KÖKÜ YERDE SABİT, DALLARI GÖĞE UZANAN AĞAÇ
LÂ İLÂHE İLLALLAH
Rabbimiz,
yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de insanların akledip öğüt alması için türlü türlü
misaller getirmiş, farklı farklı benzetmeler yapmış ve birbirinden güzel birçok
darb-ı mesel vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de insanların öğüt alması için verilmiş
40 küsür darb-ı mesel vardır. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Biz
bu misalleri insanlara anlatıyoruz ama onları, ilim sahiplerinden başkası
düşünüp anlamaz.” (Ankebut, 43)
Selef
âlimlerinden bazıları Kuran’ın bu darb-ı mesellerin-den birisini okuyup ne
anlatmak istediğini hakkıyla kavrayamadığında ağlar ve “Eyvah! Demek ki ben
ilim sahibi kimselerden değilmişim” diye üzülürmüş.
Evet,
her insan Kuran’ın verdiği bu örneklendirmelerden kendine pay çıkarmalı ve
Allah Subhanehu ve Teala’nın
bununla ne anlatmak istediğini anlamaya çalışmalıdır. Bu, kendisinde Allah Subhanehu
ve Teala’ya karşı bir sorumluluk hisseden her kulun
yapması kaçınılmaz olan bir görevdir. Her kul bu meselleri anlamakla görevli
olmasına rağmen bazıları bir takım bahaneler öne sürerek bunları anlamaya
çalışmayacak veya en azından anlamak için kafa yormayacaktır. Bu örnek-lendirme
ve darb-ı mesellere kafa yoracak olanlar, Rabbimizin de bildirdiği üzere ancak
aklını kullanan ve ilim sahibi olan kimselerdir.
Bu
kısa girişten sonra gelin Rabbimizin, biz kullarının anlaması için İbrahim
Suresi’nde verdiği bir örneklendirmeyi hep beraber düşünelim ve bu
örneklendirmenin bizim hayatımıza ne gibi bir fayda sağlayacağını beraberce
değerlendirelim. Rabbimiz azze ve celle şöyle
buyurur:
“Görmedin
mi Allah nasıl bir benzetme yaptı! Güzel söz, kökü (yerde)
sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç
gibidir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. (İşte)
Allah, öğüt almaları için insanlara
böyle meseller verir.” (İbrahim, 24-25)
Bu
ayette Allah Subhanehu ve Teala güzel
bir sözü ki bununla kastedilen Lâ İlâhe İllallah sözüdür,
bir ağaca benzetmiştir. Acaba bir ağaç ile Lâ İlâhe İllallah’ın
arasında ne gibi benzer yön olabilir. Bu, kulların dinlemeleri, anlamaları ve
gerektirdiği manalarla amel etmeleri için âlemlerin Rabbi tarafından verilmiş
bir misaldir.
Şimdi
ayeti okuduk, ne anlatmak istediğini yüzeysel olarak anladık ama burada
aklımıza bazı sorular takılıyor:
Acaba
Lâ İlâhe İllallah neden güzel bir söz olmakla nitelendirilmiş?
Onun
bir ağaca benzetilmesi ne anlama gelir?
Ağacın
kökünün yerde olması ve dallarının göğe doğru yükselmesi ne ifade eder?
Her
an meyve vermesi bizlere neyi anlatır?
İşte
bu ve benzeri sorulara cevap arayarak Rabbimizin öğüt almamız için bizlere vermiş
olduğu bu misali hep beraber anlamaya çalışacak ve eğer bunu becerebilirsek
ilim sahibi olmaya hak kazanacağız. Zira üsteki ayette de ifade edildiği üzere
Kuran’da zikredilen örneklendirmelerden ancak ilim sahipleri öğüt alır. Allah Subhanehu
ve Teala bizi ve sizi Kuran’daki tüm örneklendirmeleri
anlayan ilim ehli kimseler-den eylesin. (Âmîn)
Bu
ayette verilen darb-ı meselden anladığımız manalardan bazıları şunlardır:
1)
Her şeyden önce bu kelime, güzel bir ağaca
benzetilmiştir. Ağaç yalın görüntüsü ile değil, görkemliliği, meyveleri,
gölgesi, yeşilliği, canlılığı ve tabiata verdiği cemali ile güzeldir. Kelime-i
Tevhid de tıpkı böyledir. Güzeldir, sahibine ve insanlığa güzellik verir. Söylenmesi,
tekrar edilmesi, yaşanması, uğruna bir şeylerin feda edilmesi hep güzeldir. Bu
keli-meyi söyleyenlere dünyada ve ahirette hep güzellikler bahşeder. Aslına
bakılırsa insan hayatına anlam katan tek bir şey vardır, o da bu mübarek
kelimedir. Onsuz bir hayatın ne anlamı, ne kıymeti vardır ki? İnsanlar onun
sayesinde değer kazanır, onunla izzet ve şeref bulurlar. O olmadan izzet ve
şeref sahibi olmak ne mümkündür? Gözleri küfrün ve şirkin perdesi ile kapanmış
olanlar her ne kadar bu hakikati göremeseler de Lâ İlâhe İllallah şehadeti
insan hayatını değerli kılan tek unsurdur.
