14 Nisan 2016 Perşembe


KÖKÜ YERDE SABİT, DALLARI GÖĞE UZANAN AĞAÇ
 LÂ İLÂHE İLLALLAH

Rabbimiz, yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de insanların akledip öğüt alması için türlü türlü misaller getirmiş, farklı farklı benzetmeler yapmış ve birbirinden güzel birçok darb-ı mesel vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de insanların öğüt alması için verilmiş 40 küsür darb-ı mesel vardır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz ama onları, ilim sahiplerinden başkası düşünüp anlamaz.” (Ankebut, 43)

Selef âlimlerinden bazıları Kuran’ın bu darb-ı mesellerin-den birisini okuyup ne anlatmak istediğini hakkıyla kavrayamadığında ağlar ve “Eyvah! Demek ki ben ilim sahibi kimselerden değilmişim” diye üzülürmüş.

Evet, her insan Kuran’ın verdiği bu örneklendirmelerden kendine pay çıkarmalı ve Allah Subhanehu ve Teala’nın bununla ne anlatmak istediğini anlamaya çalışmalıdır. Bu, kendisinde Allah Subhanehu ve Teala’ya karşı bir sorumluluk hisseden her kulun yapması kaçınılmaz olan bir görevdir. Her kul bu meselleri anlamakla görevli olmasına rağmen bazıları bir takım bahaneler öne sürerek bunları anlamaya çalışmayacak veya en azından anlamak için kafa yormayacaktır. Bu örnek-lendirme ve darb-ı mesellere kafa yoracak olanlar, Rabbimizin de bildirdiği üzere ancak aklını kullanan ve ilim sahibi olan kimselerdir.

Bu kısa girişten sonra gelin Rabbimizin, biz kullarının anlaması için İbrahim Suresi’nde verdiği bir örneklendirmeyi hep beraber düşünelim ve bu örneklendirmenin bizim hayatımıza ne gibi bir fayda sağlayacağını beraberce değerlendirelim. Rabbimiz azze ve celle şöyle buyurur:

“Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı! Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. (İşte) Allah, öğüt almaları için insanlara böyle meseller verir.” (İbrahim, 24-25)

Bu ayette Allah Subhanehu ve Teala güzel bir sözü ki bununla kastedilen Lâ İlâhe İllallah sözüdür, bir ağaca benzetmiştir. Acaba bir ağaç ile Lâ İlâhe İllallah’ın arasında ne gibi benzer yön olabilir. Bu, kulların dinlemeleri, anlamaları ve gerektirdiği manalarla amel etmeleri için âlemlerin Rabbi tarafından verilmiş bir misaldir.

Şimdi ayeti okuduk, ne anlatmak istediğini yüzeysel olarak anladık ama burada aklımıza bazı sorular takılıyor:

Acaba Lâ İlâhe İllallah neden güzel bir söz olmakla nitelendirilmiş?

Onun bir ağaca benzetilmesi ne anlama gelir?

Ağacın kökünün yerde olması ve dallarının göğe doğru yükselmesi ne ifade eder?

Her an meyve vermesi bizlere neyi anlatır?

İşte bu ve benzeri sorulara cevap arayarak Rabbimizin öğüt almamız için bizlere vermiş olduğu bu misali hep beraber anlamaya çalışacak ve eğer bunu becerebilirsek ilim sahibi olmaya hak kazanacağız. Zira üsteki ayette de ifade edildiği üzere Kuran’da zikredilen örneklendirmelerden ancak ilim sahipleri öğüt alır. Allah Subhanehu ve Teala bizi ve sizi Kuran’daki tüm örneklendirmeleri anlayan ilim ehli kimseler-den eylesin. (Âmîn)

Bu ayette verilen darb-ı meselden anladığımız manalardan bazıları şunlardır:

