Hem eğitim anaysasıdır,hem de pratik bir hayatın anayasasıdır. Bu anaysada Adem (as)'dan başlayan tevhid çağrısının deneyimlerine özellikle yer verilmiştir.

" İnsan,içinde yaşadığı toplumun kendisine kazandırdığı düşünce ve hayat tarzının bir eseridir."

Vatan, inancın, hayat tarzının ve Allah'tan gelen şeriatın egemen olduğu bir yurttur. İnsana yaraşan vatanın manası budur.İnsanlara yaraşan bağ ve birleşme gerekçesi budur.Aşiret, kabile, ulus, milliyet, renk ve toprak asabiyeti, basit ve geri kalmışlık alameti olan bir asabiyettir. İnsanlığın manevi çöküntü dönemlerinde tanıdığı bir cahiliye taassubudur.


Allah'a yemin olsun ki, binlerce konferans, milyonlarca vaaz, yüzlerce kitap, milyonlarca dergi gazete broşür, asla İslamın yaşandığı ve hakim olduğu ufak bir mahalle kadar etkili olamaz.

İslam, insanlığı toprak ve çamur bağı ile ona dayanan et ve kan bağından kurtarıp insanlık mertebesine çıkarmak üzere gelmiştir.

İslam'da cihad; yeryüzünde insanlığı kurtarma operasyonudur.

İslam'ın amacı insanı, kula kulluk zilletinden kurtarıp Allah'a kulluk izzetine kavuşturmaktır.

Sosyal adalet ancak İslam nizamı içinde gerçekleşebilir!

Kötülük tohumu ne çabuk boy atar! Gürültüyle büyür, ortalığı velveleye verir!.. Buna karşın hayr tohumu meyve verir.

İslam ibadet ile muamelat, akide ile şeriat, ruhiyat ile maddiyat, iktisadi değerler ile manevi değerler, dünya ile ahiret ve yer ile gök arasında bir Vahdet (birlik) dinidir.


“Onlara hoş görünmek derdine düşerek İslâm'ı olduğundan başka bir biçimde kesinlikle sunmayacağız insânlara…”

BİR MÜCAHİDİN SON GECESİ!




BİR MÜCAHİDİN SON GECESİ!