2)
Ayet, bu güzel ağacın köklerinin yerde sabit ve
perçinli olduğunu haber veriyor. Kökü sağlam olan bir ağaç sert rüzgârlardan ve
şiddetli fırtınalardan asla etkilenmez. Her ne kadar rüzgâr o ağacın bazı
yaprak ve dallarına zarar verse de, köklerine asla zarar veremez ve onu
yıkamaz. Rüzgâr ve fırtına nasıl ki kökü yerde sabitleşmiş bir ağaca etki
edemi-yorsa, aynı şekil de aradan uzun zamanın geçmesi de o ağaca etki etmez.
Aksine aradan uzun zamanın geçmesi o ağacın daha çok kök atmasını, daha çok
perçinlenmesini ve daha çok derinleşmesini sağlar. Kelime-i Tevhid de böyledir.
Kökleri zamanla mümin bir kulun kalbinde sabitleşir ve derinleşerek artık yıkılmaz
bir hal alır. Zaman geçtikçe daha da kuvvet kazanır. Sağda solda gezen batıl
fikir rüzgârları,sapkın inanç fırtınaları onu asla etkileyemez. Bu rüzgârlar
her ne kadar şiddetli eserse essin ona bir zarar veremez. Zira o kökü yerde
sabit olan bir ağaç gibidir artık...
3)
Kimi zaman dağ gibi görkemli ağaçların çok hafif
rüzgârlarla yıkıldığı görülür. Bilinmesi gerekir ki koca koca ağaçları deviren
rüzgârın güçlü olması değil, ağacın gövdesi-nin boş ve çürük olmasıdır. Eğer
ağacın gövdesi güçlü olursa rüzgâr ne kadar kuvvetli eserse essin Allah Subhanehu
ve Teala’nın dilemesi müstesna o ağaca her hangi bir
zarar veremez. Kelime-i Tevhid’e gönül veren mümin de böyledir. Eğer tevhide
inandıktan sonra gövdesine Kuran’dan, zikirden ve tesbihattan bir şeyler
koymazsa gün gelir tüm görkemliliğine rağmen yıkılır. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ne de doğru söylemiştir: “Kalbinde
Kurân’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.”68 Bu
nedenle tevhidi kabul ettikten sonra mümin bir kulun mutlaka Kur’an, zikir ve
tesbihat ile kalbini doldurması gerekmektedir.
4)
Kökleri su almadığı zaman ağaç belirli bir
müddet sonra kurumaya başlar. Yaprakları solar, dalları güçsüz kalır. Kelime-i
Tevhid de böyledir. Eğer Müslümanlar onu kanları ile sulamazlarsa o, günden
güne zayıflar, kuvveti biter. Sonra çok hafif rüzgârlardan bile etkilenir
duruma gelir. En nihayetinde akıbeti yıkılmaktır!
5)
Ağacın meyvelerinin güzelliği ve dallarının
büyüklüğü ancak köklerinin güçlülüğüne bağlıdır. Kök güçlü olup yerin
derinliklerine ne kadar sağlam tutunursa gövde ve dallar da o oranda güçlü olur
ve ona göre güzel meyve verir; kök zayıf olduğunda ise gövde ve dallar da zayıf
olur. Meyvesini ise ya verir ya vermez. Bu, kaçınılmaz olarak böyledir. İşte
Kelime-i Tevhid de tıpkı bunun gibidir. Müminin kalbinde ne kadar güçlü ve
köklü olursa dışarıya meyvesini o kadar bol ve güzel verir. Bu meyve müminde
“güzel amel” olarak tezahür eder. Müminin hayatının her alanını kuşatır. Bu
halette olan bir mümin artık özünde, sözünde ve fiillerinde sadık olur.