1) Her şeyden önce bu kelime, güzel bir ağaca benzetilmiştir. Ağaç yalın görüntüsü ile değil, görkemliliği, meyveleri, gölgesi, yeşilliği, canlılığı ve tabiata verdiği cemali ile güzeldir. Kelime-i Tevhid de tıpkı böyledir. Güzeldir, sahibine ve insanlığa güzellik verir. Söylenmesi, tekrar edilmesi, yaşanması, uğruna bir şeylerin feda edilmesi hep güzeldir. Bu keli-meyi söyleyenlere dünyada ve ahirette hep güzellikler bahşeder. Aslına bakılırsa insan hayatına anlam katan tek bir şey vardır, o da bu mübarek kelimedir. Onsuz bir hayatın ne anlamı, ne kıymeti vardır ki? İnsanlar onun sayesinde değer kazanır, onunla izzet ve şeref bulurlar. O olmadan izzet ve şeref sahibi olmak ne mümkündür? Gözleri küfrün ve şirkin perdesi ile kapanmış olanlar her ne kadar bu hakikati göremeseler de Lâ İlâhe İllallah şehadeti insan hayatını değerli kılan tek unsurdur.

2) Ayet, bu güzel ağacın köklerinin yerde sabit ve perçinli olduğunu haber veriyor. Kökü sağlam olan bir ağaç sert rüzgârlardan ve şiddetli fırtınalardan asla etkilenmez. Her ne kadar rüzgâr o ağacın bazı yaprak ve dallarına zarar verse de, köklerine asla zarar veremez ve onu yıkamaz. Rüzgâr ve fırtına nasıl ki kökü yerde sabitleşmiş bir ağaca etki edemi-yorsa, aynı şekil de aradan uzun zamanın geçmesi de o ağaca etki etmez. Aksine aradan uzun zamanın geçmesi o ağacın daha çok kök atmasını, daha çok perçinlenmesini ve daha çok derinleşmesini sağlar. Kelime-i Tevhid de böyledir. Kökleri zamanla mümin bir kulun kalbinde sabitleşir ve derinleşerek artık yıkılmaz bir hal alır. Zaman geçtikçe daha da kuvvet kazanır. Sağda solda gezen batıl fikir rüzgârları,sapkın inanç fırtınaları onu asla etkileyemez. Bu rüzgârlar her ne kadar şiddetli eserse essin ona bir zarar veremez. Zira o kökü yerde sabit olan bir ağaç gibidir artık...

3) Kimi zaman dağ gibi görkemli ağaçların çok hafif rüzgârlarla yıkıldığı görülür. Bilinmesi gerekir ki koca koca ağaçları deviren rüzgârın güçlü olması değil, ağacın gövdesi-nin boş ve çürük olmasıdır. Eğer ağacın gövdesi güçlü olursa rüzgâr ne kadar kuvvetli eserse essin Allah Subhanehu ve Teala’nın dilemesi müstesna o ağaca her hangi bir zarar veremez. Kelime-i Tevhid’e gönül veren mümin de böyledir. Eğer tevhide inandıktan sonra gövdesine Kuran’dan, zikirden ve tesbihattan bir şeyler koymazsa gün gelir tüm görkemliliğine rağmen yıkılır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ne de doğru söylemiştir: “Kalbinde Kurân’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.”68 Bu nedenle tevhidi kabul ettikten sonra mümin bir kulun mutlaka Kur’an, zikir ve tesbihat ile kalbini doldurması gerekmektedir.

4) Kökleri su almadığı zaman ağaç belirli bir müddet sonra kurumaya başlar. Yaprakları solar, dalları güçsüz kalır. Kelime-i Tevhid de böyledir. Eğer Müslümanlar onu kanları ile sulamazlarsa o, günden güne zayıflar, kuvveti biter. Sonra çok hafif rüzgârlardan bile etkilenir duruma gelir. En nihayetinde akıbeti yıkılmaktır!