 29 Ağustos 1966 pazartesi sabaha karşı (tam 51 yıl önce) büyük mütefekkir, mücadele adamı, mücahit Seyyid Kutup bazı arkadaşlarıyla beraber Mısır’ın çağdaş firavunu ‘Abduş şeytan’ (Abdun’nasır) ve yandaşları tarafından şehit (idam) edildiler.
19. yüzyılın öncü ‘Şahit ve şehitlerinden’ Seyyid Kutub’un şahadetine tanık olan iki asker o geceyi ve öncesini şöyle anlatıyor:
         “Harbî hapishanesinde her gece gençlerden, yaşlılardan ve kadınlardan oluşan gurupları karşılardık. Bize “Bunlar aleyhimize Yahudilerle iş tutan hainlerdir! Kesinlikle bunların sırlarını ortaya çıkartmalıyız. Bunun tek yolu onlara şiddetli işkenceden geçer” diyorlardı.
          Bu ‘vatanî ve kutsal söylem’ onları coplar ve sopalar altında saatlerce inletmemize yetiyordu. Biz bu eziyet ve işkenceleri vatan adına ve mukaddes bir iş yaptığımız inancıyla yapıyorduk! Ancak bir müddet sonra kendimizi garip bir halde bulduk. Bize hain diye takdim edilen bu insanlar gece yarıları kalkıp ibadet ediyor ve Allah’ın (c.c) zikri dillerinden düşmüyordu. Hatta bazıları şiddetli cop darbelerinin ve saldırgan köpeklerin pençeleri altında can verdikleri halde yinede yüzleri gülüyor ve dillerinden Allah’ın zikri ve istiğfar eksik olmuyordu… 
              Bu gördüklerimizden çok etkilendik ve bu şekilde sabah-akşam Allah’ı zikreden insanlar Allah düşmanlarıyla (Yahudilerle) iş tutan hainler alamazlar dedik ve İmkân buldukça bunlara yardım edip onların eziyet ve işkencelerini hafifletme konusunda aramızda anlaştık.
              Hapishanede bize tevdi edilen en son görev tek başına bir hücrede kalan bir kişiyi gözetleme görevi idi. Bize bu kişinin en tehlikeli kişi olduğunu, bütün bu terör işlerini onun düşünüp organize ettiğini, dolaysıyla çok dikkatli olmamız gerektiğini sıkıca tenbih ettiler! Sonra anladık ki, bu kişi büyük mütefekkir Seyyid Kutup’tan başkası değildi. Kendisine uygulanan işkence ve eziyet her halinden belliydi. Davasına bakan askeri mahkemeye güçlükle gidebiliyordu. (Mahkeme esnasında demir parmaklıklara tutunarak ayakta dururken çekilen resmine dikkatli bakılınca onun ne kadar eziyet ve işkence gördüğü anlaşılacaktır.)    
              Bir gece (28-8-1967 gecesi) Seyyid Kutub’un idama götürülmek üzere hazırlanılması emri geldi! Ona son olarak nasihat edip kelime-i şahadet-i telkin etmesi için hücresine bir hoca soktular! Zulme alet olmuş bu zavallı-aptal kavuklu Seyyid Kutub’a şahadeti telkin edince Seyyid Kutub’un ona şöyle dediği nakledilir: “Ben bu kelimeden dolayı idam ediliyorum. Sen ise bu kelimeyi bana telkin etmekle ekmek yiyorsun!”
                Sabaha karşı, son derece teçhizatlı askerler tarafından korunan hükümet yetkilileri eşliğinde, askeri arabalarla idamın yapılacağı alana gittik. Biz yürümekte güçlük çeken Seyyid’in kollarına girmiştik. Arabalardan iner inmez askerler hemen yerlerini aldı. Seyyid Kutup ve arkadaşları için darağaçları önceden hazırlanmıştı bile. Her bir mahkûm kendisi için önceden belirlenmiş darağacına götürüldü! Darağaçlarındaki ipler mahkûmların boyunlarına geçirildi! İdamlıkların ayaklarının altındaki sehpayı çekecek ve infaz işleminden sonra siyah bayrağı kaldıracak görevlilerde titizlikle yerlerini aldılar ve işaret beklemeye başladılar.
              O anlar hiç unutamayacağımız anlardı! Seyyid Kutup ve arkadaşları birbirini kutluyor, ebediyet Cennetinde Hz. Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşmayı müjdeleşiyorlar ve sözlerini ‘Allahu Ekber ve Lillahil’hamd’ diyerek bitiriyorlardı.Nefeslerin tutulduğu o korkunç anda, aniden bir araba geldi ve içinden üst rütbeli bir subay indi. Cellatlara durun dedi ve Seyyid’in yanına yaklaşıp görevlilerden Seyyid Kutup’un gözlerindeki bandajın çözülmesi ve boynundaki ipin çıkartılmasını istedi.
              Seyyid Kutub’a yaklaşarak, titrek bir sesle: “Ey kardeşim! Ey efendim; ben merhametli ve hoşgörülü Reis (Abdun’nasır) tarafından sana hayatını bağışlamak üzere gönderildim. Sadece bir cümle yazacaksın, sonra kendin ve şu arkadaşların için istediğine nail olacaksın. Subay daha Seyyid’in cevabını beklemeden, hemen dosyayı getirdi ve: “Ben Hata ettim. Özür diliyorum!” diye yazacaksın, hepsi bu efendim…
              Seyyid o sevinç dolu gözlerini kaldırdı… Yüzünde tasviri güç bir tebessüm vardı… Bütün görenleri hayran bırakacak bir huzur ve sükûnet içerisinde, subaya dönerek şöyle dedi: “Yazmaya başla! Ben kesinlikle ebediyen silinmeyecek bir yalan ve utanç lekesi karşılığında rezil bir hayatı tercih edemem!...”
              Subay üzüntülü bir ses tonuyla: “Ancak efendim, bu ölüm!” dedi. Seyyid: “Allah yolunda ölüme merhabalar olsun” diyerek kararlılığını ortaya koydu. Artık sözü (pazarlığı) uzatmanın bir manası kalmamıştı. Subay infaz için işaret verdiğinde Lailahe illellah, Muhammedur’resulullah sadaları göklerde yankılanıyordu.”
              Senin gibileri bizlere önder kılan Allah’a hamdolsun. Yolun yolumuzdur, ey Şehit!
Ali Rıza Akgün