Kelime-i Tevhid’in kendisine yüklediği her ameli en güzel şekliyle dışarıya
vurur. Meyve mesabesinde olan güzel amelleri en güzel şekliyle işler. Bunun
tersi olarak, eğer Kelime-i Tevhid müminin kalbinde hakkıyla kök salmamış ve
zayıf kalmış ise o zaman “Tevhid ağacı” meyve vermez veya kurt-lanmış ve
çürümüş meyve verir. Bu meyveden ise kimse istifade edemez. İşte ağacın
dallarının ve meyvelerinin güçlülüğü nasıl ki ağacın kökü ile alakalı ise, aynı
şekilde müminin amellerinin güzelliği ve kalitesi de onun imanının köklü olup
olmaması ile alakalıdır. Biz buradan imanın güçlülüğü oranında amellerin güzel
olacağını; imanın zayıflığı oranında da amellerin düşük kalitede olacağını
rahatlıkla anlayabiliriz. Bu ise selef âlimlerinin “imanın itaatlerle artıp
güçlendiği, günahlarla ise eksilip zayıfladığı” yönündeki görüşlerinin
doğruluğunu ortaya koyar. Eğer mümin imanını itaatlerle beslerse imanı artar ve
güçlenir; yok eğer masiyet ve günahlarla beslerse o zaman imanı eksilir ve
zayıflar.
6)
Ağacın teferruatı mesabesinde olan dalları,
yaprakları ve meyveleri (ister olumlu manada
olsun isterse olumsuz manada) nasıl
ki ağacın köklerinden etkileniyorsa, aynı şekilde ağacın kökleri de dallardan,
yapraklardan ve meyvelerden olumlu veya olumsuz manada etkilenir. Eğer ağacın
dalları ve yaprakları güneşten ve oksijenden mahrum bırakılsa bu hemen ağacın
köklerine tesir eder. Aynı şekilde ağacın kökleri sudan mahrum bırakılsa anında
dallarına, yapraklarına ve meyvelerine tesir edecektir. İşte müminin kalbindeki
tevhid de böyledir. Azalara yansıyan ameller, kökünden etkilendiği gibi, kökü
de azaların ortaya koyduğu amellerden etkilenir. Eğer mümin, kalbinde kök mesabesinde
olan imanını meyve mesabesinde olan güzel ve salih amellerle beslerse imanı
güçlü ve sarsılmaz olur. Yok, eğer günah ve masiyetler işlemek sureti ile
hayatını sürdürürse imanı zayıf ve güçsüz olur. Bu ise Ehli Sünnet’in “Kişinin
zahiri (dış görünümü) batınından (iç âleminden), batını da zahirinden
etkilenir” şeklinde formüle ettiği mükemmel kaidenin doğruluğunu ortaya koyar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurur:
“Dikkat
edin! Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden
doğru olur. Eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası
kalp-tir!”
Bu
hadis zahir ile batın arasındaki sıkı irtibata dikkat çekmektedir. Kalbin doğru
ve salih olması bedenin de doğru ve salih olmasını gerektirir. Eğer beden Allah
Subhanehu ve Teala’nın istediği
surette düzgün değilse bu, kalbin de bozuk olduğuna işarettir. İmandan bahsedip
de ona göre amel etmeyenlerin kalpleri iman etmiş olamaz. Bunun sebebi ise
bedenin kalbe tâbi oluşundandır. Kalpte karar kılmış bir şeyin netice ve
semeresi bir kaç yönden bile olsa mutlaka bedende görünür.
Bugün
kalplerinin düzgün, niyetlerinin iyi olduğunu iddia ettiği halde İslam dininden
fersah fersah uzak olan insanlar görmek mümkündür. Birçoğu bırakın sağlam İslam
akidesini, doğru dürüst namaz bile kılmamaktadırlar. Nedenini sorduğunda ise
alacağın cevap dünden hazır: “Kalplerimiz temiz ya!...”
Eğer
onların kalpleri temiz olsaydı bu mutlaka bedenlerine sirayet eder ve salih
amel olarak üzerlerinde görülürdü. Zahirî çerçevede herhangi bir salih amelin
onlar üzerinde görünümü yoksa bilinmelidir ki onların kalbi temiz değildir.