5) Ağacın meyvelerinin güzelliği ve dallarının büyüklüğü ancak köklerinin güçlülüğüne bağlıdır. Kök güçlü olup yerin derinliklerine ne kadar sağlam tutunursa gövde ve dallar da o oranda güçlü olur ve ona göre güzel meyve verir; kök zayıf olduğunda ise gövde ve dallar da zayıf olur. Meyvesini ise ya verir ya vermez. Bu, kaçınılmaz olarak böyledir. İşte Kelime-i Tevhid de tıpkı bunun gibidir. Müminin kalbinde ne kadar güçlü ve köklü olursa dışarıya meyvesini o kadar bol ve güzel verir. Bu meyve müminde “güzel amel” olarak tezahür eder. Müminin hayatının her alanını kuşatır. Bu halette olan bir mümin artık özünde, sözünde ve fiillerinde sadık olur. Kelime-i Tevhid’in kendisine yüklediği her ameli en güzel şekliyle dışarıya vurur. Meyve mesabesinde olan güzel amelleri en güzel şekliyle işler. Bunun tersi olarak, eğer Kelime-i Tevhid müminin kalbinde hakkıyla kök salmamış ve zayıf kalmış ise o zaman “Tevhid ağacı” meyve vermez veya kurt-lanmış ve çürümüş meyve verir. Bu meyveden ise kimse istifade edemez. İşte ağacın dallarının ve meyvelerinin güçlülüğü nasıl ki ağacın kökü ile alakalı ise, aynı şekilde müminin amellerinin güzelliği ve kalitesi de onun imanının köklü olup olmaması ile alakalıdır. Biz buradan imanın güçlülüğü oranında amellerin güzel olacağını; imanın zayıflığı oranında da amellerin düşük kalitede olacağını rahatlıkla anlayabiliriz. Bu ise selef âlimlerinin “imanın itaatlerle artıp güçlendiği, günahlarla ise eksilip zayıfladığı” yönündeki görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyar. Eğer mümin imanını itaatlerle beslerse imanı artar ve güçlenir; yok eğer masiyet ve günahlarla beslerse o zaman imanı eksilir ve zayıflar.

6) Ağacın teferruatı mesabesinde olan dalları, yaprakları ve meyveleri (ister olumlu manada olsun isterse olumsuz manada) nasıl ki ağacın köklerinden etkileniyorsa, aynı şekilde ağacın kökleri de dallardan, yapraklardan ve meyvelerden olumlu veya olumsuz manada etkilenir. Eğer ağacın dalları ve yaprakları güneşten ve oksijenden mahrum bırakılsa bu hemen ağacın köklerine tesir eder. Aynı şekilde ağacın kökleri sudan mahrum bırakılsa anında dallarına, yapraklarına ve meyvelerine tesir edecektir. İşte müminin kalbindeki tevhid de böyledir. Azalara yansıyan ameller, kökünden etkilendiği gibi, kökü de azaların ortaya koyduğu amellerden etkilenir. Eğer mümin, kalbinde kök mesabesinde olan imanını meyve mesabesinde olan güzel ve salih amellerle beslerse imanı güçlü ve sarsılmaz olur. Yok, eğer günah ve masiyetler işlemek sureti ile hayatını sürdürürse imanı zayıf ve güçsüz olur. Bu ise Ehli Sünnet’in “Kişinin zahiri (dış görünümü) batınından (iç âleminden), batını da zahirinden etkilenir” şeklinde formüle ettiği mükemmel kaidenin doğruluğunu ortaya koyar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Dikkat edin! Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda tüm beden doğru olur. Eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin, o et parçası kalp-tir!”

Bu hadis zahir ile batın arasındaki sıkı irtibata dikkat çekmektedir. Kalbin doğru ve salih olması bedenin de doğru ve salih olmasını gerektirir. Eğer beden Allah Subhanehu ve Teala’nın istediği surette düzgün değilse bu, kalbin de bozuk olduğuna işarettir. İmandan bahsedip de ona göre amel etmeyenlerin kalpleri iman etmiş olamaz. Bunun sebebi ise bedenin kalbe tâbi oluşundandır. Kalpte karar kılmış bir şeyin netice ve semeresi bir kaç yönden bile olsa mutlaka bedende görünür.

Bugün kalplerinin düzgün, niyetlerinin iyi olduğunu iddia ettiği halde İslam dininden fersah fersah uzak olan insanlar görmek mümkündür. Birçoğu bırakın sağlam İslam akidesini, doğru dürüst namaz bile kılmamaktadırlar. Nedenini sorduğunda ise alacağın cevap dünden hazır: “Kalplerimiz temiz ya!...”

Eğer onların kalpleri temiz olsaydı bu mutlaka bedenlerine sirayet eder ve salih amel olarak üzerlerinde görülürdü. Zahirî çerçevede herhangi bir salih amelin onlar üzerinde görünümü yoksa bilinmelidir ki onların kalbi temiz değildir. Gerek sahih bir akideden yoksun olmaları, gerekse salih amellerden uzaklıkları onların kalplerindeki fesadın açık birer delilidir. Dinî bir yaşantı ile içli dışlı olmayan insanların “kalbimiz temiz” sloganı ile iman çığırtkanlığı yapmaları bizleri aldatmamalıdır.

“Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Aslında kendilerinden başkasını aldatamazlar ama bunun farkında değiller.” (Bakara, 9)
Bizim ortaya koyduğumuz bu hakikat, gerek eski, gerekse çağdaş Mürcie’nin ne kadar yanlış bir akideye sahip olduğunu göstermektedir. Onlar kalbin bir yönde, azaların ortaya koyduğu amellerin ise başka bir yönde olabileceğini savunuyorlar! Yani onlara göre azalar her türlü küfür ve şirk amelini işlediği halde kalp imanla mutmain olarak kalabilir?! Yine onlara göre insan içi ile mümin dışı ile kafir olabilir?! Subhânallâh! Bu ne de kötü bir iddiadır!


Bu akidenin fasit görüşleri neticesinde insanlar küfür söz ve amellerine karşı son derece duyarsızlaşmışlardır. İnsanın bu söz ve amellerden alabildiğine kaçınması gerekirken görürsün ki o buna hiç aldırış etmemektedir. Bu musibetten Rabbim bizleri kurtarsın.

7) Kelime-i Tevhid için örnek verilen bu ağacın diğer bir özelliği de meyvesinin geçici ve mevsimlik değil, daimî olmasıdır. Üzerinden her ne kadar zaman geçerse geçsin bu ağaç meyvesini vermeye devam edecektir. Tıpkı Kelime-i Tevhid gibi… Bu kelime namaz, oruç, zekât ve hac gibi diğer ibadetlerin aksine daimî olma özelliğine sahiptir. Bu ibadetler semeresini belirli bir an için verirken Kelime-i Tevhid seme-resini sürekli verir. Eğer kul, bir an olsun o kelimeyi ihmal edecek olsa, artık imanını yitirmiş sayılacaktır. Kişi her hal ve durumunda bu kelime ile beraber olmak zorundadır. Evinde, işinde, çarşıda, pazarda, barışta, savaşta, dostlukta, düşmanlıkta, seferde, hazarda her yer ve zamanda o kelime ile beraberdir. O kelime her an onun için yemişini ve meyvesini verir. Her zaman kendisini doğruya ve tevhidî bir hayata
yönlendirir. Her işe ve tüm olaylara tevhid penceresinden bakmasını sağlar. Kul artık öyle bir hal alır ki, bu kelimenin güzel gördüğünü güzel, çirkin gördüğünü çirkin görür. İşte bu şekilde her an meyvesini vermiş olur.
Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir.” (İbrahim, 25)

8) Bir ağaç ne kadar büyür, gelişir ve meyve verirse etrafına olan faydası o kadar artar. Küçük ağaçlar üç-beş kişinin ihtiyacını ancak karşılayabilirken, büyük ağaçlar bazen yüzlerce kişinin ihtiyacını hiç zorluk çekmeden rahatlıkla karşılayabilir. Gerek verdiği meyvesi ile gerekse etrafına yaydığı gölgesi ile insanlığa hizmet eder. Tevhide iman eden bir mümin de aynen böyle olmalıdır. “Lâ İlâhe İllallah” dedikten sonra yerinde saymamalı, sürekli kendisini geliştirerek insanlığı kendi gölgesinden ve güzel meyvelerinden faydalandırmalıdır.
Buraya kadar anlattıklarımız, bu örnekten çıkarılmış manalardan bazılarıdır. Ayet üzerinde gereğince düşünen kardeşlerimiz elbette daha güzel ve farklı anlamlar çıkarabilir. Allah Subhanehu ve Teala Kurân’ı anlamayı, örneklerini hakkıyla idrak etmeyi ve bu örneklerden gerekli dersleri çıkarmayı hepimize nasip ve müyesser eylesin. (Âmîn)

“Allah, öğüt almaları için insanlara böyle meseller verir.” (İbrahim, 25)