Gerek sahih bir akideden yoksun olmaları, gerekse salih amellerden uzaklıkları
onların kalplerindeki fesadın açık birer delilidir. Dinî bir yaşantı ile içli
dışlı olmayan insanların “kalbimiz temiz” sloganı ile iman çığırtkanlığı
yapmaları bizleri aldatmamalıdır.
“Allah’ı
ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Aslında kendilerinden başkasını aldatamazlar
ama bunun farkında değiller.” (Bakara, 9)
Bizim
ortaya koyduğumuz bu hakikat, gerek eski, gerekse çağdaş Mürcie’nin ne kadar
yanlış bir akideye sahip olduğunu göstermektedir. Onlar kalbin bir yönde,
azaların ortaya koyduğu amellerin ise başka bir yönde olabileceğini savunuyorlar!
Yani onlara göre azalar her türlü küfür ve şirk amelini işlediği halde kalp
imanla mutmain olarak kalabilir?! Yine onlara göre insan içi ile mümin dışı ile
kafir olabilir?! Subhânallâh! Bu ne de kötü bir iddiadır!
Bu
akidenin fasit görüşleri neticesinde insanlar küfür söz ve amellerine karşı son
derece duyarsızlaşmışlardır. İnsanın bu söz ve amellerden alabildiğine
kaçınması gerekirken görürsün ki o buna hiç aldırış etmemektedir. Bu musibetten
Rabbim bizleri kurtarsın.
7)
Kelime-i Tevhid için örnek verilen bu ağacın
diğer bir özelliği de meyvesinin geçici ve mevsimlik değil, daimî olmasıdır.
Üzerinden her ne kadar zaman geçerse geçsin bu ağaç meyvesini vermeye devam
edecektir. Tıpkı Kelime-i Tevhid gibi… Bu kelime namaz, oruç, zekât ve hac gibi
diğer ibadetlerin aksine daimî olma özelliğine sahiptir. Bu ibadetler
semeresini belirli bir an için verirken Kelime-i Tevhid seme-resini sürekli
verir. Eğer kul, bir an olsun o kelimeyi ihmal edecek olsa, artık imanını
yitirmiş sayılacaktır. Kişi her hal ve durumunda bu kelime ile beraber olmak
zorundadır. Evinde, işinde, çarşıda, pazarda, barışta, savaşta, dostlukta,
düşmanlıkta, seferde, hazarda her yer ve zamanda o kelime ile beraberdir. O
kelime her an onun için yemişini ve meyvesini verir. Her zaman kendisini
doğruya ve tevhidî bir hayata
yönlendirir.
Her işe ve tüm olaylara tevhid penceresinden bakmasını sağlar. Kul artık öyle
bir hal alır ki, bu kelimenin güzel gördüğünü güzel, çirkin gördüğünü çirkin
görür. İşte bu şekilde her an meyvesini vermiş olur.
“Rabbinin
izniyle her zaman yemişini verir.” (İbrahim, 25)
8)
Bir ağaç ne kadar büyür, gelişir ve meyve
verirse etrafına olan faydası o kadar artar. Küçük ağaçlar üç-beş kişinin
ihtiyacını ancak karşılayabilirken, büyük ağaçlar bazen yüzlerce kişinin
ihtiyacını hiç zorluk çekmeden rahatlıkla karşılayabilir. Gerek verdiği meyvesi
ile gerekse etrafına yaydığı gölgesi ile insanlığa hizmet eder. Tevhide iman
eden bir mümin de aynen böyle olmalıdır. “Lâ İlâhe İllallah” dedikten sonra
yerinde saymamalı, sürekli kendisini geliştirerek insanlığı kendi gölgesinden
ve güzel meyvelerinden faydalandırmalıdır.
Buraya
kadar anlattıklarımız, bu örnekten çıkarılmış manalardan bazılarıdır. Ayet
üzerinde gereğince düşünen kardeşlerimiz elbette daha güzel ve farklı anlamlar
çıkarabilir. Allah Subhanehu ve Teala Kurân’ı
anlamayı, örneklerini hakkıyla idrak etmeyi ve bu örneklerden gerekli dersleri
çıkarmayı hepimize nasip ve müyesser eylesin. (Âmîn)
“Allah,
öğüt almaları için insanlara böyle meseller verir.” (İbrahim,
25)