9 Nisan 2016 Cumartesi




ÇOCUKLARIMIZA İBDET BİLİNCİ KAZANDIRMAK

Allah Teâlâ’ya ibadet yapmak için yaratılan insan,(Zariyat, 51/56) bu temel görevini yerine getirirse dünyada da âhirette de huzur ve mutlu­luğa kavuşur. İbadet, gönülden ve isteyerek Allah Teâlâ’ya saygı göstermek ve O’na kulluk görevlerini yerine getirmektir. İbadetler, inanç esaslarından sonra İslâm dininin ikinci önemli halkasını oluşturur. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim’de  “Allaha ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın”(Nisa 4/6) buyrulur.   Birçok din psikoloğu duâ ve ibadeti mükemmel bir ruhî tedavi aracı olarak değerlendirme eğlimindedir. Mesela Johnson’a göre ibadet tedavi edici bir tecrübedir.  Bazı ruhsal hastalıkların iyileştirilmesinde duâ ve ibadet terapisinin iyi sonuçlar verdiğine dair gözlem ve tespitlere rastlamak mümkündür. İbadetler günümüzün en önemli ruhsal hastalığı sayılan gerilim ve strese karşı da yararlı görülmektedir.
Din ve dinin ibadet boyutu ise kişinin hayatını anlamlandırma, ölüm, hastalık ve sakatlık gibi kişinin ruh sağlığını önemli ölçüde etkileyen acılara katlanma, yaşam umudunu yenileme ve hayatın bütün zorluklarıyla baş edebilme gücü vermektedir. İbadet, insanı Allah’a yaklaştırır ve O’nun sevgisini kazanmaya götürür. İbadetlerimiz, kalplerimize Allah sevgisini ve saygısını yerleştirir. Bizleri her türlü fenalıktan uzaklaştırır ve ahlâkî güzelliğe ulaştırır. Kalbimizi çeşitli sıkıntı, üzüntü ve stresten korur. Çünkü gönüller, ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur. Kur’ân-ı Kerim, bu gerçeği, “Onlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ı zikretmekle huzura erenlerdir. Biliniz ki kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur”(Ra’d, 13/28) şeklinde açıklar.
Çocuk, Allah’ın insana en büyük lütuflarından biridir. Bununla birlikte insan için bir imtihan vesilesidir. Her Müslüman en az çocuğunun dünyasını imar etmeye çalıştığı gibi ahiretini de inşa ve imar etme sorumluluğunu da taşımalıdır. Farz olan ibadetler, sorumluluk yaşı olan ergenlikle başlar. Bülûğa erme, dinde sorumluluğun başlangıç işareti olarak kabul edilmiştir. Bu durum, bu dönemin önemini arttırmaktadır. Ergen, din nazarında yetişkin kişi statüsünde yer alır; o artık dinin emir, yasak, görev ve kuralları çerçevesinde davranışlarının sorumluluğunu yüklenmiş birisidir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır (herhangi bir sorumlulukları yoktur). Bunlar bülûğ çağına gelmemiş çocuklar, aklı başında olmayan mecnun (deli) ve uykuda olan kimselerdir.”1 Hadiste çocukların, bülûğ çağına kadar, dinî açıdan sorumlu sayılmadıkları hatırlatılmış, kusurlardan dolayı çocukların hemen sert biçimde eleştirilmemeleri gerektiği belirtilmek istenmiştir. Özetle ibadet, kulu ile Rabbi arasında büyük bir mânevî yakınlık meydana getirir. Kur’ân-ı Kerim’de; “Bana kulluk et ve beni zikir için namaz kıl” (Tâhâ, 20/14) buyrulmaktadır.
Namaz, bizi yaratan, yaşatan, sayısız nimetleri veren Yüce Allah'a karşı bir kulluk görevimizdir. Namaz Allah’ı sevmenin ve ona samimiyetle bağlanmanın bir göstergesidir. Namaz insanı Allah’a yaklaştırır. Yüce Rabbimiz bize "Secde et ve yaklaş"(Alak, 96/19)  buyurur. Demek ki Allah'a yaklaşmanın en iyi yolu secde etmek, yani namaz kılmaktır. Namaz,  "dinin direği" 2, "mü'minin mi'racı" ve "cennetin anahtarı"3 dır. Allah katında en sevgili amel odur. Peygamberimizin "gözümün nuru" 4 dediği ibâdet yine namazdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "İslâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.5 Belirlenmiş ibadetlerin başında gelen namaz, insanın kötülüklerden alıkonmasını sağlar; en azından bu hedefe yardımcı olur. Müslüman, namazda Allah’ın huzurunda olmanın mânevî zevkini yaşar, dünya meşgalelerinden uzaklaşarak ruhen huzur bulur. Oruç; nefsin terbiye edilmesi ve insan iradesinin güçlendirilmesi! Zekât; toplumda ekonomik yapının düzenlenmesi ve insandaki mal tutkusunun frenlenmesi için bir araçtır. Hac; dünyanın her tarafından gelen; dilleri ve renkleri ayrı olan Müslümanları kutsal topraklarda bir araya getirerek İslâm kardeşliğini evrensel bir hale getirir. Kuşkusuz bu ibadetlerin daha başka dünyevî faydaları da vardır. Esas faydaları da âhiret mutluluğuna sebep olmalarıdır.
Çocuk ve Namaz
İlk görevimiz,  Allah’ın varlığına birliğine, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in peygamberliğine inanmaktır. İmandan sonra,   ikinci görevimiz namaz kılmaktır. Çünkü namaz dinin direği, ibadetlerin en üstünüdür. Yüce Allah'a karşı en önemli ibadet görevimiz günde beş defa kıldığımız namazlarımızdır. Müslüman kişi namaz kılmakla mükellef olduğu gibi, çocuklarına da namazı öğretmek zorundadır. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Çocuklar yedi yaşına ulaştıkları zaman, namazı telkin ediniz. On yaşlarına ulaştıklarında ise, kılmadıkları takdirde hafifçe vurun ve o yaşta yataklarını ayırın."6 “Ehline, ailene namazı emret, kendin de o(nun güçlükleri)ne sabret.(Tâhâ, 20/132) “(Lokman, oğluna) ‘Yavrum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve (bu hususlarda) başına gelene sabret. Doğrusu bunlar azmedilmeye değer işlerdendir.”(Lokman, 31/17) Namaz kılmak, Hz. Lokmanın oğluna öğütlerinde azmedilmeye değer olan işlerin başında zikredilmektedir. Çünkü namaz çocuğun davranışlarını disipline edip onu olgunlaştıracaktır. Böylece çocuk kararlı ve ölçülü davranmaya alışacaktır.
Namaz eğitiminin 7 yaşında başlatılıp 10 yaşına kadar sürdürülmesi istenmiştir.7 Yani 3 yıllık bir kesintisiz çalışma ile çocuğa namaz alışkanlığı kazandırılabilecektir. Bu zaman içinde çocuk hiçbir şekilde kaba davranışlara, baskıya maruz bırakılmamalıdır. Bu olumsuz davranışlar, çocuğun namaza karşı sempatisini yok edebilecektir. Bu dönemde namaz için çocuğu küçük düşürmek gibi davranışlardan kaçınmak gerekir. Çünkü ibadette ölçü ihlâs ve samimiyettir. Çocuklarımıza namazı sevdirmek için öncelikle kararlı ve düşünceli olmak zorundayız. Çocuklarımızı daha çok küçük yaşlarından itibaren namaz ibadetine karşı sevgi dolu olarak yetiştirmek gerekiyor.
1) İkna edip sevdirmek en temel düsturdur. Namazı sevdirin.
2) Sevdirmeden ve anlatmadan çocukları namaza zorlamak, namaz kılmalarını mecburi tutmak onları namazdan soğutur. Buna dikkat etmek gerekir.
3) En iyi öğretmen örnekliktir. Çocuklar, sizin namaza gösterdiğiniz saygı ve sevgiyi, ilgiyi görmeliler.
4) Namazı ilgi çekici hale getirerek, çocukların sevgi dolu bir merak edinmelerini sağlamak gerekir. Kitaplarla, CD lerle namaz eğitimi çeşitlendirilmelidir.
5) Çocuk güzel hediyelerle teşvik edilmeli, onun için sürprizler hazırlanmalıdır. Teşvik ve tebrik edilmelidir.
6) Kendisine ait bir seccadesi, tesbihi ve takkesi olmalıdır. Kız çocuklarına namaza mahsus özel başörtüsü alınmalıdır.
7)  Beş vakit namaz, evde cemaatle kılınmalı veya çocuğun elinden tutulup camiye götürülmelidir.
Çocuklara küçük yaşlardan itibaren ibedet duygusu aşılanmalı, bilgisi verilmelidir. Âlimler, yedi yaşından itibaren “çocuğa namaz öğretilmesi” hadisinden, namazla ilgili her çeşit bilginin öğretilmesi gereğini anlamışlardır; Namaz vakitleri, farzları, vacipleri, sünnetleri, namazda okunacak sûreler, duâlar, tesbihat, abdest ve temizlikle ilgili teferruat vs.
Çocuklara gerek ibadetlerle ilgili bilgilerin öğretimi, gerekse ibadetlerin yerine getirilmesi konusunda, İslâm'ın temel prensiplerini teşkil eden müsamaha, hoşgörü, sabır, sevgi ve şefkatle davranmalıdır. Böylece, çocuğun kalbi kazanılmalı, duygularına hitap edilmelidir. Zaman zaman teşvik ve takdir edilmeli, bazen maddî mükâfatlarla ödüllendirilmelidir. Çocuğun namazı zorla değil, isteyerek kılması için alt yapıyı ebeveyni hazırlamak zorundadır.
Çocuk ve Duâ
Duâ insan ile Allah arasındaki iletişimi sağlayan en önemli ibadettir. Bu nedenle ibadetlerin özü ve en değerlisidir. Duâ, kişinin Allah’a yakarması ve O’ndan isteklerde bulunması demektir. Çocuk duâ yolu ile Allah’a sığınmaya, kendisini, onun korumasına bırakmaya alıştırılmalıdır. Zaten çocuğun dünyasında dua; kişisel kanaatlerin, istek ve şikâyetlerin Allah’a sunulması, bir bakıma korunma ve savunma aracı bir yakarış ve isteme faaliyetidir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Bana duâ edin, duanızı kabul edeyim."(Mü'minûn, 23/60) "Kullarım sana Beni soracak olurlarsa, haber ver ki, Ben şüphesiz onlara yakınım. Bana duâ edenin duâsını kabul ederim." (Bakara, 2/186) Allah Teâlâ, kendisine duâ edenlerin duasını kabul edeceğini bildirmektedir. “(Rasûlüm!) De ki: (kulluk ve) duânız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin”(Furkan 25/77)  Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:  “Duâ mü’minin silâhı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur.”8 “Duâ ibadetin aslı ve özüdür.”9 “Duâ, gelmiş olan musibet için de, henüz gelmemiş olan mu­sibet için de faydalıdır. Duâ belâyı def eder.”10 Duâ, üzüntüleri giderir, huzur ve mutluluk getirir.
Duâya neden ihtiyaç duyduğumuzu maddeler halinde açıklayabiliriz:
1. Allah'a yakın olmak, onun sevdiği ve razı olduğu bir kul olmak için dua ederiz.
2. Allah'ın verdiği nimetlere şükretmek için dua ederiz.
3. Kötülüklerden, bela ve afetlerden korunmak için dua ederiz.
4. İyi bir insan olmak, güzel ahlak ve davranışlara sahip olmak, doğru yoldan ayrılmamak için dua ederiz.
5. Dileklerimizi ve isteklerimizi gerçekleştirmesi için Allah'a dua ederiz.
Dua eden kişi gönülden dua etmeli, iyi şeyler istemeli, istediği şeyler doğrultusunda da çaba göstermelidir. Dua etmenin belli bir kuralı yoktur. İçimizden geldiği gibi güzel olan her şeyi isteyebiliriz. Allah’a dua etmek için hiçbir aracı kurum ve kişiye de ihtiyacımız yoktur. Namaz kılarken Fatiha suresinde söylediğimiz gibi:  “Biz ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz.” (Fatiha, 1/4)
Çocuk ilk önce duanın ne olduğunu, niçin yapıldığını ve kimden istekte bulunulduğunu bilmeli. Dua; istemek ve yakarıştır. Çocuk önce kimden istediğini bilmeli ve istekte bulunduğu kişiyi tanımalı. Bu konu çok önemli bir konudur. Çocuklarımıza, yanımızda kimse olmazsa, zor bir durumda olduğumuzda bile, Allah’ın yanımızda ve bizi işitiyor olduğunu anlatmamız gerekir. O’nu çağırdığımız zaman bizi işitir ve imdadımıza yetişir. Zor ve sıkıntı anında rabbinden yardım alacağını bilen bir çocuk ümitsizlikten kurtulur. Aslında böylece çocuklarımızı ümitsizlikten de kurtarmış oluyoruz. Bu inanç büyük bir önem arz ediyor. Dua eğitimine, Yüce Allah’ın çocuklara tanıtılması ve sevdirilmesi ile başlanabilir. Allah'a imanın temel bir tezahürü olarak dua etmenin önemi üzerinde durulabilir. İnsanın isteklerine cevap verebilecek yegâne güç ve kudret sahibinin Allah olduğu, yetişmekte olan çocuklara ve gençlere güzel bir şekilde verilmelidir. Bir çocuk, yöneldiği kapının yüce, kendinin de oldukça zayıf olduğunun farkında olursa, duanın mahiyetini daha iyi idrak eder. Dua eğitiminin vazgeçilmez temel şartı Allah'a imandır. Allah'ı tanımada, O'na güvenmede eksiklikler varsa, dualar da eksik demektir. Zîrâ Allah katında makbul olan dua, yürekten inanarak yapılandır.
Her şeye gücü yeten, herkesin yardımına koşan, her şeyi bilen ve işiten, atomlardan galaksilere kadar her şeyi tespih taneleri gibi evirip çeviren bir Zat'a edilecek derin güçlü bir iman, duanın da o nispette ihlâs ve samimiyet içerisinde yapılmasına vesile olacaktır. Netice itibarı ile yemeklerden önce ve sonra, bir karar aşamasında, sıkıntı veya ferahlık ânlarında, istirahat öncesi, yeni bir güne başlarken duaya ayrılacak kısa bir zaman çocuklarımızda duanın ehemmiyeti hususunda güzel düşünceler oluşmasına vesile olur. Dua, insanın iç dünyasını aydınlatır, geleceğe Allah'a güven ve itimat içerisinde bakabilmesini sağlar. Allah'a yönelmiş, şükür hisleri ile dopdolu, zor zamanlarında O'nun yardımının kendisine ulaşacağı ümidini taşıyan bir çocuk kopmaz bir ipe tutunmuş demektir. Dua eğitiminde, eğiticinin şahsiyeti de önemlidir. Burada asıl olan, anne ve babaların duayı nasıl hissettikleri ve yaşadıklarıdır. Meselâ namazlardan sonra, istirahata çekilirken, yemek öncesi ve sonrası ebeveynini dua ederken gören çocuklar, dua alışkanlığını daha kolay edinir.
Çocuklar duasında anne-baba ve kardeşlerine yer vermesi hatırlatılmalı, böylece aile içi ilşkiler sıcak bir ortama ulaştırılırken, çocukta paylaşım duygusu güçlendirilmeye çalışılmalıdır. Çocuklara, sadece kendileri için değil, başkaları için de duâ etmek öğretilmelidir. Annesine, babasına, kardeşlerine, akrabalarına, komşularına, fakirlere, felakete uğramış zor durumdaki insanlara duâ etmek çocuğun kalbini iyilik ve hayır duygularıyla dolduracaktır. Her yaş grubu için olduğu gibi çocuklar için de duâ, stres ve depresyondan koruyan rahatlatıcı bir mahiyete sahiptir.  Duâ, ruhun gıdası ve ilâcıdır. Duâ, insanı maddî ve mânevî sıkıntılardan kurtarır. Duâ, kişide psikolojik bakımdan bir rahatlık, huzur ve mutluluk sağlar. Bu açıdan çocuklarımıza, ibadet ve duâ etme bilinci kazandıralım.
Dipnot
1. Ebu Davut hudut 16;  Tirmizi hudut 1
2. Tirmizî, İman 8
3. Tirmizî, Taharet 3
4. Neseî, Nisâ 1
5. Buhârî, İman 1
6. Ebû Dâvûd, Salât, 26
7. Ebu Davud Salât 26
8. İmam Suyutî, Câmü’s-Sağîr Muhtasarı Tercüme ve Şerhi,, c. 2, s. 400, Hds. 2192
9. Tirmizi, Deavât 1
10. Tirmizî, Deavât 112 
Süleyman GÜLEK /  Vuslat dergisi